

Bölüm şarkımızı başa bırakıp gidiyorum. Bölümün devamı yazinin altında...
___
Emir Kaan’dan...
"Boş burası... Gel, buraya geçelim," dedi Baran. Sesi hem endişeliydi hem de kararlı. Elini koluma uzattı, yavaşça ama kararlı bir şekilde beni ayağa kaldırdı. Ayaklarım hâlâ zemine tam basmıyordu; içim boşalmış gibiydi. Tim odasında her şey bildikti ama ben yabancıydım o an.
Koltuğa oturmamı sağladı, karşıma geçti. Yüzündeki çizgiler daha derin, bakışları daha karanlıktı.
"Anlat şimdi..." dedi, gözlerimin içine dik dik bakarak.
"Baran..."
"Emir, yemin ederim ambulans yıgarım karakolun önüne! İğneni vurduk, kendine de geldin. Gözünü seveyim, anlat artık. Ne oluyor sana?!"
"Ambulansa gerek yok... Çıkar onu aklından," dedim, elimle yüzümü kapatıp geriye yaslandım. Göz kapaklarım ağırdı, yüreğimse sanki dövülüyordu içerden.
"Tansiyon falan hikâye bu... Beni kandıramazsın. Biliyorum seni. Anlat... Ne olur anlat."
"Tansiyon değil bu..." dedim dişlerimin arasından, sesim titriyordu. "Sinir... stres... içimdeki her şey üstüme çöküyor. Taşıyamıyorum artık."
Baran bir adım daha yaklaştı. Diz çöker gibi oldu önümde.
"Bak... Varımı yoğumu dökerim. Eğer maddiyattansa sıkıntın, ne olur dürüst ol bana. Beni dışlama."
Başımı hafifçe yana çevirdim. Pencereden sızan solgun gün ışığı yüzümde titriyordu.
"Her şey parayla mı çözülüyor sanıyorsun, Baran?" dedim sessizce. Sözlerim cam gibi kırılgandı.
"Anlat o zaman! Belki derman buluruz beraber. Yalnız kalma bu yükle..."
"Baran... Üstüme gelme. Yeni yeni kendime geliyorum," dedim, sesim hem sitemli hem de yorgundu. Kalbimin attığını değil, çırpındığını hissediyordum.
"Elimde değil!" diye yükseldi sesi. "Gözümün önünde eriyorsun oğlum, fark etmemi beklemiyor olamazsın!"
"Farkındayım..." dedim, gözlerimi yere indirdim. Kelimeler boğazıma düğüm düğüm takılıyordu.
"O zaman konuş! İlla seni hastaneye mi sokayım Emir Kaan?! Öyle mi anlayacağım seni?!"
Sonunda içimde tuttuğum fırtına koptu. Yumruklarım dizlerimde sıkılıydı. Boğazım yırtılırcasına bağırdım:
"Lan ÖLÜYORUM! Ölüyorum diyorum! Hastanelik bir hâlim KALMADI artık!"
Baran'ın gözleri irkildi, dizleri üzerindeki elleri gevşedi. Şaşkınlıktan bir an nefesi kesildi.
"Ne dedin sen... Ne dedin?!"
"Ölüyorum, ben..." dedim, sesim kısılmıştı, gözlerimde yaş değil, sanki pas vardı. "Ben... sinir sistemim çöküyor. Tükeniyorum. Panzehirin gelmesini bekliyorum sadece. Tabi o da gelirse... bana bir şey olmadan... gelirse..."
Baran’ın gözlerindeki endişe artık yerini öfkeye bırakmıştı. Kaşları çatılmış, yüzü gerilmişti. Dudakları titriyordu ama sustuğu her saniye sesinden daha çok bağırıyordu.
"Ne panzehiri, ne ölmesi Emir Kaan?!" diye çıkıştı. Sesi, odanın duvarlarında çınladı. "Hastalık mı bu? Ne anlatıyorsun sen?!"
Bir adım daha yaklaştı. Ayaklarının yere vurduğu her adımda sanki yüreğim biraz daha eziliyordu.
Başımı ellerimin arasına aldım. Parmaklarım saçlarımın arasına gömülmüştü. Tüm bedenim titreyen bir suskunlukla kaplıydı. İçimde bir şeyler kırılıyordu ama hâlâ adını koyamıyordum. Sessizlik bir süre sürdü. Sonra gözlerimi kapayıp derin bir nefes çektim. Başımı kaldırdım. Gözlerim cam gibi doluydu ama sesim beklenmedik bir sükûnetle döküldü dudaklarımdan:
"Hastalık falan değil bu..." dedim, yutkunarak. "Adar’ın tuzağı."
Sözlerim Baran’ın kalbine saplanan bir bıçak gibiydi. Gözleri kısıldı. Kaşları çatıldı. Ben devam ettim.
"Adar denen o herif bizi yem gibi kullandı. İklim’le birlikte... Sessizce ördü ağını. Her şey planlıydı. Göz göre göre düştük tuzağa… Öyle bir tuzaktı ki, hiçbirimizin ruhu duymadı."
Yutkundum. Ellerim dizlerimin üstüne düşmüştü, parmaklarım kasılmıştı. Gözlerim hâlâ yerle temas halindeydi, yukarı bakmaya cesaretim yoktu.
"İlk belirtiler bende başladı," dedim, sesim daha kısık, daha içe dönüktü. "Sürekli bir yorgunluk... geçmeyen baş ağrıları... burnumun durup dururken kanaması... bir çıkıyor, bir düşen tansiyon... Doktora gittim, baktılar ama bir şey bulamadılar başta."
Omuzlarım çökmüştü. Yıllardır omzuma asılmış ağırlığı ilk kez başkasıyla paylaşır gibiydim.
"Pes etmedim. Geceleri araştırdım. Sabahlara kadar dosya karıştırdım. Uyuyamadım, duramadım. En sonunda, bir doktor sayesinde eski bir vakada izine rastladık. Nadir görülen bir nörotoksin. Sinir sistemine saldırıyor... ama öyle bir saldırı ki, ağır ağır çökertiyor insanı. Gün be gün alıyor senden. Panzehiri de öyle her yerde bulunmuyor. Mısır’dan… kapalı sistemle çalışan siyah laboratuvarlardan gelen bir şey."
Baran’ın gözleri bir anda kıvılcımlandı. Yumrukları sıkılmıştı, dişleri kenetlenmişti.
"Sen... sen... O kız yüzünden mi?!" diye patladı. Sesi hem öfkeliydi hem de kırık. Sanki kardeşini, canından çok sevdiği birini kaybetme korkusuyla konuşuyordu. Araya kıskançlık değil, koruma içgüdüsü girmişti.
"Onun yüzünden değil," dedim hemen. Sözüm net, kararlıydı. Gözlerimin içi karanlıktı ama sözüm aydınlıktı.
"İklim de benim kadar kurban bu oyunda. O da bilmiyordu. O da farkında değil. Hiçbir halt bilmiyor bu olanlar hakkında..."
"Şunu bana adam gibi en başından anlat ! Gözünü seveyim..."dedi, dolan gözleri ile. Başımı salladım. Derin bir nefes alıp önce kendimi topladım.
"Beni karakolun önüne attıkları gün... vurmuşlar iğneyi. Haberim bile yoktu," dedim, sesim çatallıydı. Gözlerim uzaklara dalmıştı, sanki hâlâ o günü yaşıyordum. "Sonra… İklim’le evlendikten sonra... Onunla tehdit ettiler beni."
Baran yerinde bir adım attı, sanki söylediklerime inanmak istemiyordu. Gözleri kısılmış, alnındaki damar belirginleşmişti.
"Şimdi niye söylüyorsun?!" diye bağırdı. "Emir... sen aklını mı kaçırdın?!"
"Baran... dinle," dedim, ellerimi kaldırarak onu durdurmaya çalıştım. Sözlerimi boğazıma takılmadan çıkarmak için derin bir nefes aldım. "Anlatacağım."
Baran’ın sesi titredi bu kez. Öfkesi yerini sarsıntıya bırakmıştı.
"Anlat. Lütfen..."
Gözlerimi yere indirdim. Yavaşça konuşmaya başladım. Sanki her kelime, içimden bir parça koparıyordu:
"Tüm oyunlarını çözdüm. Leyla'nın cinayet davası… Cüneyt’in tedavisi... Hepsini gizli yürüttüm. Aynı anda savaş açtılar bize. Zamanım kısıtlıydı. Altı ay sürem vardı. O panzehiri bulmam gerekiyordu. Her şey o süreye bağlıydı."
Baran bir adım yaklaştı, neredeyse nefesi yüzüme değecek kadar. Gözleri dolmuştu.
"Buldun mu? Buldum de... ne olur buldum de."
Yutkundum. Gözlerimden yaşlar süzülmeden önce dudaklarımda acı bir tebessüm belirdi.
"Buldum... ama yapamadım."
"Lan niye?!" diye patladı Baran. Yumruğu duvara indi. Sesi odayı parçaladı.
Başımı hafifçe eğdim, sonra yeniden Baran’ın gözlerinin içine baktım. "İklim’in ses kaydını atmadılar bana. Videolar göndermediler. Ama öyle bir oyun kurdular ki… beni vicdanımdan vurdular Baran. Onu bana karşı kullandılar."
Baran’ın nefesi hızlandı. Dudakları aralandı ama hiçbir şey diyemedi.
"İklim’e de yapmışlardı... hem de iki doz. Onu da zehirlemişler. Ve..."
"Yapmadım de." dedi Baran, sesi neredeyse yalvarır gibiydi. "Ne olur... yapmadım de Emir."
"Onun yaşaması gerekiyordu, Baran." dedim kısık bir sesle. "Onun hayalleri vardı… yarım kalanları... Benimse çoktan bitmişti. Gözlerine baktım ve… başka bir şey düşünemedim. Panzehiri ona verdim."
Baran başını geriye yasladı. Gözleri dolmuş, yumrukları titremeye başlamıştı.
"Ne ilacı bu?! Hemen bulurum ben! Gerekirse evi barkı koymam satarım, canımı satarım!"
Başımı iki yana salladım, gözlerim yaşla parlıyordu.
"Çok pahalıydı... Ama buldum parayı..." dedim sessizce. "Parası bir yana... üç ayda geliyor buraya. Mısır’dan. Kara borsadan… özel izinle, takipli kargoyla… Her şey kontrol altında.."
Baran sustu bir an. Sadece gözlerime baktı. Öfkesi de vardı içinde, kırgınlığı da, korkusu da. Ama en çok çaresizlik… O yırtıcı bakışlar ilk kez bu kadar çaresizdi. İlk kez gözümün içine bu kadar acıyla baktı.
"Senin… ne kadar zamanın kaldı?"
Boğazıma bir şey düğümlendi. Yutkundum. Cevabı vermek, kelimeyi ağzımdan çıkarmak, ciğerimden bir parçayı söküp vermek gibiydi.
“Bir ay… belki iki.” dedim sessizce. “Doktor, panzehir gelene kadar zehrin etkisini yavaşlatmaya çalışıyor. İğnelerle, ilaçlarla... ama sadece zaman kazanmaya çalışıyoruz. Gerisi... Allah’a emanet.”
Baran bir adım geri attı. Yumrukları kasıldı. Öfkesini yutamadı.
"O kızı... hayatına hiç almayacaktın!"
İçimdeki fırtına birden şiddetlendi. Sakin kalmaya çalıştım ama sesim titredi:
“İklim yerinde başkası olsa, yine aynısını yapardım Baran.”
“Beni delirtme!”
“Pişman değilim!” dedim net bir sesle. Gözlerim doldu, ama sesim kararlıydı. “Yine olsa, yine yaparım. Onunla bir gün bile geçireceksem, bile bile giderdim o yola. Her şeye rağmen.”
Baran’ın sesi yükseldi:
“Öyle mi?!”
“Öyle…”
Sustum bir an. Kalbim, göğsümün içinde çatlayacak gibi atıyordu ama gözlerim kararlıydı. Sözlerim, içimde yıllardır biriken gerçeğin ağırlığıyla döküldü.
"Peki o zaman, saf âşık... Sana bir şey olunca, ailene ne olacak ? Onları kim toparlayacak?! Hani ailen her şeyindi senin ?!"
"Sizler varsınız... Zaten hep işteydim ben. Yokluğumu arayacaklardır elbet ama Azra, küçük kardeşim ve İklim kadar değil. Zaten tazminatım sayesinde geçim sıkıntıları kalmayacak. Kira oturdukları evi de, satın aldım. Timi dile dahi katmıyorum, siz birbirinize ilaç olursunuz... Bana olduğunuz gibi..."
"Bizi düşündün, aileni düşündün...Peki
onun seninle yarım kalan hayallerine ne halt olacak?!”
Derin bir nefes aldım. Ama söyleyeceğim cümleyi içimden zorla sökerek çıkardım.
“Onu sorma...”
“Onu sorma ya!” dedi bağırarak. “Madem bu kadar aşıksın, niye Emir Kaan onu yarım bırakasın?!”
Kelimeler boğazımda düğüm düğüm. Gözlerimi kaçırdım. O an, sadece İklim’in sessiz bir gülüşü düştü aklıma. Ellerimi cebime sıkıca bastım.
“Kahroluyorum zaten...” dedim zorlanarak. “Her gün yüzüne baktıkça... onun bana olan güvenini gördükçe... içimden içim gidiyor. Onu bu sona sürüklememek için sustum ben. Onu yaralamamak için…”
Baran başını iki yana salladı.
“Baştan anlatsaydın bana, bu kadar yalnız kalmazdın. Böyle olmazdı hiçbir şey!”
Yutkundum. Boğazım yanıyordu artık.
“Baran... o kızı suçlamaya, yargılamaya devam edersen... sana hakkını helal etmem. Etmem ki, o kızın vebali kalmasın sende.”
Gözleri büyüdü. “Ney?!”
Dik durdum. Omuzlarım çökmüştü ama sesim sağlamdı:
“Helal etmem hakkımı Baran sana... O kızı Azra gibi bileceksin. Kardeşin gibi. Benim yokluğumu da varlığımı da hissettirmeyeceksiniz ona. O, tek başına kalmasın istiyorum.”
Baran bir adım geri attı. Dudakları titriyordu. “Benim kardeşimin hayatını karartan kıza hayatı yaşatacağım öyle mi Emir? Saçmalama! Seni alıyor o kız benden!”
Gözlerini yere indirdim. Sakin ama net konuştum.
“O kızın kimsesi yok... Başını öne eğdirmeyin. Bana bir şey olmadan önce göreyim bunu. Gözüm arkada kalmasın...”
Baran hiddetle gözlerime dikildi. “Nasıl yapayım?! Sen benim yerimde olsan, Emel’e kardeş gözüyle mi bakardın, yoksa katil gözüyle mi?!”
Bir adım attım ona doğru. Sözlerim artık kalpten kalbeydi.
“Kardeşimin sevdiği kıza, tek emanetine sahip çıkmayacaksam... niye kardeşin oldum Baran?”
Gözleri buğulandı. Bağırmadı bu kez. Sadece bir iç çekişle söyledi:
“Emir... yapma...”
“Elini kalbine koy ve düşün. Öfkeyle değil, yüreğinle. O kızın suçu yok. Ablasını, hayatını, annesini almışlar elinden. Şimdi sevdiği adamı da alsalar... ortada mı bırakacaksın onu? Benim gözümden sakındığımı...”
Baran başını iki yana salladı. Gözyaşlarını saklayamadı. Derin bir sessizlik çöktü aramıza.
“Söz ver bana…” dedim. “Ben hep senin doğrunla, yanlışınla yanında oldum. Kendi ailemden önce tuttum senin kardeşliğini. Başını öne eğdirmeyeceksin onun. Annemlere gerekirse kanser diyeceksin. Asla bilmeyecekler gerçekleri. İklim de bilmeyecek. O kız... intihar lafını çok kolay ediyor. Ve yapar. Gururlu kız çünkü. Onun yanında olacaksın. Öz ailemden bile gerekirse korkacaksın onun için…”
Baran zor yutkundu. “Panzehir... kesin çözüm mü?”
Omuzlarımı silktim. “Belli değil... Vücudumda yayılmış zehire bağlı. Ama konu bu değil. Söz ver bana…”
Durdu, baktı uzun uzun. Sonra başını yavaşça eğdi.
“Sen de söz ver… Sonuna kadar direneceksin. Kendini bırakmayacaksın…”
Gözlerinin içine baktım.
“Timdekilere de söyleme… Zamanı gelince söylersin. Ama sadece o zaman. Şimdi değil…”
Baran gözlerini kısmış, dudaklarını sıkarak bana bakıyordu. Bu bir savaşın ortasında yapılan en sessiz anlaşmaydı belki de. Göz göze geldiğimizde aramızdan geçen şey kelimelere gerek bırakmıyordu artık.
“Onlar sadece bilsin… Gerçekleri. Ne eğip bük ne eksilt ne de abart. Sadece gerçeği anlat… O kadar. Zamanı gelince ama.”
“Emir…”
“Söz ver,” dedim yavaşça. “Kimseden medet ummam, sen hariç. Sadece sen... Geride bir tek sana bırakıyorum her şeyi. Kafanda ne varsa temizle. İklim’i yaşatacaksın, timi ayakta tutacaksın, aileme destek olacaksın. Ben eksilince, siz dağılmayacaksınız. Ben eksilince, sen tamamlayacaksın.”
Baran başını çevirdi. Yumruklarını sıktı. Gözünden bir damla yaş düştü, ama silmedi.
“Söz veriyorum,” dedi kısık ama kararlı bir sesle. “Ama sen de… elinden gelenin fazlasını yapacaksın. Kendini bırakmak yok.”
“Ben de söz veriyorum pes etmeyeceğime... Zaten sizi ve sevdiğim için kendimi bırakmadım.” dedim, acı bir tebessümle. “Ama şimdi onun için de daha da tutunacağım. Son nefesime kadar…”
Baran, başını yavaşça salladı. Gözlerinde yılların yorgunluğu, dudaklarında buruk bir gülümseme vardı. Ardından bir adım atıp sarıldı bana. Sıkı, sessiz, içimize işleyen bir sarılış...
İki kardeş…
İki yaralı yürek…
O an hiçbir söz gerekmedi. Sadece gözyaşları aktı sessizce.
İkimiz de sustuk. Ama sustuklarımız, söylediklerimizden çok daha ağırdı.
Ben, zamanla yarışan bir adam olarak yaşamla ölüm arasında ince bir ipte yürüyordum.
O ise, benim eksildiğim yerde beni tamamlamak için, sevdiklerimi ayakta tutmak için savaşacaktı.
Birimiz yaşamak için savaşacaktık,
Diğerimiz yaşatmak için…
Aynı kaderin iki ayrı tarafında, ama hâlâ omuz omuza.
☆☆☆☆
bölüm 25 oylamanın altına düşmesin bol bol oy ve yorum istiyorum.
Kitap sayfamdan size özel editlwr bırakıyorum. Takibe alın ❤️
Son panoma bakın uygulama kaldırmış editleri
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |