

Yiğit Alper Tuna’dan...
Alpaslan Üsteğmen’den özel izin koparıp yola çıktığımda içimde tarifsiz bir huzursuzluk vardı. Güya mesafe koyacaktım, uzak duracaktım… Ama dün onu o hâlde görmek, mesafeleri ateşle buz gibi birbirine karıştırmış, aklımı darmadağın etmişti.
Ankara’nın gece ışıkları arasında ilerlerken, kalbim yolun her virajında daha da hızlı çarpıyordu. Evlerinin bulunduğu mahalleye yaklaşınca direksiyonu arka sokakta durdurdum. Onun bilmesini istemedim hemen; sürpriz, belki de moral olacak küçük bir oyun gibi düşünmüştüm.
Telefonu elime aldım, parmaklarım numarasına dokunduğunda boğazıma bir düğüm oturdu. Sonunda arama tuşuna bastım.
“Efendim, Alper…” dediğinde sesi yorgun ve buruk geldi.
“Senin sesin niye böyle… kötü geliyor yine,” dedim, içimdeki endişeyi saklayamadan.
“Aynı durumlar işte… annem…” dedi, sesi neredeyse bir fısıltıydı.
Bir an sustum, sonra kararlılıkla ekledim:
“Arka sokaktayım. İstersen gel, konuşalım.”
“Alper! Cidden geldin mi?!” dedi şaşkınlıkla, içinde minnetle karışık bir titreşim vardı.
“Rahat edemedim…” dedim sadece.
“Beş dakikaya geliyorum!”
“Konum atıyorum.”
“Tamam!”
Telefon kapanırken yüzümde belli belirsiz bir tebessüm belirdi. Belki de doğru yapıyordum. Belki de bazen mesafeleri yok saymak, insanı insana en çok yaklaştıran şeydi.
Arabanın kaputuna yaslandım. Ankara’nın ışıkları uzakta titreşirken, ben sadece onun ayak sesini duymayı bekliyordum. Çok sürmedi… dar sokakta beliren silueti, adımları hızlandıkça kalbimdeki çarpıntıyı da hızlandırdı.
Beni görünce gülümsemesi yüzünü baştan ayağa aydınlattı. Yanıma yaklaşırken ne kadar özlediğimi o an bir kez daha anladım.
“Alper!” dedi, hem sitem hem sevinçle.
Ben de dudaklarımda muzip bir tebessümle, “Dominant hanım?!” dedim.
“Ya, Alper!” diye homurdandı, ama gözlerindeki parıltı sitemden çok minnetti.
“Sabah arayacaktım normalde seni… ama sabredemedim,” dedim, içimdeki özlemi saklamadan.
“Yorulma dedim ben sana ama!” diye çıkıştı, ellerini kollarını küçük bir kız çocuğu gibi açarak.
“Yolun ve zamanın önemi olmadığını söylemiştim Azra,” dedim, sesim daha derinden, daha kararlı çıkarken.
Onun gözlerinde titreyen bakışları yakaladığımda, bütün yolun, bütün mesafenin değdiğini hissettim.
“Sarılabilir miyim?” diye sormasıyla istemsizce gülümsedim.
“Sormana gerek yoktu.”
Kollarını bana doladığında, içimde boğuk bir sızıyla birlikte tarifsiz bir huzur yayıldı. Ama yine de içim rahat değildi, hâlâ o günkü sözlerim yüzünden suçluluk taşır gibiydim.
“Alper, çok teşekkür ederim.” dedi usulca, omzumda saklanır gibi.
Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım.
“Kafanı karıştırdığım için özür dilerim. Arkadaş gözüyle baktığını biliyorum…”
O an birden geri çekildi. Gözleri ciddileşmişti, dudakları titrerken adıma seslendi:
“Yiğit Alper…”
Boğazımda düğümlenen nefesle cevap verdim:
“Efendim…”
Ama içimde hâlâ suçluluk vardı. Çünkü biliyordum, ona böyle hissettirmek… kendi içinde savaşıyor oluşu… hepsi bana ağır geliyordu.
Ve sonra duyduğum o soru… kalbimin ritmini darmadağın etti.
“Teklifin hâlâ geçerli mi?”
Bir an yüreğim vites atladı sanki, 1’den 5’e fırladı. Zaman durmuş, kulaklarım uğuldamıştı.
“A-anlamadım?..” dedim şaşkınlıkla, gözlerim irileşmiş halde ona bakarken.
Gözlerini kaçırmadı, dimdik baktı. Dudakları titreyerek aynı kelimeleri tekrar etti:
“Teklifin… geçerli mi hâlâ?”
“Azra…” dedim fısıltıyla, sanki adını söylerken bile kalbim ürkekti.
“Alper… yanıt bekliyorum senden.”
Gözlerimden bir damla yaş kayıp düşerken başımı usulca salladım. Dudaklarımda titrek bir gülümseme belirdi.
O an gözlerimin içine bakıp güldü. “O zaman… ben de kabul ediyorum.”
Şaşkınlıkla kımıldadım. “Sen… gerçekten mi?”
Gözlerinde en ufak bir tereddüt yoktu.
"Gerçekten ama pişman mı oldun ? Bir duraksadın..."
"Yoo, pişman değilim..."dedim, anlık heyecanla.
"Alper…"
"Valla pişman değilim. Aksine mutluyum ama…" dedim, sözcükler biriken heyecanla aceleyle dökülür gibi.
"Ama ne?" diye sormasıyla omuzlarımı hafifçe düşürdüm, hafif bir çaresizlikle.
"Açık konuşayım mı?" dedim ve o an gülümsedi, gözlerinde hem şaşkınlık hem de merak vardı.
"Nasıl istersen," dedi, sesi yumuşak ama gözleri dikkat kesilmişti.
Derin bir nefes aldım, ellerimle hafifçe saçımı karıştırıp rahatlamaya çalıştım.
"Ya Azra… ben seni hep imkânsız gibi gördüm. Şimdi sen ‘evet’ deyince, bende bir karmaşa başladı. Bundan sonrası ne olacak bilmiyorum. Kendimi senin olmayacağına alıştırmıştım tam… şimdi alışık olmadığım cevabı alınca, sanki bütün dengem bozuldu. Kalbim çarpıyor, ellerim titriyor, vücudum… antikor nedir unuttu bünyem... bağışıklık ne diyim sinir sistemim felan, yani her şey alt üst oldu."
O an Azra içten bir kahkaha attı.
"Alper ya, antikor ne!"
"Ne bileyim," dedim, mahcup bir şekilde omuz silkerken.
"Sen gerçekten komiksin," demesiyle yüzümde istemsizce bir gülümseme belirdi. Kalbim hafifçe hızlandı, bakışlarımla buluştuğumuzda bir anlığına dünyamız sadece birbirimiz olmuş gibi hissettim.
"Komik miyim?" dedim, enseme hafifçe dokunup utanıp başımı eğerek.
"Benim için komiksin, en azından," dedi, gözlerinde o masum ve sıcak parıltıyla...
O an, içimde bir sıcaklık yayıldı; onun bu samimiyeti, bakışlarındaki ışık, her şeyi daha değerli kılıyordu.
Ama aniden çalan telefon, bakışmamızı böldü.
"Annem arıyor! Markete diye çıktım ben, geç kalınca merak etmiştir," diyerek telefonu açtı.
"Geliyorum anne, sokağı döndüm şimdi," deyip telefonu kapattığında bana döndü. Hemen araca yöneldim.
"Azra, bekle. Ben arabada bir şeyler almıştım. Onları götür, böylece dikkat çekmemiş olursun," dedim, hafifçe gülümseyerek.
"Alper, sen nesin ya…" dedi, gözlerinde şaşkınlık ve minik bir gülümseme karışımı.
"Hadi, hadi… annenler merak etmesin. Poşetleri vereyim sana. Ben sokağın köşesine kadar bakayım. Türkiye sonuçta burası," diye ekledim, biraz şakayla karışık, biraz korumacı bir tonla.
"Çok teşekkür ederim!" dedi, sesi içten ve hafif mahcup.
"Rica ederim," dedim. Göz göze geldiğimiz o kısa an, sanki zaman durdu; ikimiz de gülümsedik.
"Alper…" dedi, sesi bir an duraksadı, gözleri tekrar bana takıldı.
"Ne oldu?" dedim, gülümseyerek.
Elindeki poşetleri bırakıp boynuna uzandı eli. Ardından boynunda asılı kolyeyi çıkardı ve bana baktı.
"Bu sende kalsın," diyerek uzattı.
"Künyen mi vardı senin?"
"Polislik istemiştim bir ara… Ama hukuktan vazgeçemedim. Ağabeyim yakalar, be yargılarım diye düşündüm… Ama hevesle yaptırmıştım küçükken. Sende kalsın…"
"Emanetin, emanetimdir," dedim kararlı bir sesle.
"Yüreğime iyi bak," dedi hafifçe gülümseyerek.
"Emin ellerde…" dememle hızla sarılıp aniden geri çekildikten sonra poşetleri alıp eve doğru ilerledi. Olduğum yerde bir an donup kaldım; o ise çoktan apartmana girmişti bile.
"İmkânsız sevda… gerçek oldu," dedim kendi kendime, kalbim hâlâ hızla çarparken.
"Bu hız ve bu kız… bizi aşar, Alper’im…" diye fısıldadı iç sesim, göğsümde bir ağırlık hissettirerek. Derin bir nefes aldım.
"Bilseydim… Daha erken teperdim ben bu yolu… Niye kendime bu kadar eziyet ettim ki?"
"Malsın oğlum, zaten Emir edecek ağzına, sen bekle. Adamın kardeşine yan gözle baktın," dedi iç sesim alaycı bir tonla.
"Yan gözle bakmadım ben, adam gibi ter temiz sevdim!" diye karşılık verdim, kendi kendime kızgın ama biraz da mahcup.
"Emir'de, timde ter temiz sevecek seni merak etme! Ananı bahane edip kıza gelirken iyiydi!" diye patladı iç sesim.
"Harbi edecekler ağzıma…"
"Sana dedim, sosyallik neyine senin, Tuna! Boktan bir çevre yaptın, bir çömez ağzından bir kaçırsa… timin gündemindesin! Sonra Emir ile kırmızı Oda, full paket!"
"İç ses değil, resmen felaket tellalı ya!" dedim ellerimi açıp gökyüzüne bakarak.
"Daha bunlar iyi günlerin! Kazığa oturtacak seni," dedi iç sesim, sert bir uyarı gibi.
"İç ses!" diye mırıldandım, hafifçe gülümseyerek kendi çılgınlığıma şaşırarak.
"İnim inim inletecek seni… Sen daha aşık aşık, aval aval gez, Alpero," dedi iç sesim, alaycı ve sert bir ton arasında gidip gelerek.
"Ne yapıyorum ben ya… Kendi kendime konuşuyorum," dedim sonunda, omuzlarımı silkerek ve yüzümde hafif bir tebessümle.
__
İklim Yılmaz’dan...
Siyah elbisenin Balo için uygun olduğuna karar vermiş, bordo olanı ise mezuniyet için ayırmıştım. Elbiseyi üzerime geçirip aynanın karşısında son bir kez bakınırken, kapının açılmasıyla kalbim hızla çarpmaya başladı.
Emir’in gözleri bana kilitlendiğinde, bakışlarında hayranlıkla karışık şaşkınlık vardı. O an yanaklarımın kızardığını hissettim, yüzüm alev alev yanıyordu.
“Hiih… benim güzelim asalet vadilerinin kraliçesi mi olmuş, bana mı öyle geliyor?” dedi dudaklarının kenarında belli belirsiz bir tebessümle.
Başımı utançla eğdim, ellerimle saçlarımı düzeltiyormuş gibi yaparak gözlerimden kaçırdım onu.
“Abartma Emir ya…” dedim kısık bir sesle.
“Bak bak… benim güzelim utanır mıymış? Hem asil hem utangaç kraliçem benim,” diye üsteleyince, gözlerimi daha fazla saklayamadım, usulca ona baktım.
“Olmuş mu gerçekten?” diye sordum, kalbim göğsümden taşacak gibi atarken.
O ise yanına yaklaşarak ellerimi tuttu, bakışları öyle derindi ki, sanki içimi okuyordu.
“Olmakla kalmamış… elbise ruh bulmuş teninde, güzelim benim. Sanki bu elbise seni beklemiş yıllarca.”
“Emir…” dedim fısıltıyla, gözlerimin içine işleyen o bakışlarıyla eriyerek.
“Emir’in kurban olsun yoluna, güzelim…” dedi gözlerime bakarak. Sesindeki ciddiyet kalbimi hızlandırdı.
“Çok teşekkür ederim tekrardan… hakkını asla ödeyemem,” dedim kısık sesle.
Göz kırparak gülümsedi. “Yeni yasaklar mı koysam acaba?”
“Ya Emir!” dedim dudak bükerek.
“Ne yapayım güzelim, her şeyin en güzelini hak ediyorsun… bunlar ne ki,” dedi, parmak uçlarını saçlarımın arasından geçirirken.
Derin bir nefes aldım. “Sen bu dünyadan olamazsın…”
Kaşlarını kaldırıp muzır bir sırıtışla fısıldadı:
“Uzaylıyım ben… senin dünyanı istila etmeye geldim.”
Birden elleriyle belime dokunup gıdıklamaya başlayınca çığlık atıp kahkahalarla ondan kaçmaya başladım.
“Emir!”
“Uzman uzaylı geliyor!” diye peşimden koştu.
“Emir yapmaaa!” dedim gülmekten nefessiz kalırken. Ama o durmadı, kahkahalarım salona yayıldıkça daha da hızlandı. Bir an yakalayıp kollarına alınca, nefes nefese kalmıştık ikimiz de.
“İşte… dünya resmen ele geçirildi…” dedi kulağıma fısıldayarak.
Ben ise gülüşümün arasında gözlerimi ona dikip sadece, “Deli uzaylı…” diyebildim.
___
Azra Yılmaz’dan…
Odama kendimi attığımda telefonum titredi. Ekrana düşen mesaj gözlerimde bir gülümseme oluşturdu:
"Odanın penceresine çık."
Hiç düşünmeden koştum. Pencereyi açtığımda serin akşam rüzgârı yüzümü yalayıp saçlarımı savurdu. O sırada sokaktan geçen Alper’in arabasından yükselen müzik, kalbimin ritmiyle aynı anda atıyordu sanki. Açtığı şarkının sözleri içime işledi:
“Biri benden bir şey çaldı
Geri alacağım, az kaldı
Sana doğru bir yol vardı
Bulacağım, söz az kaldı…”
Kalbim hızlanırken telefonu elime alıp onu aradım. Daha ilk saniyede sesi yankılandı kulaklarımda. Neşeli, hafif kısık ve insanın içine işleyen bir tondaydı:
“Eminim sen de duyuyorsun… Bitmez asla diyorlar!”
İstemeden dudaklarım kıvrıldı, yüzüm kızarsa da gülümsememi gizleyemedim.
“Delisin sen…” dedim utangaç bir sesle ama içim kıpır kıpırdı.
Alper’in kahkahası sanki gökyüzünü doldurdu.
“Deli deliye hasta olurmuş işte…” dedi, sesi içimi sımsıcak bir örtü gibi sardı.
“Çok dolanma!” dedim gülerek.
O ise hiç bozuntuya vermedi.
“Emredersiniz Azra hanım…” dedi alaycı bir tonla ama Eminim ki şuan gözlerinin içi ışıl ışıl gülüyordu benimkiler gibi...
“Bu kadar mutlu olacağını düşünmemiştim,” dedim, utangaç bir tebessümle.
Alper’in sesi neredeyse titriyordu, heyecandan taşan bir coşkuyla:
“Bugün Azrail canımı alsa, mezarda filizlenir, çiçek açıp hayata geri dönerim. İçimde öyle bir enerji var ki…”
Gülerek başımı iki yana salladım.
“Deli deli konuşma, Allah korusun Alper ya…”
Birden ciddileşti, ama sesi hâlâ sıcaktı.
“Seviyorum seni…”
Kalbim hızlanmıştı. Dudaklarım aralansa da sadece kısık bir ses çıkabildi:
“Dikkatli git… İki gün sonra ben de orada olacağım zaten.”
“Sabah seni görür, sonra giderim.” dediğinde, yatağa uzanmış, göğsümdeki deli atışları bastırmaya çalışıyordum.
Şakayla karışık mırıldandım:
“Görmeden git, fazla samimi olmayalım.”
Kahkahasının içinde haylaz bir tını vardı.
“Şu an gülerek tavanı sırıtırken izliyorsun değil mi?”
Kendimi tutamayarak güldüm.
“Beni mi izliyorsun?”
“Hayır… Ama seni çözecek kadar iyi tanıdım. Bende arabanın tavanını izliyorum.” Sesinde öyle bir samimiyet vardı ki gözlerim istemsiz parladı.
“Kulaklığın var mı, küçük hanım?” Alper’in sesi hafif muzip, hafif çekingen bir tınıyla geldi.
“Var…” dedim, kalbim bir an hızlıca çarptı.
“Güzel…”
“Niye sordun ki?”
“Aracı kapattım, müziğin akışına bıraktım kendimi. Ama tadı eksik… Kulaklığını tak da beraber dinleyelim.”
Dudağımı ısırarak gülümsedim. İçimde garip bir heyecan dalgası yükseldi; bir anda bambaşka bir dünyaya geçmiş gibiydim. Günlerdir omuzlarımda taşıdığım ağırlık, sanki eriyip gitmişti. Komodinin üstünden kulaklığımı aldım, parmaklarımın arasındaki soğuk dokusu bile kalbimi hızlı çarptırıyordu. Taktıktan sonra yatağa tekrar uzandım ve yorganın altında vücudumu gevşettim, ama kalbim hâlâ deli gibi atıyordu.
“Taktım…” dedim, sesim heyecandan hafifçe titriyordu.
“Fullüyorum sesi o zaman,” dedi Alper. Melodiler ve onun sesi birleşti; kulaklıktan yayılan tınılar göğsümde adeta bir ritim oluşturuyor, kalbim her nota ile senkronize oluyordu.
“Hıhım…” dedim, kulaklığın içinde müziğin ve Alper’in sesinin ritmine kendimi bırakıp tavana bakakaldım. Pencerenin aralığından süzülen serin akşam rüzgârı saçlarımı okşuyor, melodilerle birleşerek içimde tarifsiz bir heyecan yaratıyordu.
"İkimize karşı bir rüzgar var
Ama bize aşktan esiyorlar
Eminim sen de duyuyorsun
Bitmez asla diyorlar"
Gülerek gözlerim doldu, derin bir nefes aldım. Kalbim göğsümde hızlı hızlı atıyordu; o ise devam etti, sesi kulaklarımda hafifçe titriyordu:
"Biri aşkı çok zor sandı
Bize sorsa kolaydı
Bana yalnız bir şans kaldı
Harcamak mı, hayat mı"
“Nispet yapıyorsun gibi hissediyorum,” dedim gülerek. Onun kahkahası bu defa kulaklarımda çalındı; öylesine içten ve sıcak bir ses ki, istemsizce gözlerim parladı.
“Sen yargıla, ben kendimi tutuklarım,” dedi. Ben de gözlerimi devirip gülerek yastığa sarıldım, kalbim hem utangaç hem de sevinçle çarpıyordu.
“Daha avukat olamadım ama…”
“Olursun… Bir senen kaldı…” dedi Alper. Sesi hafif titrek ve heyecanlıydı; şarkının sözlerini bu defa ben mırıldandım, ona cevap niteliğinde:
"Gücümüze karşı yenilenler
Bize hasta diyorlar"
Alper kıkırdayarak, “Bak ya,” diyerek karşılık verince ben de kahkahamı tutamadım. Kalbim göğsümde bir davul gibi atıyor, her ritim heyecanla çarpıyordu.
“Var mı peki istek parça, açabilirim ne istersen?” dedi, sesi melodili, hafif çekingen ama şakayla karışık.
“Tekrar açar mısın o şarkıyı? O güzeldi… O şarkı kalsın,” dedim, utangaç ve çocukça bir tınıyla.
“Emredersiniz, Azra hanım. Hemen açayım…”
“Teşekkür ediyorum,” dedim cilveli bir sesle, ama kalbim hâlâ hızlı hızlı çarpıyordu.
“Rica ederim, Azra hanım. İyi dinlemeler dilerim,” dedi Alper, gözlerinde hafif bir parıltı ve sesinde samimi bir sıcaklıkla.
☆☆☆
En az 35 oy ve 20 yorum istiyorum 
Bölüm nasıldı?
Buraya da Alper ve Güzel kızım Azra yi bırakıyorum. Emir hariç modelleri atacağım. Emir için bir model bulamadım. O kadar özel ki ona uygun bulamadım hdhdhd

yigit alper tuna

Azra Yılmaz , bizim cimcime ❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |