

İklim Yılmaz’dan…
Yüzümdeki makyajı temizleyip ellerimi yüzümü yıkadıktan sonra aynada kendime son kez baktım. Tam o sırada Emir’in odasına girdiğini gördüm. Peşinden gidip kapıdan içeri girerken, bir anda "Böö!" diye seslendim. Önce irkildi, sonra kahkahayı bastı.
"Güzelim, öcü mü oldun sen?" dedi, gözlerinde şefkatli bir ışıltıyla.
Başımı arkaya atıp güldüm.
"Birazcık… sanki…"
"Elbiseni niye çıkarmadın?"
"İplerini çözemedim ki, bir de sürpriz demiştin…"
"Haa, doğru… Gel otur şuraya."
Onun yanına geçip yatağın kenarına oturdum. Gözlerim ister istemez Emir’i izliyordu. Elinde tuttuğu belgeler dikkatimi çekti. Bakışlarım önce kağıtlara, sonra ona kaydı.
"Onlar ne?" dedim hafif kısık bir sesle.
Emir derin bir nefes aldı.
"Bunlar… ablanın ve annenin sana bıraktığı hediyeler…"
Kalbim bir an durdu sanki. Gözlerim dolmaya başladı.
"Ne? Ne hediyesi?"dedim, titreyen sesime engel olamadan.
"Ablanın vasiyeti üzerine senin adına bankada yüklü bir miktar para bırakılmış güzelim. Annen de… iki arsa ve bir dükkân bırakmış üzerine. Hepsi tertemiz, babanın haberi yokmuş."
"Emir… ciddi misin sen?" Ellerim titreyerek uzandım, belgeleri ondan aldım. Kağıtların hışırtısı bile içimi ürpertti.
Emir usulca başka bir zarf uzattı.
"Bir de ablanın sana bıraktığı bir zarf var. Üzerine özellikle yazmış… ‘Bir gün evlenirsen oku, Biricik’ diye."
Yutkundum, dudaklarım titriyordu.
"Emir…"
Elimle gözyaşlarımı sildim ama engel olamıyordum. Emir yanımda, sakin sesiyle fısıldadı:
"Ağlama güzel gözlüm… ben seni üzmek için getirmedim ki bunları…"
"Güzelim benim…" dedi Emir, sesi derin bir şefkatle doluydu.
"Emir…" dedim, boğazım düğümlenerek.
Elini yanağıma koydu, gözyaşlarımı silerken hafifçe gözlerı dolu dolu gülümsedi. "Ağlama ama güzelim… gözlerin ağrıyacak…"
Titrek bir nefes alıp fısıldadım:
"Çok teşekkür ederim her şey için…"
Kaşlarını kaldırıp dudaklarını büzdü. "Ama ne konuştuk biz… teşekkür etmeyi yasaklamadım mı ben sana?"
Yanaklarımı kapatan elleri sıcak bir siper gibi yüzümdeydi. O an dudaklarım istemsizce kıvrıldı, aradan gülümsemem sızdı.
"Off Emir..." dedim gözlerimi devirerek.
Gözlerimin içine uzun uzun baktı. İçinde hem hüzün hem hayranlık vardı. Sesini alçaltıp neredeyse fısıldadı:
" Şu gülüşe... kaç ömür yakılır, öğretmen hanım..."
Emir’in gözleri kısık bir gülümseme ile ışıldarken içimden geçenleri bilmesini istemezdim belki ama, o bakışlarıyla zaten hepsini okumuştu. Kalbim onun sözleriyle yanarken, hissettiğim tek şey güven ve tarifsiz bir sevgi oldu.
Utanarak başımı eğmemle yanağıma uzun bir öpücük bıraktı, sonra hafifçe geri çekildi. Kalbim göğsümden fırlayacak gibiydi, nefesim boğazımda düğümlendi.
“Sana asıl sürprizimi açıklayayım mı?” dedi. Sesi titrek ama içinde sakladığı kararlılığı duyabiliyordum.
“Bunlar değil miydi?” diye sordum, gözlerimi kaçırarak elimdeki belgelere bakarken.
“Cıık! Asıl sürprizim…” diyerek dolabına yöneldi. Ben şaşkınlıkla bakarken elinde küçük bir kutuyla geri döndü, yatağa oturdu.
“Gel bakalım dizime…” dedi, gözlerindeki o şefkatle.
“Dizine mi?” dememe fırsat kalmadan belimden çekip dizine oturttu. Yüzümde ateş gibi bir kızarıklık dolaşırken elim refleksle omzuna sarıldı.
“Dizime…” diye tekrarladı fısıltıyla. Ardından kucağıma bıraktığı kutuya bakmamı işaret etti.
“Aç bakayım, burada ne varmış.” dedi, sesinde çocuksu bir masumiyet vardı.
“Emir…” diye fısıldadım, ama sözüm alnıma kondurduğu öpücükle yarım kaldı. Başımı sinesine yaslayarak kutuyu açtım. Ama kapağı aralanır aralanmaz gördüğüm şey kalbime saplandı. Gözlerim büyüdü, nefesim kesildi. Başımı hızla geriye çektim.
“Emir bu…” dedim, sesim titredi, gözlerim doldu.
O anda onun gözlerinden de yaşlar firar etti. Boğazı düğümlense de gülümsemeye çalıştı.
“Annenin…” dedi, kelimeyi söylerken sesi titredi.
Gözlerimden akan yaşlar yanaklarımı yakıyordu.
“Sana bıraktığı kolye güzelim… Leyla’ya da bırakmış. O Cüneyt’te… Bu da benim elime ulaştı. Emanet yerini bulsun istedim.”
Elim titreyerek kolyeye dokundu. Soğuk metalin tenime değmesiyle içimde annemin nefesi dolaşmış gibi oldum. O an dizlerim boşaldı, kalbim sızladı.
“Emir… çok teşekkür ederim.” dedim, gözyaşlarımla boğulurken boynuna sarıldım.
“Dünyaları verdin bana… çok teşekkür ederim!”
“Bebeğim benim…” dedi, kendi gözyaşlarının arasından bana sarılırken. “Sen mutlu ol yeter…”
“Ablanın bıraktığı zarfı da ne zaman hazır hissedersen oku güzelim, olur mu?”
Başımı usulca salladım. Sanki bedenimin tüm ağırlığı Emir’in göğsüne yığılmıştı, kalkacak gücüm yoktu.
“Güzel gözlüm benim…” dedi fısıldayarak. Parmakları saçlarımda gezinirken alnıma bir öpücük kondurdu.
“Uykun vardı… dinlen hadi.” diyerek yanağımı okşadı. Diğer eliyle belgeleri komodinin üzerine bıraktı.
“Emir…” dedim kısık bir sesle.
Gözlerime baktı, içinde şefkat ve kırılganlık taşıyan o derin bakışıyla.
“Söyle güzelim.”
Sözler boğazıma düğümlendi. Onun yerine kalbim konuştu. Yavaşça dudaklarına yükseldim. Önce şaşkınlıkla bakakaldı, sonra ben gözlerimi kapatıp kendimi o ana bırakınca, o da tereddütsüz sarıldı bana.
Gözlerinden süzülen yaşlar dudaklarımıza, yanağımdan akan damlalar ona karıştı. O an hangi gözyaşının kime ait olduğunu bilmedim. Yalnızca kalbimin deli gibi çarpışını, onun kokusunu, dudaklarımızın titreyen buluşmasını hissettim.
Sanki bütün korkularımız, acılarımız, geçmişin yükü o öpücükte eriyip gitmişti.
___
Emir Kaan’dan…
Gözyaşlarımız birbirine karışırken, İklim’in titreyen elleri gömleğimin düğmelerine uzandı. Önce geri çekilmek istedim ama o, sanki korkularını benimle mühürlemek istercesine daha sıkı sarıldı bana. Ellerim, kendiliğinden onun ellerinin üstüne kapandı; ikimizin parmakları çaresizce kenetlendi.
Zorlukla dudaklarından ayrıldığımda, alnımı onun alnına yasladım. Nefesi nefesime karışıyor, kalbi göğsümde yankılanıyordu.
“Güzelim… ileri gidiyorsun,” dedim kısık bir sesle, içimde fırtınalar koparken.
“Çünkü istiyorum…” diye fısıldadı, gözlerindeki kararlılıkla.
Yutkundum, içimde hem arzu hem korku birbirine karıştı. “Sonradan pişman olacağın şeyler yapamam…”
"İklim... yapamam..." dedim kısık bir sesle, gözlerimden süzülen yaşları saklamaya bile çalışmadan.
"Kağıt üstünde mi kalsın evliliğimiz?" dedi titreyerek, gözlerini kaçırmadan.
"O nasıl söz kurban olduğum... Yürekten seviyorum seni ben..." Sesim boğazıma düğümlendi, elim istemsizce onun avuçlarını sardı.
"Ben seninle her anlamda eş olmak istiyorum ama Emir... Pişman olmam..." Gözlerinden yaşlar yanaklarına süzülürken dudakları titriyordu.
"İlerde pişman olmamandan korkuyorum... yapamam güzelim... sonradan pişmanlık duyacağın şeyi yapamam..." dedim, başımı omzuna yaslayarak. O anda kalbim hızla çarparken gözyaşlarım yanaklarını ıslattı.
"Ben asla pişman olmadım seninle... her ne yaşadıysam, her anımdan... Emir... bırak bu defa da ben cesur olayım sana... Hem belki bizden bir parçamız olur."
"Güzelim..." dedim hıçkırığımı tutamayarak. "Korkuyorum..."
"Benim pişman olmamdan mı, yoksa senin pişman olmaktan mı?" diye sordu gözlerime kilitlenerek.
"Pişman olmandan korkuyorum..." dedim, nefesim boğazımda düğümlenirken.
"Ben asla pişman olmayacağım Emir..." dedi kararlılıkla, gözyaşlarının arasından gülümsemeye çalışarak.
"Yavrum... korkuyorum... Sensiz kalmaktan da, seni bensiz bırakmaktan da korkuyorum..." dedim, dudaklarımı alnına bastırarak.
"Sırf bu yüzden... ikimizi hayata daha da bağlayacak bir miniğe ihtiyacımız vardır belki... Korkularımıza merhem olacak, bizden bir parça..."
"Bu kadar mı çok istiyorsun bebeğimiz olmasını?" diye fısıldadım.
"Sen istemez misin?" dedi, gözlerimden ayrılmadan.
"İstiyorum... Ama korkularım var İklim..."
"Benim de korkularım var Emir... Ama korkularıma rağmen seninleyim ben. Her yanı merhamet kokan bir adamdan bir parça istemek pişmanlık mı sence?"
"Kurban olurum sana..." dedim, avuçlarımdaki ellerini dudaklarıma götürerek.
"Emir... dedemin dedikleri yüzünden mi kaçıyorsun?"
"Asla... o nasıl söz İklim?" dedim gözlerim büyürken.
"Bu odadan çıkarsam... bir daha asla bu odaya girmem haberin olsun."
"Emin misin istediğine?" diye fısıldadım, gözyaşlarımı silmeden.
"Hiç olmadığım kadar... Korkularımızı unutup bu gece de ikimiz cesur olalım Emir. Ben her şeyinle benim ol istiyorum... ama seni de zorlayacak değilim."
"Her şeyimle seninim zaten güzelim..." dedim, alnımı onun alnına dayayarak.
"Her şeyimle seninken... bende pişman olmam Emir..."
İklim’in parmakları yanağımdan süzülüp dudaklarımın kenarında durduğunda içimdeki bütün duvarlar yıkıldı.
___
Azra Yılmaz’dan...
Otobüste saatlerdir yalnız olmanın verdiği huzursuzluk içimi kemiriyordu. Her kilometre geçişi, kalbimi biraz daha sıkıyor, ellerim istemsizce dizime gidip geliyordu. Kulaklarımı takarak fark ettirmeden ağabeyimi defalarca kez aradım; telefonu açmadı. Alper’i aradım; o da ulaşılabilir değildi. Telefonu çalsa dahi açmıyordu...
Bir an panik bastı, gözlerim doldu. Canlı konum gönderdim, mesaj yağmuruna tuttum telefonu:
"Alper, otobüste saatlerdir kimse yok. Mola da vermediler. Ağabeyim açmıyor. Sende açmıyorsun...Adam dönüp dönüp bana bakıyor. Ben inmek istiyorum. Mesajlarıma niye bakmıyorsunuz… korkmaya başladım…"
Şebekemin kesilmesiyle derin bir nefes aldım, kalbim hala hızla çarpıyordu. Biraz olsun kendimi toparlamak için muavine seslendim:
"Ne zaman otobüs mola verecek acaba?"
Muavin soğuk bir tonla cevap verdi:
"Tek sefer abla, Urfa’ya kadar durmak yok."
"Başka yolcular yok mu sizin?!" diye itiraz ettim, sesi titrek ama kararlıydı.
"Yok. Otur, bekle varacağın yere kadar…"
Birden öfke ve çaresizlik birbirine karıştı:
"Ben bir sonraki dinlenme tesisinde inmek istiyorum!"
"Öyle bir lüksün yok küçük hanım," dedi muavin, sertçe.
"Ne diyorsunuz siz ya?!" diyerek oturduğum koltukta doğruldum, gözlerim dolu, nefesim kesik kesikti. İçimde hem korku hem öfke fırtınası kopuyordu; saatlerdir süren yalnızlık, bir anda dayanılmaz bir ağırlığa dönüşmüştü.
"Duydun işte, otur oturduğun yerde!" dedi muavin, üstüme doğru adımlarını hızlandırarak.
"İneceğim ben!" diye bağırarak ayağa kalktım, kalbim göğsümden fırlayacakmış gibi çarpıyordu.
"Saçmalama! Ya torbacıya, ya sapığa kurban gidersin burda inersen bu saate!"
"Sana ne ,sana ne! İneceğim ben!" sesim hem öfke hem korkuyla titriyordu.
"İnemezsin!"
"Size ne?!"
Tam o sırada şoförün sesi kabinden yankılandı:
"Şunu sustur. Barış Ağa’dan fırça yemeyelim bir de…"
"Ne Barış Ağası?" diye sorarken kalbim sıkıştı.
"Yaşamayı seviyorsan, otur yerine! O telefonu da ver bana!"
"Veremem!!" elim çantamda, biber gazına uzandı hemen, gözlerim kararlı ama ellerim titriyordu.
"İndirin beni!"
Muavin ve şoför birbirine bakıp şaşkınlıkla kıkırdadılar:
"Barış ağanın dediği kadar psikopat he, bu kız ağabey…"
"Ceyhun, yanaşma kıza!"diye gürledi Şoför.
“Oturmazsan o biber gazı da kurtarmaz seni!” diye hırladı, adeta dişlerini sıkarak.
“İneceğim dedim!” diye karşılık verdim, kalbim göğsümü yumrukluyordu.
“İnemezsin lan, inemezsin!” diye bağırmasıyla birlikte elimdeki biber gazını acımadan sıktım. Çığlık ve öksürükler arasında muavin sendeleyerek koltuklara savruldu. Çantamı açıp elektroşok cihazını kaptım, parmaklarım titriyor olsa da gözlerimdeki kararlılık her şeyin önündeydi.
“Otobüsü durdur!” diye bağırdım şoföre, sesim hem korkuyla hem öfkeyle yankılandı.
“Kes sesini! Ceyhun, bak şuna!” diye homurdandı , gözlerini kıstığında bile öfke ateşi yanıyordu.
“Gözlerimi açamıyorum…”
“Durun, dedim size! Durdurun otobüsü!!” diye bağırdım. Nefesim kesiliyordu. Şoför bir anlık tereddütle aynadan bana baktı, ardından frenlere asıldı. Otobüs keskin bir gıcırtıyla durdu.
Bir an için içimde “kurtuldum” diye bir umut belirdi. Ama daha kapıya varır varmaz gerçek yüzüyle karşılaştım.
“Aç kapıyı!” diye haykırdım.
Şoför ağır adımlarla yerinden kalktı. Yüzünde öfke ile küçümsemenin karıştığı bir ifade vardı.
“Bana ‘dur’ dedin, kapıyı aç demedin küçük hanım!” diye çıkıştı.
“Açın kapıyı!! Yaklaşma bana!” diye bağırdım, ellerim titriyor ama cihazı daha sıkı kavrıyordum.
“Elindeki kini bırak, otur yerine. Yoksa hoşuna gitmeyecek şeyler yaşarsın!” dedi şoför, sesi buz gibi ve tehditkârdı. Ardından arkasını dönerek bağırdı: “Ceyhun, kendine gel sende, tut şunu!”
“Ya sizin ananız, bacınız yok mu?!” diye feryat ettim, gözlerim yaşla dolmuştu. Boğazım düğümlendi, nefesim kesiliyordu.
“Yok,” diye alaycı bir ses yükseldi arkalardan. Soğuk bir kahkaha karıştı bu cümleye.
“Şerefsizler! Bırakın beni!!” diye çığlık attım, ellerimi savurarak direndim.
“Ağabey, durmuyor bu kız…”
Şoförün bakışları karardı. “Getir şuradan iğneyi!” diye emir verdi.
Nefesim boğazıma düğümlendi. “Hayır… hayır, istemiyorum! Bırakın beni!” diye çırpındım, kalbim kaburgalarımı parçalayacak gibi atıyordu.
Muavin, cebinden çıkardığı şırıngayı ışığa tuttu. Metal ucu gözlerime iliştiği anda içimdeki tüm çığlıklar dışarı fırladı.
“Yapma… lütfen!” diye yalvardım, sesim neredeyse fısıltıya dönüşmüştü. Elleriyle beni bastırmaya çalıştıklarında çaresizce geri çekildim. Elektroşoku kaldırıp kime denk gelirse diye savurdum.
Ama şırıngayı tutan o eller gitgide yaklaşıyordu…
Arkamdan kollarım sıkıca kavrandı, elimdeki şok cihazı yere düştü, metalin çıkardığı çınlama otobüsün sessizliğini yırttı. Nefesim boğazımda düğümlendi, ciğerlerim hava için çırpınıyordu.
Muavin ağır adımlarla yaklaştı, yüzünde sadistçe bir rahatlama vardı.
“Sıyır ağabey şunun kolunu!” diye buyurdu, sesi öfke ve alayla doluydu.
“Yapma, lütfen!” diye yalvardım, gözyaşlarım yanaklarımı yakarak akıyordu.
Şoför geriye dönüp baktı. Karanlıkta parlayan gözlerinde tek bir damla vicdan yoktu.
“Bir saat daha uslu dursaydın, olmayacaktı bunlar küçük hanım…” dedi, kelimeleri zehir gibi içime işledi.
“Tamam! Duracağım… yapma!” dedim nefes nefese, kelimelerim titriyordu. Ama titreyen sadece sesim değildi; bütün bedenim korkudan sarsılıyordu.
“Kesin öyledir!” diye hırladı muavin, parmakları omzuma uzandı. Panikle geri çekildim, kollarımdan kurtulmaya çabaladım, tırnaklarımı etlerine geçirmeye çalıştım.
“Yapma! Ne olur yapma!!”
Ama çok geçti.
Muavin iğneyi havaya kaldırıp parıltısını bana gösterdi. Alaycı bir kahkaha attı.
“Kimleri başımıza bela ettin lan sen Ceyhun?” diye hırladı, sonra tek hamlede omzuma sapladı.
"Ben nerden bileyim ağabey?!"
Çığlığım otobüsün içinde yankılandı. Bedenim öyle bir kasıldı ki nefesim kesildi. Omzumdan bütün damarlarıma yayılan yakıcı bir sıcaklık vardı. Dizlerim titredi, kanımda dolaşan o zehirli ateşi hissedebiliyordum.
Adam geri çekildi, şırıngayı boş eline savurup yüzüme soğuk bir tebessümle baktı.
“Barış ağanın yanına vardığında…” dedi, dudaklarının kenarı iğrenç bir sırıtışla kıvrıldı. “…Leyla’nın yanına gidersen selam söyle. Onu izlemenin tadı damağımızda kalmıştı.”
O sözler beynimde bir tokmak gibi çınladı. Gözlerim bulanıklaştı, dünya kayıyordu. Dizlerimin bağı çözüldü, kulaklarımda uğultu vardı.
Kalbim hâlâ çılgınca atıyordu… ama bilinç, karanlığın içine çekiliyordu.
___
Yiğit Alper Tuna’dan…
“Alper, telefonun çalıp duruyormuş. Bir bak istersen…” dedi Baran ağabey. Kaşlarım çatıldı, elimden telefonu uzatırken yüzüme dikkatle bakıyordu.
“Anneme mi bir şey oldu acaba ağabey?!” diye telefonu kaptım. Ekrana düşen mesajları görmemle kalbim sıkıştı. Azra’nın üst üste yazdıkları, attığı plaka… boğazımda kocaman bir yumru oluştu.
“Ağabey…” dedim, sesim titriyordu.
“Alper, ne oldu?”
“Çalınan otobüs vardı ya…”dedim, ellerimi titreyerek.
“Seninle ne alakası var onun oğlum? İhbarı aldık, arıyoruz işte.” dedi gözlerini devirerek, ama ben artık nefes alamıyordum.
“Baran… Azra o otobüsün içindeymiş. ‘Korkuyorum’ yazmış!”
“Ne diyorsun sen, oğlum?!” dedi, yüzü bir anda gerildi.
“Soru sorma bana! Attığı konumu size de yolladım. Ekip çıkartın, ben çıkıyorum!” dedim, telefonu cebime sıkıştırıp ayağa kalktım.
“Yiğit Alper, bir dur!” diye bağırdı Baran, sesi komutan sertliğiyle yankılandı.
“Duracak vaktim yok!” dedim, gözlerimden yaşlar fışkıracak gibiydi. “Azra’yı onların eline bırakmam ben! Bir saniye bile kaybedemem!”
“Ne oluyor bu ülkeye Allah’ım, ne oluyor?!” diye hışımla aracın kapısını çarpıp direksiyona geçtim. Ellerim titrerken kontağı çevirdim, motorun uğultusu kalbimin gürültüsüyle yarışıyordu. Gaza abanıp fırladım.
Gözlerim yoldaydı ama zihnimde tek bir şey vardı: Azra.
“Dayan güzelim... Yakınsın bana, lütfen dayan Azra’m...” diye dişlerimin arasından fısıldadım.
Direksiyona sıkıca asılırken parmak eklemlerim beyazlamıştı. Kalbimde tarifsiz bir korku, damarlarımda kaynayan öfke vardı.
Defalarca kez aramama rağmen her seferinde çalan telefonun açılmamasıyla sinir damarlarımda zonkluyordu. Son çaldığında ekran bir kez daha karardığında öfke ve çaresizlikle yumruğumu direksiyona indirdim.
“Açmıyor... Allah’ım, açmıyor!” diye haykırdım, sesim boğazımı parçalayacak kadar gergindi.
Sanki her çalan çağrı sesi, içimdeki umudu biraz daha söküp alıyordu. Direksiyonun üstünde parmaklarım titriyor, gözlerim yolda ama zihnimde Azra’nın korkuyla yazdığı son mesajı dönüp duruyordu.
___
35 oylama 20 yorum istiyorum
Psikolojisi ağır bir kitap farkındayım. Ama ben günümüz turkiyesinin sessizliğine sessiz kalmak istemediğim için bu konuya özellikle yer verdim kitabımda. Yeni bölüm için beklemede kalın .
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |