

Emir Kaan’dan...
Gece uyku tutmamıştı. Ona verdiğim sözler beynimde dönüp duruyor, her tekrarında biraz daha ağırlaşıyordu. Karakolda da işler uzayınca bahçeye çıktım. Serin hava yüzüme çarptı, derin bir nefes aldım. Cebimden sigaramı çıkarıp yaktım. İlk nefeste ciğerlerim hafifçe sızladı. İçtiğim için bana kızardı ama şu an tek tesellim buydu.
Telefonumu çıkarıp Baran’a mesaj attım.
"Karakola geçince beni bul. Konuşalım."
Cevap kısa sürede geldi.
"Tamamdır kardeşim, bir şey mi oldu?"
"Gel konuşuruz."
Mesajı yollayıp telefonu cebime koydum. Sigaramı ağır ağır içerken beynimdeki düşünceler birbirine karışıyor, boğazıma oturan ağlama isteğini bastırmaya çalışıyordum.
Sigarayı bitirip çöpe attım. Tam o sırada merdivenlerde tek başına oturan bir asker dikkatimi çekti. Omuzları düşük, bakışları uzak… Gözleri biraz ileride kendi aralarında gülüp eğlenen arkadaşlarına kilitlenmişti ama yüzündeki gülümseme kırık bir aynanın yansıması gibiydi.
Yanına yürüdüm. Beni görünce ayağa kalkmak istedi ama elimi omzuna koyup engelledim.
"Komutanım?!"
"Otur paşam, otur." dedim ve yanına oturdum.
Bir süre sessizlik oldu. Soğuk hava ciğerlerime dolarken onu süzdüm.
"Sen niye burada tek başına oturuyorsun?"
"Öyle Komutanım…"
"Onlara niye karışmıyorsun? Zaman geçmez böyle tek başına. Kaç ayın kaldı?"
"Üç ayım kaldı Komutanım…"
"Git yanlarına, kaynaş sen de."
Başını hafifçe salladı.
"Komutanım, başta herkesle konuşuyordum. Ama sonra araya soğukluk girdi. Aralarında fısıldaşıyorlar… Ben girince zoruma gidiyor."
Kaşlarımı çattım.
"Niye, bir husumet mi oldu aranızda?"
"Vallahi siz ne biliyorsanız ben de onu biliyorum Komutanım. Ne iş verdilerse yaptım, bir dediklerini iki etmedim, kırmadım, üzmedim… Onlar uzaklaştı."
Omuzlarımı hafifçe kaldırdım.
"İnsanoğlunun huyunda vardır bu. Bazıları böyledir. Ama onlar öyle diye herkes öyle olacak değil. Sen yine de kaynaş. Kendini de kullandırtma ama..."
"Küsüyorlar Komutanım ama sonra…"
Sözünü kesip gözlerinin içine baktım.
"Senin yaşın kaç?"
"Yirmi üç Komutanım…"
"Ama büyümemişsin koçum. Hâlâ çocuk ruhun dışarıda. Dünyaya çok iyi niyetle bakma, bazen kötü de düşünmek gerekiyor."
Başını öne eğdi, hafif bir tebessümle konuştu.
"Babam gibi konuştunuz Komutanım siz de… Ama elimde değil. Benim zaten yüzde yirmi beş engelim var. Ona rağmen herkes bedelli yaparken ben zorla askerlik yapmak için raporlarla oynattırdım babama. Hep engelli gözüyle bakıldı. Acaba onlar da mı öyle yapıyorlar?"
O an anlamıştım. Derin bir nefes aldım.
"Hmm… şimdi anlaşıldı. Ama engelli olan sen değilsin Müslüm... Onlar."
"Anlamadım Komutanım."
"Bizim toplumumuz duyarsız, anlayışsız insanlarla dolu."
Bir süre sessizlik çöktü aramızda. Gözleri yere takılı kaldı, derin bir nefes aldı, sonra çekingen ama içten bir sesle, “Ben... yine anlamadım komutanım,” dedi.
“Engelli diye adlandırdıkları, genellikle fiziksel ya da zihinsel olanlar olur tıpta, kardeşim,” dedim yumuşak ama kararlı bir sesle. “Ama aslına bakarsan, o ‘sağlıklı’ dediğimiz insanların çoğunun düşünce engeli var. Senin iyi niyetli olman, dürüst olman, bu senin engelin değil, insan olmandan kaynaklanıyor. Ama onlar... Onlar sağlıklı olup da düşüncelerini, niyetlerini menfaat uğruna çarpıtarak, fark yaratmaya çalışırken aslında kendilerini engelliyorlar. Ve işte bu, onların cahil kalmış, gelişememiş bir toplumun düşünce engelli bireyleri olduğunu gösteriyor. Sen onların yapamadığını yapıyorsun. Sen düşünüp iyilik ederken, onlar seni yanlış anlıyor, yargılıyor; böylece gelişmemiş bir toplumun, gelişmemiş neslin ürünü oluyorlar.”
Bir an durdu. Gözlerinde kırgınlık, içten bir arayış vardı. “Yani benim engelimin kötü bir yanı yok mu?” diye sordu, sesinde beliren kırılganlıkyla.
“Cııık... Aksine var. İyi yanları var,” dedim hafifçe tebessüm ederek. “Onların yapamadıklarını, düşünmediklerini sen düşünüyorsun. Bu dünyada nadir bulunan bir güç.”
Yüzünde hafifçe aydınlanan bir ifade belirdi. “Bu açıdan hiç bakmamıştım, komutanım,” dedi yumuşak ve samimi bir sesle.
“Engellinin olması ayıp değil, asıl ayıp onların yaptığı,” dedim, gözlerinin içine bakarak. “Unutma bunu. Ben asayiş bürosundayım. Canın sıkıldığında, ağır geldiğinde, yanıma gel. Anlaştık mı?”
Başını salladı. Yüzünde hafif bir tebessümle ayağa kalktı. Tam ayrılırken sesini tekrar duydum:
“Komutanım?!”
“Efendim aslanım,” dedim tebessümle.
“İsminiz Yılmaz mı?” diyerek isimliğime baktı. Gülerek cevap verdim:
“O soy ismim. İsmim Emir Kaan. ‘Emir Uzman’ı görmek istiyorum’ de, yanına getirirler seni. Ve engellinin olduğunu kimseye söyleme. Hadi, dikkat et kendine.”
“Sağ olun komutanım,” dedi içtenlikle, gözlerinde minnet ve biraz umut vardı.
“Sende sağ ol, Müslüm.”
___
Baran’dan...
Emir Kaan’la konuşmak için karakola gidecektim güya… ama kafam ne bende, ne de yerinde. Üzerimi gelişigüzel giyip yatağın kenarına oturdum, öylece. Dakikalar mı geçti, yoksa saat mi… bilmiyorum. Emir’in doktoru, dün verilen tahlillerin sonuçlarını bizzat arayıp bildireceğini söylemişti. Ama o an beklediğim tek şey o telefon değildi. İçim yanıyordu. Onun o boğazımda düğümlenen sesi, “Ölüyorum…” deyişi, beynimde yankılanıp duruyordu. Sanki her tekrarında biraz daha kanıyordu içim.
Derin bir iç çektim. Tam o sırada omzumda bir el hissettim. Birden irkildim.
"Baran… Sesleniyorum, duymuyorsun. İyi misin?"
Başımı çevirip Emel’in endişeli yüzüne baktım. Dudaklarımı kıpırdatacak hâlim yoktu.
"Hayatım… sende bir haller var. Ne oluyor?"
Bakışlarımı yere kaçırdım. Boğazımdaki düğümü nasıl çözüp de ona anlatabilirdim ki? Canımdan çok sevdiğim, kardeşim bildiğim adamı… yavaş yavaş kaybediyor olduğumu…
"Baran… ne zaman sorsam gözlerin doluyor. Birine mi bir şey oldu, canımın içi?"
Yanıma oturdu. Ellerimi avuçlarının içine aldı, sımsıkı. Onun sıcaklığı avuçlarıma yayılırken gözlerindeki nemi gördüm. Daha ben söylemeden anlamış gibiydi. Dayanamadım, başımı yavaşça dizlerine bıraktım.
"Baran?"
"Canımdan can alıyorlar, Emel…"
Sesim titredi, dudaklarımın kenarı acıyla gerildi. Gözlerimden yaşlar yanaklarıma doğru süzüldü.
"Baran’ım… ne oldu…"
Saçlarımı okşayan parmaklarının arasında daha da küçüldüm sanki.
"Canım yanıyor gülüm… Babamdan sonra ilk defa bu kadar yandı…"
"Ne oldu Baran… annemlere mi bir şey oldu? Dünden beri tek lokma yemedin, hep dalgınsın… Ne oluyor canımın içi?"
Emel’in sesi titriyordu. Gözleri, cevabımı almadan korkuyu hissetmiş gibiydi. Yutkundum ama kelimeler boğazıma takıldı. Sonunda başımı kaldırmadan konuştum.
"Emir’i koruyorum sanarken… meğerse onu yalnız bırakmışım, gülüm. Ölüyor Emir… gözümün önünde eriyor, acılar içinde… Kardeşim dediğim adam… Bir şey yapamıyorum Emel."
Hıçkırıklarım cümlelerimi böldü. Dizlerine kapanmıştım, onun elini tutarken titriyordum. Emel’in parmakları saçlarımda dolaştı, yüzüme bakmak için hafifçe başımı kaldırdı.
"Gerçek mi bu dediklerin?" dedi, sesi kısık, gözleri dolu doluydu.
"Keşke yalan olsa gülüm… Keşke yalan olsa…" dedim, gözlerimden süzülen yaşlar ellerine damlarken.
Emel’in sesi titredi.
"Ne diyorsun sen, Baran…"
Başımı kaldırmadan konuştum.
"Canımdan can aldı pezevenkler… Ruhum duymamış Emel…"
Ellerim onun ellerine daha sıkı kenetlendi. Boğazıma oturan yumruyu yutmaya çalışırken, Emel hafifçe eğilip yüzüme baktı saçlarımı öptükten sonra...
"Ne oldu, anlat hadi… Kalk gülüm, hadi…"
Beni dizlerinden kaldırmaya çalışırken gözlerindeki endişe her halinden belliydi. Ama ben sanki yerime mıhlanmıştım; ne ayaklarım beni taşıyordu, ne de dilim o acı gerçeği söylemeye kolayca razı geliyordu.
Emel’in dizlerinden kalkmamla yüzümü avuçlarının arasına aldı.
"Canım, ne oluyor? Emir’e ne oluyor?" dedi sesi titreyerek.
Anlatmaya başladığım anda, onun bakışları da benim gibi yanıp söndü. Gözlerindeki o ışık sönmüş, yerini derin bir hüzün almıştı.
"İklim için kendinden mi geçti?" diye sordu kısık bir sesle.
"Öyleymiş… Öfkemi yutamıyorum gülüm. Söz verdim Emir Kaan’a… O kıza, Azra’ya ağabeylik ettiğim gibi ağabeylik edeceğime… Ama yutamıyorum işte bu öfkeyi."
" Ama İklim’in suçu yok ki Baran…" dedi Emel, bakışlarını benden ayırmadan.
"Sorun da orada… Ona rağmen bir öfke var içimde o kıza karşı…"
"Emir için o öfkeni bitirmen gerek ama Baran."
En zoruma giden şeyi fısıldar gibi söyledim. "Biliyor musun, en ağır gelen ne? Emir’in o kızla evlendikten sonra hayatının zehir olduğunu sanırken… meğer hiç görmediğimiz bir gülüşünü gördük biz... Öyle parlak, öyle gerçek… O kız ona iyi geldiği halde, ailesi yüzünden Emir’i yitirdiğimizi öğrendiğinde… Ben nefretimle, acımla nasıl başa çıkıp o kıza destek olacağım Emel?"
"Senin bu saatten sonra yapacağın tek şey, Emir Kaan ne diyorsa, ne istiyorsa onu yapıp desteklemek" dedi Emel, sesi kararlı ama içinde yumuşak bir sızı vardı. Parmak uçları yanaklarımda gezindi, gözlerimin içine bakarak devam etti.
"Hem o daha pes etmemiş, direniyor. Hadi canım… Sen yıkılırsan, onun sırtı kime dayanacak? Siz kardeşsiniz…"
Sözleri dudaklarından dökülürken, bakışlarında hem sarsılmaz bir inanç hem de gözle görülür bir endişe vardı. Parmaklarının sıcaklığı, soğumuş tenime sanki hayat vermeye çalışıyor gibiydi. Zorla yutkunarak başımı sallamam ile sarıldı. Başımı omzuna gömdüm. Kokusunda huzuru aradım...ama yürek yangınıma Emel'im dahi bu defa ilaç olamıyordu...
___
Emir Kaan’dan...
Karakolun ortasında, telefonumun ekranında babamın görüntülü araması belirdiğinde bir an duraksadım. “Efendim baba,” dedim, ama sözlerim boğazımda düğümlendi.
Protez bacaklarına rağmen dimdik ayakta duruyordu. Yürüyordu. Gözlerime inanamadım. Yanında Azra ve annem vardı; yüzlerinde mutluluk ve gurur vardı.
“12 senelik hayalin gerçek oldu, Emir’im! Bak oğlum!” diye seslendi babam, sesi dolu doluydu.
“Baba!” dedim, kelimeler boğazımdan zor çıktı.
O anda Azra heyecanla bağırdı: “Ağabey, babam yürüyor artık!”
Kelimeler yetersizdi o anı anlatmaya. İçimde, tarifsiz bir sevinçle karışık, yılların özlemi, mücadele ve umut vardı.
“Lan, toplanın! Babam yürüyor!” diye bağırdım tüm karakola, sesim heyecanla dolu, kalbim göğsümden fırlayacakmış gibi. Etrafımdaki herkes bir anda durdu, sonra gözlerinden mutluluk ve sevinç yaşları süzülmeye başladı.
Göktürk, elini hızla cebinden çıkarıp ekrana bakarak yanıma koştu. “Yunus Reis, ayaklandın mı?!” diye bağırdı coşkuyla.
İsmail ağabey ve Emirhan da kalabalığın arasından hızla süzüldü yanımıza. İsmail’in yüzünde gurur ve sevinç vardı, “Helal olsun be Yunus Kaptan!” dedi koca bir kahkahayla.
Etrafımıza toplanan erler de birer birer “Hayırlı olsun komutanım!” diye seslendi, sesleri birbirine karıştı.
Ben ise gözlerim dolu dolu, mutluluktan boğazım düğümlenmiş halde, ekrana bakıyordum. Ağlamak istiyor ama tutuyordum kendimi.
Tam o sırada kalabalığı yararak Baran hızla geldi, nefes nefese: “Emir Kaan, ne oluyor böyle?!” diye sordu telaşla.
Telefonu ona çevirdim, “Babam yürüyor oğlum!” diye bağırdım, sesim titreyerek.
Baran ekrana baktı ve o da benimle aynı duyguyu yaşadı; gözlerinden yaşlar boşandı. “Reisim!” dedi boğuk boğuk.
Babam ekrana gülümseyerek baktı, “Baran, 12 seneyi devirdi Emir'im!” diye seslendi gururla.
İsmail ağabey hemen araya girdi, “Ooo, böyle olmaz! Ağlamak yok şimdi, hadi!” diyerek omzuma vurdu.
Göktürk, kollarını havaya kaldırıp tezahürat yapmaya başladı: “Yunus Reis, oleey! Yunus Reis, oleey!”
Babamın adımları hızlandı, bir anda yürüyüşü güçlendi. Askerler de ona katıldı; “Yunus Reis! Oleyy!!” diye bağırıyorlardı.
Baran kolunun altına çekti, alnımdan öptü. Gözlerinde gurur, sesinde inanç vardı:
“Yaptın be! Başardın kardeşim!”
“12 sene... 12 yılın ardından bu an... Daha güzeli yok!”
O an karakol bir anda sevgiyle, umutla doldu. Herkesin yüreğinde aynı ateş yanıyordu: Mücadele, yılmama ve asla pes etmeme ateşi.
Azra gözlerini silerek, “Ağabey, kapatıyorum, doktor geldi,” dedi nazikçe.
“Tekrar ara sonra,” dememle başını onaylarcasına salladı.
Telefonu kapatır kapatmaz, herkes birer birer yanımıza gelerek sarıldı, tebrik etti. Kalplerindeki sevinç ve umut gözlerinden okunuyordu.
Ama beni en çok etkileyen, Alparslan Üsteğmen’in kapının eşiğinde sessizce, hafif bir gülümsemeyle bizi izlemesiydi.
“Komutanım...” diyerek mahcupca baktım ona gülümseyerek.
“Gel buraya, gel... Yaptın sonunda!” dedi, kollarını açarak.
Hiç düşünmeden sarıldım ona.
“Her bekleyişin güzel bir sonu vardır,” dedi, birkaç adım geri çekilirken gözlerindeki gururla.
O an, yılların yorgunluğu bir anda eriyip gitmişti. Umut, sessizce ama güçlüce kalbimize dokunmuştu.
___
Oylama 25 in altına düşmesin.
Yorum az yorum istiyorummm satır aralarında buluşalım ❤️
Bölümlere neden yorum ve oy gelmiyor.
Lütfen bolca yorum ve oy atın...yoksa bölüm atmayacağım;(
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |