

Baran Boran’dan…
Karakola geldiğimizde Emir’in, selamcık kuşu gibi önüne gelene selam verip hal hatır sorması kaşlarımı çattırdı. Doktoruna mesaj attıktan sonra, Cüneyt de durumu bildiren mesajı gönderince yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi.
Cüneyt mesaj atmıştı:
"Bir şeyler yolunda değil ama ben memnun kaldım açıkçası. Doktora diyelim bir daha hep bundan yesin, enerji patlaması yaşıyor aslanım benim."
"Neye gülüyorsun, Baran?" dedi o an Emir Kaan, kahkahasını tutamadan.
"Cüneyt mesaj atmış, ona baktım."
"Selam söyle."
"Söylerim de… sen nereye?"
"İşime, üç helalinden dosya yazmış Tansu Asteğmen’im. Köye gideceğiz Ercan ile."
"Gök ile Alp de gelsin," dedim, Göktürk ve Yiğit Alper’i kastederek.
"Niyeymiş o?"
"Erken bitirirsin diye, kardeşim. Yoksa bana da trafiği yazmışlar bu gün."
"Çok canım sıkılıyor trafikte."
"Valla benim de, ama yapacak bir şey yok," dedim, Emir Kaan birden kollarını havaya kaldırdı.
"Aman Komutanım, geldiniz mi siz memleketten?" diyerek Alparslan Üsteğmen’e yürüyünce alnıma hafifçe vurdum.
"Kesin bir şey yaptılar buna!" dedi endişeyle.
"Geldim Emir, siz neredeydiniz?" diye sordu Alparslan Üsteğmen, yorgun ama meraklı bir sesle.
O an Emir tam modunu açtı:
"Bir çiçek almışım, Komutanım… Böyle bir olay yok! Orkide, hem de mor."
"İklim’e mi aldın?" diye sordu Alparslan Üsteğmen gülümseyerek.
"Baran’a almayacağıma göre, Komutanım, mecburen tek sık kalıyor… o da karıma," dedi Emir. Ben onu durdurmak için yalandan öksürdüm; Alparslan Üsteğmen de kaşlarını kaldırıp gözlerini kısarak Emir Kaan’ı süzdü.
Emir Kaan ise bana dönüp " Helal, kardeşim benim !" deyince alnıma bir kez daha vurdum.
"Sen gündüz gözüyle kafa mı çektin aslanım?" diye sordu hafif sorgulayıcı bir tonla bu defa Alparslan Üsteğmen.
"Valla alkolü bu yaşıma kadar dilimin ucuna dahi değdirmedim, Komutanım. Değdirmem de, Allah çarpar ya," dedi Emir, kulağını çekip parmaklarını duvara hafifçe vururken.
"Aferin koçuma. Şimdi buradan Bekir’e git, o sana bir üfletsin," dedi Alparslan Üsteğmen, elini Emir’in omzuna koyarak.
"Ben Emirhan’a üfletsem, Komutanım; onun ki hem şifalıdır, Müezzin adam," diye cevapladı Emir.
"Baran, bu meyve suyu olmuş oğlum. Ne yaptınız siz?" dedi Alparslan Üsteğmen kaşlarını çatsa dahi gülümseyerek.
"Komutanım, serum yedirdim bir tane, halsiz diye… ama ne varsa içinde bu oldu," dedim kahkaha eşliğinde.
"Yok Emir Kaan, bugün sen asayişte çalışma oğlum," diyerek uyardı.
"Komutanım… ayıp oluyor ama meyve suyu falan, ben öyle insan mıyım? İklim duysa boşar beni Allah korusun ya !" dedi Emir, şaşkın ve gamsız bir ifadeyle.
"Çok fena," dedim, alt dudağımı ısırarak Komutanıma bakarken; içimde hem heyecan hem de hafif bir gülme isteği vardı.
Alparslan Üsteğmen başını sallayarak, "Bunu götür, eski sürümünü geri getir Ercan," dedi yanımızdan geçen Ercan’ı görmesi ile.
"Allah’ım, şu karakolun IQ seviyesini biraz artır kurban olayım ya!" diyerek Alparslan Üsteğmen çekip gidince ben kahkahalarımı tutamadım.
Tam o sırada İsmail Ağabey araya girip seslendi:
"Çocuklar, siz Göktürk ile kömürleri taşıyın. Gerisini ben Baran’la hallederim."
"Ee, Gök nerede?" dedi Emir, etrafa bakınarak.
"Bahçede."
"Tamamdııır, kaçtım ben!" deyip çocuksu bir hevesle fırladı kapıya doğru.
Telefonum titreyince gelen mesaja göz attım.
“Sakinleştirici de kattık, normal bu halleri merak etmeyin” yazıyordu doktordan.
Kahkahamı tutamayınca İsmail şüpheyle bana döndü.
“Ne oldu lam?”
“Bizim Emir’in serumuna sakinleştirici katmış doktor! Ondan bu meyve suyu kıvamına gelmiş işte, İsmail.”
“Ciddi misin sen şimdi?!”
“Vallahi!” dedim hâlâ gülerek.
İsmail ellerini beline koydu, başını salladı.
“Gel bahçeye çıkalım, bir bakalım şunlara.”
“Göktürk’e Allah yardım etsin…Sen çık ben Alp'e uğrayıp geliyorum.” dedim derin bir iç çekerek, sanki başına gelecekleri şimdiden görüyormuş gibi.
___
Yiğit Alper Tuna’dan…
Azra’nın mesajı ile derin bir of çektim.
“Alper, annen nasıl oldu, iyi mi?”
Kardeşimin kardeşi… Onu nasıl bu kadar sevebildim, aklım almıyordu. Daha doğrusu, sevmekten çok, bu hisse kendimi nasıl düşürmüştüm… Hâlâ bunun suçluluğunu taşıyordum. Hem arkadaştık güya, hem de içimden geçenler yüzünden her mesajında kalbim sıkışıyordu.
“Şuanlık iyi gibi.” diye yazıp çıkacaktım ki, anında bir mesaj daha düştü ekrana.
“Üzme kendini, her şey yoluna girecektir elbet. Babam rahatsız olduğunda ben de böyleydim ama iyileşti bak. Annen de daha iyi olacak.”
Cevap yazmaya tam niyetlenmiştim ki kapı aralandı, Baran ağabey içeri girdi. Telefonu avucumda sıktım.
“N’apıyorsun?” dedi gözlerini bana dikip.
“Arkadaşımla konuşuyordum ağabey.” dedim, sesim biraz kırık çıkmıştı.
Baran’ın bakışları hemen keskinleşti. “Yüzünden düşen bin parça. Kötü bir şey mi konuştun?”
Başımı eğdim. “Annem konusu, ağabey…”
Baran yaklaştı, elini omzuma koydu. “İyi olacak. Sen kendini parçalasan da değişmeyecek bir şey var mı? Hem, annen güçlü kadındır. Senin yanında dimdik durdu, şimdi sıra sende, sen dimdik duracaksın.”
Gözlerim doldu ama belli etmedim. Baran hep böyleydi; sert, kesin ama bir o kadar da güven verici ve merhametli...
"Öyle ağabey…" dedim kısık sesle.
"Peki, Azra konusunu naptın? Açılmadın inşallah... Emir’in derdi var, o kadar… yaptım deme?"
Bir anlık sessizlik oldu, boğazımda bir düğüm hissettim. Yutkundum, ama susmam yetti.
"Yaptın…" dedi Baran, yüzümdeki ifadeden anlamış gibi.
"Sonuç olarak da reddedildin diye düşünüyorum."
Sert bir nefes aldım. "Allah canımı alsın ki...Yan gözle bakmadım ben ağabey o kıza… istemeden oldu. Bir anda… Yoksa ben de kardeşim gibi görüyordum, bir anda ne oldu bende anlamadım..."
Baran elini kaldırdı, sözümü kesti. "Bana bir şey anlatmana gerek yok. Aşk zamansız yakalar, bilirim. Ama kız… benim de kardeşim. Ona yanlış bir hareket yaparsan—"
Sözünü böldüm, gözlerim dolarken sesim titredi.
"Ağabey, ben o kadar şerefsiz miyim? Uzaktan sevdim sadece… reddetti, hâlâ aynı köşemdeyim. Bir yanlışım olsa, ben sıkarım kafama. Emir’in kıymetlisini incitir miyim ben, ağabey?"
Baran’ın yüzünde öfkeyle karışık bir hüzün belirdi. Omzuma dokundu, bakışı yumuşadı. Ama sessizliği, söylediklerimden daha ağır geldi üzerime.
"Biliyorum kardeşim, güveniyorum sana da… ama olmaz İzmirli." dedi Baran ağır bir sesle.
"O kızı tanırım. Cıvıl cıvıl biridir… Gözünün içi güler. Onun da sonu İklim ya da Emel gibi olsun istemem. Ağabeyine hasret büyüdü zaten garibim… Askerden o kıza olmaz. Ha bak, o isterse de; sizi, desteklemeyecek de değilim ama olmaz Alper'im..."
Sözleri göğsüme oturdu, nefesim daraldı. Ama geri çekilmedim.
"Sebebi zaten askerlik olsa bırakırdım ağabey… mesleği atardım bir köşeye. Babamla anlaşamasam dahi onun işinin başına geçerdim. Ama ben sevdiğimden bu meslekteyim, siz biliyorsunuz..." dedim, sesim çatlayarak.
Baran’ın bakışları sertti ama içinde endişeyle karışık bir şefkat vardı. Derin bir nefes alıp sustu. O an aramızda öyle bir sessizlik oldu ki, koca karakolun uğultusu bile sanki uzaklardan geliyordu.
En sonunda sessizliği bozan o oldu...
"Uzak dur Alper." dedi Baran, sesi kararlı, bakışları keskin ama şefkatli bir tonda.
"Emir’in dertleri hepimizi aştı. Azra benim de kız kardeşim. İyi çocuksun ama ben de istemiyorum açıkçası bu ilişkiyi..."
Yutkundum, boğazımda koca bir düğüm oluştu.
"Biliyorum ağabey. Kardeşim dediğim adamın kız kardeşine nasıl yandım , nasıl yaptım bunu diye… ben de kendimi suçluyorum zaten."
Baran’ın yüzü bir an yumuşar gibi oldu ama hemen toparladı.
"Suçlama, olan oldu. Ama önüne bak. Akışına bırak...Daha yaşın yeni yirmi iki oldu. Yolun uzun..."
"Öyle ağabey..." dedim güçlükle, gözlerimden kaçırarak. Baran omzuma sertçe ama dostane bir şekilde vurdu, ardından ağır adımlarla çıktı.
O gider gitmez ellerim titreyerek telefona sarıldım. Ekrana baktım, içimdeki yangın parmaklarıma akıyordu sanki.
“Teşekkür ederim desteğin için, ama ben arkadaşlığımızı sürdürmek istemiyorum. Bir daha görüşmeyelim…” yazıp mesajı gönderir göndermez engelledikten sonra telefonu köşeye fırlattım. Gözlerimden istemsizce yaşlar süzüldü; yüreğimde tuhaf bir boşluk hissettim, sanki nefesim eksik kalmıştı.
“Geçecek, Alper… geçecek,” dedim kendi kendime, gözlerimi silerken. Ama tam o anda telefonum çaldı ve ekranda gördüğüm isimle yüreğim bir kez daha yanmaya başladı.
“İmkansızım…” okudum ekranda, Azra’nın adı.
Ellerim titreyerek telefonu sessize aldım ve dolabın derinliklerine sıkıştırdım, görünmesin, ulaşamayayım diye. Ardından derin bir nefes aldım; gözlerimdeki bulanıklığı bastırıp işlerin başına dönmek için odadan çıktım. Kalbim hâlâ onun mesajının etkisindeydi, ama yapacak tek şey vardı: ilerlemek ve kendi yoluma odaklanmak.
“Ercan, dosyalar hazır mı?” diyerek masasına yaklaştım. Başını kaldırıp yüzüme baktığında gözlerinde o her zamanki ciddiyet vardı.
“Hazır, Komutanım,” dedi Ercan, sesindeki güven bana güç verdi.
“Al dosyaları, çıkıyoruz hadi… Göktürk’e başka bir görev vermişler. Biz, İsmail ağabeyin ekibiyle gidiyoruz,” dedim, kararlı adımlarla...
“Emredersiniz, Komutanım,” dedi Ercan, dosyaları elime verirken.
“Bekir’e de söyle, o da lazım. Çevirme yapacağız,” dedim, kararlı adımlarla koridoru geçerken.
“Emredersiniz, Komutanım,” dedi Ercan, sesi ciddi ama hızlıydı, hazır olmanın verdiği enerjiyle.
“Hadi koçum,” diyerek diğerlerine işaret ettim, ekip hareketlenmeye başladı; adımlarımızın ritmi, görev heyecanını yansıtıyordu.
____
"'_Dakikalar Sonra_"'
İklim Yılmaz’dan…
Eve geldiğimde çantamı girişe bırakıp içeri girdim. Emir hâlâ gelmemişti. Beklemek bana zor geldi, dayanamayıp telefonumu çıkarıp onu aradım.
Telefon uzun uzun çaldı… nihayet açıldı.
“Emir?!” dedim heyecanla.
“Karıııımmm!” diye karşıdan gelen ses öyle coşkuluydu ki, şaşkınlıkla gülümsedim.
“Görevden döndün mü?” diye sordum umutla.
“Ne görevi güzel gözlüm, kömür çekiyorum burada,” dedi ciddiyetle, ama hâlâ kahkaha atar gibi konuşuyordu.
“Emir, sen iyi misin?” dedim kaşlarımı çatarak.
“Karım! Ben bir pasta almışıııımmm! Üfff, kestaneli…”
“Zahmet etmeseydin,” dedim, içim hem burkulmuş hem de gülmek istemişti.
“Ne zahmeti aşkım benim, karıma aldım ben!” dedi öyle bir mutlulukla ki… kalbim hem ısındı hem de bir garip oldum.
“Sen niye bu kadar mutlusun?” dedim, şüpheyle ama gülümsememi saklayamayarak.
“Kııız, görüntülü ara da sana yeni arabamızı göstereyim!”
Bir an nefesim kesildi. “Araba mı aldın?!”
“Kapatıyorum, görüntülü araa!” diyerek telefonu aniden kapattı.
Bir an öylece kala kaldım. Garip bir hâl vardı ortada ama hoşuma gitmedi desem yalan olurdu. Ardından görüntülü aramamla birlikte Emir’in yüzünü görmem bir oldu.
“Karım! Özledim he seni,” dedi, gözlerinin içi parlayarak.
“Emir…” diye fısıldadım utançla, yüzüm kızarmıştı. Onun kahkahası ise daha da büyüdü.
“Bak sana arabamızı göstereyim, utangaç karım,” deyip kamerayı uzaklaştırınca kendimi gülmekten alamadım. Çünkü ekranda kocaman bir el arabasının üzerinde, dimdik oturan Emir vardı.
“Oo nasıl?! Fiyakalı değil mi?” diye sordu, çocuk gibi gururlanarak.
Benim kahkahalarım yükselince o da bana eşlik etti, ikimizin de içten gülüşleri ekrana sığmadı.
Ayaklarını el arabasından sarkıtıp arkasındaki Göktürk’e döndü Emir.
“Bak, kornası da var! Hem de dört yüz beygirlik,” dedi, elini Göktürk’ün kafasına koyarak.
Göktürk de anında oyuna dahil olup alnını öne eğdi ve “di diiit!” diye korna sesi çıkardı. O an kahkahama kahkaha eklendi.
“Selamünaleyküm yenge!” diye seslendi Göktürk.
“Aleykümselam, kolay gelsin,” dedim hâlâ gülerek.
“Sağ ol yenge,” dedi, göz kırparak.
"Karıma göz kırpma lan, ben Meltem yengeme göz kırpıyor muyum?"
"Emir?!" diye uyarmam ile bana döndü.
" İki dakika kıskanacağım güzelim, izin ver?!" demesiyle Göktürk göz devirdi.
"Bacım o benim, bacım !" demesiyle Emir güldü.
"Adam ol, Gök !"
O sırada kadraja Baran ağabey ve İsmail ağabey girince gözüm Emir’in dizindeki bandaja takıldı. Bir anda yüzüm ciddileşti.
“Emir, dizine ne oldu senin?” dedim endişeyle.
Baran ağabey hemen söze girdi, gülerek:
“Korkma İklim, merdivenden düştü bizimki. Sakinleştirici etkisinde olduğundan bu kadar gülüyor zaten.”
Ama bir terslik vardı. Çünkü Baran ağabeyin kendi gülüşü de normal değildi .
“Emir, hani görevdeydin sen?” diye sordum bu kez daha şüpheli bir sesle.
İsmail ağabey araya girdi, gözleri hafifçe kısılarak:
“Görevde oldu zaten, kardeşim. Korkma…” dedi.
Ama tonunda, sanki bana söylemedikleri başka şeyler de varmış gibi bir gizlilik vardı.
“Karım! Yaa yeter artık, bu kadar herkesle muhatap olduğun, bana odaklan biraz!” dedi Emir kameraya iyice sokularak.
Baran ağabey gülerek araya girdi:
“Gece gündüz senin adını zikretti valla kumam.”
Şaşkınlıkla sordum:
“Siz niye bu kadar mutlusunuz?”
“Emir Kaan’ı ilk defa böyle görüyoruz yenge. Bırak tadını çıkaralım. Adam bu kadar mermi yedi, yine de böyle kafayı hiç yaşamadı.” dedi Göktürk kahkahasını tutamayarak.
Tam o sırada Emir coşkuyla bağırdı:
“Karım! Sana bir hediye almışıııımmm! Üfff—”
Ama Baran ağabey hemen onun ağzını kapattı.
“İklim, bu kafayla az daha söylerdi vallahi hediyeyi. Sen en iyisi kapat, sürpriz kalsın.”
Emir onu itip dudaklarını büzdü:
“Kıskanma ya! Sana da alırım dedim zaten!”
“Hani bana?” diye bu defa İsmail ağabey devreye girdi.
Emir başını yana eğip çocuk gibi kıkırdadı:
“Sana da alırıııımm, İiiismaaaiiiill !”
Ben kahkahalar arasında, “Baran ağabey, şunu düzeltin ya!” dedim.
Ama tam o an Emir aniden ciddileşip bana kilitlendi:
“Kııızzz! Yeter bu kadar erkek gördüğün. Gir içeri hemen!”
Baran ağabey hemen espriyle karşılık verdi:
“Kumaam biz ağabeyiyiz İklim’in.”
Ben şaşkınlıkla ona bakarken Emir kahkahayı bastı.
“Doğru diyo… Bak bunu da yola getirdim karım." dedikten sonra Baran ağabeye baktı.
"Gel öpeyim kumaaam!"
Baran ağabey de oyuna katıldı:
“Öp gülümmm!”
Emir onun yanağından öptükten sonra kamerayı iyice yüzüne yaklaştırdı.
“Karım… Ben yoruldum ya… Ben iki gündür görmüyorum karımı, Baran!” dedi gözleri dolu dolu bakarak.
Tam o sırada arkadan Alper ve Emirhan göründü.
“Selamünaleyküm, napıyorsunuz siz burada?” diye seslendiler.
Emir birden ayağa fırlayıp Emirhan’a koştu.
“Emirhaaaan! Alparslan Üsteğmen sana üfletsin dedi!”
Emirhan şaşkınlıkla,
“Ney dedi, ney dedi?” diye sordu.
Emir elini sallayıp homurdandı:
“Üffflet iştee… Amaan Baran anlatsın şuna ya! Benim uykum geldi, ben karakola çıkıyorum!”
Ben kameradan ona seslendim:
“Emir, ben hâlâ buradayım.”
O an gözleri büyüyerek bana döndü, sanki ilk defa görüyormuş gibi:
“Aaaa karımmm!”
Ben göz devirip gülünce, o başını yana eğip çocuk gibi iç çekti.
“Çok seviyorum seni karım… Çok özledim…”
Alper’in şaşkınlıkla sordu:
“Ağabey, Emir'e ne yaptınız?”diye sorması ile Emirhan’ın omzundan tutup omzuna vurması bir oldu.
"Maşallah deyin, maşallah! Sonra arkalarını bütün karakol topluyoruz!"
İsmail ağabey eliyle ağzına fermuar çekti.
" Haklı, ben sustum." dedi, ardından Emirhan’ı onaylayarak.
Ama ben, Emir’in o cümledeki samimiyetine takılıp kalmıştım. Gözlerindeki o yoğunluk, o hal bile beni derinden sarsıyordu.
Baran ağabey omuz silkti:
“Sakinleştirici yedi ama… ben böyle bir sakinleştirici daha görmedim.”
Ben toparlanıp sordum:
“Ne zaman geleceksin?”
Emir’in yüz ifadesi birden ciddileşti. Gözlerindeki şaka yerini yorgun bir samimiyete bıraktı:
“Bilmiyorum güzelim… Ama istersen sen gel. Akşam yemeğini dışarıda yeriz.”
Sesinde yavaş yavaş eski tonu bulmuştum. Yorulduğu her halinden belliydi.
“Yorgunsun ama…” dedim endişeyle.
Başını yere eğip hafifçe gülümsedi.
“Senin yanında dinlenirim güzelim… Sen altı yedi gibi gel ama taksiyle gel olur mu? Tek başına yürüme, köpek möpek çıkarsa korkarsın. Ben de işlerimi bitirir çıkarım.”
İçim sıcacık olmuştu.
“Dikkat et kendine… çok olur mu?”
“Ederim canım… Kapatmam lazım.” dedi son kez gülümseyip.
Ben başımı salladım, o ise bana o güven dolu bakışlarını bırakıp telefonu kapattı.
☆☆☆☆
Oylama en az 30 olsun
Yorum en az 15 istiyorum 
Bölüm nasıldı ?
Umarım sevdiniz, modum yoktu ama yine de atmak istedim.
Yazar insta: Bozkurt Pençesi kitappad
YouTube: Bozkurt Pençesi kitappad
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |