

Emir Kaan’dan...
Eve vardığımızda, bahçenin demir kapısını açar açmaz baharın kokusu doldu içimize. Gül ağaçları, hanımelileri ve yorgun düşmüş çimler arasında çocuk kahkahaları gibi sıcacık bir ses yankılandı:
"Teyzeeee?!"
Yaman Pars’ın sesiyle birlikte, minicik ayaklar çimenlerde hızlıca seğirdi.
İklim gözlerini şaşkınlıkla araladı, sonra o da koşmaya başladı.
"Yaman Pars?!" diye haykırdı, kollarını iki yana açarak.
Birbirlerine kavuşmaları saniyeler sürdü ama o an, zaman durmuş gibiydi.
Yaman Pars tüm gücüyle teyzesinin boynuna sarılırken, İklim'in gözleri dolmuştu.
Sarılırken titriyordu sesi.
"Teyze, ben seni çok özledim!"
"Ben de seni çok özledim teyzem... Mis kokulum..." dedi İklim, burnunu yeğeninin saçlarına gömerek. O an, geçmişin ve özlemin iç içe geçtiği, sıcak, dokunaklı bir sarılmaydı bu.
O sırada Cüneyt yaklaşarak bana dönüp tebessüm etti:
"Bacanak, hoş geldiniz?!"
"Hoş bulduk, asıl siz hoş geldiniz kardeşim," dedim ve sıkıca sarıldık.
Sırtıma attığı tokat dostçaydı, içten, sahici…
"Emir ağabey!" dedi küçük Pars, İklim'in kucağından bu kez bana uzanarak.
Gülümseyerek onu kucağıma aldım.
Yanakları güneşten pembemsi, gözleri parıl parıldı.
"Yavru kartalım!" dedim, onu başımdan koklayarak.
"Emir ağabey, biz Beşiktaş maçına gittik babamla!" dedi heyecanla.
"Bensiz mi?!" diye şakayla kaşlarımı çattım.
Kahkaha attı.
"Baba, Emir ağabeyimi de götürelim, lüyfen!"
Cüneyt başını iki yana sallayıp güldü:
"Teyzeni Beşiktaşlı yaparsa götürürüz!"
İklim aramızdaki muzip bakışmayı izlerken, gülümsemesi büyüdü.
O an bahçeye bir neşe doldu; geçmişin ağırlığı, gülüşlerin içinde hafifledi.
"Hoş geldin Cüneyt ağabey... Seni böyle görmeyi özlemişim," dedi İklim, gözleri yumuşak, sesi kırılgan bir tebessümle süslenmişti. Yaklaşarak sarıldı ona da.
Cüneyt, şaşkınlıkla ama memnun bir ifadeyle karşılık verdi sarılışa.
"Hoş bulduk... En son beni böyle, Leyla ile görmüştün değil mi?" dedi, sesi biraz titrek ama içinde buruk bir sıcaklık vardı. Takım elbisesi, sinek kaydı tıraşı ve özenli saçları ile tam bir İstanbul beyefendisi havasındaydı.
İklim duraksadı. Gözlerini Cüneyt’in gözlerinden kaçırmadan başını hafifçe eğdi.
"Evet..." dedi kısık bir sesle, hatırlamanın kalbindeki yankısı henüz geçmemiş gibi.
Bir süre sessizlik oldu.
Bahçede bir serin rüzgâr esti, güllerin yaprakları hafifçe titredi.
İklim’in sesiyle döndüm onlara. Gözleri nemliydi ama bu kez acıdan değil, şükürden…
"Ablamdan sonra seni böyle görmek iyi geldi, Cüneyt ağabey…"
Cüneyt’in gözleri doldu, dudaklarının kenarında belli belirsiz bir tebessüm vardı.
Sanki zamanın bir kısmı oracıkta, omzuna yaslanmış gibiydi.
"Kocana ne kadar teşekkür etsem boş baldız," dedi, içtenlikle.
"Durumu erkenden fark edip tedaviyi hızlandırmasaydı, bu hâlimi göremezdiniz bile…"
Gözleri bana kaydı.Gülümseyerek omuz silktim.
"Ne yaptım ki bacanak?"
Karşılık olarak, hem İklim hem Cüneyt’in gözleri bana doldu.
İnsan bazen bir şey söylemese de olurmuş; suskunluk, teşekkürün daha güçlü hâliydi belki.
Kucağımdaki Yaman Pars o an heyecanla atıldı:
"Emir ağabey! Babam bana yeni top aldı!"
Gülerek başını öptüm.
"Şu teyzene göster bakalım iki hareket," dedim.
Küçük ayakları yere basar basmaz gösteri başladı.
Topa vuruşuyla birlikte evde kahkahalar yükseldi.
Cüneyt başını iki yana sallayarak bana baktı:
"Seninle üçlü çekmek için bir haftadır başımı yiyor, Emir Kaan!"
Güldüm, o tanıdık mahcup baba edasıyla yere eğilen Cüneyt’e bir bakış attım.
Yaman Pars bu defa topu durdurdu, ellerini beline koyup ciddi ciddi konuştu:
"Babam da artık Beşiktaşlı, Emir Kaan ağabey!"
Kahkahamı tutamadım.
"Bak sen şu işe," dedim, Cüneyt’e döndüm.
O da güldü, hafifçe eğilip kulağıma fısıldar gibi söyledi:
"Gönlüm Fenerbahçeli, ama çaktırma kuşdaşım."
Omzuna vurup gülümsedim.
Çaktırmazdım elbet.
Bu evde artık herkes, bir şekilde aynı takımdaydı.
"Gel çekelim o zaman!" dedim gülerek, yüzümde çocukça bir heyecanla.
Yaman Pars hemen moda girdi; gözleri parladı, dudaklarını işaret parmağıyla susturur gibi yaptı. Benimle birlikte, “Şşşttt...” sesi çıkararak ciddiyetle gülümsedi. Ardından hep birlikte yüksek sesle saymaya başladık:
“Bir, iki, üç!”
“BEŞİKTAŞ!”
Küçük elleri havaya kalktı, benimle aynı anda zafer işareti yaptı. Küçücük bedeni heyecandan titriyor gibiydi, tekrar tekrar bağırdık, üç kere arka arkaya. Bahçeyi neşeyle dolduran o ses, kısa bir anlığına hepimizin kalbini çocuk yapmıştı.
“Baldız, bunlar meyve suyu oldu!” dedi Cüneyt kahkahalarla.
“Marşını okumadım ki daha baba!” diye çıkıştı Yaman Pars, ellerini beline koyarak.
“Ammaan!” dedi İklim gülerek, gözlerinde tatlı bir sabırsızlık.
“Edebiyatı baştan yazacak şimdi, izle!” dedim, başımı gururla sallayarak. Sonra Yaman Pars’a döndüm:
“Oku paşam, beraber okuyalım!”
Küçük omzunu silkti, sonra elimi tuttu. Göz göze geldik, ben onu kucağıma alırken “Bir, iki, üç!” dedi güçlü bir tonla. Ve birlikte söyledik:
“Beşiktaş'ım benim, biricik sevgilim
Söyle senden başka kimim var benim
Seninle ağlarım ama hiç gülmedim
Söyle senden başka kimim var benim!”
Yaman Pars’ın gözlerinde yıldızlar parlıyordu. Sanki o an dünya sadece onun etrafında dönüyordu.
“Alkış çarşılılara!” diye bağırdı Cüneyt, gülerek tempo tuttu.
İklim’in kahkahaları çınladı, gözlerinde yaş gibi parlayan bir huzur vardı. Yıllar sonra gelen bir bahar gibi... O an sadece bir marş değildi söylediğimiz — bir aile olmanın, bir arada gülmenin şarkısıydı.
Yaman Pars’ı bir hamlede kucaklayıp omuzlarımın üzerine almamla birlikte neşeli kahkahalar atmaya başladı.
Küçük elleri rüzgârı yaran bir kartal gibi havada süzülürken, kahkahasına ben de gülerek eşlik ettim. O an gökyüzü bile daha maviydi sanki.
"İyi mi orası, kartalım?" diye sordum, başımı hafifçe yana çevirerek.
Gülüşü yanaklarını kızartmıştı.
"Emir ağabey… babamdan büyük olduk!" dedi gururla.
O çocukça ciddiyetine gülmemek elde değildi.
"Sıkı tutun ama bak!" dedim uyarı verir gibi ama göz kırparak.
"Teyze!" dedi, Yaman Pars gülerek İklim'e el sallayarak.
"Teyzeeem!"
İklim kahkaha atarak el salladı ona, o da havadan karşılık verdi neşeyle.
Cüneyt, İklim’e doğru gözlerini kısmıştı. Hafif başını eğerek ona bir şeyler mırıldanırken yüzünde anlamlı bir tebessüm vardı.
Ama ben o an hiçbirini tam seçemiyordum. Çünkü Yaman Pars’ın kahkahaları, avuçlarıyla saçlarımı tutması, omuzlarımda neşeyle zıplaması derken... Unutmuştum ben derdimi, kederimi.
Sanki o küçük çocuğun gülüşü, içime güneş gibi doğmuştu. Gölgeler dağılıyor, zaman bir anlığına sadece iyileşmeye hizmet ediyordu.
___
İklim’den...
Emir Kaan ile Yaman Pars’ın kahkahaları balkon duvarından yankı gibi yayılıyordu. Güneş onların üstüne biraz daha sıcak vuruyor gibiydi. Kahkahalara istemsizce biz de eşlik ettik, ama sadece bakışarak… Gözüm doldu, Cüneyt ağabey derin bir iç çekti. Kahve içtikten hemen sonra top oynamak için bahçeye inmişti Emir Kaan ve Yaman Pars...
"Hayatının en doğru seçimini yapmışsın, İklim." dedi sessizce.
"Bu adamdan eş de olur, baba da..."
Bir an gözüm, Pars’ın başını Emir Kaan’ın omzuna yaslamasına takıldı. Elini tutmuştu minicik elleriyle.
Gülümsedim.
"Ondan her şey olur... dedim.
"Pamuk yürekli çünkü, Cüneyt ağabey."
Cüneyt başını eğdi, gülümsedi. Gözlerinin içinde silinmeyen bir hüzün vardı ama bu kez karışık bir umut da.
"Yaman Pars’ın dilinden düşmüyor.
‘Ne olmak istiyorsun?’ diye soranlara bile ‘Emir ağabey gibi olacağım’ diyor."
Gülümsemem büyüdü, ama içim burkuldu.
"Bizim yanımızda bu kadar mutlu değildi değil mi sıpa?.." dedim gülerek.
Ama gülüşümde bir şey eksikti.
Balkondan eğilip onları biraz daha izledim. Pars’ın kahkahası, Emir’in ona fısıldadığı bir şakaya karışıyordu. O an bir tablo gibi duruyordu gözümde.
"Emir Kaan’ı kaybetme." dedi Cüneyt ağabey aniden, sesi biraz çatallanmıştı.
"Leyla’mın emaneti sizdiniz bana. Ama ben sizi koruyamazken… O bizi hiç tanımadan fark edecek kadar temiz yürekli ve cesurdu. Bir yardım işaretimle çözdü onca denklemi. Bu dünya için fazla iyi..."
O cümle içimi dağladı.
Kelimeler boğazımda düğümlendi. “Kaybetme” dediği, sanki sadece aşk değil, bir hayatın ta kendisiydi.
Gözüm Emir’e kaydı yeniden. Pars’ın saçlarını düzeltiyordu, öyle nazik, öyle dikkatli.
"Sarılabileceğim kadar yakın,
Sevebilmem için oldukça uzak, Cüneyt ağabey..."
Sesim titredi, kelimeler boğazımda düğümlendi. Kalbimin orta yerinde durmuştu bu cümle, içime işlemişti haftalardır. Belki aylarca...
Cüneyt ağabey sustu önce. Başını usulca öne eğdi. Gözlerinin kenarındaki çizgiler biraz daha derinleşti, iç çekti. Ardından, kelimeleri yutkunarak getirdi:
"O uzakları sen yakın yap o zaman, İklim. Ablan gibi..."
Gözleri buğulandı. Baharın ilk sabahındaki bir pencere gibi… ışık vardı ama perde aralanmaya korkuyordu.
Bedenim dondu. O cümlede ablamın adı vardı. O yoktu ama sesi hep kulaklarımdaydı.
"Korkuyorum Cüneyt ağabey. En sevdiklerimi hep kaybettim..."
Yutkundum. Ellerimi korkulukların üzerinde kenetlendi. Sanki sıkmazsam düşecektim. Sanki boşluğu avuçluyordum.
Cüneyt’in sesi bu kez daha derinden, daha yaşanmış bir yerden geldi:
"Korku olmazsa aşk olmaz, İklim…"
Başımı kaldırdım. Göz göze geldik. O an ablamı gördüm yüzünde. Aynı telaş, aynı cesaret.
Gülümsedim burukça.
"Ablamın sözü bu."
"Ablanın sözü…" diye tekrarladı Cüneyt, gözlerinden süzülen yaşa rağmen gülümsedi.
"Ve çok doğru bir söz."
"Doğrular... ama hep iyilerin sonu oluyor, Cüneyt ağabey..."
Sesimde ince bir sızı vardı. Gözlerim uzaklara kaymıştı ama aklım tam da kalbimin üstüne çökmüştü. Sessizce içimi döküyordum.
Cüneyt başını salladı.
"Benim hayatımın en doğru sözü Leyla'mdı, İklim."
Bir an sesi daha da çatladı, ama devam etti.
"Şimdi onun emaneti Yaman Pars var. Bazı sonlar... yeni doğruları da beraberinde getirir. Sevmeyi de, yeniden başlamayı da...Leyla'yı ve anneni geri getiremeyiz. Ama onların yasını tutarken bizi hala seven insanlara da sırtımızı dönemeyiz kardeşim..."
Yutkundum. Yaman Pars'ın gülüşü doldu gözlerimin önüne, sonra Emir'in bana bakarken kaçırdığı o gülünce kısılan gözleri…
"Sonu ne olursa olsun, sev, sevil… diyorsun yani? Dene, ne olursa olsun diyorsun..."
Cüneyt ağabey bana döndü. Gözlerinin içi dolu doluydu ama bakışı dimdikti:
"Demene gerek yok İklim.
Kalbin çoktan o yolu seçmiş…
Dilinin hâlâ cesareti olmasa da."
Sustum. İçim ürperdi. Birden nefesim yetmedi göğsüme.
O ne çok biliyordu beni…
O ne çok benziyordu ablama...
"Sözleşme falan dinlemeyin." dedi Cüneyt ağabey, sesi yumuşaktı ama içinde yılların yorgunluğunu taşıyordu.
"O sana âşık. Sen de ona karşı boş değilsin, İklim. Âşık adamı da kadını da gözünden anlarım ben. Gözler, kalbin aynasıdır..."
Bakışlarını Emir Kaan’ın oturduğu köşeye çevirdi. Yaman Pars onun bacağının dibinde oturmuş, ellerini koluna dolamıştı. Emir de sanki bu dokunuşla var oluyordu. Hiç kıpırdamadan, gözlerinde şefkat, ellerinde sabır…
"Velhâsılıkelâm, demek istediğim...Hayatınızı yaşayın.
Hayat kısa..." dedi Cüneyt, sesi bu kez daha derinden geldi.
"Bugün varsa, yarınımız yok. Dokunmaya kıyamadığın sevdiklerini acımasızca alıyor bu hayat. Sarılın birbirinize. O da az yaralı değil. Birbirinize ilaç olun..."
İçimde bir kıpırtı oldu. Gözümden kaçmayan o bakışlar, sessiz kalışları, uzak durmaya çalışırken hep bir adım yakın oluşları geldi aklıma. Belki de yıllardır hissettiğim ama cesaret edemediğim her şey bir cümlede toplanmıştı:
"Sizden güzel aile olur."
Cüneyt’in sesi daha da yumuşadı.
"Yaman Pars’a annelik yaptın senelerce…
İstemez misin… ondan bir çocuğun olsun, size benzeyen?"
O an içimdeki duvarlarda çatlaklar oluştu.
İstedim.
Bir sabah ona benzeyen bir ses ile uyanmayı, bir çocuğun gözlerinde onun yüzünü görmeyi, yarım kalmış tüm iyiliklerin tamamlanmasını isterdim tabi ki...
"İsterim…" dedim, sesim neredeyse fısıltıydı.
"Ama… o ne düşünüyor hala tam olarak bilmiyorum, Cüneyt ağabey."
Cüneyt gözlerini kısmış, bana dönmüştü şimdi.
"Sana bakışlarını fark edip de ‘bilmiyorum’ deme.
Her an seni kırmaktan korkar gibi bakıyor.
Aşkla… hem de öyle böyle değil."
Gözlerim yanmaya başladı. Belki de Cüneyt haklıydı. Belki hayat, korkmaya değil, sarılmaya değerdi.
Ardından gözüm Emir Kaan’ın gülüşüne takıldı.
Yaman Pars’la futbol oynuyorlardı, top toprakta sekip sekip uzaklara savrulurken, onların kahkahaları göğe yükseliyordu.
Ama ben yalnızca onu izliyordum.
Yanaklarına yayılan o sıcak gülüş... Gamzesinin kenarına saklanmış o huzur...
Sanki o gamzede ebedi bir uykuya dalmak, hayattan saklanmak istiyordum. Yorgunluğumu, korkularımı, kayıplarımı bırakmak istiyordum oraya... Sessizce...
Başımı yana eğdim.
Gözlerim doldu, ama dökmedim.
Sadece bir iç sızı…
Derin bir nefes aldım, burnumun direği sızladı.
"Çok yorulmuştu bugün... Yolda hâli bile yoktu..." dedim usulca.
Sözümün devamında gülüşüme sızan bir şaşkınlık vardı.
"Ama şimdi… çocuk gibi."
Cüneyt ağabey korkuluklara yaklaştı, ellerini sırtında kavuşturmuştu.
Gözlerini Emir Kaan’a çevirdi, dudaklarının kenarıyla gülümsedi.
"Neşeleri daim olsun," dedi kısık bir sesle.
"Âmin..." dedim içimden gelen bir duala.
Kalbimin en derininden gelen o dilek, belki de hayatımda ilk kez bu kadar gerçekti.
☆☆☆
Oylama 25 in altına düşmesin! 
Nasıldı bölüm?
Bol oy ve yorum atinnnnn ne kadar yoruk ve oy fazla olursa o kadar hizli bölüm gelir ❤️🔥
Emir Kaan’dan size mesaj >
Yazar elinden çekmediğin çile kalmasa da güleceksin bu hayata inat :

Keşke bu kitaba da editler yapsalar :(
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |