

İklim'den...
Alaz ile Azra'nın arkadaş olduğunu öğrenmemle, dün onlarla kafede buluşup uzun uzun konuşmuştuk. Konuştukça, içimizde birikenleri döktükçe eski dostluklar daha sağlam bir zemine oturmuştu.
Hazırladığım pastanın üzerine son olarak “İyi ki doğdun Leyla” yazdım. Krema torbasını kenara bırakıp pastayı dikkatle dolaba yerleştirdim. Parmak uçlarım titriyordu. İçimde tarifsiz bir burukluk vardı. Ardından mutfağı toplamaya başladım. Tezgahın üzerinde kalan un izlerini silerken bir çift ayak sesiyle irkildim.
"Napıyorsun yenge?" dedi Azra, sesi her zamankinden yorgun, gözleri dolu dolu. İçeri ağır adımlarla girmişti, ellerini önünde kenetlemişti.
Başımı kaldırıp ona baktım. Dudaklarımda hüzünlü bir tebessüm vardı. "Pasta yaptım," dedim hafifçe. "Ablamın doğum günü bugün. Yaman Pars’la mezarına gideceğiz."
Sözlerim bitince Azra’nın gözleri daha da doldu. Kaşları çatıldı, dudakları titredi. Bir an sessizce başını eğdi, sonra bana doğru bir adım attı.
"Ben de geleyim mi?" dedi, sesi neredeyse fısıltıydı. "Destek olurum size... yalnız bırakmak istemem seni."
Elimi uzattım, elini tuttum. "Sormana dahi gerek yok," dedim içtenlikle. "Gel, tabi ki gel..."
Bir süre hiçbir şey söylemeden karşılıklı durduk. Sonra Azra, gözlerini kaçırarak konuştu.
"Yenge... bu arada kızma ama," dedi Azra, ceketini giyerken bir yandan da suçlulukla bana baktı, "Baran ağabeyime de anlattım olanları. Alaz’dan da zaten haberi varmış..."
Kafamı yavaşça çevirdim, içimde yükselen kırgınlıkla birlikte sordum:
"Yine ben mi suçlandı peki?"
"Yok yenge, niye suçlasın seni?" dedi hemen, ellerini havaya kaldırarak. "Baran ağabeyim normalde böyle biri değil ama... konu Emir Kaan ağabeyim olunca, adam bambaşka biri oluyor. Sanki herkese düşmanıymış gibi bakıyor."
Derin bir nefes aldım, dudaklarımda acı bir tebessüm belirdi. "İyi ki Emel abla öyle düşünmüyor en azından hakkımda."
"Kocana şikâyet edeceğim ama!" dedi Azra, kaşlarını kaldırarak sırnaşık bir ifadeyle.
"Sakın onu yapma!" dedim gülerek, "gelir ceza diye tutturur bana."
Azra kahkaha attı. "Hadi hazırlan o zaman, çıkalım."
"Alaz’a mesaj atmıştım," dedim ayakkabılarımı giyerken, "o gelip alacak bizi."
"İyi dua etsin. Yoksa meslektaş katili olmak istemiyorum!" dedi Azra, gözlerini devire devire gülümseyerek.
Bir an duraksayıp ona baktım. Gözlerinde tanıdık bir sıcaklık vardı. Gülümsedim.
"Ağabeyin çok şanslı... senin gibi deli dolu, enerjisini yitirmeyen bir kardeşe sahip."
Azra birden ciddileşti. "Yenge... kardeş demişken..." dedi hafif başını eğerek. "Yiğit Alper ağabey bana mesaj atmış. Benim attığım parayı geri yollamış. ‘Emir için yaptım, ödedim’ diyor ama... ağabeyim duyarsa çok kötü kızar bana."
İçim ısındı bu cümleyle. O sessiz, içine kapanık Yiğit Alper’in bu vefası dokundu yüreğime.
"Yiğit Alper’e tekrar mesaj at sen," dedim yumuşak bir sesle. "Parayı geri gönder. Ama bu kez tembih et, sakın yine yollama diye. Sorun olursa da... Emir Kaan ile ben konuşurum."
Azra iç çekti. "Ağabeyim deki gurur... dağla yarışır yenge. Onun gururunu kırması, zaten başlı başına bir savaş meydanına hazırlıktır."
Gülümsedim. Omzuna dokundum.
"Üzülme, ben hallederim. Gerçekten bir sorun olursa kimseyi kırmadan çözeriz."
Tam o sırada dışarıdan araba kornası duyuldu. Alaz gelmişti.
"Hadi!" dedim, ceketimi alırken. "Ceketlerimizi giyelim, çıkalım. Daha Yaman Pars’ı da alacağız."
Ceketimi de giydikten sonra dolaptan pastayı dikkatle alıp Azra’yla birlikte aşağı indik. Merdivenlerde ayak seslerimiz yankılanırken pastayı sanki nefes alıyormuş gibi koruyordum elimde.
Dışarı çıktığımızda Alaz, arabanın kapısına yaslanmış bizi bekliyordu. Bizi görünce dudaklarının kenarıyla hafifçe gülümsedi.
"İklim reisim bu ne ciddiyet?" dedi, gözlerini kısıp alaycı bir ifadeyle.
"Sen bana değil, yanımda yürüyen Memati’ye göz kulak ol." dedim, başımla Azra’yı işaret edip gülerek.
Azra gözlerini devirdi, iç geçirdi. "Hadi ama... o kadar da tehlikeli olamam. Canıma sığmadığı sürece," dedi, hafif sırıtışla.
"Sıkmam, sıkmam. Merak etme," dedi Alaz, kapıyı açıp direksiyon başına geçerken. Omzunun üstünden bize göz kırptı.
Pastayı arka koltuğa dikkatlice yerleştirip biz de arabaya bindik. Motor çalıştığında aracın içini hafif bir klasik müzik sardı. Alaz'ın ruh haline şaşırmadan edemedim.
"Azra, Yaman Pars’ın hediyesini aldın değil mi?" dedim çantamı kucağıma yerleştirirken.
"Aldım yengem," dedi Azra, ciddiyetle.
"En azından size yakınlar," dedi Alaz, yavaşlayan arabayı sokağa doğru çevirirken. Evin önüne yaklaştıkça içime garip bir hüzün çöktü.
Camdan dışarı baktım. Mevsimin ortasında solmuş çiçekleri, rüzgârla savrulan yaprakları izledim.
"Çok özledim Yaman'ı da..." dedim kısık bir sesle. Boğazıma düğümlenen duygular gözlerime yürümüş, farkında olmadan dolmuştu bile.
Alaz dikiz aynasından bana baktı ama bir şey demedi. Gözlerini kaçırarak aracı durdurdu. Azra koluma hafifçe dokundu, bir şey söylemesine gerek yoktu. Yanımda olduğunu hissettirmek bile yetti.
"Hadi bakalım, iniyoruz," dedi Azra, kendini biraz neşeli göstermeye çalışarak. Ama onun da sesi titrek, gözleri dalgındı.
İçimde eski günlerin hatırası düğüm düğüm yükselirken iç çektim ve yavaşça kapıyı açıp dışarıya adım attım.
Ayaklarım toprak zemine basarken çiseleyen yağmurun ardından toprak kokusu hâlâ buram buram havadaydı. Bahçeye giden patika hafifçe çamurlanmış, otlar ıslaklıktan koyulaşmıştı.
“Yaman Pars! Neredesin teyzem?” diye seslendim, içimde hem sevinç hem de tuhaf bir huzursuzlukla.
Ama bahçe…
Bomboştu.
Ne bir çocuk kahkahası ne bir ayak sesi. Rüzgârın dallar arasında dolaşan ıslığı dışında hiçbir şey yoktu.
"Yaman Pars?! Teyzem, ben geldim !"
Kaşlarımı çatarak evin ön kapısına ilerledim. Kapının önünde durup tokmağı çevirdim.
Kilitliydi.
"Yaman ?!"
Azra yanıma geldi, sesi endişeyle titriyordu. “Ne oldu yenge?”
“Yaman içeride olmalıydı… Ama tüm kapılar kilitli,” dedim, dizlerimdeki gücün aniden çekildiğini hissederek.
Tam o anda arka bahçeden Alaz’ın sesi geldi:
“İklim! Bu taraftan bir ses geliyor!”
Kalbim sanki kaburgalarımdan fırlayacak gibi çarpıyordu. Ayaklarım düşünmeden harekete geçti, çamurlu zeminde koşarken her adımımda ayak bileklerim titriyordu.
Ve sonra…
Pencerenin demir korkuluklarından uzanan küçücük bir el…
Tırnaklarının kenarları kir içinde, parmakları titriyordu.
Yaman’dı.
Gözleri yaşla bulanmış, kirpiklerinin arasından yaşlar yanaklarına çizgiler açmıştı.
“Teyzee! Teyze buradayım!” diye haykırdı hıçkırıklar içinde.
“N’oldu sana bebeğim, teyzem?!” dedim, sesimde çaresizliğin ve dehşetin titreşimiyle.
“Odaya kitledi beni…”
“Kim yaptı?! Cüneyt ağabey mi?!”
“Baba değil… Dedem yaptı! Teyze, ne olur… al beni buradan…”
İçimden yükselen öfke ile korku birbirine karışmıştı.
“İçeride kim var, Yaman?”dedi Alaz.
“Babamı da kilitledi… Ne olur, çıkar bizi…”
Alaz çoktan silahına uzanmıştı bile. Gözlerinde soğuk, net bir bakış.
“Alaz, dur!” dedim ama sesi duymadı bile.
“Kapıyı kıracağım!”
Azra panikle sordu:
“İşe yarar mı?”
“Yaramadığını hiç görmedim,” dedi gözünü kırpmadan. “Sen İklim’e sahip çık.”
“Tamam…” dedi Azra, elimi sımsıkı kavradı. Parmaklarının arasındaki titreme tenime geçti.
Yaman’ın sesi yeniden yankılandı:
“Teyze! Lütfen acele et!”
Alaz kapının kilidine arka arkaya birkaç el sıktı. Ardından tekmeyi bastı.
Kapı bir iniltiyle sallandı.
Tek darbede menteşelerden çıkan kapı içeri savrulunca, nefes bile almadan içeri daldım.
“Teyzem, hangi odadasın?!”
“Mavi kapılı olanda teyze! Lütfen gel!”
Mavi kapı… Gözüm o yöne kaydı.
“Yaman! Kapıdan uzaklaş, kulaklarını kapa paşam!”dedi Alaz bu defa...
“Alaz ağabey… korkuyorum…”
“Alaz ağabeyin dediyse yap, tamam mı? Teyzen geliyor!”dedi Azra.
“Tamam…”
Alaz kapıya yöneldi, omzunu dayadı. Gümbürdeyen iki darbeyle kapı gövdesinden ayrıldı.
Ve o an…
Gözüm yere çömelmiş minik bedene takıldı.
Yaman… Dizlerinin üzerinde, kulaklarını kapatmış, gözlerini sımsıkı yummuştu. Titriyordu. Üstü başı buruş buruştu, saçları darmadağınık.
Koşup yanına diz çöktüm.
Sarıldım, sımsıkı.
Küçücük vücudu kollarımda kayboldu.
“Yaman’ım…” dedim, boğazımdaki düğümü yutarak.
“Bebeğim… Teyzen geldi. Artık yanındayım.”
“Teyze… çok korktum…” dedi Yaman, sesindeki titrek fısıltı yüreğimin en derin yerine saplandı.
Sarıldım. Minik bedenini kollarımın arasına aldım, sanki saklansın, hiç kimse bir daha zarar veremesin ister gibi. Kokladım saçlarının arasından gelen o çocuk kokusunu. Yüzünü, başını, titreyen omzunu defalarca öptüm.
“Geçti bebeğim… Geçti… Teyzen burada artık… Kimse sana dokunamaz,” diye fısıldadım kulağına, kalbim hâlâ hızla çarparken.
Tam o anda Alaz kapının eşiğinde belirdi. Sesi ciddi ve kararlıydı, ama gözlerinde şefkatle karışık bir telaş vardı:
“Paşam… Baban nerede?”
Yaman, kollarımın arasından kafasını kaldırdı. Gözyaşları hâlâ yanaklarında iz bırakarak süzülüyordu.
“Karşı odada Alaz ağabey…” dedi zor nefeslerle. “Çok kötüydü durumu…”
Alaz’ın yüzü anında gerildi. Gözbebekleri daraldı, çenesindeki kaslar belirginleşti.
“Azra,” dedi sert ama kontrollü bir sesle, gözünü odadan ayırmadan,
“Sen İklim ile birlikte araca geç. Ben hemen geliyorum.”
Azra başını sallayarak yanıma geldi.
Ben hâlâ Yaman’a sımsıkı sarılmışken, o da diz çöküp omzuma dokundu.
“Hadi yenge… Hadi, hem Yaman’ı korumaya devam edelim… hem araca geçelim.”
Yaman hâlâ korkuyordu. Kucakladım onu. Minicik elleri boynuma sarıldığında, sanki kalbime kan yürüdü. O kadar sıkı tutunuyordu ki, sanki bırakırsam yeniden karanlığa düşecekmiş gibi.
Alaz silahını sıkıca kavradı, çenesini hafifçe kaldırdı ve tek bir kelime etmeden diğer odaya doğru yöneldi.
Bizse…
O korkunun izlerini hâlâ üzerinde taşıyan çocukla, sessiz ve ağır adımlarla o evden çıkarken, arkamızda bir başka acının kapısı aralanıyordu.
☆☆☆☆
Bol oy ve yorum bekliyorum
Yeni bölüm hakkında spoiler vereyim

En az 20 oy istiyorum yeni bölüm için

Yorum da bol bol olursa sevinirim ❤️🔥
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |