

Emir Kaan Yılmaz’dan...
Aracı park edip kapıyı kilitledim, ardından karakola doğru yürüdüm. Nöbetçi askerleri görünce gülümseyerek selam verdim. O sırada kapıdan çıkan Poyraz’ın sesini duydum.
“Hoş geldin Emir, neredesin sen?”
Gülerek ona doğru yaklaştım.
“Hoş bulduk, dönmüşsün izinden.”
“Dün sabah döndüm ben de.”
“Ee, amca olduk mu?” dedim takılarak.
Poyraz kahkaha attı.
“Darısı başına!”
“ Hayırlısı bakalım… Ne koydunuz adını?” diye sordum, omzuma hafifçe vurdu.
“Melike koyduk…”
“Adıyla yaşasın kardeşim,” dedim içten bir tebessümle. O ise derin bir nefes verip başını salladı.
“İnşallah kardeşim… Ama senden de bir babalık bekliyoruz ha. Yengeyi de mezun etmişsin.”
“Yeter la, hayırlısı diyelim dedim ya, uzatma,” deyip utangaçça bakışlarımı kaçırdım. O da kahkahayı bastı.
“Seninki gelmiş bu arada, içeride.”
“Biliyorum, Cüneyt söylemiş İklim’e,” dedim gülerek.
“Hadi bekletme,” dedi, tokalaşıp ayrıldım. İçeri doğru adımımı atarken, bana doğru koşan Göktürk ve Yaman Pars’ı görünce kaşlarım istemsizce havalandı.
Göktürk üstüme atlayınca sendeledim, dengemi zor toparladım.
“Oğlum, ne yapıyorsun?!” demeye kalmadan Yaman Pars bacağıma sıkı sıkıya sarıldı, sesi titreyerek:
“Emir ağabeeey!”
“Geldim paşam, geldim,” dedim çocuğu sakinleştirmeye çalışarak. Ama Göktürk ayağıyla hafifçe itti, suratını buruşturunca Yaman Pars daha da hıçkırarak ağlamaya başladı.
“Git! Emir ağabey benim!”
“Emir ağabeeyyy!”
Etrafta kahkahalar yükselirken Göktürk’e sinirle baktım:
“İn kucağımdan dedim Göktürk!”
“Üç saattir benim kucağımda ağlıyor. Bana ne, biraz da böyle ağlasın,” dedi pişkin bir edayla.
O sırada İsmail ağabey elleri belinde yanımıza geldi:
“Hayırlı olsun Emir’im, maşallah nur topu gibi,” dedi, göz ucuyla da Göktürk’e takıldı.
Ama Göktürk işi daha da abarttı; Yaman Pars’ın hıçkırıklarını taklit ederek:
“Hıı, ağlaa, ağlaa,” diye alay etti.
Gözlerimi devirdim.
“Oğlum, kolum uyuştu! İn lan! Çocukla çocuk oluyorsun! Ben indirirsem seni, elimde kalacaksın!!”
Yaman Pars pantolonumu çekiştirip bağırmaya devam etti:
“Emir ağabeeey!”
"Burdayım, paşam...şaka yapıyor ağabey!"dedim, Yaman Pars’ı sakinleştirmeye çalışarak zorla gülümserken...
Göktürk yine ayağıyla itti:
“Emir ağabey benim, dedim!”
Artık dayanamadım:
“Ben karımı kucağımda bu kadar taşımadım Göktürk! İn! O iten ayağına edeceğim şimdi!”
Göktürk bana ters ters baktı:
“Bana ne!”
Son çareyi buldum:
“İsmail ağabey, Meltem’i arasana.”
Bunu duyar duymaz Göktürk şimşek gibi kucağımdan indi, homurdandı:
“Karıma da rezil etme be!”
Yaman Pars’ı kucağıma alınca boynuma sarıldı, burnunu omzuma gömdü.
“Niye ağlıyorsun yavru kartalım?” dedim, başını okşayıp yanağından öptüm.
“Emir ağabey…” diye mırıldandı, bana daha da sokularak.
“Ben ceza vereceğim o ağabeye, artık ağlama! Hadi, geldim bak ben!” dememle boynuma daha sıkı sarıldı.
“O gitsin…” dedi minik sesiyle.
“Biz gideceğiz paşam… Eve gideceğiz…”
O sırada Tansu Asteğmen kahkahasıyla yanımıza yaklaştı.
“Cüneyt, ‘gerekirse nüfusuna alsın, sesim çıkmaz’ dedi Emir’im. Karakol senin adınla inledi bugün,” diyerek gülümseyerek baktı.
Ben gülümserken Tansu eğilip Yaman Pars’ın yüzüne baktı:
“Normalde huyu değil, bir yerin mi ağrıyor Yaman’ım?”
Yaman Pars başını iki yana salladı, küçük bir mızıldanma sesi çıktı.
“Niye ağlıyorsun o zaman?” diye sordum ben de.
Bebek gibi mızıldayarak:
“Babam Pepe’yi yasakladı…”
Tansu kahkahasını tutamadı:
“Pepe için miydi bu yaygara, aslan parçası?”
Tam o sırada Göktürk araya girip gözlerini devirdi:
“Komutanım, dediği Pepe çizgi film değil… Beşiktaşlı Pepe!”
“Bak bak, Beşiktaşlısın bir de ha!” dedi Tansu Asteğmen, ellerini kemerinde birleştirip gülerek. Yüzündeki sıcak tebessüm ve neşeli bakış, ortamın hafifliğini artırıyordu.
O sırada gözlerini silen Yaman Pars kafasını kaldırdı, minik kaşları çatıldı. “Sen hangi takımlısın ki?” diye sordu, merakı ve hafif şaşkınlığı yüzünden okunuyordu.
Tansu bana göz kırptı, gözlerindeki alaycı sıcaklık Yaman Pars’ın merakını daha da körükledi:
“Tabii ki Beşiktaşlıyım,” dedi, sesi neşeli ve güven vericiydi.
İsmail ağabey yanımda fisildadı, gözlerinde hafif tebessüm:
“İlgisi olan konuyu açınca bak, ağlamayı unutuyor hemen.”
Ben derin bir nefes aldım, iç çekerek Yaman Pars ve Tansu’nun konuşmasına döndüm. Kalbimde hafif bir tebessüm vardı, bu minik anların değerini bilerek:
“Çocuk ağabey, ne dersin ki…”
“Gerçekten mi?”dedi, minik elleriyle benim rütbeme bakarken.
Tansu’nun yüzüne yayılan gülümseme, hem eğlenceli hem de samimiydi:
“Gerçekten.”
“Senin omzunda niye çizgi var, Emir ağabeyinkinde yok?” dedi Yaman Pars, merakla Tansu’nun üniformasına bakarak.
Tansu kahkaha atıp onu benim kucağımdan aldı.
“Ben Emir ağabeyinden büyüğüm de ondan… Yaşlıyım yani,” dedi şaka yollu, gözlerini kısarak.
“Kaç yaşındasın ki?” diye üsteledi Pars, dudaklarını bükerek.
Tansu gülümseyip kafasını yana eğdi.
“Kaç gösteriyorum sence?”
O sırada Göktürk lafa atladı, sırıtarak bana baktı.
“Riskli soru Yaman Pars, iyi düşün,” dedi, kahkahasını zor tutarak.
Pars bu sefer kendini Tansu’nun göğsüne soktu. Göktürk gözlerini devirdi.
“Besle kargayı, oysun gözünü işte!” diye homurdandı.
İsmail ağabey kahkahayı patlattı.
“Bir Alper, bir de sen büyümezsin Göktürk.”
“Susun da Yaman konuşsun biraz,” dedi Tansu, hâlâ keyifle gülerek.
Pars bu defa bana baktı, gözleriyle sanki “söyleyeyim mi?” diye izin istedi. Ben de gülerek saçlarını karıştırdım.
“Haydi söyle yavru kartalım, boş ver sen Göktürk ağabeyini.”
Yaman Pars başını tekrar Tansu’ya çevirdi, kıkırdayarak:
“Otuz beş mi?!” dedi.
Bir anda etrafta kahkahalar koptu, Tansu’nun şaşkın bakışını görünce ben de gülmekten kendimi alamadım.
“O kadar yaşlı mı duruyorum ben?” dedi Tansu Asteğmen, kaşlarını kaldırıp şaşkın bir gülümsemeyle.
İsmail ağabey kahkahayı bastı.
“Biraz düş oğlum, çok söyledin.”
“Otuz iki mi?” dedi Pars yeniden, merakla gözlerini kocaman açarak.
“Biraz daha düş yavru kartalım,” dedim ben de, kaş göz işareti yaparak.
Yaman Pars kıkırdayıp ellerini birbirine çırptı.
“Yirmi beş!” diye patlattı heyecanla.
Tansu kahkahadan iki büklüm oldu.
“Yirmi sekiz yaşım benim, bilemedin aslan parçası.”
Pars hemen yanıt verdi, sesi ciddi bir tonda ama yüzünde masum bir gülümseme vardı.
“Babam senden beş yaş büyük biliyor musun?”
Tansu kaşlarını kaldırıp şaşırdı.
“Otuz üç yaşında mı baban?”
“Hayır, otuz iki.”
Bir anlık sessizlik oldu, sonra kahkahalar yeniden yükseldi. Tam o sırada Yiğit Alper yanımıza yaklaşarak gülerek lafa karıştı.
“Matematiği benden iyi en azından.”
Onun sözleri gülüşmeleri daha da artırdı. Ben ise yan gözle Alper’i süzüp hafifçe gülümsedim. İsmail ağabey bakışımı yakalayınca göz kırptım, aramızda küçük bir sır gibi kalmıştı bu an.
Yandan süzerek Alper’e baktım. Sesim istemsiz biraz kırık çıktı.
“Sen neredesin, yoksun kaç gündür?”
Alper’in dudakları belli belirsiz kıvrıldı.
“İşim vardı Emir’im…”
“Bir sıkıntı yoktur inşallah?” dedim, gözlerimi ondan ayırmadan. İçimden geçenleri okumasın diye yüzümü sert tutmamaya çalışıyordum ama bakışlarım ona fazlasıyla soruyordu zaten.
Bakışlarını kaçırdı, Yaman Pars’ın saçlarını karıştırarak cevap verdi:
“Yok ağabey, işim vardı sadece.”
Kaşlarım istemsiz çatıldı, devamını getirecekken küçük eller omzuma dokundu. Yaman Pars bana dönmüştü.
“Emir ağabey, teyzem nerede?”
“Evde bizi bekliyor paşam. Birazdan yanına gideceğiz seninle.”
“Çabuk gidelim o zaman!” diye atıldı heyecanla.
Gözüm Tansu Asteğmen’e kaydı. Hafif bir tebessümle, “Git Emir’im, sen de dinlen biraz,” dedi.
Ben de başımı sallayıp gülümsedim. Yaman Pars’ı kucağıma alırken kalbimde tatlı bir sızı hissettim. O sırada İklim’in sözleri geldi aklıma.
“Komutanım, bu arada… İklim rica etti. Yarın mezuniyet törenine gelmek isterseniz buyurun gelin,” dedim onlara dönerek.
Tansu omuz silkti.
“Bakarız, sizi mahcup etmeyelim Emir’im.”
“Gelirseniz mutlu oluruz Komutanım,” dedim içtenlikle.
“İnşallah diyelim Emir’im. Hadi gidin artık, bekletmeyin daha fazla.”
“Evet, teyzeme gideceğiz!” diye bağırdı Yaman Pars sevinçle.
“Bay bay yap bakalım herkese,” dedim.
Kahkahalarla güldü, ellerini salladı. Bizimkiler de aynı neşeyle karşılık verdi. Baş selamımı verip araca yöneldiğimde içimde tuhaf bir huzurla karışık yorgunluk vardı.
___
Baran Boran’dan…
Eve adımımı atar atmaz gözlerim Emel’i aradı. O gülümseyerek karşıladı beni.
“Baran, hoş geldin hayatım!”
Ama yüzümdeki ifadeyi görür görmez o gülüş dondu, endişe kapladı gözlerini.
“Baran, ne oldu?”
Dudaklarım titredi, gözlerim boşalırcasına doldu. Sözler boğazıma düğümlenmişti, tek yapabildiğim Emel’e sıkı sıkıya sarılmak oldu.
“Baran…”
“Emel…” dedim kısık bir sesle.
O, beni geri çekip yüzümü ellerinin arasına aldı. Parmak uçları yanağımda titriyordu.
“Ne oldu gülüm, niye böylesin?”
Gözlerimi kaçırdım.
“Emir’in yanından geliyorum… Azra’yı onlara bıraktım.”
“Bir şey mi oldu Emir’e?” dedi telaşla.
Başımı iki yana salladım.
“O zaman niye böylesin Baran?”
Yutkundum, kelimeler dudaklarımdan dökülürken içim paramparça oldu.
“İlaçlar iyi geliyor belki, dedi… Üç gündür kriz geçirmiyorum, belki yaşarım be, dedi… Bir şey diyemedim Emel. Canım yanıyor… Ömrümden ömür alıyorlar.”
Emel’in gözleri doldu, boynuma sarıldı, hıçkırıkları omzumda titriyordu.
“Kurban olurum sana…” diye fısıldadı.
Ben gözlerimi kapattım, nefesim kesilir gibi oldu.
“Emel, canımdan can alıyorlar… Emel…”
"Geçecek, bırakma kendini…" dedi titreyen sesiyle.
“Emel… ömrümden ömür alıyorlar Emel…” Dizlerim taşımayınca bir anda yere çöktüm, o da tereddüt etmeden yanıma çöktü.
“Yapma hayatım… Biz moral olacağız ona, güçlü olacağız.”
“Barış’ın leşini aldık bugün! Ama içim soğumuyor Emel… Benim kardeşimin de canını alarak gittiler. Kafayı yiyeceğim gülüm… Çalmadık kapı bırakmadım, bulamıyorum… Yaşayamıyorum kardeşimi!”
“Baran…” dedi titreyerek, gözleri yaşla dolmuştu.
“Azra’ya söyle dedi… Söylemedim Emel…” Sesim hıçkırıklarla bölündü, dudaklarım titriyordu.
“Baran’ım… kurban olsun sana Emel’in canı,” diyerek sarıldı boynuma, sanki omuzlarında bütün acımı taşımaya çalışıyordu.
“Benim kardeşimin kimseye zararı yoktu… Niye böyle oldu Emel, niye?”
Ellerini titreyerek yüzüme koydu, gözlerimin içine baktı.
“Geçecek…” dedi ama sesinde güven değil, sadece umut kırıntısı vardı.
Başımı iki yana salladım, gözyaşlarım yanaklarıma süzüldü.
“Geçmiyor… Emel, geçmiyor…”
“Baran… yapma… Sen, Emir’in ailesinin Emir’den sonra ki oğlusun… Yapma böyle,” dedi Emel, sesi titreyerek.
“Aklım susmuyor Emel… Durmuyor!” dedim hıçkırıklarla.
“Dök içini, bitanem… Akıt içindeki zehirleri, yoksa seni içeriden çürütür.”
“Ya babam gibi olursa sonu Emel…” dedim boğazım düğümlenerek, gözlerim boşluğa bakıyordu.
“Olmayacak Baran’ım… Senin gibi güçlü bir kardeşi var Emir’in. Sen farklısın…”
Başımı eğdim, ellerim titredi.
“Koruyamadım ki onu… O yaralı halde bile beni düşünürken, benim kardeşim gün be gün eriyip giderken… Ruhum duymadı Emel, benim kardeşim elimden kayıp giderken ben hiçbir şey yapamadım…”
“Baran… kalkıp ona şifa aramak zorundayız. Böyle yaparsak, zalimler sevinir gülüm…” dedi Emel, sesi titreyerek.
“Sevinecek kadar sevindi kahpeler, gülüm… Olan benim kardeşime oldu,” dedim, yumruklarımı yere vuracak gibi sıkarken.
“Baran’ım… bak, yapma böyle ya,” dedi gözleri dolarak, ellerini omuzlarıma koydu.
“Güçlü durmaktan yoruldum Emel’im… Bırak bu Baran da biraz düşsün,” dedim hıçkırıklarla boğuşurken.
Emel kollarını boynuma doladı, gözyaşlarıyla yanaklarımı ıslatarak fısıldadı:
“Ben tutarım ki mis kokulumu…”
Başımı onun dizlerine koymamla Emel saçlarımı okşayarak öptü, parmaklarını nazikçe tarar gibi yüzümde gezdirdi.
“Çok canımı yakıyorlar Emel…” dedim, sesi titreyerek. “Gözleri hâlâ ışıldıyor kardeşimin bana bakarken… Gözleri doluyor ama yine de gülümsüyor. Ayakta duruyor her şeye inat… Tek dileği mutluluktu, başkalarını mutlu etmekti… Ne günahı vardı ki, sadece iyilik etmekten başka, bu dünyaya…”
Emel gözlerindeki ıslaklığı silerken başını hafifçe salladı:
“İyileştireceğiz Baran… beraber…”
“Babam gibi olmasın sonu… Emel, ne olur…”
Hıçkırıklarla boğulmuş sesim yanağımdan süzülen yaşlarla karışıyordu.
“Olmayacak, Baran’ım…” dedi Emel, titreyen elleriyle yüzümü tuttu. İkimizin de nefesi sıkışmış, yutkunmamız bile zorlaşmıştı.
“Ne olur olmasın… Emel…” dedim, sesim kırık ve titrekti...Herkese karşı diklenirken karımın dizlerine kapanmıştım...tükenmişti gücüm...
“Olmayacak, Baran’ım…”
“Ben o morg kapısını senelerdir kaldıramıyorum, Emel…” Hıçkırıklar yıllardır tuttuğum acılarıyla birlikte dudaklarımdan döküldü, sanki biriktirdiğim her şey dışarı çıkıyordu.
“Babamı oradan aldığım gündeyim hâlâ… Yenisini kaldıramam… Yapamam…” Sesim boğuk ve kırılmıştı, omuzlarım titriyordu.
"Geçecek Baran’ım...Geçecek..."
Emel, titreyen elleriyle sıkıca sarıldı bana. Ben de gözyaşlarımı gizlemeye çalışmadan, onun güven veren varlığına yaslandım.
___
Oylama 30 yorum 20 olunca bölüm gelecek ❤️
Kısa oldu ama yazamıyorum bu aralar hem moralim yok hemde kitap gittikçe finale yaklaşması üzüyor diyelim :(
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |