

Emir Kaan’dan...
Adar’ın yaptığı şerefsizlikler son günlerde zihnimde daha sık dönmeye başlamıştı. Ne zaman tek başıma kalsam, her detay bir sis gibi çörekleniyordu aklıma. Üstüne bir de son zamanlarda sıklaşan burun kanamaları, halsizlik, göz kararmaları... Vücudum da sessizce alarm veriyordu sanki. Ama şu an…
Şu an bütün o karanlıkları bir kenara bırakmak istiyordum.
İklim, mutfak masasının başında, önünde açık ders kitapları, renkli kalemler, notlarla dolu defterler… Dirseklerini masaya dayamış, hafifçe öne eğilmişti. Gözlerinde o tanıdık heyecan parıltısı vardı.
“Tekrar edeyim mi şiiri?” diye sordu.
Sınavlarına yardımcı olmak bahaneydi belki ama aslında… Aslında onu böyle görmekti muradım. Çalışkan, umutlu, neşeli…
“Tonlamaları iyi yap ama bu defa,” dedim gülümseyerek.
“Tamam…”
Dizelerini ezberden okumaya başladı yeniden. Kelimeler ağzından dökülürken sesi zaman zaman titriyor, sonra yeniden güçleniyordu. Her hecesiyle gözümde daha da güzelleşiyordu.
"Rüya gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle
Her anını, her rengini, her şi'rini hazdan.
Halâ doludur bahçeler en tatlı sesinle!
Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan."
"Olmadı. Bak tekrar edelim. Tonlamayı yanlış yerde yapıyorsun," dedim dudaklarımda hafif bir tebessümle.
İklim yüzünü buruşturdu. Dudaklarını kıpırdatmadan gözlerini bana dikti.
"Emir ya…" diye sızlandı.
"Hadi baştan beraber," dedim ve parmaklarımla üçe kadar sayarken hafifçe parmaklarımı şıklattım.
"Bir, iki, üç…"
Seslerimiz mutfaktaki sessizliğe karıştı. Ahşap masa üzerinde dağınık halde duran kitapların arasından gelen naif bir ezber sesi vardı artık; sanki zamana inat, eski bir şiirin içinden konuşuyorduk.
"Rüya gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle
Her anını, her rengini, her şi’rini hazdan.
Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle!
Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan."
İklim'in sesi bu kez daha rahvandı, gözlerinde kendine dair küçük bir gurur pırıltısı vardı. Ona onaylarcasına başımı salladım.
"Şimdi ikincisi geliyor," dedim kıkırdayarak.
O da gülmeye başladı. Yüzü tamamen aydınlandı, kahvesinden bir yudum alıp yeniden doğruldu ve devam ettik :
"Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;
Mehtap... iri güller... ve senin en güzel aksin...
Velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde!"
Sözler bitince heyecanla bana döndü, ellerini minik bir alkışla çırptı.
"Yaptık bak!" dedi gözlerinin içi gülerek.
Ben de kahkaha attım.
“Şimdi ayır bakalım bu şiirin hece mi aruz mu, ölçüsünü söyle bakalım,” dememle birlikte hemen önündeki kitaba gömüldü. Şiirin üstüne eğilip kısa bir inceleme yaptıktan sonra yüzünü bana çevirdi.
“Öncelikle, Şiirin Biçim Yönünden İncelenmesi,” diye söze girdi heyecanla.
“Dinliyorum öğretmen hanım,” dedim, kollarımı kavuşturup tebessüm ederek ona baktım.
“Şiirin nazım birimi: Benttir. Bentler dörtlüklerden oluşturulmuştur.
Şiirin ölçüsü: Aruz ölçüsüdür. Şiir, aruzun mef’ûlü / mefâîlü / mefâîlü / feûlün kalıbıyla yazılmıştır.
Şiirin uyak şeması: abab, cdcd biçimindedir,” diye hızlıca sıraladı.
“Öğretmen hanım, sakin,” dedim gülerek. O da bana katılıp güldü.
“Tekrar söyleyeyim mi?” dedi gözleri parlayarak.
“Söyle bakalım, ama bu sefer tane tane. Kafam karışıyor, ben sen kadar seriye bağlamadım daha edebiyatı,” diye uyardım. Saçlarını geriye atıp ciddiyetle başını salladı.
“Tamam, sayıyorum o zaman!” dedi ve parmaklarını kaldırarak sıralamaya başladı.
“Şiirin Biçim Yönünden İncelenmesiyle başlıyorum!”
“Başla bakalım öğretmen hanım,” dedim, başımı yana eğerek onu izledim.
“Şiirin nazım birimi: Benttir. Bentler dörtlüklerden oluşturulmuştur.”
“Aferin güzelime, devam et,” dedim gülümseyerek.
“Şiirin ölçüsü: Aruz ölçüsüdür. Şiir, aruzun mef’ûlü / mefâîlü / mefâîlü / feûlün kalıbıyla yazılmıştır.”
“Uyak da yolla buraya,” dedim bir şiire, bir ona bakarak. Gözlerimin içi gülüyordu, o da bunu yüzümdeki yansımadan anlıyordu.
“Şiirin uyak şeması: abab, cdcd biçimindedir,” dedi parmaklarını indirirken.
"Bu kadar mı peki?" dedim, tek kaşımı kaldırarak hafifçe ona doğru eğildim.
"Ihhı! Şiirin Ahenk Unsurları var daha!" dedi, sesi hem ciddi hem oyunbazdı. Önündeki şiiri bana biraz daha yaklaştırdı, eline kalemini aldı ve işaret etmeye başladı. Gözleri, dizelerin içindeki ahengi anlatırken ışıldıyordu.
“1. Bent (dörtlük):
— hevesinle
— sesinle → ‘-inle’ redif; ‘-es’ tam uyak
— hazdan
— yazdan → ‘-dan’ redif; ‘-az’ tam uyak
2. Bent (dörtlük):
— göreceksin
— aksin → ‘-ksin’ zengin uyak (Kökü ‘aks’, yani yansıma.)
— derinde
— yerinde → ‘-de’ redif; ‘-erin’ zengin uyak"
Dizeleri tek tek gösterirken gözleri bir öğretmeninki kadar dikkatli, bir sanatçınınki kadar heyecanlıydı. Başımı biraz geriye çektim, kalemini tutan parmaklarına ve ardından ona baktım. Gözleri bana çevrildiğinde parlıyordu, gururla.
"Bitmedi,” dedi, sesi neşeyle doluydu. “Diğer unsurlar da var."
“Hmm... Neymiş onlar?” dedim, dudaklarımda hafif bir tebessümle, sanki onun anlatmasına doyamıyormuşum gibi.
“Şiirdeki Diğer Ahenk Unsurları,” diye devam etti, yine kalemini dizelere uzatarak.
“Şiirde uyak ve rediflerin dışında bazı ses ve kelime tekrarlarıyla da ahenk sağlanmış. Bu tekrarlar şiire akıcılık ve bir bütünlük duygusu kazandırıyor. Şair sadece anlamla değil, sesle de duyguyu aktarmış. Yani şiir, sadece okunmaz... hissedilir.”
Sözleri ağır ağır ve tane tane dökülüyordu dudaklarından.
Ardından gözlerini tekrar kağıttan kaldırıp bana döndü, bu kez daha derin bir ifadeyle:
“Şiirin İçerik Yönünden İncelenmesi de var, Emir Kaan hocam...” dedi göz kırparak. Sesindeki o hafif alaycılık, söylediklerine duyduğu hayranlığı gizleyemiyordu.
“‘Geçmiş Yaz’, yaşanmış bir aşkın şiiri. Teması, sevgiliye duyulan özlem.
İlk dize: ‘Rü’yâ gibi bir yazdı’ — yaz mevsimini bir rüyaya benzetiyor şair. O anların güzelliğini, bıraktığı duyguyu...
Son dize: ‘Velhâsıl o rü’yâ duruyor yerli yerinde’ — geçmiş geçmemiş aslında. Hâlâ içinde, hâlâ capcanlı.”
Cümlelerini tamamladığında gözlerini kağıttan kaldırdı. Göz göze geldik. O an sanki odadaki tüm sesler sustu, yalnızca nefes alışlarımız kaldı birbirine karışan. Gözlerinde bir şey vardı... yalnızca bilgi değil; bir his, bir bağ, bir paylaşım.
Derin bir iç çektim.
“Neden öyle baktın?” dedi, gülümsemesini bozmadan.
Gözlerimi onunkilerden ayırmadan fısıltı gibi söyledim:
“Gurur duyuyorum seninle...”
Sustu. Bir anlık duraklama oldu. Gözlerinin içi doldu sandım ya da sadece ışık öyle çarptı bilmiyorum. Ama o an, şiirin en güzel dizesi gibi bakıyordu bana.
Kızararak başını eğdiğinde bir an ona bakakaldım. O utangaç hâliyle gözlerini kaçırırken, ben boğazımı temizleyip hafifçe doğruldum, sesimi toparlayarak konuya döndüm:
“Tasavvuf edebiyatına geçelim mi?”
Başını kaldırmadan hafifçe gülümsedi. Parmak uçlarıyla sayfayı çevirdi, ardından bakışlarını bana doğrultmadan yanıtladı:
“Geçelim...”
Önündeki sayfayı çevirirken heyecanla başladı anlatmaya:
“Dinî-Tasavvufî Türk edebiyatına Tekke edebiyatı da denir, Emir hocam. Burada amaç sanat yapmak değil, dinî-tasavvufi düşünceyi yaymaktır. Tekke şairlerinin çoğu tarikatlarda yetişmiş şeyh ve dervişlerdir. Tekke şiiri, halk şiirinden de divan şiirinden de nazım şekilleri almıştır.”
Gülümseyerek kaşlarımı kaldırdım.
“Hmm, peki bunun belirgin özellikleri neler? Bana tane tane say bakalım,” dedim.
Gözleri parıldayarak devam etti:
“Dinî-Tasavvufî Halk Edebiyatının en belirgin özellikleri şunlardır hocam:
Kurucusu 12. yüzyılda Doğu Türkistan’da yetişen Hoca Ahmet Yesevi’dir.
Tekke Edebiyatı Anadolu’ya 13. yüzyıldan itibaren yayılmıştır.
Şairleri tarikat merkezi olan tekkelerde yetişmiştir.
Nazım birimi genellikle dörtlüktür.
Hem aruz hem hece vezni kullanılmıştır.
Şiirlerin çoğu ezgiliydi.
Allah, insan, felsefe, doğruluk, ibadet gibi konular işlenir.
Dili Aşık Edebiyatı’na göre ağır, Divan Edebiyatı’na göre sadedir.
Aşık, maşuk, şarap, saki gibi mazmunlara yer verilmiştir.”
Bir an göz göze geldik, içimde hafif bir sıcaklık yayıldı.
"Ben çay koyayım. Sen saymaya devam et, öğretmen hanım," dedim masadan kalkarken.
"Tamam! Başlıyorum o zaman," dedi hemen.
"Başla bakalım, bunun temsilcileri kimler, neciler?" diye sordum çaydanlığa su doldurup ocağın üstüne koyarken.
"Emir..." dedi duraksayarak.
"Ne oldu?" diye meraklandım.
"Kaçıncı yüzyılı sayacağım, bunda bir sürü var," dedi dudak bükerek.
"O yollardan en önemlilerini say güzelim. Mesela 13. yüzyıl Yunus Emre gibi..." dedim gülümseyerek.
"Başlayayım mı o zaman?" dedi, gözleri tavana kayarken parmaklarıyla saymaya başladı:
"12. yüzyıl: Hoca Ahmet Yesevi
13. yüzyıl: Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli
14. yüzyıl: Kaygusuz Abdal
15. yüzyıl: Hacı Bayram-ı Veli, Eşrefoğlu Rumi
16. yüzyıl: Pir Sultan Abdal
17. yüzyıl: Niyaz-ı Mısrî, Sinân-ı Ümmî, Hüdâi
18. yüzyıl: Sezai
19. yüzyıl: Kuddusi..."
"19. yüzyılda birisi daha vardı, güzelim. Kimdi o?" diye araya girdim merakla.
"Kimdi..." dedi, düşünürken.
"Survivor’dan aklına gelsin, TV8’den," diye biraz takıldım.
"Gelmedi...Emir söyle..." dedi, dudaklarını büzüp.
"Kertenkele dizisi?" diye bir ipucu verdim gözlerimi kısarak.
"Turabi!" diye patladı kahkahalarla.
"İşte, aynen o!" dedim gülerek.
"Tasavvuf Edebiyatı nazım biçimleri nelerdi güzelim?" diye sordum bu defa...
Elindeki küçük not kağıdını bırakıp saymaya başladı:
"Tasavvuf Edebiyatı Nazım Biçimleri... İlahi, Nefes, Deme, Nutuk, Şathiye..."
Kaynayan çayın altını kısarken gülümsedim, sonra başımı iki yana sallayıp alayla homurdandım.
"Öğretmen hanım, yine eksik var."
Kaşlarını çatıp bana döndü, hafifçe dudaklarını büzerek,
"Yine ne var?" dedi, sesi hem meraklı hem biraz sabırsızdı.
Demliği elime alıp bardağa çayı süzerken göz kırptım.
"Ben ne atıyorum?"
Kaşları daha da çatıldı. "Nereye ne atıyorsun?"
Çayını uzattım, sonra karşısına geçip kollarımı göğsümde birleştirdim.
"Bak dağılıyorsun... Odaklan. Ben sokakta ne yapıyorum jandarma aracıyla?"
"Geziyorsun ?"
"Güzelim o gezmeye ne diyoruz biz ?"
Bir anlık sessizlikten sonra gözleri parladı, alnına hafifçe vurdu.
"Haaa! Devriye!"
Kahkahayı bastı.
"Şükür güzelim ya! Allah'tan Türk edebiyatı soruyoruz, genel kültür değil..."dedim, gülmesine karşılık.
"Dağılmaya başladın, ara verelim mi?" diye sordum, gülüşümü bastırmaya çalışarak.
"Durmadan gülersem dağılırım tabii!" dedi, gözlerini kaçırarak.
"Ee, somurtayım mı o zaman?" dedim, yapmacık bir ciddiyetle yüzümü astım.
"Cıık!" diye başını iki yana salladı.
"Sen ciddi olunca da kendimi sınavdaymışım gibi hissediyorum."
Gülümsedim.
“Hadi çayını iç, ara verelim biraz...”
O sırada parmaklarını fincanın kulpunda gezdirerek ekledi:
“Diplomayı aldığım gün cübbeyi ilk sana giydireceğim.”
“Niyeymiş o?” dedim, kaşlarımı hafifçe kaldırıp merakla gülümseyerek.
“Hocam sen değil misin?” dedi, sesi yumuşak, gözleri minnet doluydu.
“Hoca değilim ki,” dedim başımı iki yana sallayarak. “Notların olmasa bu kadarı da çıkmazdı benden.”
Sessizlik bir anda hüzne döndü.
“Yarın ödevlerin son günü...” dedi kısık sesle. “Ben yapamadım onları...”
Gözleri bir noktaya dalmış, sesi titriyordu. Sanki yorgunluğu sadece gözaltlarına değil, kalbine de çöreklenmişti.
“Yarına hele bir sınavını ver,” dedim, onun moralini bozmadan. Ödevlerini teslim ettiğim ona küçük bir sürpriz olsun istiyordum çünkü. “Ödev konusuna sonra bakarız.”
“Ben birinciliği kaybettim bile sanırım...” dedi, sesi incecik çıkmıştı. Başını eğmişti, kelimeler dudaklarında solgun birer iz gibi kalmıştı.
Eğilip çenesinden tutarak nazikçe başını kaldırdım.
“Üzme tatlı canını...” dedim, gözlerinin içine bakarak. “Yolun sonu değil bu. Sen elinden geleni yaptın. Gerisi tevekkül. Hadi, çayını iç... Daha çalışacağımız çok şey var.”
Yanağını hafifçe okşayıp alnına bir öpücük kondurdum.
O an, başını omzuna yasladı ve fısıltıya yakın bir sesle söyledi:
“Her şeye rağmen yanımda olman bana dünyalara bedel, biliyor musun?”
“Benim için de öyle,” dedim içtenlikle.
Sonra yüzü bir anda soldu.
"Emir..."
Sesi usulca geldi. Kırılgan bir tını vardı tonunda, çekingen ama içinde biriken bir merakla doluydu.
"Efendim?" dedim, başımı çevirip ona bakarken. Sesim sakindi ama içim onun cümlesinin devamını çoktan tartmaya başlamıştı.
"Şöyle düşününce... benim yüzümden başına az şey gelmedi," dedi bakışlarını kaçırarak. "Başkası olsa, çoktan giderdi... Sözleşmenin dolmasını bile beklemeden."
Bir an sustu. Parmak uçlarıyla masanın kenarına hafifçe vuruyordu. Düşünceliydi.
"Hmm..." dedim, onu konuşmaya teşvik ederek kaşlarımı kaldırarak.
"Bir şey merak ediyorum hani... Bilmiyorum neden bunu sormak istiyorum ama..."
Gözlerini kaçırarak hafifçe omzunu silkti.
"Sor bakalım," dedim yumuşak bir ses tonuyla.
"Hiç pişman oldun mu? Beni tanıdığına... evlendiğine? Hani... sözleşme süresi de az kaldı ya, bilmiyorum, bir an merak ettim işte. Ama hani...sonuçta isteyerek evlenmedik seninle..."
Bir süre sustum. Bakışlarımı ondan ayırmadan, gözlerinde gördüğüm bulanıklığı izledim. Sonra başımı iki yana hafifçe sallayarak, net ve sakin bir tonda söyledim:
"Sözleşmeyi bitirmeyi düşünmüyorum."
Sanki söylediklerim anlamamış gibi yüzüme baktı.
"Nasıl yani?"
"Sözleşmeyi bitirmeyi düşünmüyorum. Sen düşünüyor musun?" dedim ve bakışlarını kaçırarak başını iki yana salladı. Gözleri doluydu artık. O an içim acıdı ama gülümsedim hafifçe.
"Hiç pişman oldun mu peki? Beni tanıdığına, benimle evlendiğine?" dedim onun sorusunu ona iade ederek. Gözleri yeniden gözlerime sabitlendi. Başını yine yavaşça iki yana salladı.
"İşte bu yüzden," dedim gülümseyerek, "ben de hiçbir zaman pişman olmadım... Ne seni tanıdığıma, ne seninle evlendiğime, ne de seni sevdiğime."
Sözlerim havada asılı kaldı birkaç saniye. Yüzünde bir şaşkınlık belirdi. Kaşları hafifçe kalktı, gözleri genişledi. Bu, ona ilk defa bu kadar açık, bu kadar net söyleyişimdi. O da farkındaydı bunun.
"Bir kaldın sanki?" dedim hafifçe gülümseyerek.
Gözleri bu sefer dolu doluydu. Başını eğdi ve yanağına düşen iki damla yaşı hızlıca sildi.
"Ters bir şey mi söyledim?"
"Hayır... ıhhı..." dedi boğuk bir sesle. "Bir an... bir şey oldum."
"Ne oldun?" dedim merakla.
"Şey oldum işte..." diye mırıldandı, sesi bu sefer kıkırtıya dönmüştü.
"Ne oldun?"
"Ya Emir!" dedi gözlerini devirmeye çalışarak ama gülüşünü bastıramamıştı.
“Hı işte,” dememle kahkahalarımız birbirine karıştı.
Gülüşünün arasında “Alemsin Emir,” dedi. Sesinde hem eğlence vardı hem de bana mahsus bir yakınlık.
Ben hafifçe doğrulup gözlerine bakıp derin bir nefes aldım.
“İnsan yaşadığı yere benzer...
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer...”
Sözlerim dudaklarımdan dökülürken yüzünde hafif bir tebessüm oluştu. Gözlerinde tanıdık bir parıltı belirdi. Benim gibi gülümseyerek şiirin devamını getirdi:
“Suyunda yüzen balığa...
Toprağını iten çiçeğe...”
Bir anlık sessizlikte göz göze geldik. Sonra, aynı ritimde, aynı tonda devam ettik:
“Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine...
Konyanın beyaz... Antebin kırmızı düzlüğüne benzer...
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir...
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları...
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına...”
Benim ani bir kıkırdamamla şiir sekteye uğradı. O da kıkırdayarak katıldı bana. Gülüşlerimiz, mutfakta yayılan sıcak çay kokusuna karıştı.
“Mendilimde Kan Sesleri...” dedim, gözlerimi bardağıma indirerek. “Güzel şiir.” İçtenlikle söyledim bu kez. Çayımın kalanını usulca yudumladım.
O ise kalemiyle oynuyordu; bir şey diyecek gibi oldu ama sustu. Masanın üstü hâlâ kâğıtlarla doluydu. Kitapların kenarlarına yapıştırılmış postitler, karalanmış notlar, üst üste yığılmış testler... İkimiz de aynı yorgunluğun içinde ama başka başka düşüncelerdeydik.
"Derse dönelim mi?" dedim, sessizliği bölerek.
"Bu kadar yeterli bence. Son bir tekrar yapar uyurum ben." diye ekledi benim ardımdan, mahcupla gülümseyerek. Sesi yorgun ama memnundu.
"Ben yatağa geçeyim o zaman," dedim, sandalyemi hafifçe geriye itip ayağa kalkarken.
Kafasını bana çevirdi. Dudakları aralandı ama ne diyeceğini tarttı sanki. Tereddüt etti. Ama ben, ne diyeceğini gözlerinden anlamıştım...
"Emir..." dedi, neredeyse fısıltıyla.
Gözlerim onun gözlerine takıldı.
"Yanıma gelebilirsin. Sormana dahi gerek yok." dedim usulca. Gülümsedi. İçten, kırılgan ama aynı zamanda minnetle dolu bir gülümseme.
"Teşekkür ederim... her şey için."
Başımı eğip hafifçe tebessüm ettim.
"İyi geceler," dedim.
"Sana da..."
Ben odamın kapısına yürürken, onun sayfa çevirme sesi geldi arkamdan. Bu gece, sadece çalıştığımız bir gece değilmiş meğer. Birbirimizi yeniden tanıdığımız, susarak da anlaşabildiğimiz bir geceymiş.
En azından ilk defa hislerimi itiraf etmiştim ona...
☆☆☆☆☆
Çok yorum istiyorum Çok oy istiyorum ❤️ 
Oylama 25 in altına düşmesin

Bölüm nasıldı???
Ay çok mutlu yazdım bu defa ❤️
Kitap için takip, edit, kesit ,hikaye vs... daha niceleri gibi şeyler paylaşırsanız instagram adresim : bozkurtpencesi_kitappad
Okurlarının kitaplara edit yaptığı bir evreni hayal ediyorum umarım bir gün bende öyle olurum 🥲❤️
Kitap bölümü için de şarkı bırakayım❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |