

İklim Yılmaz’dan...
Emir Kaan odasında hazırlanırken ben de kaldığım yerden devam ettim. Odanın sessizliğini bastırmak için hafif bir müzik açtım; ritim, kalp atışlarıma karışıyordu. Saçlarımı özenle toparlayıp son dokunuşları yaptım, ardından aynada kendime bakarak makyajımı hafifçe sabitledim.
Elbisemi giydiğimde kumaşın tenime değmesiyle farklı bir heyecan sardı içimi. Sanki ilk defa Emir’in karşısına çıkacakmışım gibi… Gözlerim, yatağın üzerine serdiğim takılara kaydı. Hepsini tek tek takarken parmaklarımın titrediğini fark ettim.
Son bir derin nefes alıp boy aynasının karşısına geçtim. Yansıma… biraz ben, biraz yabancı gibiydi. Dudaklarımdan fısıltı gibi döküldü:
“Bu ben miyim gerçekten…”
Elbisenin arkasındaki ipler hâlâ açıktı. Elim yetişse de tam oturtamayacağımı biliyordum. Omuzlarımı hafifçe silkip gülümsedim.
“Sanırım bu işi Emir’e bırakmak en mantıklısı olacak…”
Hem pratik bir gerekçeydi, hem de kalbimi daha hızlı attıran bir bahane.
Kamerayı açıp son kez kendime baktım; nefesim düzensiz, ellerim titrek… Sanki nefesimi düzeltirsem kalbim de sakinleşecek gibiydi. Boğazımı temizledim, hala hazır hissetmiyordum ama yine de seslendim:
“Emir… bir dakika gelir misin?”
Adımlarını duyar duymaz içimdeki telaş ikiye katlandı.
“Bir şey mi oldu güzelim?” dedi, sesi her zamanki gibi yumuşak ama meraklıydı.
“Şey… elbise için yardım… lazım…” dedim, sesim neredeyse fısıltıya dönmüştü.
Kapıda belirdiğinde önce tebessüm etti, ama bakışları üzerime kayınca o tebessüm bir anda dondu. Ben başımı hafif eğip elimle elbisenin arkasını işaret ettim.
“Gel—” demek istedi ama söz yarım kaldı. Gözleri baştan aşağı üzerimde gezdikçe boğazım düğümlendi, derin bir nefes almak zorunda kaldım.
“İpleri… yapamadım da,” dedim titrek bir sesle.
O an dudaklarından neredeyse bir dua gibi döküldü:
“İklim…”
“Olmamış mı?” dedim, hem çekinerek hem de merakla...
Başını iki yana salladı, gülümsemesiyle bakışlarının derinliği birleşti.
“Cennet bu olsa gerek…”
"Şey… yardım eder misin…"
"He?" dedi, bir an yüzüme bakıp kendine gelir gibi. Gülümseyerek tekrar sordum:
"Bağlamama yardım eder misin."
Başını hafifçe sallayıp odaya bir adım attı, ardından derin bir nefes alıp yüzüme baktı.
"Yavrum, ben bir su içip gelebilir miyim?" dedi hızlı konuşarak.
"Tabi…"
"Ge-geleceğim hemen…" diyerek hızla odadan çıkınca arkasından gülümseyerek baktım.
"Bekliyorum…" dedim, ardından kameraya dönüp zafer işareti yaptım: Yes!
Kalbim hâlâ deli gibi çarpıyordu; o anın yalnızca ikimiz için olduğunu bilmek, tarifsiz bir mutluluk dalgası gibi içimi ısıttı. Ellerim hafifçe titriyordu, kendime yelpaze yaparak derin bir nefes aldım.
Aynaya takılan gözlerimle kendime baktım; saçlarım hafifçe dalgalanıyor, elbisemin kumaşı ışığı yansıtıyordu.
"Acaba o takım elbisesini giyince ben nasıl olacaktım…" diye fısıldadım, içimde hem heyecan hem de bir çekingenlik dalgası hissederek.
Ardından tekrar odaya girince kendimi toparlayıp ona döndüm.
"Bağlayayım mı?"
"Olur…" diyerek ona yaklaştım. Yavaş adımlarla yanıma geldi, elini elbisemin arkasına uzatıp ipleri düzeltirken gözlerimiz kısa bir süre buluştu. Arada kameraya kaçamak bakışlar attım, sonra aynadan onu izledim; o an gözlerindeki merak ve heyecanı görmek içimi eritti.
"İklim…"
"E-efendim…" dedim, sesi heyecan ve titreme karışık çıkarken.
"Bunlar nasıl bağlanıyordu?" deyince kendimi tutamayıp kıkırdadım.
"Normal bağlayacaksın… zaten ipleri geçmiş ya…"
"Ellerim titremezse yapacağım, bir saniye…" dedi ve başını utangaçça eğdi. Ben de utanarak gülümsedim. Derin bir nefes alıp işin doğruluğunu görünce omzumun üzerinden ona baktım.
"Oldu mu?" dedim, merakla.
"Oldu…" diyerek yutkundu. Gözleri gözlerime öyle bir baktı ki, içimde mum gibi eriyip kaybolacakmışım gibi hissettim.
"Rüya gibi olmuşsun, öğretmen hanım…" demesiyle gözlerim parladı.
"Gerçekten mi?"
"Gerçek mi değil mi seçemeyecek kadar güzel olmuşsun…"
"Teşekkür ederim… sen hazırlanmamışsın."
"Sen hazırlanana kadar ekiple olayları konuştum… şimdi geçeceğim hazırlanmaya…"
"Bekliyorum…"
"Bekle, rüya perisi…" diyerek belimden tutup çekti ve boynuma hafif, sıcak bir buse bıraktı. Dudaklarının temasıyla derin, titrek bir nefes aldım.
"Bugün ikimizden biri kalpten gidecek ama… hangimiz önce gider, bilinmez," dedi, gamzesini bana sunarken. Geri çekilip odadan çıkarken kalbim hâlâ yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu.
Kameraya yaklaşıp kapattım ve telefonu göğsüme bastırdım.
“Umarım ilk ben gitmem kalpten… İçimdeki organlar megafona dönmüş gibi bağırıyor heyecandan,” dedim gözlerimi devirerek. Ayakkabı kutumu bazanın altından çıkarırken parfüm şişesi gözüme çarptı; elim ilk ona uzandı. Bilek içlerime, boynuma ve üzerime sıkıp ardından bileklerimi birbirine sürttüm. Bu koku ne zaman üzerimde olsa, sanki ablam yanımdaymış gibi hissederdim. Onun bana verdiği cesaretle omuzlarım dikleşir, kalbim güçlenirdi.
Şişeyi yerine bırakıp derin bir nefes aldım. Masamda duran ablamın fotoğrafına bakarken gözlerim dolmaya başladı, başımı hızla tavana kaldırdım.
“Makyajın akacak, iki dakika duygulanma ya…” diye kendi kendime fısıldadım.
Ayakkabılarımı elime alıp kapının önüne geldiğimde Emir’in odasına gözüm takıldı. Gömleğini omuzlarından geçirip yakasını düzeltiyordu. O kadar basit bir hareketti ama gözümde öyle havalı görünüyordu ki nefesim istemsizce kesildi. Hızla bakışlarımı kaçırdım. Tam topuklularımı giymeye başladığım sırada sesi geldi:
“Güzelim, bir bakar mısın?”
İçimden fısıldadım: “Allah’ım, sakin olmak istiyorum…”
Derin bir nefes alıp kendimi toparladım ve ona döndüm.
“Efendim?”
“Bir gelir misin?” derken saçına sprey sıkarak ellerini büyük bir titizlikle saçlarında gezdirdi; iç çekip bakışlarımı kaçırdım.
Ayakkabılarımı tekrar çıkardım. Erkenden ayaklarımın topuklu yüzünden su toplayıp heder olmamasını istemiyordum. Onun odasına yönelirken boğazımda bir düğüm oluştu, kalbim göğüs kafesimi zorlayarak atıyordu.
“Güzelim, siyah mı yoksa diğeri mi?”
“Hı?” dedim, gözlerim ona kilitlenmişken.
Gülümseyerek elindeki kravatları işaret etti, “Kravatlardan birini seçer misin?” dedi. Kravatları yatağa bıraktı, parmaklarıyla kol düğmelerini ilikledi.
“Siyah bence…” dedim fısıltıyla, sesim titreyerek.
“Tamamdır...Sen hazır mısın, güzelim?” diye sordu, gözleri gülümseyerek bana kaydı.
“Hıhım…” dedim, dudak kenarım belli belirsiz kıvrıldı.
O, siyah kravatı eline alırken aklıma bir şey geldi, gözlerimi büyüttüm.
“Emir, bekle!” diyerek odama koştum.
“Güzelim, bir şey mi oldu?” diye seslendi ardımdan.
“Geliyorum, bekle…” dedim, nefes nefese.
Yatağın kenarındaki komodinden siyah kutuyu aldım. Eteğimi toparlayıp geri döndüm. O sırada Emir kravatını bağlamıştı. Gözlerim ona kilitlendi.
Biri şu adamı durdursun… dedim içimden. Kravat bağlamak bile nasıl bu kadar çekici olabilirdi ki? Yüreğimi kalpten götürmeye ant içmiş gibiydi...
Kravatını düzeltti, yakasına son dokunuşu yaptı. Başını sağa sola çevirip aynadan kontrol ettikten sonra gözlerini bana çevirdi.
“Oldu mu, güzelim?” dedi, sesi boğazında hafif bir titremeyle çıktı.
Derin bir nefes aldım. “Çok…” dedim, kelimelerim boğuk çıkarken gözlerim doldu. O, başını hafifçe eğdi, dudaklarında o alışık gamzeli gülümsemesi belirdi. Sonra yatağın üzerinden ceketini aldı.
“Paket kime, güzelim?” diye sordu.
Bir an elimdeki kutuya baktım, sonra ona. Kalbim boğazıma yükselmiş gibiydi.
“Bu mu? Bu sana…”
“Bana mı?” dedi, yumuşacık ama heyecanlanan sesiyle...
“Evet… şey, umarım beğenirsin.”
Kutuyu uzattığımda gözleri doldu. O an, onun kalbinin benimki kadar hızlı attığını hissettim.
“Güzelim… ne zahmet ettin…” dedi. Kutuyu açtı, bakışları bir anlık dalıp gitti. Sonra başını yana eğip gözlerime baktı. O çocuksu masumiyet dolu ifade belirdi dudaklarında.
“Güzelim…” dedi, iç çekerek masumca gülümseyerek.
“Saatin kırıktı, yenisini tak istedim.”
“Onun anısı var, güzelim. Operasyonda kırılmıştı o… ama bu…” dedi, gözleri parlayarak. “…bu sayende tüm anılara bedel oldu...”
“Beğendin mi?” diye sordum, sesim ince bir ip gibi titriyordu.
“Beğenmez olur muyum, çok beğendim...Sen takar mısın güzelim?”
“Tabii kiii!” dedim heyecanla. Kutudan çıkardığım saati onun bileğine takarken parmak uçlarım tenine değdi ve içimden sıcak bir elektrik geçti.
"Oldu!"dedim, çocuksu bir heyecanla yüzüne
“Teşekkür ederim tekrardan…” dedi, bileğindeki saate bakarken hafifçe gülümsedi.
“Seninkilerin yanında hiçbir şey ama…” dedim, mahcup bir şekilde dudaklarımı kıvırarak.
“Yasak koyacağım bak,” diyerek kaşlarını kaldırınca gözlerimi devirdim.
“Of Emir, bugün yapma bari…”
“Hoşuma gidiyor,” dedi, duraksamadan.
“Sinir etmek mi?”dedim, kaşlarımı hafifçe kaldırarak .
“Öyle de diyebiliriz,” dedi göz kırparak; tekrar göz devirdim, içim istemsizce ısındı.
“Çantanı almayacak mısın?”
“Almayacağım ya… Bu elbiseyle uyumlu değildi,” dedim, dudaklarımı büzerek.
Gülümseyerek dolabına yöneldi, parfümünü aldı ve narin bir hareketle sıkıp havaya yayılan kokunun hafif sıcaklığı odanın havasına karıştı. Ardından ceketini giydi; hareketleri o kadar doğal ve kendinden emin ki, gözlerimi ondan alamıyordum.
“Oldu mu?” dedi, gözleriyle bir onay bekler gibi bana baktı.
“Nereye böyle, Emir bey?” diye sordum, dudaklarımda hafif bir tebessümle.
“Karımın mezuniyet balosuna, efendim. Ona eşlik etmek benim için büyük bir onurdur,” dedi ve göz kırparak ekledi; o an içimde bir sıcaklık yayıldı, kalbim hızla çarpmaya başlarken utanarak başımı eğdim.
“Hazırsanız çıkalım, öğretmen hanım?” dedi, o her zamanki muzır sırıtışıyla, gözlerindeki o tanıdık ışık parıldıyordu.
“Düşündüm de… bence çanta taşımaktan daha yararlı bir şey olabilir,” dedim, dudaklarımda hafif bir gülümsemeyle, kalbim göğsümde hafifçe çarpıyordu.
“Neymiş bakalım o?” diye merakla sordu, sanki ufak bir sır keşfetmek istercesine.
“Gel, benimle!” diyerek elini tuttum; parmaklarımızın teması küçük ama sıcak bir elektrik gibi yayıldı. Onu odama doğru çekerken içimden bir heyecan yükseldi.
“Korkmam gerekiyor mu?” dedi, bakışlarındaki oyunbaz parıltı kalbimi biraz daha hızlandırdı.
“Sanki… bir tık…” dedim, makyaj çantamdan birkaç malzemeyi ona uzatırken ellerim hafifçe titredi.
“Al bakalım…”
“Güzelim, sağ ol, ben kullanmıyorum,” dedi alaycı ama içten bir gülümsemeyle, o an yüzüne bakarken içim sıcacık oldu.
“Şaka yapıyorsun?” dedim, dudaklarımda alaycı ama yumuşak bir tebessümle.
“Çok ciddiyim şu an,” dedi, hâlâ o oyunbaz ifadesini bozmadan, gözlerindeki samimiyet kalbime dokundu.
“Ya Emir, cebine koyar mısın? Bir de cüzdanımı vereceğim sana…”
“Cüzdana gerek yok, güzelim. Ben varım,” dedi, sesi sakin ama kararlı, gözleriyle içimi titretti.
“Emir…” dedim, utangaçlık ve mahcubiyet karışık bir şekilde yüzümde belirdi.
“Alınacak bir şey yok. Ben varken, cüzdanına gerek yok, bir tanem. Bir de hırka al kendine; dönüşte üşüyebilirsin…”
“Gerek yok ya, üşümem,” dedim, dudaklarımda beliren hafif tebessümle, kalbim onun sözleriyle yumuşamıştı.
“Üşürsen ama hatırlatırım bunu sana, öğretmen hanım,” dedi, göz kırparak, o alaycı tonla bile içtenliğini saklamadan.
“Onu da o zaman düşünürüz, Emir uzmanım!”
“Eyvallah, devrem,” dedi, hafif göz devirerek.
“Uyuzluk etme Emir ya!”
“Bakarız,” diyerek saçlarıma hafif bir buse bıraktı ve ardından elimden tuttu; parmaklarının sıcaklığı hâlâ tenimdeydi. İçimde tarif edilemez bir güven ve mutluluk dalgası yayıldı.
“Hadi gel, ayakkabılarını giyelim…” dedi, sanki küçük bir çocuğa nazikçe rehberlik edermiş gibi, beni hafifçe öne iterek.
Peşinden gidip, alaycı bir tonla söyledim:
“Topuklu sevdiğini bilmiyordum.”
“Marka olmazsa, hayatta giymem,” diyerek espri yapınca göz “Off Emir…”diyerek göz devirdim.
“Off Emir ki ne off… Bugün katil olmazsam, şükret,” dedi, bir anda ciddileşen ses tonuyla.
“O niyeymiş?” dedim, burnumu kıvırarak hafifçe gülümseyerek.
“Güzelliğine güzellik katmışsın, ondan, öğretmen hanım…” diyerek kapının önüne geldiğinde kendi ayakkabılarını giyiyordu.
Omuz silkip, alyansımı parmağımla işaret ederek, gülümseyerek dedim:
“Senin cevabını veririm ben de. Kocamın sayısız leşi var. Kendisi takıntılı bir ruh hastası, yeni karakoldan çıktı,” sözlerim alaycı ve teatral bir tonla yükseldi.
O an çocuksu bir sesle karşılık verdi:
“Aferin karıma… kurban olurum sana, kurban!”
Doğrularak alnımdan öptü ve o an ruhu bir anda çocuksu bir hâl aldı, yüzündeki masumiyet kalbimi eritti.
“Buna sevindiğine inanamıyorum,” dedim gülerek, utangaç bakışlarımı kaçırırken.
“Fark etmeden dahi olsa ‘kocam’ dedin çünkü!” dedi, sevinçle parlayan gözleriyle.
“Emir ya!” dedim, utanarak başımı eğip gözlerimi kaçırdım.
“Utanmana kurban olurummmm,” dedi, sesi hâlâ o yumuşak şefkatle dolu.
“Şimdi ayaklarını giyelim,” diyerek tekrar eğildi ve nazikçe ayakkabılarıma uzandı. Hızla eğilip kendi almayı denedim.
“Emir, gerek yok, ben giyerim!” dedim, ama kararlı bir ifadeyle elimi nazikçe iterek yanıtladı:
“Şştt… omzumdan tut, düşme…”
Utanarak bakışlarımı kaçırdım. O, gülümseyerek ayağıma topuklumu dikkatle giydirdi.
“Minicik kız ayakların!” diye gülerek ekledi.
“Emir, utandırma,” dedim ama o hâlâ gülümseyerek öteki ayakkabımı da giydirdi.
“Çok sıkmadı değil mi, güzelim?” diye sordu.
“İhhı…” dememle parmak ucuma hafif bir öpücük bıraktı; gözlerim irileşti.
“Emir?!”
Doğrulup bana gülümseyince içimde tarifsiz bir sıcaklık yayıldı.
“Benim iki cihanda da cennetim olduğun için teşekkür ederim…”
“Emir…” diye karşılık verdim, sesi titrek.
“Emir’in kurban olsun yoluna,” dedi, saçlarıma bir buse daha kondurup ardından kolunu nazikçe uzattı.
“Gidelim mi, prensesim?”
Başımı sallayarak gülümserken koluna girdim.
“Bu gece bizim gecemiz olsun… Gönlümüzce eğlenelim. Utanmadan, bıkmadan, kimseyi takmadan… Anlaştık mı?” diye fısıldadı.
Başımı sallayıp gülümseyerek tekrar onay verdim. Elimi öptü ve yumuşak bir sesle:
“Aferin benim güzelime…” dedi.
Onunla beraber evden çıkıp merdivenleri inerken, önümüze çıkan apartman kedisini bir an fark etmeyip korkunca çığlık attım; ayağım bir an kaydı. Emir hemen belimden kavradı.
“Güzelim, dikkat et!” dedi, sesi hem endişeli hem de koruyucuydu.
“Ayağım kaydı bir an…” dedim panikle.
“Tut benden, bir şeyin yok değil mi?”
“İıhhı… Karşıma bir anlık çıkınca korktum…” dedim, üzerimdeki korkuyu atmaya çalışırken kolunu daha sıkı kavradım ve merdivenlere baktım.
“Kurban olurum, öyle bakma hadi. Olur böyle şeyler… Tutuyorum seni, inelim…”
Başımı salladım; belimdeki eli sıklaştı, sıcaklığı içimi ısıttı.
Bahçeye geldiğimizde Baran, İsmail ağabey ve Yiğit Alper ekiplerle konuşurken bir anda bize döndüler.
Baran ağabey ıslık çalarak:
“Aslanıma bak benim be, filinta gibi olmuş!” dedi; herkesin dikkati anında üzerimize kaydı.
“Gelinimize, damadımıza maşallah, bir alkış!” diyerek İsmail ağabey alkışladı. Diğerleri de ellerini çırparak destek olunca, utanarak Emir’e döndüm.
Emir ise bozuntuya vermeden gülümsedi.
“Olmuş mu takım?” dedi, sanki kendi başarısını ölçer gibi.
Yiğit Alper gülerek müdahale etti:
“Yakıyorsun Emir’im!”
Ardından Emirhan, ekip aracına yaslanmış şekilde ekledi:
“Görür görmez okuyup üfledim yani, Emir’im; gerisini sen anla.”
“Eyvallah Emirhan hocam,” dedi Emir gülerek.
“‘Ayetel Kursi’yi okuyun bak,” diye tekrar uyardı Emirhan.
Sonra Göktürk, yol gösterir gibi aracı işaret etti:
“Emirhan’ın ‘Ayetel Kursi’ alarmını da kapattığımıza göre sizi şöyle alalım.”
“Utandım…” dedim, Emir’in kolunun arkasına saklanıp fısıldayarak.
“Alış, güzelim benim… artık kocaman bir ailen var…” dedi Emir, içten bir gülümsemeyle.
Araca yönelirken Alper ve Göktürk kapıları açtı.
“Şöyle efendim… buyurun… gelin hanım, damat bey…”
“Teşekkür ediyoruz,” dedim, hafif mahcup bir gülümsemeyle.
Göktürk elini göğsüne koyup, “Eyvallah yenge,” dedi; gülerek “Eyvah, bizden Göktürk ağabey,” diye karşılık verdim.
Baran ağabey de gülerek bana dönüp hareketimi onayladı:
“Böyle devam İklim ustam.”
“Tabii ağabey!” dedim, gülerek.
Alper ile şakalaşan Emir, en son araca bindi ve kapıdan geçerken gülerek:
“Eyvallah kardeşim,” dedi.
“Hadi biz kaçtık!” dedi Emir, onlara camdan el sallayarak aracı çalıştırdı.
“Ortamın tozunu almadan gelme koçum!” diye bağırdı Tansu Asteğmen.
“Baş üstüne Komutanım!” dedi Emir ve ardından korna çalarak evden uzaklaştık.
Kemerimi takıp arkama yaslanmamla bana baktı.
“Baran görümcen ile aranız düzeldi mi?”
“Baran ağabeye nur inmiş,” dedim hafifçe gülümseyerek.
“İnsin insin, o da senin ağabeyin,” dedi Emir, keyifli bir edayla.
“Çok güzel insanlar kazandım sayende…”
“Onlar sayende güzel bir insan kazandı,” dedi, utanarak bakışlarımı kaçırdığım anda elimi tutup öptü.
“Torpidoyu aç bak. Orada bir şey var. Azra görümcenden…”
“Ne var?!” dedim heyecanla, kalbim bir anda hızlandı.
“Aç bakalım!” dedi Emir, gözlerindeki o küçük parıltıyla, sanki benim mutluluğumdan aldığı keyfi paylaşmak istercesine.
“Aç bakalım!” dedi Emir, gözlerindeki o heyecanlı parıltıyla. Ellerim torpidoya uzandı.
Gördüğüm hediye paketiyle gözlerim doldu.
“Ne almış?!” diye heyecanla fısıldadım.
“Açmadan bilemeyiz,” dedi Emir, gülümseyerek.
“Açıyorum o zaman!”
Paketi açtım ve karşımda elbisemle tam uyumlu, simli, minimal ve askılı bir çanta vardı. Gözlerim dolu dolu Emir’e baktım.
“Çanta almış…”
“Hayırlı olsun güzelime,” dedi Emir, sesi hem sevinç hem gurur doluydu.
“Balodan sonra hemen arayacağım onu!” dedim heyecanla.
“Kurban olurum size,” dedi Emir, tebessümle, elimi nazikçe tuttu ve öptü.
“Ben sizin hakkınızı nasıl ödeyeceğim böyle…”
“Gülümseyerek, güzelim… Azra da ben de mutluluğunu istiyoruz,” dedi Emir, gözlerindeki sıcak bakışlar içimi ısıtırken.
“Sizinle mutluyum…” dedim içtenlikle.
“O zaman keyfini çıkar, güzelim,” dedi derin bakışının ardından, huzur vaad edercesine gülümseyerek.
“Emir!” dedim, ucum giderek, kalbim hafifçe hızlanmıştı.
“Telefonu tutucuya koy, hadi! Video çekelim beraber, anı olsun…”
“Olur, bekle! Hemen ayarlıyorum.”
“Ben de müzik açayım…” diyerek Emir, telefonu aracın sistemine bağladı. Aracın içi, hafif titreşimli bir yaz akşamı melankolisi gibi, açtığı müzikle doldu.
Ona döndüm, kalbim aniden hızlandı:
“Emir?!” dedim, heyecandan sesim titreyerek çıktı. Bu şarkıyı evde ara ara dinliyordum ama ilk defa onunla, onun da dinlediğini bilerek dinlemek tarifsiz bir heyecan veriyordu.
“Güzel parça,” dedi, göz kırparak. Utana utana kamerayı açıp sabitledim. Kendi yansıma ekranında hafif gülümseyip saçımı düzelttim, kalbim hafifçe çarpıyordu. Ardından kaydı başlattım.
“Kayıtta…” dememle Emir, yumuşak bir gülümsemeyle bana baktı; bakışları öylesine sıcak ve yakın ki, sanki zaman durmuştu.
“Ben konuşayım mı ilk?” dedi hafif mahcup bir sesle.
“Konuş!” dedim, heyecanla gülerek.
Emir kameraya dönüp direksiyon hâlâ ellerindeyken arada yol manzarasına göz attı, arabanın ön camından geçip giden ışıkları kayda aldı ve konuşmaya başladı:
“Bugün günlerden 15 Haziran. Biricik eşimin mezuniyet balosuna gidiyoruz. Şıkır şıkır, cıvıl cıvıl… Umarım katil olmam. Keza kendisi zaten dünya güzeli…”
“Emir!” diyerek omzuna hafifçe vurdum.
“Katil falan olmak yok,” dedim gülümseyerek.
“Bakarııız,” dedi, gülümseyip şarkıya giriş yaptı.
Arkama yaslanıp onun gülüşünü izlerken, sesi aracın içinde sıcak bir melodi gibi yankılandı:
“Boş gemiler geçiyor gönlümün kıyısından
Ruhum yorgun ve bezmiş düşman sayısından”
Mimiklerini, ritimle uyumlu kas hareketlerini izlemek o kadar tatlıydı ki içim eridi. Ardından parmaklarıyla bana işaret ederek, “Sende söyle,” dercesine gülümsedi. Ben de utanarak onunla mırıldanmaya başladım:
“Ne anlamam lazım bu bakışından?
Belli miydi zaten kaçışından?”
“Şimdi yüksek sesle söyleyeceğiz burayı, tamam mı?” dedi Emir, gözlerinde eğlenceli bir ışık.
Ben göz devirdim ama gülümsedim.
“Emir…”
“Hadi!” dedi, direksiyona nazikçe hâkimken sesi yolculuğun ritmine karıştı.
“Boş gemiler geçiyor gönlümün kıyısından
Ruhum yorgun ve bezmiş düşman sayısından”
Şarkıyı söylerken göz göze gelmelerimiz oldu; kalbim utangaçlık ve heyecanla doldu, zaman sanki yalnızca ikimiz için durmuştu.
“Ne anlamam lazım bu bakışından?” dedik, göz göze gelince Emir hafifçe göz kırptı. Ardından birlikte devam ettik:
“Belli miydi zaten kaçışından?”
Müziğin nakaratı girince ikimiz de daha da coştuk.
“Ne söylesen boş, beni göremezsin
İçinde bir ses, ama seçemezsin
Hani özlersin, geri dönemezsin, of”
Birbirimize bakıp gülerek söyledik; adeta şarkıyı yaşıyorduk. Tek fark, evde hüzünle dinlediğim şarkıyı şimdi sevdiğim adamla birlikte, kahkahalarla ve eğlenerek söylüyor olmamdı.
“Ne söylesen boş, beni göremezsin
İçinde bir ses, ama seçemezsin
Hani özlersin, geri dönemezsin, of”
Emir, hızını alamayıp bir kahkaha patlattı:
“Ofkine ne, off!”
Ben de onun kahkahayla karışık ciddiyetsizliğine gülerek karşılık verdim:
“Deli!”
“Biz bunu hep yapalım, çok iyi geldi,” dedi, gözlerindeki neşeyi gizleyemeyerek.
“Terapi gibi,” diye ekledim, kendimi bırakarak.
“Neyse ki Antidepresanım hep yanımda,” diyerek göz kırptı, ben de göz devirip güldüm.
“Delisin Emir!”
“En azından babetle yağmurda yürümek için inatlaşacak kadar delirmedim,” dedi, espriyle karışık.
“Emir ya…”dedim kaşlarımı çatarak.
“Sinirlenince çok güzel oluyorsun ama, sinir etmeden duramıyorum,” diye devam etti muzır bir sırıtışla.
“Uyuzsun Emir!” diyerek göz devirmem ile kahkahası melodi gibi kulağıma çalınırken tekrar elimi tutup öptü . Bunu her yaptığında içim eriyordu...
Yolun güzelliği, müziğin ritmi ve aramızdaki kahkahalar, bu yolculuğu hem romantik hem de içten bir anıya dönüştürüyordu onunla...
O an bir kez daha anladım. Doğru adamı bulmakla kalmayıp, onunla da yeni bir ben oluyordum. Gülüşü ile ortaya çıkan gamzesini ve güneş gibi ışıldayan gözlerini izlemek bir ömre bedeldi... Ve sırf bu yüzden içimden bir kez daha şükürler edip dualar ettim onunla hiç ayrılmamak için.
☆☆☆☆☆
Oy sınırı 30 oy 20 yorum
Bölüm nasıldı?
Hesaplarımı takip ederek bana daha da destek olabilirsiniz;)
Yt : Bozkurt Pençesi Kitappad
Insta : bozkurtpencesi_kitappad
Tiktok: Bozkurt Pençesi Kitappad
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |