

Yiğit Alper Tuna'dan...
Adamları etkisiz hâle getirirken nefes nefese kalmıştım, göğsüm göğsüme çarpıyor, ellerim titriyordu. Yine de sesimi duyurmak zorundaydım:
“Azra?!”
Derin bir nefes alıp geri çekildim, gözlerim istemsizce yaşlarla doldu. Kalbim korku ve çaresizlikle doluydu.
“Cevap ver Azra’m… ne olur…” diyerek güçlükle kalktım. Adamların silahlarını ellerinden alıp kelepçe takarken nabızlarını yokladım; biri ex olmuştu bile… Ama umurumda değildi. Aklımda sadece bir şey vardı: onun sesini duymak, onu görmek.
“Azra…” diyerek otobüsün kapısından içeriye girdim, etrafa bakındım. Her köşe, her koltuk bir felaketin izlerini taşıyor gibiydi.
“Güzelim… ben geldim… ses ver…” diyerek ilerledim, kalbim göğsümü yırtacak gibi çarpıyordu. Onun sessizliği beni delirtecek gibiydi. Derin bir korkuyla arka koltukta yatan Azra’yı gördüm ve hızla koştum:
“Azra?! Azra’m?!”
O hâlâ sessizdi. Parmaklarımı titreyerek nabzına bastırdım. Küçük ama güçlü bir atım… Sonunda o atan nabzı parmaklarımda hissettiğimde içimde büyük bir oh çekiş ve tarifsiz bir rahatlama dalgası yayıldı.
“Azra’m… aç gözlerini… kurban olayım, aç… ben buradayım…”
Onu kucağıma aldığımda yerdeki iğne enjektörü gözlerime ilişti. Gözlerim hemen Azra’ya kaydı, içimde korku ve öfke birbirine karıştı:
“Allah’ım… inşallah düşündüğüm gibi bir şey yoktur… ne olur…”
Enjektörü hızla cebime koyarken, Azra’yı daha sıkı kucakladım, kalbim onun güvenliği için deli gibi atıyordu. Her nefes alışımda yalnızca bir tek dilek vardı: onu asla kaybetmeyecektim. Hızla koşar adımla otobüsten inip aracıma yöneldim.
“Dayan güzelim… dayan Azra’m… güçlü kadınım benim… aç gözlerini, bitanem…”
Aracın kapısını güç bela açıp onu nazikçe koltuğa yerleştirdim.
Ardından hızla aracın kapısını kapatmam ile direksiyona geçtiğimde ellerim titriyordu. Bizimkilere sadece konumu atabildim; gerisini düşünmeye dahi vaktim yoktu. Ayağım gaz pedalına yüklenmişti, farların önünde uzanan yol gözümde bir labirent gibiydi. Tek bildiğim şey vardı: onu yaşatmak.
Yan koltukta kollarımda yatan Azra’nın soğuk elini sıkıca tuttum. Dudaklarım titreyerek fısıldadım:
“Azra’m… güzelim…”
Bedenim yanıyordu, sanki damarlarıma ateş basmıştı ama içimdeki yangın sadece onun için alevleniyordu. Elini öperken soğukluğu avuçlarımı kesiyor, içimden bir parça koparılıyordu sanki.
“Güzelim, aç gözlerini… hadi… dayan bana…”
Gözyaşlarım direksiyonun üzerine damlıyordu, titreyen nefeslerim kabine dolmuştu. Yolun sessizliğinde motorun uğultusuna karışan tek şey benim çaresiz fısıltılarımdı.
“Azra… az kaldı… aç gözlerini meleğim, ne olur… çocuk ruhlu kadınım benim… dayan bana… aç şu gözlerini…”
Gözlerim bulanıyor, direksiyonun arkasında kalbim paramparça oluyordu. Hastaneye yetişene kadar içimde tek bir dua, tek bir cümle yankılanıyordu: “Allah’ım, onu benden alma…”
Hastanenin tabelasını gördüğüm an kalbim kaburgalarımı kıracak kadar hızlı atıyordu. Farların aydınlattığı o kocaman yazı, bana bir umut, bir nefes olmuştu. Direksiyonu sertçe kırıp acile yanaştım.
“Azra’m… geldik güzelim… aç gözlerini hadi… geldik meleğim…” dedim titreyerek, onun başını göğsüme yaslayıp öptüm.
Aracı sert bir frenle durdurmamla kapıyı çarpıp çıktım, ayaklarım nereye bastığını bilmeden hızla onun kapısına koştum. Elleri buz gibiydi, yüzü solmuştu. Kucağıma aldığımda yüreğim parçalanıyordu.
“Azra’m… dayan… yetiştik Azra’m, bak buradayız…”
Hastanenin cam kapılarından içeri daldım. Çaresizliğin, korkunun, öfkenin hepsi boğazımda düğüm olmuştu. Sesim acil servisin duvarlarını çınlattı:
“Biri buraya baksın! Çabuk, sedye lazım! Doktor!!”
Koşuşturan hemşireler, panikle bana yönelen bakışlar arasında Azra’nın cansız gibi duran bedenini biraz daha sıkı tuttum.
“Ne olur… çabuk olun…Uyanmıyor!” dedim, gözlerimden yaşlar süzülürken.
Koridorun yankısı içinde sesim titreyerek çıktı:
“Neyi var?!”
Beyaz önlüklü doktor, yüzü ciddiyetle gölgelenmiş halde önümde belirdi. Elimdeki iğneyi ona uzatırken nefesim kesiliyordu.
“Bilmiyorum… kaçırılma vakası… bir iğne yapmışlar. Sadece onu biliyorum. İğne yanımda!”
Doktor hızlıca eldivenini giyip şırıngayı aldı, bakışları karanlık ve endişeliydi. Yanındaki hemşire not alırken ben gözlerimi bir an bile Azra’dan ayıramıyordum.
“Onu bize verin. Siz dışarıda bekleyin.”
Kalbim göğsümü delip çıkacak gibiydi. Çaresizlikle sesim çatladı:
“İyi olur değil mi?! Bir şey olmayacak ona ?!”
Doktorun bakışları bir anlığına bana kaydı, sonra tekrar Azra’ya döndü. Sesi buz gibi bir kesinlikle yankılandı:
“Dışarıda bekleyin!”
O an içimdeki bütün umutlar, bütün korkular birbirine karıştı. Yavaşça geri çekilirken gözlerimden yaşlar süzüldü, dudaklarım titredi. Elimi onun soğuk elinden zorla ayırırken fısıldadım:
“Dayan güzelim… dayan Azra’m…”
___
Alaz Botan’dan…
“Ayhan, bana Barış ağanı bul!” diye gürleyerek konağın ağır kapısından içeri daldım. Adımlarım taş zeminde yankılanıyor, öfkemle birlikte evin duvarlarını bile titretiyordu. Ayhan aceleyle peşimden koştu.
“Ağabey… arıyoruz zaten.” dedi, sesi telaşla karışık çekingen çıkıyordu.
Durup ona öyle bir baktım ki gözlerini kaçırmak zorunda kaldı. “Ben bilmem, Ayhan! O adam kardeşim dediğim kızlara, adamlara kurşun sıkmaya kalkarken siz neredeydiniz, oğlum?!”
Ayhan’ın sesi titredi. “Ağabey, benim haberim yoktu.”
Öfkem dişlerimin arasından taşarken üzerine yürüdüm. “Ben seni niye bıraktım oraya, süs diye mi?!”
Ayhan bir adım geri çekildi, ama gözlerini kaldırıp bana baktı. “Ağabey, buluruz. Bulmak sıkıntı değil zaten… Ama Roza ana engel oluyor.”
Bir an duraksadım, çenem kasıldı. “Annem mi engel oluyor?”
“Evet ağabey… Barış ağayı, yoksa ben elimle sana getirmez miydim? Başıma silah dayadı Roza ana…”
Yutkundum, öfkemle kalbim sıkışıyordu. Derin bir nefes aldım, yanımda duran korumaya döndüm.
“Annem nerede, Hikmet?”
“Salonda sizi bekliyor, Alaz ağam…”
Dudaklarımı sıkarak Ayhan’a döndüm. Sesim soğuk, keskin ve kararlıydı:
“Ayhan, bana Barış’ı bul. Önüne de iki seçenek koy. Ya o temizler kendini, ya da ben!”
Ayhan’ın gözleri büyüdü. “Ne diyorsun ağabey sen?!”
Öfkem kahkahaya benzer bir hırıltıyla taştı. “Ya da haklısın… Sen bul. Sorgusunu almadan patlatmam o fasulye beyinliyi!”
"Baş üstüne ağabey," diyerek geri çekilen Ayhan arkasını dönüp uzaklaşırken, konağın taş merdivenlerini öfkemle titreterek çıktım. Adımlarım sanki binaya değil, annemin kalbine vuruyordu.
"Ana! Hele buraya bir bak ana!"
Salondan ağır adımlarla çıkan annem, yüzünde o bildik şefkatle yaklaştı.
"Alaz... oğlum... hoş geldin, anasının kuzusu."
Öfkem daha da kabardı. Yumruklarımı sıkarak bağırdım:
"Hiç hoş gelmedim ana! Barış’ı bana ayak bağı etmeyin demedim mi size?! Kirli iş dökecek dedim, dinlemediniz mi?!"
Annem gözleri dolmuş, ama hâlâ inatla konuşuyordu.
"Ağabeyin o kız yüzünden kafayı yedi Alaz! Ne yapsaydım? Yanlarına mı kalsaydı o yaptıkları?!"
Alaycı bir kahkaha attım, gözlerim öfkeyle yandı.
"Yok ya? Ben mi yanlarına kalayım o zaman? Bütün sülaleyi alayım, tımarhaneye yatırayım, yol yordam öğretme dersi vereyim bari!"
"Bana saygısızlık etme Alaz!" dedi annem, sesi titreyerek.
Gözlerimi ona dikerek haykırdım:
"Saygı mı bıraktınız ana?! Ben sana karışmayacaksın demedim mi? Saflığını kullanıyor şerefsiz oğlun! İklim hiçbir zaman umut vermedi ona! Askeri karakola kurşun döktürmüş Barış, karakola! Sen hâlâ arkasında duruyorsun?!"
Annem’in yüzü bembeyaz kesildi. Dudakları titreyerek fısıldadı:
"Ne dersin oğlum sen...?"
Yumruğumla masaya vurdum.
"Daha ne diyeyim ana! İklim’in görümcesini kaçırmaya kalkmış, dahası da var! Ben bu çocuğu öldürmeyip de ne yapayım, sen söyle!"
Annem, titreyen sesiyle yalvardı:
"Öz ağabeyine... iki sümüklü için mi kıyacaksın Alaz?!"
Bir an nefesim boğazımda düğümlendi. Gözlerimden ateş fışkırarak bağırdım:
"Ya onlar senin öz kızın olaydı ana?! O zaman da mı sümüklü diyecektin?!"
Kadıncağız ağladı, gözyaşları yanaklarından süzülüyordu.
"Yine de... yine de ölmeyi hak etmedi ağabeyin Alaz... yapma oğlum..."
Soğuk bir tebessümle başımı salladım.
"Haklısın... ölmeyi değil, daha beterini hak etti!"
Arkamı dönüp hızla kapıya yöneldim. Annemin titreyen sesi peşimden geldi.
"Alaz, nereye?!"
Kapıyı sertçe açtım, dönüp son kez baktım.
"Aklınızı başınıza alana kadar ben yokum burada!"
"Alaz, yapma oğlum..."
Adımlarımı ağırlaştıran tek şey onun feryadıydı. Ama içimdeki öfke, kulaklarımı sağır edecek kadar güçlüydü.
"Siz yaptınız ana, ben değil!" diyerek çıktım.
Aracıma öfkeyle binerken ellerim direksiyona vurdu, damarlarım şişmişti. Motorun gürültüsü yüreğimdeki öfkeye eşlik ederken telefonu açıp Baran’ı aradım.
"Buldun mu ağabeyini, Alaz ağa?" dedi sesi.
Dişlerimi sıkarak karşılık verdim:
"Ağa deyip sabrımla oynama Baran ağa! Konu uzatma!"
Baran derin bir nefes aldı, sabrını korumaya çalışıyordu.
"Saadete gel."
Direksiyona vurup haykırdım:
"Barış’ı arattırıyorum! Olur da siz bulursanız… sıkın gitsin!"
Baran’ın sesi bir an kesildi, sonra hiddetle patladı:
"Ne diyorsun oğlum sen?!"
Nefesim boğazımı yakıyordu.
"O şerefsiz ölmezse ben bu adamlara sahip çıkamayacağım Baran! Emir’i rahat ettirmenin, bu işin önünü kesmenin tek yolu bu!"
Baran’ın sesi endişeyle titredi:
"Bu Barış… panzehir bende falan demiş... bunun doğruluğu ne?"
Öfkemle hırladım:
"Kanından çıkacağını bilsem kanını süzer getiririm ben! Korkma Baran, bende ipler koptu!"
"Kendini yakma oğlum! Hukuk adamısın sen!" diye çıkıştı Baran, sesi daha çok bir ağabeyin nasihatine benziyordu.
Direksiyonu sertçe kırıp hızlandım. Dudaklarımda soğuk bir alay vardı.
"O işleri geçtik artık..." diyerek telefonu kapattım.
Derin bir nefes alıp bu kez Ayhan’ı aradım. Telefonu açar açmaz bağırdım:
"Bana buldum de Ayhan!"
Ayhan’ın sesi heyecanla geldi:
"Konum atıyorum ağabey!"
Gözlerim hiddetle parladı.
"Aslansın Ayhan!"
"Eyvallah ağabey."
Telefon kapanırken arabayı daha da hızlandırdım. İçimde tek bir ses yankılanıyordu: Bu iş ya bugün bitecek… ya da ben biteceğim.
____
Yiğit Alper Tuna'dan...
Hastanenin soğuk koridorlarına sığamıyor, adımlarımı bir ileri bir geri atıyordum. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. O an Baran’ın aceleyle yanıma gelişiyle birden dikildim.
"Barış’ı bulmuş Alaz. Biz çıkıyoruz."
Gözlerim büyüdü, hemen atıldım:
"Ben de geleyim!"
Baran elini kaldırıp başını iki yana salladı.
"Dur yavuklunun yanında sen! Nereye gidiyorsun? Emir’i oyalamaktan canım çıktı zaten. Allah’tan telefonu kafayı yemiş de İklim’den arıyor beni."
Öfkem dilimden döküldü:
"Alaz’a da sor hesabını!"
Baran derin bir nefes aldı, gözlerini yere dikti, sesi yorgun ama kararlıydı.
"Aksine… Alaz’dan önce bizim almamız lazım Barış’ı. O çocuğun da elini kana bulatacak şerefsiz Barış. O yükü sırtına vurmayacağız Alaz’ın!"
Diğer yumruğumu sıktım, sesim titredi:
"Bulsun… bize mi sordu ağabeyini salarken?"
Baran gözlerime dik dik baktı.
"Yanlış kişiye kinlenme Alper! Ben İklim’e kin tuttum da ne oldu? Emir’i hayata bağlayan o oldu. Sen şimdi Azra’nın yanında kal. Biz çıkıyoruz."
Sertçe yutkundum, boğazım düğümlendi. Baran devam etti:
"Zaten tahlilde çok şükür ki sadece sakinleştirici çıktı… Azra kurtuldu. Senin tek işin yanında olmak!"
Baran uzaklaşırken içimde bir fırtına koptu. Bir yanım peşlerinden gitmek istiyor, diğer yanım Azra’nın elini bırakmaya korkuyordu.
Hemşire Azra’nın kaldığı odadan çıkarken bana döndü.
"Girebilirsiniz artık."
"Çok teşekkür ederim."
"Rica ederim, ne demek."
Başımı sallayarak derin bir nefes aldım ve kapıyı aralayıp içeri girdim. O an göz göze geldik.
"Alper?"
Sesinde hem şaşkınlık hem de sevinç vardı.
"Uyanmışsın güzelim…" dedim, dudaklarımda yorgun bir tebessümle.
Ama o birden kaşlarını çattı, kısık gözlerle bana baktı.
"Sen az önce hemşireye mi güldün?!"
Ne diyeceğimi bilemeden ellerimi kaldırdım.
"Yok güzelim, yanlış anladın…" demeye kalmadan yanındaki su şişesini kapıp hızla bana fırlattı. Gözlerim büyüdü, kendimi yana atarak zor kurtardım.
"Ne yapıyorsun Azra?!"
Yastığa yaslanıp gözlerini kısıp dişlerinin arasından söyledi:
"Şeytan taşlıyorum!"
Ben donakalmış halde bakarken birden kıkırdamaya başladı. O gülüşü odanın bütün soğuk havasını dağıttı. İçimdeki korku, endişe, öfke… her şey onun bir kahkahasıyla eriyip gitti.
"İtiraf et, salya sümük ağladın kesin."
Dudak kenarıyla sırıtınca gözlerimi devirdim, kollarımı göğsümde birleştirip ona dik dik baktım.
"Adamların içinde sanki ben kaldım. Ne bu rahatlık hanımefendi?"
Kaşlarımı kaldırışım onu caydıracağına daha da arsızlaştırdı, omuzlarını umursamazca silkti.
"Biber gazı işe yaramıyor bana, daha etkili bir şey bulmanız lazım."
"Elektroşok da kar etmemiş Dominant hanım." dedim, gözlerimi kısmış halde ona doğru eğilerek.
Bir anlığına gülüşü söndü, bakışları bulanıklaştı. Sesinde titrek bir kırılganlık vardı:
"En çok içim ona yandı biliyor musun? Sende test ederken çalışıyordu…"
Sözleri beynimde yankılanırken gözlerim istemsizce irileşti. Ardından kendimi tutamayarak kahkaha attım; kahkaham odayı doldurunca havadaki gerginlik de dağılıp gitti.
"Ya sen var ya sen… Azra, vallahi seninle uğraşmak işkence odası gibi."
Başını yana eğip dudaklarının kenarında hınzır bir gülümseme belirdi.
"Ama seviyorsun."
"Seviyorum tabi, deli fişeğim benim."
Yanına yaklaşıp ince ellerini avuçlarımın arasına aldım. Sanki o an dünyadaki en değerli şeyi tutuyordum. Usulca dudaklarıma götürüp öptüğümde kalbim göğsümden taşacak gibi çarpıyordu.
"Bugün zaten ödümü kopardın güzelim…" dedim, sesim titreyerek.
Gözlerini kıstı, dudaklarında oyunbaz bir gülümseme belirdi.
"Benim de ödüm koptu… ama beklesinler! Yarım dönem kaldı. Mahkemede öyle bir anasını ağlatırım ki bunların, şaşırırlar."
Başımı yana eğip kaşlarımı kaldırdım, hafifçe gülerek başımı iki yana salladım.
"İki dakika duygusal ol be kızım…"
Birden ciddileşti. Kaşlarını çattı, gözlerinde alıngan bir parıltı vardı.
"Kızım mızım derken… hayırdır?"
Onun bu hallerine dayanamadım; dudaklarımda istemsizce geniş bir gülümseme belirdi.
"Ama yalan mı, aşkım…" dedim alttan alarak.
O an yanaklarına incecik bir pembelik yayıldı, kirpiklerinin altına saklanmaya çalışarak gözlerini benden kaçırdı. Dudakları hafif titreyerek fısıldadı:
"Aşkım deme ya… utanıyorum."
Elini daha sıkı tuttum, avuçlarımın içinde sıcacık titrediğini hissediyordum. Başımı yana eğip gözlerinin içine baktım, sesim neredeyse bir fısıltı gibiydi:
"Ben utanmıyorum… Azra’m olduğun için gurur duyuyorum."
"Ağabeyime demediniz değil mi?" dedi, sesi titrek, gözleri endişeyle dolu. İçimde bir şey düğümlendi; başımı hemen salladım.
"Yok güzelim… demedik…"
Bir an sessizlik çöktü aramıza. Nefeslerimiz birbirine karışırken, odada sadece kalplerimizin hızlı atışı duyuluyordu. Sonra derin bir iç çekişiyle fısıldadı:
"Dürüst olayım mı?"
"Tercihen dürüstlük iyidir," dedim, gözlerim gözlerine kenetlendi. Ellerimiz farkında olmadan birbirine kaydı, sanki bütün korkularımızı o dokunuşun içinde eritmek ister gibi.
"Ben… bu gün...ölmekten korktuğumu öğrenmiş oldum, Alper…" dedi. Gözlerinden süzülen yaş, ince bir çizgi gibi yanaklarını ıslatırken hemen avuçlarımla gözlerini sildim.
"Öyle deme, Azra…" diye fısıldadım, kalbim göğsümü parçalayıp çıkacak gibiydi. "Canımdan can gitti zaten bugün… Ama yanındayım, buradayım…yanımdasın... bırakmam seni."
Azra dudaklarını ısırdı, sesi titreyerek devam etti:
"Ağabeyimden sonra aklıma ilk sen geldin… Aradığımda açmayınca… umutlarım tükenir gibi oldu bir an…"
Sözleri içime işledi. Elini sıkıca tuttum, avuçlarıma kapadım, sonra dudaklarıma götürüp öptüm. Geri çekilirken boğazım düğümlendi:
"Sesini duymayınca… ben de öldüm sandım Azra’m…"
"Benim gibi kaç kız vardır Allah bilir böyle… bu durumu yaşayan…" dedi iç çekerek.
"Bunları düşünme artık Azra’m…" dedim, parmaklarımı avucuna kenetleyerek.
"Leyla abla hakkında bir şeyler dediler ama… hatırlamıyorum. Sadece ‘Leyla’ya selam söyle bizden’ demişlerdi…" diye fısıldadı.
Burukça gülümsedim, konuyu değiştirip modunu toparlamak istedim:
"İzin verir miyim, bensiz gitmene kız? Seni yeni bulmuşken hem de, Azra’m…"
Kaşlarını kaldırıp hafifçe güldü:
"Zaten tek gitme gibi lüksün yok. Azrail’den önce beni görürsün yani." dedi, burnunu çekerken alayla gülerek.
"Kız bak… seni yerim ha!" dedim gözlerimi kısıp gülerek.
"Hoşt lan!"
Bir an şaşkınlıkla gülerek kaşlarım kalktı:
"Azra?"
Kollarını göğsünde birleştirip poz keserek, ciddi ama alaycı bir ifadeyle devam etti:
"Birader, sınırımızı da bilelim yani. Ağabeyimin arkadaşısın dedik, cıvıma hemen!"
Başımı yana eğip gözlerimi devirdim, ardından selam çakıyormuş gibi yaparak:
"Emredersiniz, Komutanım!"
Dayanamayıp kıkırdadı, ardından başını yastığa yasladı. Kahkahasının ardından gözlerinde hala o muzır sırıtışıyla baktı.
"Sen o hemşireye güldün mü bu arada? Aklım hâlâ orada…" dedi, gözlerini kısmış, dikkatle beni süzüyordu.
"Gülmedim." dedim kararlı bir sesle, ama gülmemek için kendimi zor tutuyordum.
"Güldün mü, gülmedin mi?"
"Gülmedimmm!"
Kaşlarını kaldırıp tehditkâr bir ifadeyle üsteledi:
"Doğruyu demezsen damar yolunu sana paypas ile açarım he!"
Dayanamayıp hafifçe gülümsedim:
"Gülmedim, güzelim valla ya…"
Bir an sustu, sonra dudaklarını ısırıp alçak bir sesle sordu:
"Ağabeyime dedin mi bizi?"
İçimden derin bir nefes alıp başımı iki yana salladım:
"Diyemedim daha…"
"Ben diyeyim mi?" dedi, gözlerinde hem meydan okuyan hem de ürkek bir parıltı vardı.
Kaşlarımı kaldırıp göz devirdim:
"Oldu güzelim, pazartesi de istemeye gelirsiniz beni İzmir’e." dedim alayla, dudak kenarımda yarım bir tebessümle.
"Bak bak, prensesime bak… kahvemi sütlü yap bari." dedi kışkırtıcı bir gülümsemeyle.
"Alay etme Azra’m ya… zaten diken üstündeyim." dedim, sesim istemsizce yumuşarken.
Bir an bana baktı, sonra kahkaha atmamak için dudaklarını bastırıp gözlerini kısıp kıkırdadı:
"Şaka yaptım, şaka… gül diye."
Onun bu anlık yumuşayışı, içimdeki gerilimi söküp atmış gibiydi. Derin bir nefes aldım, dudaklarıma istemsizce bir gülümseme yayıldı:
"İçinde Memati yatıyor resmen Azra’m ya…" dedim, başımı yana eğip. "Ama gülünce… daha tatlı oluyorsun."
"Çok mu tatlı oluyorum?" dedi cilveli bir edayla, gözlerinde hem oyunbaz hem de meraklı bir ışıltı vardı.
“Dünya tatlısı hem de…” dedim, yanağından hafifçe makas alıp gülümseyerek başını yeniden yastığa bırakışını izledim.
"O zaman sana bir milyon verseler… sen o hemşireyle mi evlenirdin, yoksa fakir kalıp benle mi?" diye sordu. Sanki şaka yapıyormuş gibi görünse de gözlerinin kenarındaki o kısılış, sesinin dibindeki ince titreme beni gülmekten alıkoyamadı.
"Niye evleneyim hemşireyle, güzelim? Manyak mısın sen? ÖLÜRÜM de senden başkasıyla evlenmem," dedim. Söylerken gözlerimin parıldadığını, kalbimin onunla yanıp söndüğünü hissettim.
“Bilemedim… İzmirli’sin ya,” dedi, dudaklarının kenarında alaycı bir kıvrımla.
“İzmirli olunca ne oluyor, Dominant hanım?” dedim gülümseyerek.
“Ayran gönüllü oluyormuş, kimisi,” diye karşılık verip kaşlarını hafifçe kaldırdı.
“Kim dedi bu malca bilgiyi?” Kaşlarımı çatıp dudaklarımı büzünce o da kıkırdadı.
“Kim dediyse dedi…” diyerek omuz silkti.
Ama ben gülemedim artık. İçimde bir şey ciddileşti, sesim de öyle oldu:
“Cidden öyle biri gibi mi duruyorum, Azra?”
O an bakışları yere kaydı, parmaklarıyla çarşafı sıkıştırdı. “Yakışıklısın sonuçta… belki de geçmişinde vardır,” dedi kısık bir sesle.
Ona doğru eğilip gözlerimi ayırmadan konuştum:
“Benim hiç sevgilim olmadı senden önce.”
Başını kaldırıp bana alaycı bir bakış attı. “O zaman ben de yedim,” dedi, dudaklarının ucunda küçümser bir tebessümle.
Yutkundum. Kalbim boğazımdaymış gibi sıkışırken kelimelerim dudaklarımdan döküldü:
“Yemin ederim ki olmadı, Azra. Senden önce hiç olmadı. Ondan dolayı zaten korkuyordum duygularımdan…ilk defa sen oldun işte.”
"Gerçi ağabeyim de yakışıklı olduğu halde… onun da ilki yengemdi," dedi, gözlerinde belli belirsiz bir gururla.
Ben tebessüm ederek karşılık verdim:
"Demek ki neymiş… her yakışıklı olanın, eli yüzü düzgün olanın geçmişi çapkın olacak diye bir şey yokmuş Azra Hanım."
Kollarını göğsünde birleştirip başını yana eğdi.
"Şükret mesela, benim de hiç olmadı."
Gözlerimi devirdim, alayla:
"Neden acaba?"
Gülerek başımı öne eğdim.
"Başımda bana melek, erkeklere Ebu Cehil kesilen bir ağabeyim vardı," dedi, kahkahasını zor tutarak.
Ben de kahkahaya boğuldum.
"Öğrenince beni ne yapacak bakalım…" dedim, yüzümde gülümseme olsa da içimde hafif bir ürperti gezindi.
Alaycı bir edayla dudaklarını büküp gözlerini kıstı:
"Tercihen önce kıyma, sonra kavurma yapar."
İstem dışı gözlerimi devirdim.
"Çok sağ ol aşkım ya…" dedim, ama yüzümdeki tebessümden kurtulamadım.
O da bana bakıp kıkırdadı.
"Ben ne yapayım, gerçekleri söylüyorum."
“Sen de beni kurtar da ödeşelim o zaman,” dedim, gözlerimi kısarak Azra’yı süzerken.
“Düşünmem lazım, Alpero,” dedi, gözlerini hafifçe devirdi, dudaklarının kenarındaki hınzır kıvrım yüzüne ayrı bir ifade katıyordu.
“Gıcıklaşma,” dedim, göz devirip.
“Yiğido Alpero…” dedi, inadına muzır bir sırıtışla.
“Dominant Hanım.” dedim, tam o anda Azra bana doğru uzanıp dilini çıkardı. Kahkahayı bastım, başımı geriye atıp gülerken içim ısındı, yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi.
“Uslanmazsın sen,” dedim gülerek.
Azra kolundaki seruma bakıp hafifçe esnedi:
“Serum bitince çıkacağız değil mi?”
“Evet, güzelim… Ağrın sızın var mı?” diye sordum, sesimde hem merak hem de şefkat vardı.
“Yok!” dedi, başını yastığa gömüp hafifçe esnerken. “Nereye gideceğiz bu arada? Uykum var benim. Emel yengemlere mi?”
“Seni oraya bırakacağım. Ben karakola döneceğim, işlerim var,” dedim, gözlerimi ona dikerek.
“Niye? Evine geç, uyu, dinlen sen de,” dedi, sesi hem endişeli hem de tatlı bir tonla doluydu.
“Güzelim… işlerim var daha. Nöbetim vardı, arkadaşıma devrettim,” dedim, alnımdaki hafif çizgileri fark edip başımı kaşıdım.
Azra gözlerini bana dikti, minnettarlık ve hafif bir korku karışımıyla:
“Çok teşekkür ederim… Çok minnettarım sana. Sayende kazasız belasız buradayım…”
Gözlerimden bir sıcaklık yükseldi, istemsizce başımı hafifçe eğdim.
“Sen iyi ol yeter, güzelim… Hadi dinlen biraz,” dedim, sesim alçak ama derin bir tonla yankılandı.
“Sen de serum bitene kadar başını koy, biraz kestir Alper… gözlerin şişmiş hep…” dedi, sesi hem hafif şefkatli hem de tatlı bir serzenişle.
“İçim rahat etmez, güzelim…” dedim, sesimdeki kararlılığı saklayamayarak.
“Ben zaten Emel abla gilde dinleneceğim ya, sen başını koltuğa koy. Ben de seni bekleyeyim serum bitene kadar. Biraz dinlen, hadi…” dedi, ellerimden nazikçe çekilmeden önce sıkıca tutarak.
Gözlerim ona kaydı, yüzündeki ısrarla birleşen o saf şefkat kalbime dokundu.
“Güzel düşünceni yerim senin… ama olmaz güzelim,” dedim, gülümseyerek başımı iki yana sallarken.
"Hadi uyu…" dedim, üstünü örterek alnından hafifçe öptüm.
"Gözlerini dinlendir bari, Alper," dedi Azra, sesi hâlâ yumuşak ve uykulu.
"Azra’m…" diye seslendim, içimden bir şeylerin kıpırdadığını hissederek.
"Sabaha kadar anayasada kaç madde varsa ezberimde olan sayarım, susmam," dedi inatla, ama gözlerindeki o oyunbaz parıltı gülümsetiyordu beni.
"Tamam, hadi…" dedim en sonunda, ikna olmuş bir halde. Yanımdaki koltuğu ona doğru çektim, elini tuttum ve koltuğa oturup başımı geriye yasladım.
"Oldu mu, Dominant Hanım?" diye sordum alayla.
Kıkırdayarak başını yastığa yasladı ve bana döndü:
"Çok güzel oldu."
"Emir görse bizi haşlardı, biliyorsun değil mi?" dedim, hafifçe gülerek.
"Bölüm sonu canavarı gibi görmeye başladın ağabeyimi iyice, Alper," dedi, gözlerinde alaycı bir ifade.
"Direk isteyeyim mi seni Emir’den?" diye şaka yaptım.
"Saçmalama, tazminat yiyeceksin Alper," diye cevapladı gülerek.
"Ha, bugün ha yarın olacak ki, o isteme," dedim kahkahayla, gözlerimle onu izlerken.
"Gözlerini dinlendir, Alper...gözlerin kızarmıştı…" dedi uykulu bir sesle.
"Dinleniyor gözlerim benim… uyu hadi… gülecek vaktimiz çok daha var…" dedim, onu izlerken hafif tebessümle.
"Seviyorum seni, deli…" dedi uyku ile uyanıklık arasında fısıldayarak, sesi kalbime işleyen bir sıcaklıkla.
"Ben de seni, deli…" dedim, ellerimizi sıkıca kenetleyerek, o anın sadece ikimiz için durduğu hissiyle.
____
Emir Kaan Yılmaz’dan...
Gözlerimi yavaşça araladığımda, göğsümün üstünde dağılmış ıslak saçlarına rağmen mışıl mışıl uyuyan İklim’in titrediğini fark ettim. İçim ısındı; gülümseyerek saçlarını okşayıp örtüyü üzerimize çektim.
Hareket etmemle, tenimi bırakmak istemez gibi bana sarılınca, gülümsemem daha da büyüdü. Saçlarını okşayıp alnına küçük bir öpücük kondurdum. Nefes alış verişi tekrar düzene girince, onu kollarımda daha sıkı sardım.
Dün gece yaptığım şeylerin ne kadar doğru, ne kadar yanlış olduğunu bilmesem de… yüreğine köle eden bir kadının iradesi karşısında, benim iradem neredeyse yok olmuştu.
Gözlerim dolarken kokusunu daha da içime çektim. Islak saçlarını tişörtünü ıslatmadan yastığa doğru hafifçe ittiğimde, göğsüme daha da sokuldu.
“Emir…” dedi mırıldanarak, sesi hâlâ uykulu ama öylesine içten ki. Bu aralar en çok canımı yakan da buydu; uykusunda bile ismimi öyle bir tonda söylüyordu ki, bırakma der gibi…
Gözlerim dolarken başımı tekrar yastığa yaslayıp sırtını okşadım.
“Buradayım, güzelim…” diyerek fısıldadım ve başından hafifçe öptüm. Derin nefes alış verişlerini duymamla içim ısındı, yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi.
“Güç ver Allah’ım bana…” diye içimden geçirdim. Ölmekten değil, onu yarım bırakmaktan korkuyordum. Ona doyamıyordum; sevmeye, öpmeye, yanında olmaya… Tek dileğim, Rabbim, bizi bizden alma, ayırma… Biraz daha doyayım şu kuluna…
O an tekrar kıpırdadı, vücudunun bana daha da yaklaşmasıyla kalbim hızla atmaya başladı.
“Emir…” diye mırıldandı, başını hafifçe geriye çekerek. Uyku mahmurluğuyla gözlerini yarı açtı.
“Buradayım, güzelim…” fısıldadım.
“Çok güzel kokuyorsun… Sabununu mu değiştirdin sen? Ben gibi kokuyorsun…” dedi, uykulu uykulu mırıldanarak.
“Seninkinden kullandım… Bitmişti benim ki, ‘benimkini kullan’ demiştin. Hatırlamadın mı?” dedim. Gözlerini açmadan, uykunun hâlâ ağır bastığı yüzünde hafif bir gülümseme belirdi.
“Çok iyi… Uykuya devam,” diye mırıldandı.
“Kalmayalım mı?” dedim, gülümseyerek. O an gözlerini ağır ağır, hafifçe araladı.
“Biraz daha uyuyalım… Gitmesen…” dedi bana bakarak, sesi hâlâ uykulu ve titrek.
“İzinliyim var, güzelim… Uyuyalım,” dedim. Gözlerini kapattı ve tekrar sineme sokuldu.
“Biraz daha… Uyuyalım… Lütfen… Emir…”
“Emir kurban olsun yoluna… Uyuyalım güzelim,” diye karşılık verdim. Kollarımı daha sıkı sardım, nefes alış verişi yavaşlayıp düzene girerken ben de başımı yastığa yasladım ve gözlerimi kapattım.
___
Erken attım 35 oyumu 20 yorumumu isterimmmm benim yorumlar hariç oy yorum yüklenin daaa:(


Bölüm nasıldı?
Yeni bölüm de sizce neler olacak?
Yaman Pars ile Cüneyt de olacak yeni bölümdeeee ❤️❤️❤️

Hadi ben kaçtım 😅
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |