

Emir Kaan’dan...
Yaman Pars ile Cüneyt’i yolcu ettikten sonra, evde sessizlik ağır bir battaniye gibi üzerimize çökmüştü. Sadece duvar saatinin tıkırtısı vardı odada. İklim'le baş başa kaldığımızda, gözlerini kaçırmadan içli içli baktı bana. Kirpiklerinin ucunda yorgun bir buğu, göz bebeklerinde dolup taşan şükür vardı.
"Hayatımda aldığım en güzel sürprizdi," dedi sesi titreyerek. "Teşekkür ederim Emir... Her şey için sana çok teşekkür ederim... Hayatıma, eğitimime, aileme kattıkların için teşekkür ederim..."
Soluğunu içine çekip, kısık bir sesle susturdum onu.
"Şştt, sakin..."
Dayanamayıp avuçlarımın arasına aldım narin yüzünü. Gözlerinden birer damla yaş süzüldü. İçim parçalandı. Bir yüreğimde bir yerlerim ezildi sanki.
"Yapma güzelim ama..."
"Emir, ben senin hakkını nasıl ödeyeceğim?"
"Mutlu olarak..." dedim sadece. Dudaklarımı zor hareket ettirerek, boğazıma takılan düğümle.
Ardından kısık bir fısıltı geldi ondan:
"Emir..."
Sesinde bir kırılma vardı. Derin, yıllarca susturulmuş bir özür gibi...
Ama hemen tanıdım o tonu.
"Bu ses tonunu biliyorum," dedim gülümseyerek. "Bak, özür dilemek yok artık."
Yanağını okşayan elim titremeye başlamıştı bile. Konuşmasın istiyordum, kendini yine suçlamasın. Ama o, bana baktığında o derin bakışlarda kendi acımı da görüyordum.
Gözleri doluydu. Benim de öyleydi. Ama ikimiz de bir şey demiyorduk.
Ve sonra…
Hiçbir uyarı yoktu. Ne bir nefes alış, ne bir bakışla izin isteme.
Sadece geldi…
İklim, aniden yükselip ve dudaklarıma kapandı. Bu ani hareketi ile gözlerim büyürken o; sessiz, telaşsız ama öyle de çekingendi...
O öpücükte kaç gece uykusuz kaldığımı, kaç kez onu düşündüğümü, içimdeki yangınları susturmaya çalıştığımı hissettim.
Nefesim kesildi.
Gözlerim kapanırken sadece onun sıcaklığını değil, yanaklarıma doğru süzülen yaşlarımı da hissettim.
Ve…Onun da gözyaşlarını.
Bir damla, dudaklarımızın birleştiği yerde düştü. Onun muydu, benim miydi bilmiyorum.Belki de ikimizindi.
O an, zaman dondu.
Ağlamıyorduk tamamen belki ama içimizden taşıyorduk ne varsa…
O öpücükte sevda vardı, sitem vardı, bir parça kırgınlık ama en çok da biz vardık.
Geri çekildiğinde, göğsü hızla inip kalkıyordu, benimki gibi. Kalbimiz birbiriyle yarışıyordu sanki…
O anın yükü, dudaklarında kalmıştı hâlâ.
"İklim..." dedim, adını söylerken bile yutkundum.
Bakışları yere kaydı, ama kaçamadı gözümden.
"Emir... Yasakladın ama... bunun için özür dilerim," dedi, sesi titrekti, gözlerinden bir damla daha süzülürken.
Seslerimiz birbirine karışırken, gözlerinde yumuşak bir titreme vardı; sanki içinde fırtınalar koparken, dışarıdan görünen tek şey o kırılgan bakışlardı.
"Emir ben... özür dilerim..."
"Niçin?"
Dudakları hafifçe titrerken, içten gelen endişe yüzüne vuruyordu.
"Sen saçlarımı dahi temkinli öperken, ben bir anda... ne bileyim... gamzeni görünce—"
Sözünü tamamlayamadan, ben ani bir hareketle dudaklarına kapandım. Dudaklarımın sıcaklığı onunkine dokunduğunda, gözlerini yavaşça kapattı; sanki dünyadaki tüm karmaşa kaybolmuş, sadece o an kalmıştı. Bastırdıkça bastırdım, nefeslerimiz birbirine karıştı, kalplerimiz aynı ritimde atmaya başladı.
"Özür dileme... Helalimsin. Helalinim... Kocanı öpmek istemek senin de hakkın."
O sözler, aramızdaki sessizliği kırdı; içeride biriken tüm duygular, bu basit ama anlam dolu cümlede özgür kaldı. İki yürek, o anda en saf ve en gerçek haliyle birbirine dokunmuştu.
Gözlerini yavaşça kaldırdı, bakışları ürkek ama bir o kadar da kararlıydı. Göz göze geldiğimizde, utangaç bir kızarma yanaklarını renklendirmişti. O an utanmasını saklamak istercesine başını eğdi, ben de usulca eğilerek alnına bir öpücük kondurdum. Tüm sevdamı, korumak isteğini, şefkatimi taşıyan bir öpücüktü bu.
“Şurada canımı alsan, bir bildiği vardır derim,” dedim sesi biraz kısılarak ama kararlılıkla. “O yüzden... pişman olmayacağın sürece, istediğin her şeyi yapmakta özgürsün güzelim. Şimdi benim bir duş almam lazım. Sen de dersine başla artık, erken uyuyalım, olur mu?”
O ise hâlâ beni izliyordu, sanki gerçekliğimi sorgulayan bir çocuk gibi.
“Rüya mısın, gerçek mi… Ayırt edemiyorum artık seni...” diye fısıldadı.
Elimi yüzüne koyup başparmağımla yanağını okşayarak gülümsedim.
“Gerçeğim... Senin gerçeğinim,” dedim. “Korkma bu yüzden... Anı yaşamaya, mutlu olmaya bak güzelim.”
“Emir…” diye mırıldandı; sesi titrek ama sevgi doluydu.
“Emir kurban olsun yoluna…” dedim gözlerini bırakmadan.
“İyi ki varsın...” diye yanıtladı.
Ben de hafifçe başımı sallayıp fısıldadım:
“İyi ki seninle varım…”
"Emir..." dedi iç çekerek.
"Hmm..." diye mırıldandım, başımı hafifçe yana eğip ona baktım.
"Sen beni hiç bırakma, olur mu?"
Sesi kırılgandı ama içinde koskocaman bir umut vardı.
Gözlerinin içine baktım. Beni değil, ruhumu çağırıyordu o an.
Parmaklarını usulca avucumun içine aldım.
"Bu dünyadan göçsem dahi... iki cihanda da, sen izin verdiğin sürece hep seninle olacağım," dedim, sesim boğazıma düğümlense de kararlıydı. "Asla bırakmaya niyetim yok."
Gözlerinden bir damla yaş süzüldü, ama bu bir acının değil; kabullenilmişliğin, huzurun gözyaşıydı.
"O zaman sonsuza kadar izin veriyorum."
Parmaklarını daha sıkı tuttum.
"Ben de sonsuza kadar yanındayım o zaman."
O an içimizde kıyamet kopsa, dışarıda dünya yansa...
Hiçbir şey fark etmezdi.
"Hadi, sınavına çalış... Benimle geçirecek vaktin bol nasıl olsa..." dedim içim yana yana.
Azdı... Çok değildi belki ama, kıymetliydi. Zaman dediğin şey, onunla geçince bir başka oluyordu.
"Yarınki sınavım kolay," dedi gülümseyerek. "Bir göz gezdirsem yeter."
Gülümsemesiyle içime su serpse de, içimdeki kıymık hâlâ duruyordu.
"Yine de çalışmayı bırakma..."
Sesim yumuşaktı ama içinde hafif bir sitem de gizliydi.
"Emredersiniz, Komutanım!" dedi askerce selam çakar gibi.
İkimiz de güldük, ama kahkahamızın gölgesinde hafif bir özlem titriyordu.
"İyi çalışmalar, güzelim..." dedim usulca.
"Sıhhatler olsun sana da şimdiden..." dedi, yüzüme sevgiyle bakarak.
"Teşekkür ederim..."
"Rica ederim..."
Sessizlik indi o an.
Ne bir kelimeye ne de dokunuşa ihtiyaç vardı.
____
""_Günler sonra_""
İklim’den...
Sabah, her zamanki gibi okulun kapısına kadar eşlik etmişti bana. O gün ki anılar hâlâ aklımdan çıkmasa da... onda bir adım geri yoktu. Bu beni mutlu ediyordu. Eskisi gibiydik hâlâ.
"Başarılar dilerim şimdiden..." dedi gülümseyerek.
"Teşekkür ederim. Sana da kolay gelsin..." dememle güldü.
"Kolay değil pek sanki ama... yine de teşekkür ederim."
Saatime göz atınca sınavımın yaklaştığını fark ettim.
"Sınav saatim yaklaşmış, ben kaçayım," dedim gülümseyerek.
"Dikkat et kendine."
"Sen de," dedim, okula doğru koşar adımlarla yönelirken.
Kapıdan içeri girmeden önce dönüp arkamı baktığımda hâlâ orada bekliyordu. Yüzümde istemsiz bir tebessümle, avucumu öpüp üfledim, ona doğru öpücük yolladım.
Gülerek elini havaya kaldırdı, attığım öpücüğü yakalar gibi yumruk yaptı, ardından öpüp el salladı. Gözlerim parladı. Kalbimin ayarlarıyla oynayacak kadar tatlıydı.
Ben ona öpücük atmış olmama bile inanamamışken, onun bu karşılığı bambaşka bir şoktu. Gülümseyerek okul binasına girdim, içimde kelebekler uçar gibi...
☆☆☆
Kısa bir bölüm evet ama sizi aglatmadan ve bende yazarken ağlamadan önce güzel bir bölüm atayım istedim. Oy sayısı az 25 in altına düşerse kitabı dururum. Lütfen oy ve yorum eksik etmeyin

| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |