47. Bölüm
Bozkurt Pençesi / Yarım Kalan Sigara / Bölüm 46 : İyi ki Sen ❤️‍🔥

Bölüm 46 : İyi ki Sen ❤️‍🔥

Bozkurt Pençesi
bozkurt.pencesi

İklimden...

 

Emir Kaan gelene kadar, sınavlara çalışmaktan başka bir şey düşünmemeye çalıştım. Kitaplar, notlar, eski defterler… Hepsine gömülmüştüm ama zihnim başka yerlerdeydi. Sayfalara baktıkça harfler birbirine karışıyor, bir satırda kalıp dakikalarca öylece boş boş bakıyordum.

 

İçimde garip bir sıkıntı vardı.

Derin bir iç çektim, sandalye gıcırtıyla geriye kaydı. Başımı kaldırıp mutfağın duvarında asılı saate baktım. Gece yarısını geçmişti. Gözlerim aniden doldu. Nedensiz bir hüzün gibi… Sessizce içimi oymaya başlamıştı sanki.

 

Yine de başımı önüme eğip kaldığım yerden devam etmeye çalıştım. Ama o an… O anahtar sesi… Kilit döndü, kapı aralandı ve sonra o tanıdık ses:

 

"İklim... Güzelim, uyudun mu?"

 

Yerimden kalktım. Yorgundum ama onun sesi… O ses bana hep iyi gelmişti.

 

"Uyumadım. Mutfaktayım," dedim.

 

Adımlarını duydum, mutfağın kapısında belirdi. Yorgun ama gülümseyen bir yüzle.

 

"Bak sana ne aldım!" dedi, elindeki poşeti kaldırarak.

 

Başımı yana eğip dudaklarımı büzdüm.

 

"Ne aldın?"

 

"Ekler," dedi sevinçle.

 

Kaşlarım çatıldı. "Ne ekleri?"

 

"İyelik ekleri güzelim," diye güldü. "Kafayı sıyırdıkça ekmek arası yapar yersin, mis gibi!"

 

"Of Emir ya!" dedim ama gülmeden de edemedim.

 

"Senin ki de soru mu ama güzelim," diye devam etti. "Tatlı aldım işte. Beynimiz sulandı şiirden, gazelden..."

 

Gülüşüm hafif bir kıkırtıya dönüştü. Gerçekten iyi gelmişti. Ama içimde bir düğüm hâlâ oradaydı, çözülmemiş…

 

"Akıl kalmadı ki," dedim, başımı yana eğip yere bakarak.

 

Bir anda sesi yumuşadı. “Yaklaş bakayım sen.”

 

Ona doğru bir adım attım. Elleriyle saçlarımı nazikçe geriye itti, alnıma usulca bir öpücük kondurdu. O an içimde bir sıcaklık ve aynı anda bir sızı hissettim. Gözlerimde biriken o ağırlık büyüdü.

 

Geri çekildiğinde yüzü ciddileşmişti. Gözlerimin içine baktı.

 

"Ateşin yok… ama gözlerin anlatıyor bir şeyleri. Güzelim, neyin var?"

 

Omuz silktim. Gözlerim istemsizce doldu.

 

"Bilmiyorum ki… İçim daralıyor sadece."

 

"Bir şey mi oldu?"

 

"Hayır… Yani, olmadı. Ama işte, her şey birikti. Sanki nefes alacak yerim kalmadı."

 

Bir an durdu. Sessizlik arasında, sesi yumuşak ama kararlıydı:

 

"Gel... biraz yürüyüşe çıkalım mı? Gece de olsa... biraz hava alırız. İkimizce."

 

"Bu saatte mi?" dedim şaşkınlıkla.

 

"Saatin önemi yok. Uzun zamandır sana yeterince vakit ayıramadım. Belki bu gece, sadece bize ait olur."

 

Kalbimde bir şeyler yumuşadı. Onun o düşünceli hâli… beni hep yakalardı.

 

Sessizce gülümsedim. Başımı salladım.

 

"Hırkamı alıp geliyorum."

 

Hırkamı alıp giydikten sonra yanına çıktım. Kapının hemen önünde durmuş, soğuk geceye inat ince bir tişörtle sigarasını yakmıştı. Duman, yavaşça yüzüne doluyor, gözleri uzak bir noktaya dalıyordu.

 

İçim ezildi. Derin bir iç çekerek yaklaştım.

 

"Emir..."

 

Başını bana çevirdi. Gözlerinin içi hâlâ gülüyordu.

 

"Efendim güzelim?"

 

"Bu aralar çok içiyorsun sigara..."

 

Kısa bir duraksama oldu. Dudaklarının kenarı belli belirsiz kıvrıldı.

 

"Rahatsız mı ediyor seni?"

 

Başımı iki yana salladım.

 

"Sana zarar veriyor olması rahatsız ediyor."

 

Sözüm üzerine gülümsedi. Öyle yumuşak, öyle kırılgan bir gülümsemeydi ki…

 

"Teselli işte bu da bana, güzelim. Senden uzakken zaman geçmiyor bazen..."

 

Bir adım daha yaklaştım, onunla aramda sigaranın dumanı kadar mesafe kalmıştı.

 

"Azaltsan biraz... Zararlı hem o." dedim, usulca.

 

Gözleri bir an sigaraya kaydı, sonra bana döndü. Hiç tereddüt etmeden, daha yarısına bile gelmemiş sigarayı alıp yan taraftaki küllüğe bastırdı. Sönüş sesini bizden başka kimse duymadı ama ben, kalbimde hissettim.

 

"Sen iste yeter..." dedi sessizce.

 

Bir anlık bakışta her şeyi söyledi: alışkanlıklarından bile geçmeye hazır bir sevgiydi onunki. O an, gecenin sessizliği kadar kıymetliydi.

 

Gözlerimin içiyle gülümsedim; o an, sadece dudaklarım değil, kalbim de gülümsedi sanki. Bunu fark etmiş olacak ki Emir’in yüzü de aydınlandı, gözlerinin içi parladı.

 

"Çıkalım mı?" diye sordu, sesi yumuşak ama neşeliydi.

 

"Çıkalım da... Üşümez misin? Üstün ince, Emir."

 

Omuzlarını hafifçe silkti, dudaklarında yarım bir gülümseme.

 

"Alışkınım ben güzelim. Dağda, nöbette, gecede... Soğuk tanımam. Hadi gel, biraz yürüyüş iyi gelir. Kafan dağılsın..."

 

Ama ben adım atmadım. Bir elim hırkamın eteğinde, diğer elim bedenime sarılıydı sanki. Sessizliğimde bir şey vardı. Emir de bunu fark etti.

 

"Emir..." dedim, neredeyse fısıltıyla.

 

Durdu. Bakışları ciddileşti, kaşları hafif çatıldı.

 

"İklim, bir sorun mu var?"

 

Gözlerim yere kaydı. Boğazım düğümlenmişti ama içimde bir şey konuşmak istiyordu. Birazdan dökülecek gözyaşlarımın önüne geçemeyeceğimi biliyordum. Yutkundum, nefesimi tuttum.

 

"Ben... şey gibi hissediyorum... Sanki boğuluyorum ama su yok etrafta. Her şey yolundaymış gibi ama ben... içten içe daralıyorum. Ne olduğunu bilmiyorum ama bu his gitmiyor Emir."

 

O an sessizlik oldu. Gecenin serinliği tenime daha fazla dokunmaya başladı. Ama onun sesi, birazdan, o soğukluğu da unutturacaktı…

 

"Bir şey olacak gibi hissediyorum..." dedim, gözlerimi yere kaçırarak. Sesim titriyordu. "En son ablamda da böyle hissetmiştim. İçime çökmüştü bir şey... sonra ölüm haberini aldım."

 

Emir’in yüzü o an ciddileşti. Gözlerindeki endişe açıkça okunuyordu. Sessiz kaldı birkaç saniye. Belki ne diyeceğini düşündü, belki de sadece yanımda kalmak için sustu.

 

"İklim..." dedi sonra, sesi yumuşak ama kararlıydı. "Canım, bu aralar çok yüklendin kendine. Her şey üst üste geldi. Belki de sadece zihnin biraz yoruldu, kalbin biraz yorgun... Kuruntu yapıyor olabilirsin."

 

Başımı iki yana salladım, gözlerim yeniden doldu.

 

"Bilmiyorum… ama bu histen nefret ediyorum. İçimde sürekli bir şey kopacakmış gibi. Kalbimin kenarında sanki biri oturuyor da kalkmıyor..."

 

O an ellerimi tuttu. Avuçları sıcacıktı. Parmaklarını parmaklarımın arasına geçirdi.

 

"Güzelim, bak..." dedi gözlerime bakarak, "gel biraz hava alalım. Yürüyelim. Belki geçer, belki biraz rahatlamış hissedersin. Ama geçmezse... yine birlikte bakarız ne yapabiliriz, olur mu? Bu duyguyu yalnız taşımanı istemiyorum."

 

Bir süre sessiz kaldım. Parmaklarımı sıkıca tutan elleri, boğazıma tıkanan düğümü biraz olsun gevşetti. Başımı hafifçe salladım.

 

 

Beni usulca kolunun altına çekti. Başımı göğsüne yasladığım anda saçlarıma bir öpücük kondurdu. Öylesine değil… Sanki beni sarmak, korumak ve susturmak için yapılmıştı o öpücük.

 

"Hava güzel bu gece," dedi fısıltıya yakın bir tonda. "Yıldızlı gökyüzü…"

 

Yavaşça başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Siyahın içinde parlayan sayısız yıldız… Her biri sanki biraz daha iyi hissetmem için oradaydı.

 

"Hmm..." dedim hafifçe gülümseyerek. Sesim biraz daha huzurluydu bu defa.

 

Emir başını eğip yüzüme baktı. Gözleri, yıldızlardan bile parlaktı o an. Gülümsedi.

 

"İşte böyle... Güzel güzel bak gökyüzüne. Bizim için de parlıyorlar belki," dedi alçak bir sesle.

 

"Bak…" dedi Emir, başını gökyüzüne kaldırarak. "Şurada parlayan kutup yıldızı var ya… Gece görevlerinde az yoldaşlık etmedi bize."

 

Parmak ucuyla gökyüzünde bir noktayı işaret etti. Ben de onun gösterdiği yöne çevirdim başımı, ama yıldızlar arasındaki farkı anlamak kolay değildi.

 

"Hangisi?" diye sordum, gözlerimi kısarak.

 

Gülümsedi. Kolunu kaldırdı, işaret parmağıyla tekrar gösterdi.

 

"Bak, tam şu üçgen gibi duran yıldız grubunun hemen üstü. Diğerlerine göre daha sabit durur. Ne tarafa gidersen git, o hep aynı yerde kalır gibi gelir. Onu bulunca, yönünü şaşırmazsın."

 

Birlikte o noktaya uzun uzun baktık. Gökyüzü derindi, sessizdi ve içimizi anlatamayacağımız duygularla dolduruyordu.

"Çok güzeller hepsi…" dedim gökyüzüne hayranlıkla bakarak. Yıldızlar, gecenin içine serpiştirilmiş sessiz bir şiir gibiydi.

 

"Senin kadar değil…" dedi Emir, sesi neredeyse fısıltıydı. Gözlerimi onun yüzüne çevirdiğimde, gülümsüyordu.

 

"Emir…" dedim hafif bir utanmayla. Gülüşünü bastıramadı.

 

Tam o anda heyecanla parmağını gökyüzüne kaldırdı.

 

"Bak! Yıldız kayıyor!"

 

Bir anda başımı göğe çevirdim. "Nerede?!"

 

"Şurada… Gördün mü? Hadi, gözlerini kapat. Dilek tut!"

 

"Tamam!" dedim ve gözlerimi hızla kapattım.

 

Kalbimde kocaman bir dilek vardı. Sade ama derin… Onunla bir ömür. Mutlu, sağlıklı, huzurlu… Sıcacık bir ev, belki çocuklar, belki kahkahalarla dolu sofralar. Birlikte geçen tüm mevsimler… Hepsini diledim bir anın içine sığdırarak.

 

Gözlerimi açtığımda, Emir bana yan gözle bakıyordu. O meşhur muzip gülümsemesi dudaklarının kenarındaydı.

 

"Diledin mi?"

 

"Diledim!" dedim heyecanla. "Hadi şimdi sıra sende!"

 

Ama o, gözlerini gökyüzünden bana çevirdi. Bakışı yumuşaktı, sesi ise içimi ısıtacak kadar sıcak:

 

"Benim dileğim çoktan kabul oldu. Yanımda duruyor…"

 

Kalbim, o anda tarifsiz bir şekilde doldu.

"Off Emir..." dedim iç geçirerek.

 

"Off kine ne off?" diye döndü bana, gözlerinde yine o muzır parıltı vardı.

 

"Emir ya…" dedim gülümseyerek.

 

O da kahkahayla karşılık verdi. "Gül gül, gülmek iyidir. Ömrü uzatır."

 

Kıkırdadım. "Sayende asırlanacağım gibi hissediyorum."

 

"Beraber yıllanmak güzel olacak desene," dedi ve bu defa sesi daha içten, daha yumuşaktı.

 

"Tabii…" dedim, kelime dudağımdan çıkarken bile gözlerim onun gamzesine takılmıştı. Gülüşü gökyüzünden daha parlaktı sanki.

 

O an gökyüzüne çevirdi yeniden bakışını. Ben ise ona… Derin bir nefes aldım, başımı yana eğdim hafifçe. Kalbimin içinden geçen kelimeler sanki dudaklarıma kadar geldi, bir fısıltı gibi döküldü.

 

"Keşke her şey bu kadar güzel olsa…"

 

Sözüme sessizlik eşlik etti önce. Sonra onun sesi geldi. Düşünceli, neredeyse aynı tonda.

 

"Keşke…"

 

Gözlerini gökyüzünden ayırmadan söyledi bunu. Belki geçmişe, belki ilerideki bilinmez bir güne bakıyordu. Ama o an, ikimizin de kalbinde aynı dilek vardı.

 

 

“Eve gidelim mi artık?”

“Nasıl istersen, güzelim... Ama daha iyi misin şimdi?”

“Temiz hava iyi geldi, teşekkür ederim.”

“Senin gülüşün yeter bana... Gerisi teferruat.”

 

O anda göz göze geldik. Sanki tüm o karanlığın içinde, sadece onun gözlerinde bir ışık vardı. Sıcacık, tanıdık... Eve gitmekten kastım sanki sadece dört duvar değildi artık. Onun yanındaydım. Evimdeydim.

 

___

Emir Kaan’dan...

Eve vardığımızda üzerimde biriken yorgunluğu atmak için hemen odama geçtim. O an, sadece birkaç dakikalığına bile olsa üzerimdeki günün ağırlığını sıyırmak istedim. Tişörtümü çıkardım, omuzlarımı gerip boynumu esnettiğim sırada arkamdan gelen ince sesle irkildim.

 

"Emir… ekleri—"

 

Refleksle dönmemle, o da aynı hızla yüzünü çevirip panikle sırtını bana verdi.

 

"Ah! Emir, özür dilerim!"

 

Yanakları utançtan kıpkırmızıydı. Kapının eşiğinde öylece donakalmıştı.

 

Kaşlarımı hafifçe kaldırıp hafifçe gülümsedim.

 

"Bir şey mi oldu, güzelim?"

 

"Yani... ekleri beraber yiyelim mi diyecektim. Kapı açıktı, çalmak aklıma gelmedi. Zamansız geldim belli ki."

Sesi cılızdı, suçlu çocuklar gibi konuşuyordu.

 

"Yok, yok." dedim gülerek, omuz silktim. "Büyütülecek bir şey değil bu. Hem arkanı dönecek bir şey de yok yani."

 

Kafasını hafif yana eğdi, sesi neredeyse duyulmayacak kadar yumuşaktı.

 

"Üstün yok Emir..."

 

Başımı iki yana sallayarak güldüm.

 

"Tamam da, bu gayet sıradan bir şey. Neden bu kadar büyütüyorsun ki?"

 

"Dalga geçme..."

Sesi çatallaşmıştı, mahcubiyetle karışık bir serzeniş.

 

Aramızdaki mesafeyi kapatarak birkaç adım attım. Arkası dönük olsa da onun hizasına gelince yumuşak bir tonla konuştum:

 

"Güzelim, ben senin eşinim. Yarın bir gün birlikte tatile gitsek etsek, denize girsek... Ne olacak? Yine bu halimi göreceksin."

 

"Olmaz."

Dudaklarını sıkmıştı, inatla söylüyordu.

 

"Ne olmaz?"

 

"Tişörtsüz olmaz işte..."

 

Kesin gözlerini kaçırıyordu. Ama yanaklarındaki hafif pembe, içindeki kararsızlığın biliyordum. Kıskançlığını sezmiştim çünkü...

 

Tişörtümü almak için dolabıma yönelip bir tişört üzerime geçirip kapıya doğru döndüm. Kollarımı iki yana açıp kapı pervazlarına yaslandım biraz alaycı, biraz şefkatli bir ifadeyle baktım:

 

"Bak, giyindim. Şimdi anlat... Neden tişörtsüz olmazmış?"

 

 

Gözlerini kaçırdı ama yanakları çoktan kızarmıştı. Parmak uçlarıyla saçını kulağının arkasına itmeye çalışırken, kekeleyerek mırıldandı:

 

"…Bakarlar hani... rahatsız olursun."

 

Kaşlarımı kaldırarak başımı yana eğdim.

 

"Ben mi rahatsız olurum, sen mi?"

 

"Ben niye olayım?"

 

"Yani hani... kocanım ya, belki kıskanırsın diye—"

 

Tam o sırada gözleri bileğime kaydı. Bakışları dondu. Gözlerinin küçülmesinden, o çizikleri fark ettiğini anladım. Elimi fark ettirmeden gizlemeye çalıştım ama artık çok geçti.

 

"Senin... o eline ne oldu?"

Sesi birden ciddileşti. Artık utangaç değil, endişeliydi.

 

"Ne olmuş?" dedim aceleyle. Elimi arkamda saklamaya çalıştım ama bakışlarım da beni ele veriyordu. Bugünkü olaydan kalma, derince bir çizikti. Kazayla açıklanamayacak kadar kasıtlı görünüyordu. Ama mecburdum yalan söylemeye...

 

"İş kazası, bir şey değil."

 

"Emir..." dedi, sesi kırıldı. Adımı tam söylerken içi sızlamış gibiydi. "Çok kötü çizilmiş..."

 

"Acımıyor ki," dedim, umursamaz görünmeye çalışarak. Gülümsemeye çalıştım ama beceremedim.

 

"Niye dikkat etmiyorsun?!"

 

"Özür dilerim, fark etmedim bile... Daha dikkat ederim, doldurma gözlerini böyle."

Sesim titredi hafifçe.

 

"Emir Kaan ya!" dedi, gözleri parlamaya başlamıştı. Dayanamadı, bir adım atıp boynuma sarıldı. Küçük, ürkek bir kuş gibi sokuldu göğsüme. Başını omzuma gömdü, nefesi tenime sıcak sıcak çarpıyordu.

 

Kollarını sırtıma doladığında elleri titriyordu. Usulca sırtını okşadım.

 

"Lütfen dikkat et... Sana bir şey olmasın... Ne olur..."

 

"Güzelim..." dedim, gözlerimi kapatarak alnını öptüm. "Sadece küçük çizikler. Gerçekten bir şey olmaz."

 

Başını hafifçe iki yana salladı ama kollarını gevşetmedi. Sesi daha kısıktı şimdi, gözyaşlarını bastırıyordu.

 

"Dikkat et ne olur..."

 

"Tamam... Söz. Ama bunun için ağlama ne olur. Vallahi acımıyor, ömrüm..."

 

Bir anda sesi kırıldı, kelimeler dudaklarından kopup düştü:

 

"Ben... korkuyorum Emir Kaan. Sen de gideceksin diye korkuyorum..."

 

Kalbim bir anlığına durdu. Tüm vücudumun içi çekildi sanki.

 

"Ben seni hiç bırakır mıyım güzelim?" dedim, sesi yumuşatarak.

 

Gözlerini sıktı, yüzünü göğsüme bastırdı daha sıkı. Fısıltıya dönüştü:

 

"Ne olur sen de gitme..."

 

Parmaklarımı saçlarında gezdirdim, alnına bir öpücük kondurdum. "Güzelim... buradayım. Yanındayım. Hiçbir yere gitmiyorum."

 

"Her gece kabuslar görüyorum..."

Bu kez sesi daha da boğuktu. Geri çekildi yavaşça. Yüzünü iki elimle kavradım, avuçlarımda minicik bir dünya gibi duruyordu.

 

"Şşş... Onlar sadece rüya... Korkma güzelim. Ben buradayım. Hep olacağım. Daimi."dedim, zorlukla yutkunarak. En azından ruhen hep olacaktım...

 

O an, gözleriyle beni tararken bir şey hatırladı gibi durdu. Kaşlarını çattı.

 

"Başka yaran var mı demediğin?" diye sormasıyla gözlerini endişeyle yüzümde gezdirdi.

Bir an duraksadım. İçimdeki küçük muzipliği bastıramadım.

 

"Var..." dedim, ses tonumu biraz ciddileştirerek.

 

"Emir..." dedi, endişesi artıyordu. "Nerede?"

 

"Sol göğsümün hizasında, tam kalbimin üstünde."

 

Bir adım attı bana doğru. Gözlerindeki tedirginlik yavaşça yükselen panik kıvamındaydı.

 

"Çok mu kötü? Kanadı mı? Acıyor mu?"

 

Başımı salladım. "Fena... Kurşun derine işlemiş."

 

Yüzüme boş boş baktı, az önceki yaramı unutmuş gibi.

"Kurşun mu?!"

 

"Yani... figüratif bir yara," demedim tabii. Oyunu biraz daha sürdürmeye kararlıydım.

 

Başımı eğerek sanki utanıyormuşum gibi yaptım.

"Bakacak mısın?" dedim sessizce.

 

"Çok mu derin?"

 

"Fazla... kurşun çok içe işlemiş," dedim biraz dramatik bir tonla.

Gözleri irileşti. Bu kadar ciddiye alacağını bilsem... belki oyunuma başlamazdım bile. Ama girdik bir kere oyuna...

 

"Pansuman lazım. Sen yaparsın artık?"

 

"Emir..." dedi uyarı gibi ama hâlâ ciddiydi.

 

"Yapamazsan kalsın, Baran yapsın yarın," dedim omuz silkerek.

 

"Yok...ben yaparım... Ama yaranı görmem lazım önce..."dedi, gözleri dolarak.

 

"Çıkarayım tişörtü, bak," dedim sanki başka çaremiz yokmuş gibi.

 

Başını öne eğdi, fısıltıyla onayladı.

"Hıhım..."

 

Ama göz ucuyla hâlâ beni süzüyordu. Parmaklarının arasında kıvırdığı tişörtümü başımdan çıkarıp yere bıraktığımda, bakışları istemsizce göğsüme kaydı. Nefesini tutar gibi oldu. Gözleri, bir an nereye bakacağını şaşırmış gibi tenimde gezinirken, yüzünde mahcup bir utangaçlıkla karışık şaşkınlık belirdi.

 

"Nerede yaran? Hani göremedim..."

 

Gülmemi bastırarak elini tuttum. Parmak uçları hafif titriyordu. Usulca kalbimin üzerine götürdüm ve avucunu sıcak tenime, kalbimin üstüne bastırdım. Derin bir nefes aldı. Elinin içi ateş gibiydi.

 

"Tam burada," dedim gözlerinin içine bakarak, sesi duyulamayacak kadar alçak ama hissedilecek kadar yoğun bir tonla.

"Sevda kurşunuyla vurdun ya..."

 

Göz kırptım. Ama o hâlâ anlamaya çalışıyordu. Gözleri aramızdaki mesafeye değil, duyduğu kelimelere takılmıştı.

 

"Hı?" dedi afallamış bir ifadeyle.

 

"Sen vurdun diyorum... Yürek yarasını sen açtın, Öğretmen Hanım."

 

Bir an donakaldı. Sonra bakışlarında o anlama anı parladı. Gözleri büyüdü, ve avucunu benden çekmesiyle beraber sanki tenime değil de közün üzerine düşmüş gibi bir hızla geri adım attı.

 

"Off Emir!" dedi utangaç ve yarı öfkeli bir sesle. Ama sesinin titreşiminde gülümsemeye direnen bir yumuşaklık vardı.

 

Kahkahamı daha fazla tutamadım. Eğildim biraz, kahkaha dudaklarımda salındı.

"Hemen de kızardın yine… Gözlerin bile utanıyor senden önce."

 

"Sen ciddi ciddi benimle dalga geçtin!" dedi, kaşlarını çatmaya çalışsa da göz kenarındaki kırışıklıklar gülümsemesini ele veriyordu.

 

"Dalga mı geçmek? Asla. Ben sadece... kalbimden sevdası ile delip geçen bir kadına tutulmuş yaralı bir adamım."

 

"Giy üstünü."

 

İklim’in sesi ne kadar sert olmaya çalışsa da, gözlerindeki panik, yanaklarındaki pembelik her şeyi ele veriyordu.

 

"Giymeyeceğim."

Tişörtümü almak için uzanmadım bile. Hatta kollarımı birbirine doladım, tüm rahatlığımla ortada durdum.

 

"Yaa niye?!"

İsyanla kaşlarını çattı. Ama gözleri hâlâ üzerimdeydi. Onu gülümseyerek izliyordum.

 

"Çünkü kızarman hoşuma gidiyor."

Sesimi biraz alçalttım, hafifçe yaklaştım. Göz göze geldik.

O ise hemen geri bir adım attı.

 

"Benim gitmiyor!"

Sert olmaya çalıştı ama sesi çatallandı. Hemen ardından bakışları yine istemsizce üzerimde gezindi.

Gözlerinin donup kaldığı noktada, kıkırdayarak konuştum:

 

"Belli... Gözlerin hâlâ üstümde."

 

"Ya Emir!"

Eliyle yüzünü kapatmaya çalıştı ama ben çoktan kahkahamı salmıştım.

 

"Emir kurban olsun yoluna..."

 

"Off Emir Kaan!"

 

Yanağındaki pembelik artık kulaklarına kadar çıkmıştı. Dönüp kaçmaya yeltendi.

 

"Kaçma, gel!"

 

Hızla kalkıp arkasından uzandım.

Elinden tuttum. Hafif bir çekişle geri döndürdüm.

Ve diğer elmle usulca belinden tuttum. Nefesinin hızlandığını hissettiğim an, kendime doğru bir adım daha çekiverdim onu. Vücudu istemsizce bana yaklaşırken iki eli de telaşla göğsüme yapıştı. Parmak uçları tenime dokunduğu anda irkildi.

Gözlerini kocaman açtı. Önce ellerine, sonra gözlerimin içine baktı.

 

"Emir!"

 

Sesi panikle çıkmıştı ama içindeki titremeyi fark etmemek imkânsızdı.

Ben, hafifçe eğildim ona doğru; dudaklarım fısıltı kıvamında döküldü:

 

"Helalimsin..."

Parmaklarım beline biraz daha sıkı sarıldı.

"Yarın bir gün bir şey olsa... bana sen bakacaksın. Alış karım benim."

 

İklim’in gözleri devrildi. Dudakları gerildi.

 

"Emir Kaan, sinirlendirme beni!"

 

Kaşlarımı kaldırdım, sahte bir şaşkınlıkla güldüm.

 

"Gittikçe de uzuyor adım mübarek... Birazdan tam kimlik bilgimi söylersin diye korkuyorum."

 

"Emir..."

Sesini inceltti, ellerini çekmeye çalıştı.

"Çekil...hadi..."

 

Başımı iki yana salladım, gözlerimi kapatıp iç çektim.

"Cıık... Böyle iyi geldi."

Çenesine doğru eğilip usulca fısıldadım:

"Sen böyle yakınken dünya susuyor sanki..."

 

"Uyuzluk yapma Emir!" demesiyle birlikte başını göğsüme daha da bastırdım, kollarımı bırakmaya çalışsa da nafileydi. Saçlarının arasına usulca elimi daldırıp parmaklarımla nazikçe taradım. O nefesini tutmaya çalışırken, ben fısıltıyla güldüm:

 

"Yanakların da yanıyor bu arada..."

Başını kaldırmak istedi ama izin vermedim.

"Resmen fırın gibi, içim ısındı vallahi."

 

"Ahtapot musun ya sen? Her yerden sarıyorsun!"

Sesi boğuk, ama belli ki gülmemek için kendini zor tutuyordu.

Bir kahkaha attım, alnına küçük bir öpücük kondurdum.

 

"Senin şu utangaçlığını izlemek, güneşi izlemek gibi..."

Bir an duraksadım, sonra alaycı bir tebessümle fısıldadım:

"Ama güneş bu kadar tatlı yanmaz."

 

"Off Emir!" dedi, sesi iyice kısılmış, yorgun bir teslimiyetle.

Ama elleri hâlâ beni itmeye çalışmıyor, sadece orada duruyordu.

Biliyordu, ben de biliyordum; o savaşmıyordu artık.

Sadece kalbinin hızına inat susuyordu.

 

"Bi’ de şöyle konuşman şu durumda..." dedi, mırıldanarak.

 

Ben sadece güldüm.

Oysa kalbim çarpıyordu. Onun yanakları kadar, sesindeki titreme kadar sıcak, derinden ve hızlı.

 

"Hadi bırak artık, üstünü giyin..." dedi sesi neredeyse fısıltı gibi.

Bir adım geri çekildim. O an, içimde bir şey ezildi. İnce bir pişmanlık sızladı yaptıklarımla içimde...

Tişörtümü yerden alırken oyun oynamak için yaptığım o sahne, bir anda zihnime yıldırım gibi çaktı.

Yutkundum. Sırtımı ona dönerek üstümü giydim. Kumaş tenime değerken yüzümde belirsiz bir pişmanlık vardı. Rahatsız etmekten korkuyordum çünkü onu, masumca sevmeye çalışırken...

 

Arkamı döndüğümde o da yüzünü benden çevirmişti.

İçinde ne vardı, ne düşündü bilmiyordum ama...

Derin bir nefes aldım. Sesim yavaşça yankılandı odada:

 

"Rahatsız oluyor musun... hiç benden?"

Duraksadım.

"Biraz çocuklaştım az önce... ama seni rahatsız mı ettim?"

 

Cevabı hemen geldi, kısa ve biraz da kızar gibi:

"Ne alakası var Emir?"

 

"Bilmem." Omuzlarımı silktim hafifçe.

"Sadece sorasım geldi. Kendimi ona göre ayarlamam gerek belki... en azından sınırı geçmeyeyim diye."

 

Bu defa sesi daha netti, ama içinde belli belirsiz bir sorgu vardı:

"Rahatsız oluyorum desem... uzaklaşacak mısın?"

 

Bir adım daha geri çekilmek istedim ama ayaklarım sabit kaldı.

"Önce... benim soruma cevap ver," dedim. "Gerçekten."

 

Kısa bir sessizlik oluştu. Kalbinin sesini bile duyar gibiydim.

 

"Olmuyorum." Yutkundu.

"Gerçekten... En son yaptığın o saçma ama komik şeyden bile rahatsız olmadım."

 

O an boğazımdaki düğüm çözüldü biraz.

 

"Yine de... olursan söyle. Biraz düşüncesiz davrandım az önce özür dilerim... Sana karşı hiçbir zaman kötü niyetim olmadı. Sadece çocuklaşmak istedim bir an..."

Gözleriyle buluşmak istedim ama hâlâ sırtı bana dönüktü.

"Bu yüzden ne olursa olsun rahatsız olduğun an söyle lütfen...Ben kendimi ona göre ayarlarım, tamam mı?"

 

Bir an durdum, içimi dürüstçe döktüm:

 

"Bazen... seni görünce, tutamıyorum kendimi. Senin yanında çocuklaşasım geliyor. Şakalaşmak, gülmek, saçmalamak istiyorum.

Ama ben gülüyorum diye seni rahatsız etmeye, sıkıştırmaya hakkım yok. Eğer seni bunaltırsam, çekinme... lütfen söyle."

 

O hâlâ arkasını dönmüştü ama ben onun da sustuğunda çok şey söylediğini biliyordum.

 

 

"Üstümü de giyindim... dönebilirsin," dedim, sesim biraz yumuşaktı.

Kendimce sakin görünmeye çalışıyordum ama içimde belirsiz bir tedirginlik vardı.

 

O da bunu fark etmiş gibiydi. Sessizce döndü bana.

Gözleri gözlerime değil, önce omuzlarıma, sonra yüzüme takıldı.

Derin bir nefes aldı.

Sanki içinden geçen kelimeleri bir sır gibi taşıyordu, ama artık daha fazla tutamayacak gibiydi.

 

"Ben..." dedi, sonra dudaklarını ısırdı hafifçe.

Gözleri bu kez tam anlamıyla yüzüme sabitlendi.

 

"Ben senden hiç rahatsız olmadım, Emir. Olmam da."

 

Yutkundum. Sanki söylediği cümleyle içime akan bir sıcaklık vardı. Ama o devam etti, sesi biraz daha alçaldı, biraz daha içtendi:

 

"Tam tersi..." Gözlerini kaçırmadan söyledi bunu. "Bazen senin o saçma şakaların... o çocukça oyunların... bana nefes gibi geliyor.

Beni güldürüyorsun.

Ve ben çok uzun zamandır böyle içten gülmemiştim."

 

Bir şey söylemek istedim, ama boğazıma düğümlenen o tuhaf duyguyla sadece bakabildim.

 

"Seninle yan yana olmak... bilmiyorum, garip bir güven duygusu veriyor bana.

Kendim olabildiğim nadir yerlerden biri sensin.

O yüzden... sakın kendini geri çekme, tamam mı?"

Duraksadı, sonra ekledi:

"Eğer bir gün rahatsız olursam, ben söylerim zaten. Ama o gün bugün değil. Hiç olmadı ve eminim ki hiç de olmayacak..."

 

Gözlerimiz birbirine değdiğinde, içimde yükselen sıcaklıkla yutkundum.

 

"Sen de… benim çocukluğumsun çünkü…" dedi.

Gözleri bir an uzaklara kaydı, sanki geçmişin tozlu raflarında bir şeye dokunmuş gibi.

Sonra tekrar bana çevirdi bakışlarını, bu kez daha netti sesi.

 

"Kimsenin görmediği İklim’i görüyorsun. Kimsesiz sandığım taraflarımı fark ediyorsun. Bu da… bana ilaç gibi geliyor."

 

Sustu. Gözleri dolu doluydu ama taşmıyordu. Gözlerinde çocukluğundan kalma bir kırgınlık vardı sanki. Ama içinde, bana dair bir güvenle çatılmış yeni bir umut da…

 

"Senin yanında kendim olabiliyorum, Emir," dedi.

"Ne öğretmenim ne öğrenci burada, ne de ayakta kalmak zorunda olan bir yetişkin... Sadece İklim’im işte.

O unuttuğum, bastırdığım, susturduğum İklim..."

 

Yaklaştım. Bu sözlerin ardından sessiz kalamazdım. Parmaklarımı yüzüne götürüp nazikçe çenesini tuttum.

 

"Ben seni her halinle görüyorum, İklim," dedim.

"Çocuk hâlinle, güçlü hâlinle, kırık taraflarınla...Ve hepsine ayrı ayrı hayranım."

 

“Ben de… senin her haline hayranım,” dedi gözlerini kaçırarak, sesi titrek ama samimiydi.

“Bu yüzden… rahatsız olurum düşüncesiyle saklama kendini benden. Lütfen... Kendini geriye çekme.

Ben senden… hiçbir zaman rahatsız olmam, Emir.”

 

Gözleri bir anlığına gözlerime değdi, sonra utangaç bir çekilişle yere kaydı tekrar.

“Evet… bazen kaçıyorum.

Ama bu, senden değil…

Kendi içimde bastıramadığım duygulardan.

Utangaçlığımın arkasına saklanıyorum çünkü ne hissettiğimi tam çözemediğim anlar oluyor.

‘Karım benim’ deyişin bile… yüreğimi sarsıyor Emir. Bu kadarına bile dayanamıyorum bazen…

İçimde kıpırdayan şeyleri daha önce hiç yaşamadım. O yüzden tepkilerimi yadırgama ne olur...

Bunlar bana… yabancı.”

 

Bir an sustu. Kelimelerin ardından gelen sessizlikte sadece kalbimizin sesi kalmıştı. Ben bir adım attım.

Sonra dudaklarımdan usulca döküldü o söz:

 

“Kurban olurum her sözüne...”

 

Onun savunmasız hâline...

Titreyen sesiyle açtığı kalbine...

Çekinerek de olsa gösterdiği, içinde fırtınalar koparan o kocaman sevgiye...Gerçekten kurban olurdum.

 

Elini yavaşça yüzüme uzattı.Tedirgindi.

Ama yine de dokundu.

Sanki parmaklarının ucunda, kalbini taşıyordu.Yanağıma koyduğu eli sıcacıktı; hem tenim yanıyordu, hem içim. Tüm o çekingenliğiyle, tüm korkularıyla bana yaklaşıyordu.

 

Gamzeme dokundu usulca. Parmaklarının yumuşaklığı, bir bahar sabahı gibi geçti içimden.

Elini tutup yanaktan ayırmadım. Tam tersine, avucuna yüzümü bastırdım.

Sığınır gibi... İncecik bir kabukla örttüğü o duyguların, şimdi gözlerinden dökülüşünü izliyordum.

 

"Senden başka her şey yabancı bana sanki..."

Sesim, yüreğimin derinlerinden gelen bir itiraf gibiydi.

 

Başını eğdi hafifçe. Dudakları bir tebessüme yaklaştı, ama durdu.

"Bende de öyle oluyor..."dediği anda, gözlerindeki o boşluk dolmaya başladı.

 

"Şükür sebebimsin..." dedim, biraz daha yaklaşıp. Ona ait bir dua gibi fısıldadım bu sözü.

 

"En çok da benim..."dedi, başını yana eğip o muzip gülümsemesi ile...

 

"Öyle mi?"

 

"Öyle..."dedi. Tek kelimeydi...

Ama içini o kadar dolu söyledi ki...Dünya sustu, sadece o kelime kaldı havada.

 

Soluk alışverişlerimiz birbirine karıştı. Zaman, sanki yavaşlamıştı. Her saniyesi değerli, her anı korunasıydı.

 

Ben usulca eğildim. Avucundaki yüzümü onun boynuna doğru taşıdım.

Saçlarını nazikçe yana çektim.

Ve boynuna, sessiz bir öpücük kondurdum.

 

İçimdeki sevgi taş gibiydi.

Ağırdı. Ama taşıması güzeldi.

Ve bu ağırlığın adı İklim'di.

 

Gözlerini kapattı bir an. Öylece kaldı.

Ne bir söz, ne bir kıpırtı...

Sadece nefesleriyle var oldu o an.

 

Ben kalbimi usulca onun avcuna bıraktım. O hâlâ tutuyordu beni...Öylece sarılmıştı ama dünyalara bedel cinsten...

Ama artık sadece tenime, yüreğime değil…

Bütün hayatıma dokunuyordu bu kadın...Ve ben yine pişman değildim.

☆☆☆

Oylama 25 in altına düşmesin. Bol oy ve yorum istiyorum. ❤️

Bölüm şarkınız

Emir Kaan vibe videosunu bıraktım inşallah silmez uygulama :

 

Bölüm : 07.08.2025 13:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Bozkurt Pençesi / Yarım Kalan Sigara / Bölüm 46 : İyi ki Sen ❤️‍🔥
Bozkurt Pençesi
Yarım Kalan Sigara

57.91k Okunma

6.71k Oy

0 Takip
112
Bölümlü Kitap
Bölüm 1 : Atalay Timi 🦂🇹🇷Bölüm 2 : İlk Karşılaşma ❤️‍🔥Bölüm 3 : Görünmeyen YaralarBölüm 4 : Yeni başlangıçlarBölüm 5 : Tamamlanmayı Bekleyen HayatlarBölüm 6 : Timin başı DertteBölüm 7 : Küçük Umut Yaman ParsBölüm 8 : Aşiret ve Töre Kurbanları 🔥Bölüm 9 : İki Sevdanın arafında...Bölüm 10: Başımız Belada ❤️‍🔥Bölüm 11 : Zoraki Evliliğe İlk AdımBölüm 12 : Sözde KarımBölüm 13 : Dik Durmaya ÇalışmakBölüm 14 : Senin Sayende ❤️‍🔥Bölüm 15 : Aşka Adım Adım ❤️‍🔥Bölüm 16 : İstenmeyen GelinBölüm 17 : Namus Davası ve ÇarşafBölüm 18 : Hayatta Kalma SavaşıBölüm 19 : Zor GünlerBölüm 20 : İlk TavizlerBölüm 21 : Aşiret ile karşı karşıya 🔥Bölüm 22 : Kıvılcımlar ArasındaBölüm 23 : Sevgi Tohumları ❤️‍🔥Bölüm 24 : İlk BuseBölüm 25 : Yağmurun altında bir günBölüm 26 : Yasak Sevdalı 💔Bölüm 27 : Acılar 💔Bölüm 28 : Kapanmaz Yaralar ❤️‍🔥Bölüm 29 : Beklenmeyen HaberBölüm 30 : Gönül YarasıBölüm 31 : Cam kırıkları 💔Bölüm 32 : Yağmur Seninle GüzelBölüm 33 : Aşk YağmuruBölüm 34 : Şükür SebebiBölüm 35 : Gökyüzü güzelliğini kıskanırBölüm 36 : Aşk ve Adalet ❤️‍🔥Bölüm 37 : Merhamet Kokulum ❤️‍🔥Bölüm 38 : Aşkı Şerbetli ❤️Bölüm 39 : Yürek Yarası ❤️‍🔥Bölüm 40 : İlk İtiraf ❤️‍🔥Bölüm 41 : Kıskançlık Krizi ❤️‍🔥Bölüm 42 : Korku olmazsa aşk olmaz ❤️‍🔥Bölüm 43 : Beklenmeyen Buse 🥲Bölüm 44 : Yaşam SavaşıBölüm 45 : Ölüm ile Yaşam...Bölüm 46 : İyi ki Sen ❤️‍🔥Bölüm 47 : Canımdan can gidiyorBölüm 48 : Özlemek istiyorumBölüm 49 : Mest Olunur GüzellikBölüm 50: Sevdiğiyle Çocuk Olurmuş İnsan ❤️‍🔥Bölüm 51 : Aşk Ve savaşBölüm 52 : Yıkımlar başlıyor...Bölüm 53 : Mor orkide 🇹🇷Bölüm 53 : Aşk Sakinleştiricisi 🔥Bölüm 54 : Gurur ve Sevda🔥Bölüm 55 : Şımarmak istiyorumBölüm 57 : Masum Aşıklar 🫠Bölüm 58 : Yaşayan Fosilsin SenBölüm 59 : Can kırıklarıBölüm 60 : Bir Gönül Davası 🔥Bölüm 61 : İki Cihan CennetimBölüm 62 : Yak yanıyorsak söndürmeBölüm 63 : Hüzün MaltemiBölüm 64 : Alevler ve küllerBölüm 65 : Bir Yürek Yangını ❤️‍🔥Bölüm 66 : Emir HayranlıklarıBölüm 67 : YıkılışlarBölüm 68 : Gamzenin Çukurunda kaybolmak istiyorumBölüm 69 : Gururum ❤️‍🔥Bölüm 70 : Anlat Onlara...Bölüm 71 : Hasret kavuşmasıOkurlarimmBölüm 72 : Saklanılan AcıBölüm 73 : Küçük Emir’in Acıları❤️‍🔥Bölüm 74 : Acı ve GururBölüm 75 : Hisler Uyanıyor...Bölüm 76 : Yüreğimin Vatanı ❤️‍🔥Bölüm 77 : Yıldızların Altında 🫠❤️‍🔥Bölüm 78 : Son hatırlarBölüm 79 : Başka bir EmirBölüm 80 : Canımı Yakıyorlar ❤️‍🔥😔Bölüm 81 : Hisler Yalan söylemezSoru-Cevap yapıyoruzBölüm 82 : Mazi ve aşkBölüm 83 : Sırılsıklam aşkBölüm 84 : Kokunda Dinlenmek İstiyorum😔❤️‍🔥Bölüm 85 : Kanlı Nefesler 🥀❤️‍🔥Bölüm 86 : Acılar ve Gerçekler 🥀❤️‍🔥Bölüm 87 : Diriliş mi Bitiş mi ?Bölüm 88 : Uyanış ❤️‍🔥Bölüm 89 : Küçük Yılmaz ❤️‍🔥Bölüm 90 : Bir İç savaş Meselesi❤️‍🔥Bölüm 91 : Pembe bisiklet 🫠Bölüm 92 : Efelerin EfesiBölüm 93 : Nemrut’un Kızı ❤️‍🔥Bölüm 94 : Aşk ve SavaşBölüm 95 : Ahım ölüme kadar 🥀🔥Bölüm 96 : Tatlı Aşermeler 🫠❤️Bölüm 97 : Canımın Canını AldılarBölüm 98 : Sensiz Nasıl Yaşarım Ben...Bölüm 99 : Canımı YaktınızBölüm 100 : TükenişlerBölüm 101 : Kanlı GömlekBölüm 102 : Son Yüzleşme ❤️‍🔥Özel Bölüm : Leyla'nın GerçekleriBölüm 103 : Kanlı Son Direnişler...Bölüm 104 : Ahirim SensinBölüm 105 : Kana Karışan NefeslerBölüm 106 : Zamana TutsakBölüm 107 : Aşabildin mi ?Spoi107.bolume oy ve yorum gelmediği sürece bölümü atasım yok bilginize
Hikayeyi Paylaş
Loading...