

Cüneyt Duman'dan...
“Pepee’yi aç, baba! Pepee’yi!” diye ağlamaya başladı Yaman Pars.
İçimden derin bir sabır çekerek oğlumun elindeki telefonu aldım.
“Yeter Yaman Pars…” dedim ciddi bir sesle.
“Baba, Pepee!” diye ısrar etti, ayaklarını yere vurup gözyaşlarını silmeden.
“Oğlum, çizgi film istesen anlarım da maç ne ya? Yaşın kaç senin, ufaklık?!” dedim, kaşlarımı çatarak.
Küçük omuzlarını silkerek yanıtladı:
“Emir ağabeyi istiyorum ben!”
Alnımdaki damar belirginleşti, kendime hakim olmaya çalıştım. Dudaklarımın arasından alayla mırıldandım:
“Emir doğurdu zaten seni, değil mi oğlum?!”
“Emir ağabeyi istiyorum ben!” diye yine bağırdı Yaman Pars, dudaklarını büzüp gözyaşlarını yanağına bulaştırarak.
“Yaman Pars, geç odana babam,” dedim sert bir sesle.
“Emir ağabey!”
“İşi var adamın oğlum, paşam benim… işi var.”
“Emir ağabeeey!!” diye bu defa daha yüksek sesle ağlamaya başladı.
Elimi saçlarımdan geçirdim, sabır çekerek derin bir nefes aldım. “Hay Emir ağabeyine…” diyerek hışımla telefonu elime aldım. “Gel, arayacağım tamam, gel,” dedim, çaresiz bir halde.
Oğlum şüpheyle gözlerini kıstı.
“Yalan söylüyorsun…” dedi, burnunu çekerek.
“Bak oğlum…” diye telefonu ona gösterdim. “Ne diyor? Ulaşılamıyor diyor. Ben ne yapayım?”
“Emir ağabeyi istiyorum ben!” diye yine bastı yaygarayı Yaman Pars.
Derin bir nefes aldım, alnımı ovuşturarak başımı iki yana salladım. “Oğlum… paşam benim… bak yine başlıyoruz.”
“Emir ağabeeey!” diye daha da yüksek sesle bağırınca, bir elimle belimi tuttum, öbür elimdeki telefonu sıkıca kavradım.
“Yaman Pars, vallahi sabrımı taşırıyorsun. İşi var oğlum adamın, anlamıyor musun? Gelemez şimdi!”
“Gelecek! Emir ağabey gelecek!” diye ayaklarını yere vura vura inatla devam etti.
"Giyin üstünü, gidiyoruz karakola." dedim son çareyi gösteren bir sesle.
Yaman Pars, hâlâ hıçkırıklar arasında burnunu çekerken,
"Baran ağabey var orada..." dedi gözlerini silip bana bakarak.
Derin bir nefes alıp dizlerimin üzerine çöktüm, yüzünü ellerimin arasına aldım.
"Emir ağabeyin de orada. Hadi giy üstünü."
Gözleri umutla parladı.
"Söz ver..." dedi, küçük elleriyle avuçlarımı sıkarken.
Başımı sallayıp gülümsemeye çalıştım.
"Söz babam, söz. Hadi!"
"Baba, Pepe’yi de al!"
Dişlerimin arasından gıcık bir sesle homurdandım:
"O Pepe’yi Beşiktaş kadrosuna alanı seveyim ben!"
"Baba, Pepe’yi aldın mı?"
Sinirle formayı çantaya tıkarken cevap verdim:
"Aldım babam, aldım."
"Baba, topu da al!"
"Aldım oğlum, aldım. Hadi gel kucağıma, arabaya geçelim."
Çantayı sırtıma alıp topu diğer elime sıkıştırarak Yaman Pars’in odasına yöneldim. Küçük paşam koşarak yanıma geldi, kollarını açtı. Topu ona verip kucağıma aldım.
"Emir ağabey bekliyor bizi değil mi?"
Gülümseyerek başımı salladım:
"Bekler paşam, bekler."
"Baba, Pepe’yi izleriz değil mi, Emir ağabey ile?" dedi, heyecanla koltuğuna otururken ellerini kocaman açıp gülümseyerek bana baktı.
"İzleriz babam, izleriz," diyerek emniyet kemerini taktım ve şoför koltuğuna geçtim.
"Ama Emir ağabey yoksa, karakolda?" diye endişeyle baktı gözlerimin içine.
"Buluruz babam, buluruz." dedim zorla gülümseyerek, koltuğuma biraz daha yaklaşmasını sağladım.
"Gerçekten mi?"
"Gerçek babam, gerçek."dedim, içimden taşan sabır nidaları ile...
Bunu duyunca sevinçle kollarını havaya kaldırdı, minik ayaklarıyla havada küçük daireler çizmeye başladı. "Oley! Emir ağabey!" diye bağırdı, sesi arabayı neşeyle doldurdu.
"Emir ağabeyini bulayım, zaten onun üstüne yapacağım seni, az kaldı !" dedim, sinirle gülerek.
" Baba, Emir ağabey ile top oynarız değil mi ?"
"Oynarsınız babam...oynarsınız..."
___
Göktürk Ayhan'dan…
Çocuk ağlaması sesiyle kaşlarım çatıldı. İnce, tiz ses odayı doldururken İsmail ağabeye dönüp bakınca o da aynı şaşkınlıkla bana baktı.
"Oğlum, çocuk sesi mi bu?" dedi, gözlerini kısarak.
"Kafayı yemediysek öyle, ağabey," dedim gülerek, omuz silktim.
Tam o sırada kapı aralandı ve Baran, kucağında kıpkırmızı olmuş, gözleri yaşlarla dolu Yaman Pars’ı taşıyarak içeri girdi. Çocuğun minik kolları havada çırpınıyor, burnu çekiştirerek ağlıyordu.
"İiiiissssmaaaailll aşkıııımm, bak sana kimi getirdim!" diye seslendi Baran, alaycı bir edayla. İsmail ağabey anında gözlerini devirdi, dudaklarını büzüp homurdandı.
"Ayıp lan, ayıp," dedi, yüzünü buruşturarak.
Ben kahkahamı tutamayarak çocuğa baktım. "Ağabey, niye ağlıyorsun çocuk?"
Yaman Pars hıçkırıklarla konuştu, nefesi kesik kesikti. "Emir Kaan ağabey burda dedi… babam hani yok, Baran ağabey!"
Bu cümleyle gülmekten karnıma ağrı girdi, sesim çatallaşarak kahkaha attım. "Emir’e bu da abayı yakmış," dedim eğlenerek.
Baran başını sallayıp ciddileşti. "Sus, çocuğa bak. İsim var benim," diyerek Yaman Pars’ı bana doğru uzattı.
Çocuğun sıcaklığı kucağıma geçtiği an, içimde hafif bir panik başladı. Küçücük kolları boynuma sarıldı, ağlaması hâlâ kulağımı delercesine devam ediyordu.
"Ağabey, ben ne yapacağım çocuğu?"
"Ne bileyim Gök… Pepe diye ağlıyormuş, Cüneyt öyle dedi," diye cevap verdi Baran, umursamazca omuz silkti.
"Çizgi film aç o zaman," dedi İsmail ağabey, gözlerini devirerek.
Baran kahkaha attı, başını iki yana salladı. "O Pepee, bu Pepe değil işte… Beşiktaş’taki Pepe’yi istiyormuş, Cüneyt'i de bıktırmış."
İsmail kıkırdadı. "Emir ne içirdi bu çocuğa?" diye sordu gülerek.
Tam o sırada Yaman Pars’in kulak zarımı delen çığlığıyla irkildim, kucağımda debelenen çocuğa baktım. Yüzü kıpkırmızı kesilmişti.
"Emir ağabeyi istiyorum ben!" diye bağırdı, nefesini hıçkırıklarla keserek.
"Emir ağabeyi teyzen aldı, bizle idare et," dedim gülümsemeye çalışarak, ama çocuk daha da coştu.
"Emir ağabey!!" diye haykırınca çaresizce başımı iki yana salladım.
Gözlerim İsmail ağabeye kaydı. Dudaklarım arasından yorgun bir nefes çıktı. "Ağabey, ters psikoloji yapsak mı?"
“Ne yaparsan yap, Göktürk,” dedi İsmail ağabey gülerek.
“Emir ağabeyyy!”
Baran’a bakıp, “Ağabey, bu çok ağlıyor,” dedim.
“Sustur o zaman, Göko! Benim çıkmam gerek,” dedi Baran ve hızla uzaklaştı.
“Hayırlı olsun kardeşim,” diyerek İsmail ağabey de kaçınca, kulağımın dibinde hâlâ ağlayan Yaman Pars’e döndüm.
“Niye ağlıyorsun sen şimdi?”
“Emir ağabey!” diye yükselmesiyle irkildim.
“Ejderha mı yuttun be çocuk?” dedim gülümseyerek ama içten içe çaresizdim.
“Emir ağabeyi istiyorum ben!”
“Ağlayınca mı geliyor bu Emir ağabey?”
“Bana ne!” demesiyle koltuğuma oturdum; minik inadı ve sesi, odadaki herkesi hem güldüren hem de çaresiz bırakan Yaman Pars’i izliyordum.
“Oyun oynayalım mı seninle?” dedim, kaşlarımı kaldırarak hafifçe gülümseyerek...
“İstemiyorummmm!” diye bağırdı minik, hıçkırıklarla karışık öfkeyle.
“Bağırınca çözülüyor mu şimdi?” dedim, kaşlarımı kaldırarak hafifçe başımı salladım.
“Emir ağabeeey!”
“Ağlayınca gelmez çocuğum, bak yapma,” dedim, sakinleştirici bir sesle.
“Emir ağabey!!” diye hıçkırarak tekrar bağırdı; minik sesi odada yankılanıyorken kulak zarım kanayarak infaz ediliyordu sanki...
“Yavru kartal, yapma ama böyle, Pepe üzülür hem,” dedim hafifçe gülümseyerek.
“O da gitti zaten,” dedi minik kaşlarını çatarak.
“Nereye gitti?”
“Takımı bıraktı.”
“Vay namussuz, sen buna mı üzüldün?”
“Babam açmıyor Pepe’yi, yasakladı,” diye mırıldandı.
“Ben sana Beşiktaş maçı açarım, sen üzülme,” dedim, onu teselli etmeye çalışarak telefonu çıkarıp aceleyle arama motorunda Beşiktaş maçı arayarak.
“Emir ağabey ne zaman gelecek?” diye sordu endişeyle.
“Gelmezse biz gideriz, olmaz mı?” dedim gülümseyerek.
“Babam da öyle dedi, kandırdı beni!”
“Kandırmadı baban seni, Emir ağabey yoktu bugün,” dedim sakinleştirici bir sesle.
“Gelecek ama, değil mi?”
“Gelecek, gelecek… Gel, maç izleyelim,” dedim, minik heyecanını hafifletmeye çalışarak ekranı işaret edip.
“Sen hangi takımlısın?” dedi, gözlerini silip ekrandaki maça bakarken.
“Galatasaray,” dedim gülerek.
“Niye bizim penaltılarımızı hakemleriniz aldırıyor?” dedi ciddi ciddi, sanki koca bir yönetim kurulunu sorguluyormuş gibi.
“Senin yaşın 5 değil mi?” dedim, sorduğu soruyla yaşı arasındaki çelişkiye gülümseyerek.
“4 buçuk, 5 değil!” dedi gözlerime bakıp, küçük kaşlarını çatmış halde.
“Ben o hakemlere kızarım, bir daha yapmazlar,” dedim saçlarını okşayarak.
“Peki sen niye Galatasaraylısın?”
“Bilmem, babam Galatasaray tutardı, ben de onu tuttum,” dedim omuz silkip.
Bunu duyunca yüzünü buruşturdu, ekrana dönüp dudaklarını büzdü.
“Erkek adam Beşiktaş’ı tutar bir kere,” dedi, ellerini kavuşturup göğsüme yaslanarak.
“Ya sen büyüdün de küçüldün mü?” dedim gülerek, yanağından öpünce kahkaha attı.
“Emir ağabey gelecek demi?” dedi gözlerime bakarak.
“Gelecek, gelecek,” dedim gülümseyip elini tutarak. Küçük elini öptüğümde gözlerini kocaman açıp elime dikkatle baktı.
“Senin de yüzüğün var…” dedi şaşkınlıkla.
“Evet,” dedim hafifçe gülerek, “benim de eşim var çünkü. Adı Meltem.”
Bir an düşündü, sonra gözlerini kısarak bana baktı.
“Teyzemle Emir ağabey gibisiniz yani…”
“Yanii… öyle de denilebilir,” dedim başımı sallayıp. Onun gözlerindeki masumiyet içimi ısıtmıştı. Sonra maça döndü. Heyecanla ayaklarını dizime vura vura izliyordu maçı...
“Söyle bakalım, hangi oyuncuyu çok seviyorsun?”dememle bakışları bana döndü.
Yüzü birden parladı. “Quaresma! Çünkü o dünyanın en iyi futbolcusu! Sol ayağıyla oynuyor biliyor musun?!”
“Vay canına,” dedim hayran bir ifadeyle, “bak bunu bilmiyordum yavru kartal!”
"Bak, yine burda sol ayağıyla atıyor! Her futbolcuda yok onun yaptığı, hareketler bak! "
Sanki dünyanın en büyük sırrını açıklamış gibi gururlu bir edayla söylüyordu. Ben de başımı sallayıp ona hayran hayran baktım. “Helal sana yavru kartal… Sen bu gidişle yorumculuğa başlarsın.”dememle gülerek başını göğsüme yaslayıp maça gömüldü.
___
Baran Boran’dan...
Olay yerine vardığımızda, Alaz’ı cenaze aracının önünde görünce kaşlarım kendiliğinden çatıldı. Tansu Asteğmen yutkunup adımlarını hızlandırdı.
"Alaz, ne oldu burada?" diye sordu sesi titreyerek.
Tam o an Ayhan devreye girdi.
"Komutanım... Barış Ağa... intihar etmiş."
"Ney?!" dedim, inanmakta zorlanarak.
"Nasıl olur oğlum, bu adam daha dün bizim elimizden yaşamak için kaçacağım diyordu," diye çıkıştı Emirhan, gözleri büyümüş halde.
Alaz, sessizce bana baktı. Gözleri kıpkırmızıydı ama ağlamamak için dişlerini sıkıyor gibiydi. Yanına yaklaştığımda, acıyla karışık bir gülümseme belirdi dudaklarında.
"Herkes huzuru bulabilir artık... Ağabeyimi ne benim tutmam, ne sizin tutuklamanız gerekecek," dedi kısık bir sesle.
"Başın sağ olsun," diyerek sıkıca sarıldım ona. Omuzlarına yüklenmiş o ağır acıyı taşıyamıyordu sanki; bana yaslanarak ayakta kalmaya çalıştı.
Kulağına eğilip, fısıltıyla, "Yapmadın değil mi düşündüğümü?" dedim.
Başını hızla iki yana salladı. Gözyaşları artık durmuyordu, titreyerek bana sarıldı.
"Kendi kendine kıydı... gözlerimin önünde..." diye hıçkırdı.
"Bir şey olmuş olması lazım, intihar edecek biri değildi Barış," dedim kaşlarımı çatıp hâlâ inanamazken.
"Baran ağabey... seninle iki dakika konuşsak," dedi o an Ayhan, sesi biraz çekingen ama ciddi bir tonda.
Başımı sallayarak onayladım. Emirhan hemen devreye girip Alaz’ın koluna girdi, onu teskin etmeye çalışıyordu. Ben Ayhan ile kalabalıktan uzaklaştım.
Ayhan cebinden bir telefon çıkardı, bana doğru uzattı.
"Ağabey, Barış Ağa’nın telefonu... Biz baktığımızda, en son gelen mesajda yurt dışı kayıtlı bilinmeyen bir numaradan İklim ile Emir’in yakınlaştığı bir fotoğraf vardı."
Nefesim kesilir gibi oldu. Gözlerim istemsizce Ayhan’ın elindeki telefona kaydı.
"Alaz ağabeye de zaten en son dün gece, ‘Ben İklim’i kaybettim’ diyerek ağlamış. Onun da kamera kaydı var," dedi ve ardından bir flaş bellek çıkardı, bana uzattı.
"Ses var mı?" dedim, içimdeki şüphe daha da ağırlaşırken.
"Var ağabey," dedi başını sallayarak. "Buradaki kameralarda ses kaydı özelliği de vardı. Barış Ağa aklını yitirince... mecbur kalmıştık."
Ayhan’ın gözleri yere kaydı, sanki daha fazlasını söylemek istemiyordu ama benden de kaçamıyordu.
"Alaz bir delilik yapmadı değil mi?" dedim, gözlerimi Ayhan’ın gözlerinden ayırmadan.
"Yapamadı ağabey..." dedi, sesi titreyerek. "Vicdanlı biri, öz ağabeyine kıyamazdı. Yine vuracak olsa da... yapamazdı."
Derin bir nefes alıp başımı salladım. "İyi... en azından onu kurtardık."
Bir an sessizlik oldu. Ayhan, göz ucuyla etrafı kolaçan etti sonra tekrar bana döndü.
"Panzehir ne durumda ağabey?"
"Alparslan Üsteğmen uğraşıyor," dedim kararlı bir sesle. "Aracı sokmaya çalışıyor. Ankara’ya gitti o da..."
Ayhan dudaklarını ısırdı, belli ki içini kemiren kaygıyı gizleyemiyordu. Ben ise omuzlarımdaki yükün daha da ağırlaştığını hissediyordum. Bir yanda Alaz’ın parçalanan dünyası, diğer yanda Emir’in sır gibi saklanan durumu… Her şey üst üste yığılmıştı.
__
Emir Kaan Yılmaz’dan...
“Merhamet kokulum… kocam.” Yanağımdan öpüşünü hissettiğim an gözlerim kapalı olsa da kalbim deli gibi çarptı. Ardından parmakları saçlarımın arasında gezindi, öyle şefkatli, öyle huzurluydu ki… Uyanık olduğumu anlamadan dudağıma kondurduğu o utangaç öpücüğü gülümsememek için kendimi zor tuttum.
Başını koluma yasladığında nefesi tenime değdi, kokusu ciğerime doldu. İçimde tarifsiz bir minnettarlık kabardı; Rabbim bana dünyaları vermişti sanki.
“Emir… Emir… hadi uyan… kahvaltı hazırladım.” Sesindeki neşeyle gözlerimi araladım. Saçlarımın arasında dolaşan narin parmakları bir anda çekildi, yüzüne utangaç bir kızarıklık yayıldı.
“Günaydınnn,” dedi gülümseyerek.
Ben de dudaklarımı kıvrıtarak, gözlerimi kısmadan edemedim.
“Günaydın güzelimmm…”
"Uykun ağırlaşmış… Bir saattir uğraşıyorum, uyanmıyorsun," dedi utanarak, yanaklarına hafif bir kızarıklık yayılmıştı.
"Karımın sevgisine doyamadım… Uyanasım gelmedi," dedim alaycı bir gülümsemeyle.
"Uyanık mıydın yine?!" dedi şaşkınlıkla gözlerime bakarken.
"Evet… ve sıra bende," dedim, birden onu altıma alıp gıdıklamaya başladım.
"Emir, yapmaaa!" diye kahkahalar atarak kıvranıyordu. Ne kadar kurtulmaya çalışsa da kollarımın arasında sıkışıp kalmıştı.
"Yakalandın güzelim, artık kaçışın yok," dedim kahkahalarına eşlik ederek.
"Tamam! Tamam, Emir Kaan… yapma ne olur Emir!" diye yalvarırken gözlerinden yaşlar geliyordu gülmekten.
Bir süre daha dayanamadım, gıdıklamayı bırakıp saçlarını yüzünden geriye ittim.
Burnuna küçük bir buse kondurmamla gözleri ışıldayarak bana baktı. O an o bakışlara kayıtsız kalamadım; kollarından tutup kendime doğru kaldırdım. Elleri boynumda birleştiğinde kalbim ritmini hızlandırdı.
"Şimdi söyle bakalım öğretmen hanım…" dedim gözlerimin içine bakmasını sağlayarak, "sen niye sadece uykumda seviyorsun beni?"
"Emir…" diye fısıldadı, utanmış bir edayla bakışlarını kaçırırken.
"Yanlış cevap," dedim gülümseyerek, burnunu hafifçe sıktım. "Cevap Emir değil. Hadi, gerçeği söyle."
O ise yüzünü boynuma saklayıp mırıldandı:
"Çünkü… uyanıkken seni sevdiğimi anlarsan şımarıyorsun."
Ben kahkahayı bastım, saçlarını okşarken:
"Şımarırım tabii, karım bana deli gibi âşık olmuş, bundan daha güzel bir şey var mı?"
"Off Emir ya," diyerek utanarak geri çekilmek istedi. Ama kendime çekmemle gözleri büyüdü.
"Emir!" dedi kısık bir sesle.
"Emir ya…" diye muzip bir tebessümle taklit ettim, burnumu onun burnuna sürttüm. Yanağı kıpkırmızı kesilirken gözlerini devirdi.
"Taklit etme!" dedi dudaklarını büzerek.
"Off Emir desene," dedim gözlerimin içine bakarak.
"Demeyeceğim."
"Bir kere de," diye üsteledim.
"Demeyeceğim," dedi inadına, ama gözleri gülüyordu.
"Bak… beni seviyorsan," diye fısıldadım kulağına yaklaşarak.
O an yanaklarını avuçlarımın arasına alıp gözlerimin içine baktı ve utancını gülümsemesiyle örterek pes etti :
"Off Emir…"
"İşte böyle," dedim kahkaha atarak, ardından dudaklarına küçük bir buse kondurdum.
"Yapma şunu, utanıyorum," dedi yüzünü çevirerek.
"Benim çocuğum utanmış," dedim muzipçe, onu kucağıma çekip sıkıca sarılınca kahkahası patladı.
"Ya Emir!"
"Emir’in kurban olsun yoluna bebeğim," diyerek boynuna küçük öpücükler kondurdum. O da gülerek yüzünü göğsüme gizledi.
"Güvenli alanına gizlendin yine," diye fısıldadım saçlarını okşarken. Başını kaldırıp bana baktı, gözlerinde utangaç bir parıltı vardı.
"Emir…" dedi sadece, sesi incecik çıkmıştı.
Dayanamayarak yeniden gıdıklamaya başladım. Kahkahaları bütün odayı doldurdu.
"Benim karım bir de öğretmen olacakmış, daha büyütmedim ki ben güzelimi," dedim kahkahalarına karışarak.
"Emir yapma!" diye çırpındı kollarımda.
"Öğretmen mi olacakmış benim çocuğum, hı?" dedim muzipçe.
"Emir yapma, yeter!"
"Öğretmen hanımım benim!" diye üsteledim.
"Hadi yemek yiyelim artık," dedim geri çekilirken. Gözlerini yalandan bir kırgınlıkla bana dikti.
"Çok kötüsün Emir," dedi, kollarını göğsünde birleştirip dudaklarını büzerek.
"Bak bak, niyeymiş o?" dedim gülümseyerek.
"Uyuyor numarası yaptığın için," dedi, gözlerini devirmeye çalışsa da yanaklarına yayılan gülüşü saklayamadı.
"Gıdıklamaya tekrar başlayayım mı?" dememle bir anda fırlayıp yataktan kaçtı.
"Yakalarsan!"
"Yakalarsam görürsün," diyerek arkasından koştum. Mutfakta kahkahaları yankılanıyordu.
"Emir Kaan ya!" diye bağırdı, ama sesinde şımarık bir neşe vardı.
"Bak, ceza da yazacağım, adımı yine uzatmalara başladın," dedim, hızla adımlarını kovalarken.
"Gelme!" dedi, tam kapıdan kaçacakken belinden yakaladım. Bir anda etrafımızda döndürdüm, kahkahalarıyla saçları yüzüme çarptı. Sonra durup sımsıkı sardım onu kollarımla.
Omzunun üstünden bana öyle güzel baktı ki, başımı eğip gülümseyerek alnından öptüm. O da gülerek başını eğdi, yanakları al al olmuştu.
"Emir ya…" dedi utangaç bir sesle.
"Emir ya," diye tekrarladım gülümseyerek. Başını göğsüme yasladı, kalbimin ritmine karışan nefesiyle gözlerimin içine baktı.
"Sen… kabul olan en güzel duamsın Emir Kaan," dedi, gözlerinde ışıl ışıl parlayan bir samimiyetle.
"Rabbim’in bana bağışladığı en değerli emanetsin, öğretmen hanım," dedim, kelimelerim dudaklarımdan dökülürken gözlerimin dolmasına engel olamadım.
"İyi ki varsın, güzel adam…" dedi, bakışlarını gözlerime kilitleyip parmak uçlarıyla yanağıma dokunarak.
"İyi ki varız… iki cihan cennetim," dedim, o bakışların derinliklerinde kaybolurken. Gözlerim nemlendi, boğazım düğümlendi.
"Seni çok seviyorum…" diye fısıldadı, sesi sanki kalbime mühürlenmiş bir dua gibiydi.
"Ben de… güzelim," dedim, alnına uzun bir öpücük kondururken kalbimdeki sevgiyi iliklerine kadar hissettirmek ister gibi.
Kollarımda sıkıca sardığım halde bir süre öylece kaldık. Sanki zaman durmuştu, sadece kalplerimizin aynı ritimde çarpışını duyuyorduk. Sonra saçlarını koklarken yanağımdaki gülümsemeyi saklayamadım.
"Şimdi cidden bırakmayacak gibisin," dedi kıkırdayarak.
"Öyle bir ihtimal var mı?" dedim gözlerimi kısarak.
"Emir…" diye fısıldadı ama yüzündeki gülüş her şeyi ele veriyordu.
Onu nihayet serbest bırakmamla mutfağa doğru adımladı. Ben de arkasından gülerek yürüdüm. Masanın üzerinde özenle hazırladığı kahvaltıyı görünce dudaklarım hafifçe aralandı.
"Sen bunu… benim için mi yaptın?"
"Senin için değil de kimin için yapacağım Emir Kaan," dedi, bana yandan bakarak.
"Benim cennetim bir de bana sürpriz yapıyor, öyle mi?" dedim, yaklaşarak beline sarıldım.
“Beğendin mi?” dedi çocuksu bir heyecanla.
“Sen yaparsın da beğenmez miyim güzelim benim?” dedim gülümseyerek.
“Azra’yı alacak mıyız bugün Emir?”
“Özledin mi görümceni?”
“Özlenmeyecek gibi değil görümcem…” dedi mahcup bir gülüşle.
“Kurban olurum size…” dedim yanağını öperek.
“Emir…”
“Söyle güzelim.”
“Çok güzel seviyorsun…”
Sevgiyle gözlerinin içine bakıp fısıldadım:
“Sevilmeyi öğreten güzel ondandır.”
“Öyle mi?” dedi kaşlarını hafifçe kaldırarak.
“Öyle…” dedim, gözlerinde kaybolarak.
Derin bir iç çekip gülümseyerek tabağıma döndüm. O ise utanarak başını eğmişti. Ama yüreğinin sesini duymak, her şeyden güzeldi. Utanarak yemek yiyişi, göz ucuyla bana bakarken dudaklarına istemsizce yayılan o gülümseme… O kadar güzeldi ki, hafızama işliyordum. Her kahkahasında, her utangaç tebessümünde içim biraz daha kanıyordu belki ama aynı zamanda ruhum da şifa buluyordu. Onun gülüşünü, kalbimin en derin yerine, silinmez bir iz gibi kazıyordum artık.
___
Oy sınırı 35 yorum ise 20
Bolca yorum bekliyorum ve kitap için desteklerinizi bekliyorum ❤️
yeni bolum hakkinda beklentilerinizi alayımmm

Yaman Pars nasıldı?

| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |