

Emir Kaan’dan...
Hastaneye nasıl geldiğimi, nasıl içeri daldığımı hâlâ hatırlamıyorum. Baran arkamdan bağırıyordu ama sesini bile zar zor duyuyordum. Koşuyordum, ama sanki kalbim benden önde gidiyordu.
Merdivenleri ikişer üçer atlayarak çıktım. Baran’ın verdiği katı hatırlıyordum, odanın numarasını da: 21 numara.
Koridordaki her kapıya tek tek baktım. Panik hâlindeydim ama içimden dua da ediyordum.
Ve birden…
O kapıyı gördüm. 21.
Tam ona yönelmiştim ki kapı aralandı. İçeriden Azra çıktı.
Göz göze geldiğimiz an, yüreğim sıkıştı.
"Azra?!" dedim nefes nefese.
Azra’nın gözleri anında doldu. Koşarak boynuma sarıldı.
"Ağabey..." diye hıçkırdı kulağımın dibinde.
O an ayakta zor duruyordum.
"İklim iyi mi?! Ne oldu?!"
Sesim yükselmişti, paniklemiştim...
"Yeni kriz geçirdi. Uyuttular şimdi…"
İçimden bir şey çekilmiş gibi oldu.
"Ne oldu güzelim? Ne geldi başınıza?!"
Azra başını yere eğdi.
"Sonra ağabey..Annem yanında zaten. Gel... Şurada oturalım, anlatacağım sana…"
"Hayır. Önce onu göreyim..."
Sözümü kesmek istedi ama izin vermedim.
"Uyuyor ama ağabey…" dedi fısıltıyla, gözleri dolu doluydu hâlâ.
"Ses etmem. Göreceğim. Bir bakacağım, yeter."
Azra gözlerimin içine baktı, başını usulca salladı.
"Tamam ağabey..."
Ellerim titriyordu. Kapının koluna dokunduğumda dizlerimin bağının çözüldüğünü hissettim.
Derin bir nefes alıp kendimi toparladım. Parmaklarımın ucuyla yavaşça çevirdim kolu… ve kapı aralandı.
İçeri adımımı attığım anda annemle göz göze geldik. O beni görür görmez ayağa kalktı.
Bir şey söylemesine fırsat vermeden, parmağımı dudaklarıma götürüp "Şşş..." dedim.
Gözleri dolu doluydu.
Kısa, sessiz bir sarılma…
Annem boynuma sarıldı, bir saniyeliğine göğsüme başını yasladı.
Sonra sessizce dışarı çıktı, kapıyı arkasından kapattı.
Ve ben... Gözlerim ona kaydığında nefesim kesildi.
Bir an dizlerim çözüldü.
Duvara yaslandım, bedenimi taşıyamayacak gibiydim.
Kendimi kaybetmemek için içimden dua etmeye başladım.
"Allah’ım... ne olur Leyla abla gibi olmasın sonumuz... Ne olur bu da o sona çıkmasın..."
İçimde çalkalanan korkulara inat, adımlarımı yavaşça attım.
Her nefes alışında içim burkuluyordu. Göğsü, hafif hafif inip kalkıyordu. Uykuda ama derin bir şeyin içinde gibiydi.
Yüzü solgundu. Ve o yanağındaki el izi...
İçimdeki öfke buz gibi yükseldi.
Yanına eğildim. Elim saçlarına gitti.
Omuzlarına dökülen, beline kadar uzanan o saçlar... Şimdi ise...omuzlarındaydı.
"Ben rahatsız olma diye... saç teline bile dokunmaya kıyamadım. Naptılar sana güzelim..." diye fısıldadım, sesim boğazıma takılırken. Göz yaşlarım firar ederken diz çöktüm yanına...
"Özür dilerim...Yetişemedim bu defa..."
Yastığa dökülen saçlarını, usulca okşadım. Uyandırmadan...
Yanaklarına değil, saçlarının ucuna bir buse kondurdum.
Ve o an... içimde bir söz daha döküldü, sadece ona ait, sadece onun duyacağı bir tonda:
"Dinlen... Yine geleceğim, öğretmen hanım."
Geri çekildim. Ama yüreğim hâlâ yanındaydı.
Odanın kapısını kapattığım an bacaklarım beni taşıyamayacak gibiydi.
Ve tam o sırada Baran yanıma gelip koluma yapıştı. Sıkıca tuttu, gözlerime baktı.
Hiçbir şey demeden beni kenardaki banka oturttu.
Soluklanmaya fırsatım olmadan yutkunarak sordum, sesim çatlamıştı:
“Aklımdaki gelmedi başına de...”
Gözlerimle adeta yalvarıyordum.
Sustum ama kalbim çırpınıyordu.
Baran başını eğdi, bir kez yutkundu.
“Gelmedi...” dedi ağır ağır.
“Öyle bir şey yaşamadı. Rahat ol o konuda...”
Sanki vücuduma bir anda kan doldu.
Derin bir “oh” çektim, avuçlarımı yüzüme kapattım.
“Allah’ım... Çok şükür... Çok şükür...”
Tam o an yanımda Azra belirdi.
Sessizce yanıma oturdu.
“Ağabey...” dedi ince bir sesle ve sarıldı bana.
Başını göğsüme çekti, saçlarını okşadım, alnından öptüm.
“Ağabey... Yengem iyileşecek. Bırakma kendini olur mu?”
Gözleri doluydu. Ama inancı tamdı.
Yutkundum.
İçimdeki yangın hâlâ sönmemişti.
“Adar mı, Korhan mı, Barış mı?! Kim yaptı?!”
Baran gözlerini kaçırmadan yanıtladı:
“Adar... Leyla’nın infaz videosunu izletmiş. Bayılana kadar. Yetmemiş, ayıltıp ayıltıp tekrar izletmiş...”
Sesi öfke değil, yorgunluk taşıyordu.
“Kansız herif.”
İçimdeki öfke büyüdü. Dişlerimi sıktım.
“Nasıl oldu bu iş? Baştan anlatın. Tam olarak.”
Azra bir an duraksadı. Sonra konuşmaya başladı:
“Yengem pasta yapmıştı. Biz de Leyla ablanın doğum günü diye Pars’la, Yaman’la gidelim istedik. Alaz da bizimleydi.”
Başımı salladım.
“Alaz’la olanı yazmıştı İklim. Devam et.”
“Yaman’ı eve kilitlemiş dedi. Alaz kapıyı kırıp aldı içeri girdi, Pars’ı çıkardı. Cüneyt ağabey baygındı. Onu da hastaneye götürdük. Sonra Alaz bizi eve bıraktı.”
“Saadete gel Azra...” dedim artık sabrım tükenirken.
“Yengem, Pars’ın ateşi çıkınca Alaz’dan ilaç rica etmiş. Alaz’ın aracı yaklaştığında... vurmuşlar. Onu kurşunlayıp... yengemi alıp götürmüşler.”
Dudaklarımı sıktım, dişlerimi kenetledim.
Yüreğimden öfke kabarıyordu.
“Alaz’ın durumu nasıl?!”
“Yoğun bakımdan yeni çıktı. Çocuk... zor atlattı Emir’im. Zaten olayların üstünden üç gün geçti. Ben Duran dedemden yardım istedim. Legal yoldan sonuç alamayınca... kendim buldum İklim’i.”
Başımı ellerimin arasına aldım.
Bir yandan öfke, bir yandan çaresizlik.
Ama hâlâ görevdeydim.
“Alaz’ı da görmem lazım.”
Azra başını eğdi.
“Karşıdaki oda... Alaz’ın odası da orası.”
Azra gözleriyle karşıyı işaret etti.
“Karşıdaki oda... Alaz’ın odası orası. Ama Baran ağabey az önce baktı, uyuyormuş o da.”
Başımı hafifçe salladım.
“Dönünce bakarız o zaman.” dedim ve yerimden hızla kalktım.
Azra ve Baran hemen arkamdan seslendi:
“Nereye?!”
Baran daha da sertçe seslendi, olduğum yerde durdurdular beni.
“Nereye dedik Emir Kaan?!”
Dişlerimi sıktım, gözlerim kararmıştı.
“Hesap sormaya!”
Baran hemen yanıma yaklaştı.
“Bu hâlinle mi?!”
Döndüm ona, sesim yüksekti artık.
“Ne var hâlimde?!”
“Lan görevden uykusuz geldin, üstüne bu olayı duydun, zaten saatlerdir ayaktasın! Darmadağınıksın Emir Kaan!”
Yüzümü çevirdim. Yanağımdan süzülen terle birlikte içimdeki zehir de akıyordu sanki.
“Zaman geçtikçe o şerefsizler içimde daha çok büyüyor Baran! Zehir gibi yayılıyor içime!”
Baran sesini daha da yükseltti:
“Emir Kaan! Mesleğin daha yeni düzene girdi. Yeni geçtin rahat konuma. Bile bile onu da mı yakacaksın?!”
Ben onun gözlerine dik baktım.
“Baran!?” dedim sertçe. “Onlar yaşarken ben rahat mı olayım?!”
Baran sinirle başını iki yana salladı. Yumruklarını sıktı.
“Başlarım Baran’ına!” dedi gür sesle. “Otur, dinlen! Bir gece kendini toparla! Ben zaten araştırıyorum her şeyi.”
Ben onun yüzüne eğildim bir adım yaklaşarak.
“Neyi araştırıyorsun?!”
Baran gözlerini kaçırmadı.
Sert, tok bir sesle cevap verdi:
“Senin bu kafayla düşünemeyeceğin her şeyi, Emir. Sen rahat ol. Git, uyu.”
Başımı çevirdim, dudaklarımı birbirine bastırdım.
“İstemiyorum.” dedim kısa, kesik.
Baran bir adım daha yaklaştı.
Elini omzuma koydu, gözlerimin içine baktı.
Sesindeki sertlik yerini yorgun ama samimi bir şefkate bırakmıştı.
“Emir Kaan...” dedi derin bir iç çekerek.
“Canım kardeşim... Git dinlen. Ne olursun... Hadi Emir! Yarına dosya dosya hepsini sereceğim önüne! Yeminime Kuranıma ne varsa... hepsini balya balya atarım önüne. Oturup birlikte geçeceğiz içlerinden. Söz veriyorum cano.”
İçimde bir şey çözüldü o an.
Yutkunurken bile boğazım yandı.
Baran’ın “canım kardeşim” deyişi, yılların yükünü omuzumdan almış gibiydi.
Başımı hafifçe salladım.Gözlerim yere sabitlendi. Ve sadece bir kelime döküldü dudaklarımdan:
“Tamam...”
Baran bir şey demedi.
Omzuma daha sıkı bastırıp usulca çekildi.
Odaya girdiğimde İklim’i otururken gördüm. Buruk bir gülümsemeyle yanına yaklaştım.
“Uyanmışsın...” dedim, sesim yumuşaktı.
Donuk gözlerle bana baktı, ardından başını yere eğdi.
“İklim...”
Yine suskun kaldı.
Yanına oturup ellerini tuttum. İç çekişi duyuldu. Sağ elimi avuçlarının içine aldım, parmaklarını avucumda gezdirmeye başladı. Avucumdaki o barut yangınına benzer acıyı görünce parmakları durdu. Başını kaldırdı ve yutkundu.
“Görevde oldu, bakma öyle...” dedim, gözlerine baktım. Gözleri daha da doldu, yanaklarından birkaç damla yaş süzüldü. Diğer elim yanağına kaydı, gözlerini incitmekten korkarcasına yaşlarını sildi.
“Acımıyor güzelim, üzülme benim için...” dedim. O da iç çekti.
“İklim...”
Başını kaldırıp gözlerime baktı.
“Niye konuşmuyorsun benimle? Küstün mü bana?” diye sordum.
Başını iki yana salladı.
“Çok mu yaktılar canını?”
Bu kez başını yukarı aşağı salladı.
“Yetişemedim... Özür dilerim...” dedim. Gözlerimden bir yaş süzüldü. Elini yüzümde hissettim. Gözyaşımı silerken derin bir iç çekişle karşılık verdi.
Geriye doğru kaydı, başını dizime yaslayınca burukça gülümsedim.
“Öğretmen hanım?” dedim.
Başını daha da yerleştirdi. Ellerim saçlarına kaydı. Gözlerini kapattı. Saçlarının ucuna bir öpücük kondurdum.
“Hepsinin hesabını soracağım. Söz veriyorum, bu defa nefes almayacaklar.”
___
Alaz’dan...
Ayhan’ın odama girmesiyle derin bir nefes aldım. O an acıdan değil, içeride tuttuğum öfkeden yanıyordum. Göz göze geldik.
“Ne oldu ağabey sana?!” dedi, şaşkınlıkla üzerime eğilerek.
Gözlerimi kısmadan, net bir sesle cevap verdim:
“Ne olduğunu bırak. Bana Adar’ın ilk tahliye olacağı günü bul. Emir gelmiş. O çocuk temiz. Bir delilik yapmadan önce önünü kesmemiz gerek.”
Ayhan’ın yüzünde birden hüzünle karışık tedirginlik belirdi.
“Ağabey... Cüneyt ağabeyin tedavisini de başlatmışsın. Ne oluyor?!”
Gözlerim karardı. Derin bir nefes daha alıp ellerimi dizlerimde kenetledim.
“Numan Duman’ı gözaltına aldırmaları gerek. Delil bulmamız şart. Adar Karaçaylar’a çıkan ne kadar damar varsa... kılcal, atar, toplar... hepsini kanla tıkayacağız. Her yerden sıkacağız.”
Ayhan geriye bir adım attı. Gözleri büyümüştü.
“Ağabey... illegale kayıyoruz. Barış ağamdan ne farkımız kalacak bu hâlimizle?”
Sertçe doğruldum. Yüzümde soğuk bir tebessüm belirdi.
“Baran Boran da arkamızda. Farkımız orada.”
Ayhan başını iki yana salladı.
“Ağabey... Beni İngiltere’den apar topar getirdin. Geldiğim gün hastaneye geldim. Üç gün önce kurşunlandığını bu gün öğrendim! Ağabey sen kimlere bulaştın?! Kimlerle savaş halindesin?!”
Yutkundum.
Kısık bir sesle ama kararlı vurgularla konuştum:
“Onlar bize bulaştı Ayhan. Sorgulamayı bırak artık. Bana Adar’ın damarlarını bul. Kiminle yatıyor, kiminle kalkıyor, kim arar, kim karşılar. Kılcal damarına kadar istiyorum. Emir’in kolu bizimki kadar uzun değil. O tek başına hareket edemez. Bu savaşı biz vereceğiz. Sen de işini yap... Hadi!”
Ayhan bir an sustu. Göz göze geldik.
Başını hafifçe öne eğdi, boğazı düğümlenmiş gibiydi.
“Tamam beyim... tamam...” dedi kırgın bir sesle. Bilerek “beyim” dedi, uyuz olduğumu bile bile.
Arkasını döndü, kapıya yürürken ben de homurdanarak söylendim:
“Yine bey olduk... Allah’ım yarabbim.”
Tam çıkarken durdu, başını çevirip tek cümleyle karşılık verdi:
“Benim ne haddime zaten size yorum yapmak.”
“Ayhan?!” dedim sesimi yükselterek.
Durdu, yarı döndü bana.
“Ben duyacağımı duydum beyim. Ben işime döneyim.”
“Gel şuraya! Kaldırma beni bu hâlde yataktan.”
“İlk verdiğiniz vazifemi yapayım... Sonra azarımı yemeye gelirim beyim.”
Kapı arkasında yavaşça kapandı.
Başımı yastığa attım. İçimden derin bir "off" çekip gözlerimi kapattım.
Tam o sırada kapı tekrar tıklatıldı.
Bu kez Baran girdi içeri. Sesi ciddi ama yumuşaktı:
“Alaz, sesiniz koridora taşıyor. Ne oldu içeride?”
“Ayhan geldi. Kardeşim gibi... Tartıştık biraz, normal.”
Baran içeri girip sandalyeye oturdu.
“Emir de farksız değil. Kırmızı görmüş boğa gibi. Her an raydan çıkabilir.”
Başımı hafifçe yana çevirip alaycı bir gülümsemeyle baktım:
“Numan Duman gözaltına alınmalı. Adam bildiğin sistemin çürüğü.”
Baran kaşlarını çattı.
“Güya Cüneyt’in dedesiydi... Meğerse öz babasıymış.”
“Polat Duman da babasının koltuğuna mı kurulmuş?” dedim dişlerimi sıkarak.
“Zekisin savcı...” dedi gözlerini devirerek.
“Sağ ol ya. Anlamamak için mal olmam lazımdı.” dedim omuz silkip.
İkimiz de yorgun bir gülümsemeyle baktık birbirimize. Ama yüzümüzdeki tebessümün ardında koskoca bir yangın vardı. Sonra o ciddileşti yine:
“Neyse... meseleye dönelim. Elinde ne var?”
Yaralı karnıma parmağımla işaret ettim.
“İstersen yaralı karaciğer var. Hâlâ sıcak.” dedim alayla.
Baran başını iki yana sallayıp iç geçirdi.
“Fazla alaycısın.”
“Ayıp ediyorsun. Ben sana 'sinir bozucu, inatçı, sinirkolik ruh hastası psikopat' diyor muyum?”
Baran bana dik dik baktı.
“Bu hâlinle dememiş halin buysa...”
Gülmeye başladık. Kahkahalarımız, içimizde birikmiş dertlerin arasından çıkan tek çıkış yoluydu belki de.
Aramızdaki cümleler ok gibiydi ama altında kardeşlik yatıyordu.
“Kimliğini bilmesem, senin Boran olduğuna inanmazdım.”
“Ben değilim zaten,” dedi iç çekerek. “Babam sayesinde aşiretle bağlantım var. Kendim seçmedim.”
"İnsan ailesini seçemiyor ne yazık ki..." dedim iç çekerek.
Sözümün bitmesi ile Ayhan’ın yokluğunda işleri devralan Müslüm bu defa kapıyı çalarak içeri girdi.
"Alaz ağabey."
"Gel Müslüm," dedim başımla işaret ederek.
Adımlarındaki gerginliği fark etmiştim. Yüzünde kötü haber taşıyan bir postacının tedirginliği vardı.
"Adar… Yarın tahliye ediliyormuş."
Yutkundum.
Daha konuşamadan devam etti:
"Korhan’ı da bu gece indirelim diyoruz ağabey."
Tam o anda Baran atıldı:
"İndirme yok! Kaza ya da doğal ölüm süsü vermemiz lazım."
Başımı ona çevirip sessizce onayladım.
Ardından Müslüm’e döndüm.
"Adar’ın tahliye olacağı cezaevinden adam bulamaz mıyız?"
"Buluruz ağabey... Ama bir sorun daha var."
Gözleri kaçıyordu.
"Hayırdır?" dedim, sesimi bastırarak.
"Emir Uzman’la Alparslan Üsteğmen de mevzunun üstüne çökmüş.
Emir Uzman... cezaevinin içinde az önce gördüm. Gözü dönmüş gibiydi."
Baran yerinden fırladı.
"NEY DEDİN?!"
"Vallaha gözümle gördüm Baran Ağa'm...
Şaşkınlıkla ona döndüm.
"Hani hastanedeydi bu adam?"
Baran dudaklarını sıkarak yutkundu.
"Azra! Ulan Azra! Allah’tan ‘başında dur’ dedim sana!" diyerek hızla dışarı fırladı.
Ardından hemen Müslüm’e döndüm:
"Peşinden gidin. Bu binadaki koruma sayısını artırın. Ayhan’a ulaş, haberi olsun. Ve Müslüm… kendi telefonunu ver. Hemen."
"Tamam ağabey."
Müslüm, cep telefonunu elime uzatıp hızla dışarı çıktı. Ben de hiç vakit kaybetmeden numarayı çevirdim. Ayhan birkaç saniye içinde açtı.
"Ne var Müslüm?" dedi aceleyle, sesi yorgundu ama dikkati yerindeydi.
"Benim Ayhan… Müslüm değil. Alaz."
Bir anda sessizlik çöktü hattın diğer ucuna.
"Buyur ağabey," dedi bu defa daha dikkatli bir tonla.
"Cezaevine gitmiş Emir Uzman. Adar’ı almaya çalışıyor olabilir. Her ne yapıyorsanız yapın, tahliyeye izin vermeyin! O adam o kapıdan çıkmayacak!"
"Anlaşıldı ağabey. Gerekirse kapıyı kilitlerim."
"İklim’in odasının önüne de iki ekip yolla. Silahlı, eğitimli adam istiyorum.Bu defa gözüm arkada kalmasın. Tedbirleri alın. Baran Ağa’ya ve Emir Uzman’a da dikkat edin. Gözünü kararttı ikisi de. İkisi de devlet adamı. Mesleklerini ateşe atmalarına izin vermeyin !"
"Tamam ağabey. Gereken yapılacak."
Telefonu kapatmadan önce bir an durakladım.
Söylemek isteyip de yutkunup içime attığım cümleler boğazımda birikti.
Ama konuşmadım.
Sadece içimden bir dua mırıldandım:
“Allah’ım, bu sefer kaybetmeyelim kimseyi...”
☆☆☆
Yorum sayısı çok az. Yorum ve oylama yüklenin sizden ricam bu.
Annem rahatsız, babaannemde yoğun bakımda olduğu için zor bir süreçten geçiyorum ona rağmen size vakit ayırıyorum. Lütfen emeğime saygınız olsun. Oy ve Yorum bolca istiyorum ❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |