28. Bölüm

Bölüm 28 : Kapanmaz Yaralar ❤️‍🔥

Bozkurt Pençesi
bozkurt.pencesi

Emir Kaan’dan...

 

Gün, dağ gibi üstümüze yığılmış yorgunluğuyla çökerken, hepimiz kamp yerinde kendimize birer taş parçası, birer gölge bulmuş, suskun suskun oturuyorduk. Tozlu çantalar, ter kokan üniformalar, çamura bulanmış postal sesleri… Her biri görevde geçen günlerin sessiz tanıklarıydı.

 

"Telefon görüşmesi hâlâ yasak değil mi Komutanım?" dedi Yiğit Alper, kaskını dizine vurup hafifçe öne eğilerek.

 

Tansu Astğmen başını çevirip gülümsedi. "Hayırdır, sonunda buldun mu birini?" dedi, kaşlarını hafif kaldırarak.

 

"Yok Komutanım da… bir işim vardı, o yüzden sordum," dedi Alper, sesi biraz boğuktu ama içinde bir şeyler kıpırdanıyordu sanki.

 

"Ne işiymiş bu acaba?" dedi Emirhan gülerek, sanki ağzının kenarında bir sır saklıyormuş gibi.

 

Tam o anda Göktürk bir anda yerinden fırlayıp İsmail ağabeye yaklaştı, sesi tizleştirerek bağırdı:

"İiiiisssmaaaaiiiiilll! Aaassşşğğııımmmmm!"

 

Kampın sessizliğini bölen bu çıkışla hepimiz kahkahayı bastık. İsmail ağabey gözlerini devirdi, yüzünde alaycı bir ifade.

"Ederim belanızı, bak! Uğraşmayın lan benle!" dedi, ama dudaklarının kıyısındaki gülümseme onu ele veriyordu.

 

Göktürk, muzip bir ifadeyle sırıttı.

"Yahu ayıp ediyorsun ağabey. Ben ‘Meltem bana evimin direği’ diyor diye alınmıyorum ama sen alınıyorsun!"

 

"Direk de direk olsa… Ağaçtan yozma, kaçak elektrik şebekesi!" diyerek söze katıldı Emirhan, hepimizi yeniden güldürerek.

 

"Baran bitti, Göktürk başladı. Sıradaki şamatacı belli oldu." dedi İsmail ağabey, başını iki yana sallayıp, hafif öne eğilmiş oturuyordu.

 

Omzuna elimi atıp yanaştım.

"Kıskanıyorlar ağabey. Timdeki gözde evli adamsın sonuçta," dedim gülerek.

 

Tansu kahkaha atarak lafa karıştı.

"Dinime küfreden bari Müslüman olsa…" demesiyle hepimiz bir an duraksayıp sonra yine güldük. Ben biraz utanarak başımı yere eğdim ama yüzümdeki gülümseme gizlenemiyordu.

 

"Bak hele bak! Şunun kaprislerine gel hele!" dedi Göktürk, gülerek devam etti.

"Zorla evlendi diyeceğiz biz buna bir de!"

 

Alper bir anda ciddiyet takınarak araya girdi, göğsünü kabartıp sesi kalınlaştırarak:

"Karıma dokunanı yakarım haa!"

 

Hepimiz kahkahaya boğulduk. Gözlerimden yaş gelecekti.

 

"‘Nikahlı karıma, devreme dokunanı yakarım’ mı deseydim?" dedim, ellerimi iki yana açarak.

 

Göktürk gözlerini devirdi.

"Yok canım, o çok kibar olurdu. ‘Şah Hüda Sultan gelini, 4. Kolordu 8. Tugay 6. Karargâh bölüğü Şah Serafettin’in torunu Ebu Rezzak bin Korhan-ı bin Karaçay el İklim-i’ deseydin tam olurdu!"

 

"Abartın," dedim gülerek, kahkahamı zor bastırarak.

 

Tam o sırada Göktürk elindeki taktik puşisini çıkardı. Bir hünerle başına kadın yazması gibi sardı, ucunu da yana savurdu. Kollarını beline koyup salınarak aramızda dolaşmaya başladı.

 

"Ne diyordu Adar, İklim'e?" dedi alaycı bir sırıtışla, sesi incecik yapmaya çalışarak.

 

"Arîn!" dedi Emirhan, boğazını temizleyip tiyatral bir edayla.

"Bak şimdi Adariye bağlayacak," diye fısıldadı bir diğeri.

 

Göktürk derin bir nefes aldı, gözlerini kapayıp yavaşça açtı, sonra teatral şekilde bir hanım ağa gibi role girdi:

 

"TÖRE! NAAAAMİİİİSS! İNTİKAAAAM, ARÎN!"

 

Kamp alanı kahkahadan kırıldı. Göktürk sahnede değil de sanki düğün salonunda müstakbel kayınpederine racon kesiyordu.

 

O sırada Yiğit Alper yerinden fırladı. Ciddiyeti taklit etmeye çalışarak, kalın bir ses tonuyla:

 

"Karıma dokunanı yakarım Adariye Ağa!"

 

Beni taklit ettiğini anladım, istemsizce kahkahayı bastım.

 

Göktürk elini alnına koyup sahneye devam etti:

"Alın Arin’i şunun elinden! Damat bey ya ölün çıkar buradan ya da bağa torun verip urfa yoluna senle esrarlı asfalt köprü döşeriz!"

 

Yiğit Alper bu defa göğsünü gere gere lafa karıştı:

"Ben buraya mangal yutup geldim Adariye Ağa! Karım da karım! Nikahlı karım, resmi karım, zorla evlendiğim ahiretliğim, Atalay Timi'nin gözde kumasıyım!"

 

Kahkahalara boğulmuştuk. Nefes almaya çalışırken yere çömelmiştim. En sonunda dayanamadım, ellerimi havaya kaldırıp:

 

"Lan yeter! Tamam, kabul ettim işte sevdiğimi! Ne bu?! İtiraf da ettim" dedim, hem gülerek hem de sinirliymiş gibi yaparak.

 

“Yeter bu kadar beyler…”

Alparslan Üsteğmen’in sesi bir anda tüm kahkahaları bastırdı. Tonu sert değildi ama kararlıydı, gülüşmeler o anda yerini ciddiyete bıraktı.

“Herkes çadırına geçip zıbarsın. Nöbetçiler kalsın. Yarına hudut karakoluna dönüyoruz! Bizim karakola dönmemize daha var zaten! Arar haber edersiniz, bekleyenlerinize!”

 

“Emredersiniz, Komutanım,” dedik hep bir ağızdan, sesimiz disiplinli ama yorgun bir tonda yükseldi.

 

Ben de çadırıma yönelmiştim. Alparslan Üsteğmen’le aynı çadırdaydık. Ama o, grubun dağılmasından sonra tek başına uzaklaşmaya başladı. Adımlarındaki ağırlık dikkatimi çekti. Omuzları biraz düşüktü, başı öne eğikti. Gözleri, bir düşün içine hapsolmuş gibiydi.

 

Tereddüt etmedim. Peşine düştüm.

 

“Komutanım…” dedim sessizce, adımlarını hızlandırmadan.

 

Durdu, arkasını döndü.

“Ne var Emir Kaan?”

 

“Çok dalgınsınız… Bir sorun mu var?” dedim. Sesimde hem merak hem de tedirginlik vardı.

 

Gözlerini kısaca kaçırdı. Dudakları azıcık titredi.

“Yorgunum Emir Kaan,” dedi sadece.

 

Ama ben onun sadece yorgun olmadığını biliyordum. Bu, bedenin değil, kalbin, zihnin yorgunluğuydu.

 

Derin bir nefes aldım. Gözlerinin içine bakarak devam ettim:

“Komutanım… Siz bana az babalık, ağabeylik etmediniz. Harçlığım yoktu, sessizce cebime koydunuz. Moralim yerle birken hiçbir şey sormadan omzuma dokundunuz. Dert dinleyecek dostum yoktu, siz yoldaş oldunuz. Siz benim her hâlimi anlar oldunuz… Ben de sizin hâlinizi anlar oldum… bir askeriniz ve kardeşiniz olarak.”

 

Bir süre sustu. Gözlerini kaçırmadım.

 

Sonra başını yavaşça salladı.

“Gel otur. Bir sigara yakalım…” dedi.

Sesi biraz çatlamıştı. Gökyüzüne baktı bir an. O anda, komutanımdan çok bir adamın kırık kalbini gördüm.

 

Birlikte alçak bir kayanın üzerine oturduk. O paketini çıkardı, ben de çakmağı uzattım.

 

İki nefes arasına sığan binlerce düşünce vardı orada.

 

 

“Komutanım…” dedim sessiz ama kararlı bir sesle. “Bana düşmez… ama… dinlemek isterim. Eğer anlatmak isterseniz. Üç gündür ağzınızı bıçak açmıyor. Görev değil bu, başka bir şey. Siz dağları severdiniz… Şimdi ise, bizi karakola vermeleri için uğraşıyorsunuz.”

 

Sigarasından derin bir nefes çekti. Gözlerini ufka dikti. Dumanı ağır ağır bırakırken, sanki içindeki yükü de salıyordu havaya.

 

Sonra başını çevirdi, bana baktı.

“Aile kuruyorsunuz hepiniz,” dedi, gülümseme ile hüzün arasında kalan bir ifadeyle. “Tayini çıkmadan size son ağabeyliğimi yapayım, aslanım…”

 

Bir an kalbim sıkıştı.

“Tayin mi dediniz, Komutanım?” dedim, gözlerim büyürken.

 

Başını eğdi.

“Tayinim, aslanım,” dedi sessizce.

 

Yutkundum. Gözlerimi yere indirdim. Sonra hemen toparlanıp yüzüne döndüm:

“Nereye Komutanım? Bir kusurumuz mu oldu? Ben… bir hatamız olduysa—”

 

“Hiçbirinizin tek bir kusuru olmadı,” dedi hemen, lafımı bitirmeme bile izin vermedi.

“Aksine hepiniz pırlanta gibisiniz. Sizinle gurur duyuyorum… her birinizle.”

 

Boğazı düğümlendi. Elindeki sigarayı çakılların arasına bastırdı. Sanki o son nefesi değil, bir geçmişi susturuyordu.

 

Ama sonra… bir cümle döküldü dudaklarından.

Sakin, kısık ve sarsıcıydı:

“Ama benim cennette biletim çıktı, Emir Kaan.”

 

Bir an her şey durdu. Nefes almayı unuttum. Söylediklerini tam anlamaya çalıştım. Ama ses tonundaki kesinlik, cümlesinin ardında taşıdığı anlamı hemen hissettirdi.

 

“Anlamadım, Komutanım…” dedim, sesim çatallandı. Ama aslında anlamıştım. Sadece duymaya cesaret edememiştim.

 

O ise başını kaldırdı. Gözlerinin kenarları yorgun ama dimdikti.

Ve o an…

Bir şeyin sona yaklaştığını, ama bu bitişin sessizce kabullenildiğini fark ettim.

Alparslan Üsteğmen gözlerini uzaklara dikmişti. Rüzgâr, çakılların üzerinden süzülüyor, kamp ateşinin geride bıraktığı sıcaklık yerini geceye bırakıyordu.

 

Bir an sustu. Sonra sağ elini yavaşça iç cebine götürdü. Usulca bir fotoğraf çıkardı. Rüzgârla dalgalanmasın diye iki parmağının arasına alıp bana uzattı.

 

“Gözde’m ve ben…” dedi, sesi neredeyse fısıltı gibiydi. “Hiçbiriniz bilmiyor onu.”

 

Fotoğrafa baktım. Genç bir kadın… gülümseyen gözler, alnına düşen bir tutam saç… Ve yanında dimdik duran Alparslan Üsteğmen… Gözlerinde ilk kez gördüğüm yumuşak bir ışık vardı orada, fotoğrafta donup kalmış bir mutluluk.

 

Yutkundum.

“Sevdiğiniz varken öteki dünyayı düşünmek yakışmaz size, Komutanım,” dedim. “Siz hâlâ ayaktasınız. Hâlâ buradasınız.”

 

Başını hafifçe salladı. Yüzünde acı bir tebessüm belirdi.

“Düşünülür, Emir…” dedi gözleri buğulanırken. “Çünkü o… beni o dünyada bekliyor.”

 

Sözleri boğazıma bir yumru gibi oturdu.

“Komutanım…”

 

O ise bakışlarını yere indirdi. Fotoğrafı avucunun içine aldı, sonra sırtını yasladığı kayanın kenarına biraz daha çöktü.

 

“Lösemiydi,” dedi kısık sesle. “Pırıl pırıl saçları vardı. Güldüğünde dalgalanırdı… Sonra o saçlar bir sabah yastıkta kaldı… her geçen gün biraz daha eridi, gözümün önünde… hiçbir şey yapamadım…”

 

Bir an durdu. Derin bir nefes aldı. Gözleri parlıyordu ama yaşlar hâlâ dökülmemişti.

“Ölmeden önce… evlenelim dedi. ‘Hayatımın son günü bile olsa, eşim olarak gitmek istiyorum’ dedi. Nikahtan bir saat sonra… gitti.”

 

Sesi çatladı o cümlede.

Ve ben... dizlerimin bağı çözülmüş gibi hissettim. Nefes alamadım.

 

“Boynumdaki dövme var ya…” diye devam etti, başını hafifçe kaldırarak. “Son öptüğü yerdi. ‘Beni unutma’ dedi… ve sonra gözlerini kapattı.”

 

Susmuştum. Gözlerim dolmuştu. Konuşacak kelime bulamıyordum. Yalnızca o anın ağırlığında onunla beraber oturuyordum.

 

 

“O gitti gideli…” dedi Alparslan Üsteğmen, boğazındaki düğümü saklamaya çalışarak. “Kaç kız peşimden koştu, yalan yok… Eli yüzü düzgün bir adamım sonuçta. Ama…”

 

Başını eğdi. Gözleri ellerine kaydı.

“Bir kalp bir kez sever, Emir Kaan… Canımın cananını aldı kara toprak benden.”

 

Gözlerinde sakladığı yaşlar, sözlerinde yankılandı.

“Gözde’min son vasiyetlerini de yerine getirdim. Hepsini. Bir tek biri hariç…”

 

“...Neydi Komutanım?” diye fısıldadım. Sesim bile titriyordu.

 

Başını kaldırdı, ama bu sefer gözyaşları yanaklarına inmişti.

“Evlen dedi…” dedi sessizce. “Benden sonra hayatına bak, dedi. Gözde’siz bir hayat olurmuş gibi… Ben onun yüzüğünü hâlâ boynumda taşırken… hasretini içime çekerken… nasıl başka birine sarılabilirdim Emir Kaan?”

 

O ağlarken… ben ilk defa komutanımın değil, bir adamın acısına tanıklık ediyordum.

 

“Komutanım…”

 

Gözlerini uzaklara dikti. Dudakları titriyordu.

“Mezarına her gittiğimde… gül kokuyor, Emir. Toprak kokmaz, ama onun mezarı… hep gül gibi. Geçen rüyama girdi… ‘Gel artık, özledim,’ dedi. Ama gelemiyorum be evlat…”

Elleri dizlerinde kenetlendi.

“Keşke gidebilsem yanına. Ama olmuyor. Her yolu denedim… bu lanet can, bu bedenden çıkmıyor!”

 

Derin bir sessizlik çöktü aramıza. Rüzgâr bile susmuştu sanki.

 

“Komutanım… haksızlık etmeyin kendinize,” dedim, gözlerimi kaçırmadan. “Yengem… sizin bu hâlde olduğunuzu bilse… ne kadar üzülür, bir bilseniz.”

 

Başını çevirdi. Gözlerinde sitem değil, yılmışlık vardı.

“Bari sen deme bunu Emir Kaan…” dedi kırgınca. “O laf yüzünden bu hâle geldim ben zaten. Beni senelerdir bekar sanıyorsunuz. Komutan gibi değil, ağabey gibi davrandım size. Baturay Yarbay’dan yediğim azarların, geçirdiğim soruşturmaların çoğu… Gözde’nin vasiyeti yüzünden.”

 

Derin bir nefes aldı.

“‘Askerlerine ezme,’ derdi. ‘Onlara ağabey, baba ol. Onlar senin kardeşin, evladın…’ derdi. Ben de ona söz verdim. Ve o söz… beni yiyip bitirdi.”

 

Gözleri gökyüzüne kaldırıldı.

“Artık kendi memleketime çekilip… Gözde’yle kavuşacağım günü evimizde bekleyeceğim. Savaşsız, sessiz… belki de rüyalarla geçen bir hayat. Çünkü burada kaldıkça… size olan ilgim, alakam yüzünden burnum soruşturmalardan çıkmayacak.”

 

O an anladım...

Alparslan Üsteğmen’in gidişi bir görev değişikliği değildi.

Bu, bir hayatın kalanından vedaydı.

Ve ben o kayayı kendime yas ederken... içimden sadece bir dua geçirdim:

Gözde’nin kokusu, rüzgârla birlikte hep omzunda kalsın, Komutanım.

 

“Baran dahi korkuyor senden…” dedi Alparslan Üsteğmen, gülümserken gözleri nemliydi.

“Hayatının aşkını bulmuşken… dön hayata oğlum. Tutun bir yerden. Bırak artık biraz da onlar ayakları üzerinde dursun.”

 

Gözlerini bir an kapattı. Derin bir nefes aldı, sanki içindeki yılların yorgunluğunu geri veriyordu geceye.

 

“Sen öz babana babalık yaptın, oğlum…” dedi sonra, sesi çatallaştı.

“Daha ne yapacaksın? Neyin savaşını veriyorsun hâlâ?”

 

Ben susmuştum. Dudaklarım kıpırdadı ama kelimeler boğazıma takılı kaldı. Onun her kelimesi, yılların yüküyle dökülüyordu.

 

“Gururlu çocuksun…” dedi Alparslan Üsteğmen, gözleri gözlerimdeydi.

“Ama bir o kadar da güzel kalplisin. Kendini harcatma, Emir Kaan… Kimse için değmeyecek kadar değerli bir kalbin var senin. Onu hoyrat ellere teslim etme.”

 

Sesindeki kırılganlık, bütün o sertliğin altındaki gerçek Alparslan’ı ortaya çıkarıyordu.

Yorgun ama dimdik, kırık ama şefkatli…

 

“Komutanım…” dedim kısık sesle. Boğazımda düğüm vardı. Söylemek istediğim çok şey vardı ama bir tanesi bile çıkmıyordu.

 

Elini hafifçe omzuma koydu. Parmakları bir baba gibi sıktı.

“Benden yana helal olsun hakkım…” dedi. Gözleri buğuluydu.

“Hiç unutmayacağım bir isimsin, Emir Kaan. Helal et hakkını koçum...”

 

İçimde bir yer titredi. Nefesim kesildi. Gözlerim doldu, ama saklamadım.

 

“Naptım ki, Komutanım…” dedim, dudaklarım titreyerek.

“Benim de size hakkım helal olsun. Hem de her damlasıyla.”

 

İkimiz de sustuk o an.

Bir yıldız daha kaydı gökyüzünden. Belki Gözde Yenge’nin ruhu, belki bu veda sözlerinin sessiz şahitliğiydi.

 

Ve ben orada bir kez daha anladım:

Bazı insanlar komutan olarak gelir hayatına… ama giderken bir baba bir ağabey gibi izini bırakır yüreğinde.

____

 

İklim’den...

Gözlerimi açtığım anda bileklerimin ve ayaklarımın sıkıca sandalyeye bağlanmış olduğunu fark ettim.

"Emir..." diye çaresiz bir yardım isteği döküldü dudaklarımdan.

Panikle etrafıma bakınmam bir olmuştu; loş bir odadaydım, duvarlar rutubet kokuyordu ve başımda bekleyen karanlık silüetler sessizce bana bakıyordu. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi.

 

"Siz kimsiniz?! Ne istiyorsunuz benden?!" diye bağırdım, sesim korkudan titriyordu.

 

Tam o sırada odanın bir köşesindeki tabletin ekranı aydınlandı, gelen bir görüntülü aramayla... İçlerinden biri, omzuma yaslanan kalın yapılı adamın kulağına eğildi.

 

"Aç şunu."

 

"Tamam ağabey."

 

Ekrana yansıyan sureti görmemle içimdeki tüm damarlar buz kesmişti.

 

"Arin’im?!" diye şaşkınlık ve öfke karışımı bir sesle haykırdım.

 

Karşımda dedemi gördüm. Fakat bu, bildiğim o güven dolu dede değildi. Yüzünde iğrenç bir gülümseme vardı; dişlerinin arasından sızan kindar bir karanlıkla bana bakıyordu.

 

Sandalye de çaresizce debelenmeye başladım.

 

"Bırakın beni! Ne yapıyorsunuz siz?!"

 

"Korkma." dedi içlerinden biri alaycı bir sakinlikle. "Sadece kocana... ve sana... unutamayacağınız bir ikaz vereceğiz."

 

"Şerefsizsiniz hepiniz! İnsan bile değilsiniz!" diye haykırdım, gözlerim öfke ve korkuyla doluydu.

 

"Vur şuna bir tane!" dedi en öndeki.

 

 

Yüzüme şiddetle inen tokatla başım hızla sola savruldu. Sandalyeye bağlı hâlde savrulmanın bile nasıl can yaktığını o an öğrendim. Dudaklarımın kenarından sıcak bir şeyin aktığını hissettim. Kan... Metalik tadı ağzımın içine yayıldı.

 

Gözlerim bir an bulanıklaştı ama toparlandım, çünkü bu sessizlik onların zaferi olacaktı. Gözlerimin içine bakarak gülümseyen o adamın yüzü hâlâ karşımdaydı. Her şeyin başı oydu belli ki.

 

"Allah belanızı versin..." diye mırıldandım öfkeyle...

 

 

"Ben seni uyardım, Arin. Ama kocan olacak o adam... anlaşmayı bozdu."

Adar dedem, dudaklarının kenarındaki zehirli gülümsemeyle konuştu. Sesi öylesine sakindi ki, deliliğin en sessiz hâli gibiydi.

 

"Seni öldürteceğim!" diye haykırdım, sesim öfke ve korkuyla titreşti.

Bana ait olan her şeyi, hatta geçmişimi bile kirletmişti bu adam. Kanımdan olan biri artık düşmanımdı.

 

O ise alaycı bir bakışla, tutsak hâlimi süzdü.

"Bunları diyecek halin kalırsa..." dedi, göz kırpar gibi kısa bir kahkaha atarak.

 

Arkasındaki adamlardan biri saygıyla eğildi:

"Ne yapmamızı istersiniz, ağam?"

 

Adar başını hafifçe yana eğdi, sonra gözlerini ekranda donmuş görüntülere çevirdi.

"Ona son bir şans vereceğim... Ama aynı zamanda büyük bir ders."

Gözleri karanlıkta parlıyordu.

"Kocası, o hâlinden sonra zaten bize bir daha meydan okuyamayacak hale gelecektir."

 

"Ne saçmalıyorsunuz?!" diye bağırdım, koltukta bağlı hâlde çırpınarak. İçim daraldı. Nefes almak bile zorlaşmıştı.

 

Adar, yavaşça geriye yaslandı.

"Cüneyt... aklını canlı canlı izleyerek yitirdi."

Gözlerim fal taşı gibi açıldı.

"Ama senin o gururlu kocan... ona sadece görüntün yetecek."

 

" Ne saçmalıyorsun?! Bırakın beni!"

 

"Açın görüntüleri. İzlettirin. Ne zaman kıvama gelirse... tekrar arayın."

 

"Emredersiniz, ağam." dedi adam, ve tabletin ekranı yeniden hareketlendi.

 

"Ne yapıyorsunuz siz?!" diye haykırdım. Sesim artık korkuyla değil, kabullenmek istemediğim bir dehşetle titriyordu.

 

Adar dedem bir kez daha ekrana yaklaştı, gözlerimin içine baktı.

"Güle güle, Arin..." dedi ve bir anda ekran karardı.

 

Boğazıma bir şey düğümlendi. Sanki nefesim içimde bir yerlere sıkıştı. O an, her şeyin karanlığa gömüldüğü andı.

 

Adamın biri tekrar tabletin başına geçti. Ekrana dokundu. Bir video açıldı.

 

Kare kare titreyen görüntüler arasında tanıdık bir yüz belirdi.

Leyla...

 

"Abla..." dedim kısık bir sesle. Gözlerim dolmuştu, ama ağlayamıyordum. Çünkü ağlamanın bile yeri değildi artık. Bu başka bir acının, başka bir cinnetin eşiğiydi.

 

"Yakınlaştırın tableti." dedi içerideki adamlardan biri. "Adamın dediği kıvama geldiğinden emin olun, yeter."

 

Görüntü netleşince, nefesim kesildi. Yüreğim kalbimden çıkıp yere düşecek gibiydi.

 

"Bırakın beni! Ne yapıyorsunuz siz! Yeter artık!" diye bağırdım. Kıpırdandıkça bileklerim daha da acıdı, ama artık bedenimin acısı önemini yitirmişti.

 

"İzle!" diye bağırdı biri. Sesi tokat gibi çarptı yüzüme.

 

Başımı çevirdim, ama adam elimle çenemi tutup ekrana zorladı.

 

Gözlerim ablama kilitlendi. Sadece izlemek değil, yok olmak gibiydi bu.

 

"Baba yapma... Cüneyt yardım et... Baba, ne olur yapma..."

Ablamın sesi ince, titrek, neredeyse nefessizdi. Kamera sarsılarak Cüneyt ağabeye döndü.

 

Ellerinden ve kollarından sıkıca bağlanmıştı. Dizlerinin üzerine çökmüş hâlde, iki adam tarafından zorla tutuluyordu. Ağzı paramparçaydı; dudağından sarkan kan, çenesinden göğsüne damlıyordu. Gözlerinin feri kaçmış ama çığlığı hâlâ kanlı canlıydı:

 

"Bırak, kansız herif! Leylaaaa!!!"

 

Ablam geri çekildikçe sanki zaman da onunla birlikte geri gidiyordu. Ama o çığlık... o “Cüneyt!!!” haykırışı… içime bir bıçak gibi saplandı.

 

Dünya bir anda sustu. Gözlerimi sımsıkı kapattım. Kulaklarımı ellerimle tıkayacak hâlim yoktu, bağlıydım. Ama içimdeki haykırış, dudaklarımdan taşıp boğazımı yırtarcasına çıktı:

"Kapat! Yeter! Kapat!!!"

 

Ama içeriden biri, bir iblisin keyfini taşır gibi konuştu:

"İstediğin kadar bakma... Eninde sonunda hepsini... detaylı detaylı izleyeceksin."

 

"Cüneyt!!!"

Ablamın çığlığı kulaklarımda uğuldayarak yankılandı.

 

Omuzlarım sarsılıyordu artık. Gözyaşlarım yanaklarıma değil, göğsüme düşüyordu. Kalbim paramparça... nefesim ise kesik kesikti.

 

"Kapatın şunu!!!" diye inledim. Sesim kendi kulağıma bile yabancıydı artık.

"Yalvarırım... ne olur..."

 

Ablamın çığlıkları… o insanlık dışı yapılan şeyler… Cüneyt ağabeyin paramparça hâli… beynime balyoz gibi iniyordu.

 

Aklımın duvarları çatırdamaya başlamıştı.

 

O an… bir anda koca bir kova buz gibi su tepemden aşağıya döküldü.

 

Çığlık attım.

Tüm vücudum titredi, dişlerim birbirine vurdu. Sandalyede bağlı hâlde zangır zangır sarsıldım.

 

"Bayılmak yok! İzle!" diye bağırdı biri, öfkeyle üzerime yürüyerek.

 

"Allah belanızı versin!!" diye haykırdım, ama sesim artık boğazımda can çekişiyordu.

 

"İzleee!!!" diye hırladı bir diğeri, tabletin ekranını neredeyse yüzüme yapıştırarak.

 

"Bırak başımı! Bırak! Yapmayın!"

Kafamı çevirmeye çalıştım ama biri saçlarımdan tutarak zorladı.

 

"İstediğin kadar zırla..."

Sesi tiksindirici şekilde keyifliydi.

"İzleyeceksin küçük hanım! Hepsini… tek tek!"

 

Ardından...

 

Büyük bir çığlık.

Duvarları sarsan, kalpleri delen, tüyleri diken diken eden o ses yankılandı odanın her köşesinde.

 

Ablamın sesi.

Leyla'nın sesiyle birlikte içimdeki her şey paramparça oldu. Onun çığlığına ben de çığlıkla karşılık verdim. Kontrolsüz, içgüdüsel, yırtıcı…

 

"Kapat şunu!!!"

Gözlerim yaşla dolmuştu, ama hâlâ bir şeyleri görüyordu.

Görmek istemediklerimi.

 

"Sesi kökleyin!" diye bağırdı korumalardan biri.

Sesi acımasızdı. Zevk alıyorlardı.

 

"Yapmaa!!" diye haykırdım. Bağırmaktan boğazım acıdı.

 

"Başını dik tutun! Beynine kazınsın hepsi!"

Birisi arkamdan saçımı kavradı, başımı zorla yukarı kaldırdı. Boynum sızladı. Ekrandan gelen görüntüler gözlerime zorla sokuluyordu.

 

"Emiiiiir!!!"

 

Adını haykırdım. Fısıltı yoktu bu kez. Çığlık gibiydi ama boğuk... sanki boğazıma bir el yapışmış da öyle bağırıyordum.

Adını haykırmak, hayatta kaldığımın, hâlâ bir umudum olduğunun tek göstergesiydi.

 

"Bağır, belki duyar kocan !"

 

"Kapaat!!"

"Ağabey kendinden geçiyor..." dedi içlerinden biri.

 

"Su getirin..."

 

Gözlerim bulanıklaştı. Kulaklarım uğuldamaya başladı. Ablamın çığlığıyla kendi sesim birbirine karıştı. Gerçeklik parçalanıyordu artık.

 

Ve o an... dünya karardı.

☆☆☆☆☆

En az 20 oy istiyorum

Bölüm : 13.07.2025 11:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Bozkurt Pençesi / Yarım Kalan Sigara / Bölüm 28 : Kapanmaz Yaralar ❤️‍🔥
Bozkurt Pençesi
Yarım Kalan Sigara

57.91k Okunma

6.71k Oy

0 Takip
112
Bölümlü Kitap
Bölüm 1 : Atalay Timi 🦂🇹🇷Bölüm 2 : İlk Karşılaşma ❤️‍🔥Bölüm 3 : Görünmeyen YaralarBölüm 4 : Yeni başlangıçlarBölüm 5 : Tamamlanmayı Bekleyen HayatlarBölüm 6 : Timin başı DertteBölüm 7 : Küçük Umut Yaman ParsBölüm 8 : Aşiret ve Töre Kurbanları 🔥Bölüm 9 : İki Sevdanın arafında...Bölüm 10: Başımız Belada ❤️‍🔥Bölüm 11 : Zoraki Evliliğe İlk AdımBölüm 12 : Sözde KarımBölüm 13 : Dik Durmaya ÇalışmakBölüm 14 : Senin Sayende ❤️‍🔥Bölüm 15 : Aşka Adım Adım ❤️‍🔥Bölüm 16 : İstenmeyen GelinBölüm 17 : Namus Davası ve ÇarşafBölüm 18 : Hayatta Kalma SavaşıBölüm 19 : Zor GünlerBölüm 20 : İlk TavizlerBölüm 21 : Aşiret ile karşı karşıya 🔥Bölüm 22 : Kıvılcımlar ArasındaBölüm 23 : Sevgi Tohumları ❤️‍🔥Bölüm 24 : İlk BuseBölüm 25 : Yağmurun altında bir günBölüm 26 : Yasak Sevdalı 💔Bölüm 27 : Acılar 💔Bölüm 28 : Kapanmaz Yaralar ❤️‍🔥Bölüm 29 : Beklenmeyen HaberBölüm 30 : Gönül YarasıBölüm 31 : Cam kırıkları 💔Bölüm 32 : Yağmur Seninle GüzelBölüm 33 : Aşk YağmuruBölüm 34 : Şükür SebebiBölüm 35 : Gökyüzü güzelliğini kıskanırBölüm 36 : Aşk ve Adalet ❤️‍🔥Bölüm 37 : Merhamet Kokulum ❤️‍🔥Bölüm 38 : Aşkı Şerbetli ❤️Bölüm 39 : Yürek Yarası ❤️‍🔥Bölüm 40 : İlk İtiraf ❤️‍🔥Bölüm 41 : Kıskançlık Krizi ❤️‍🔥Bölüm 42 : Korku olmazsa aşk olmaz ❤️‍🔥Bölüm 43 : Beklenmeyen Buse 🥲Bölüm 44 : Yaşam SavaşıBölüm 45 : Ölüm ile Yaşam...Bölüm 46 : İyi ki Sen ❤️‍🔥Bölüm 47 : Canımdan can gidiyorBölüm 48 : Özlemek istiyorumBölüm 49 : Mest Olunur GüzellikBölüm 50: Sevdiğiyle Çocuk Olurmuş İnsan ❤️‍🔥Bölüm 51 : Aşk Ve savaşBölüm 52 : Yıkımlar başlıyor...Bölüm 53 : Mor orkide 🇹🇷Bölüm 53 : Aşk Sakinleştiricisi 🔥Bölüm 54 : Gurur ve Sevda🔥Bölüm 55 : Şımarmak istiyorumBölüm 57 : Masum Aşıklar 🫠Bölüm 58 : Yaşayan Fosilsin SenBölüm 59 : Can kırıklarıBölüm 60 : Bir Gönül Davası 🔥Bölüm 61 : İki Cihan CennetimBölüm 62 : Yak yanıyorsak söndürmeBölüm 63 : Hüzün MaltemiBölüm 64 : Alevler ve küllerBölüm 65 : Bir Yürek Yangını ❤️‍🔥Bölüm 66 : Emir HayranlıklarıBölüm 67 : YıkılışlarBölüm 68 : Gamzenin Çukurunda kaybolmak istiyorumBölüm 69 : Gururum ❤️‍🔥Bölüm 70 : Anlat Onlara...Bölüm 71 : Hasret kavuşmasıOkurlarimmBölüm 72 : Saklanılan AcıBölüm 73 : Küçük Emir’in Acıları❤️‍🔥Bölüm 74 : Acı ve GururBölüm 75 : Hisler Uyanıyor...Bölüm 76 : Yüreğimin Vatanı ❤️‍🔥Bölüm 77 : Yıldızların Altında 🫠❤️‍🔥Bölüm 78 : Son hatırlarBölüm 79 : Başka bir EmirBölüm 80 : Canımı Yakıyorlar ❤️‍🔥😔Bölüm 81 : Hisler Yalan söylemezSoru-Cevap yapıyoruzBölüm 82 : Mazi ve aşkBölüm 83 : Sırılsıklam aşkBölüm 84 : Kokunda Dinlenmek İstiyorum😔❤️‍🔥Bölüm 85 : Kanlı Nefesler 🥀❤️‍🔥Bölüm 86 : Acılar ve Gerçekler 🥀❤️‍🔥Bölüm 87 : Diriliş mi Bitiş mi ?Bölüm 88 : Uyanış ❤️‍🔥Bölüm 89 : Küçük Yılmaz ❤️‍🔥Bölüm 90 : Bir İç savaş Meselesi❤️‍🔥Bölüm 91 : Pembe bisiklet 🫠Bölüm 92 : Efelerin EfesiBölüm 93 : Nemrut’un Kızı ❤️‍🔥Bölüm 94 : Aşk ve SavaşBölüm 95 : Ahım ölüme kadar 🥀🔥Bölüm 96 : Tatlı Aşermeler 🫠❤️Bölüm 97 : Canımın Canını AldılarBölüm 98 : Sensiz Nasıl Yaşarım Ben...Bölüm 99 : Canımı YaktınızBölüm 100 : TükenişlerBölüm 101 : Kanlı GömlekBölüm 102 : Son Yüzleşme ❤️‍🔥Özel Bölüm : Leyla'nın GerçekleriBölüm 103 : Kanlı Son Direnişler...Bölüm 104 : Ahirim SensinBölüm 105 : Kana Karışan NefeslerBölüm 106 : Zamana TutsakBölüm 107 : Aşabildin mi ?Spoi107.bolume oy ve yorum gelmediği sürece bölümü atasım yok bilginize
Hikayeyi Paylaş
Loading...