

İklim Yılmaz’dan…
Bahçede Yaman Pars ile oyalanırken Emir’in telefonla konuşarak uzaklaşması gözlerime takıldı. Yüzündeki gerginlik, omuzlarındaki ağırlık çok belli oluyordu. Hele bir de sigarayı çıkarıp yakması… İçim acıdı. Hemen Azra’ya döndüm.
“Canım, sen Yaman Pars’ın yanında kalır mısın? Ben bir Emir’e bakayım.”
“Olur yenge.”
“Ben de gelirim teyze!” diye atıldı Yaman Pars heyecanla.
“Olmaz teyzem, büyüklerin işi var,” dedim. Dudaklarını büzüp somurtunca Azra hemen oyalamaya başladı. Ben de fırsattan istifade Emir’in yanına yöneldim.
“Kesin mi İsmail ağabey?” dedi derin bir nefes vererek. Ama beni görür görmez bakışları elindeki sigaraya kaydı.
“Söz verdin, hâlâ niye içiyorsun Emir Kaan?” dedim. Bir an şaşırıp gözlerimin içine baktı, sonra telaşla parmaklarının arasındaki sigarayı yumruğunun içinde ezerek söndürdü.
“Manyak mısın sen, ne yapıyorsun!” diyerek endişe ve refleksle kızaran eline uzanarak açmaya çalışmam ile, elini hızla çekmeye çalıştı. Ben ne kadar açmak istesem de hızla geri çekildi.
“Güzelim… sonra,” diyerek yüzünü telefona çevirdi ve uzaklaştı.
O an gözlerim doldu. Onu tutamamanın acısı içimde yankılanırken küçük ayak sesleri yanıma koştu.
“Teyze! Teyze, bak biz ne bulduk Azra ablamla!”
Başımı kaldırıp zorla gülümsedim.
“Ne buldun paşam?”
Avucunu açtığında minik bir güvercin çırpınıyordu. Kanadı düşmüş gibiydi.
“Bunu nereden buldunuz?” diye sordum.
Azra gülerek, “O bizi buldu yenge. Kanadı kırık herhalde, yerde çırpınıyordu,” dedi.
“Teyze, sen bunu iyileştirirsin değil mi? Ben hasta olduğumda da iyileştirmiştin! Bunu da iyileştirir misin?” dedi Yaman Pars, gözlerinde umutla.
“Canım benim… ama bu kuş…” dedim tereddütle.
“Veterinere mi götürsek yenge?” diye sordu Azra.
Başımı iki yana salladım. “Bakmazlar ki… Ablamla benim de başıma gelmişti bir kere.”
“Annemle mi?” diye atıldı Yaman Pars heyecanla.
“Evet canımın içi, annenle…” dedim ve boğazım düğümlendi. “Hadi gel, eve çıkalım. Kuşumuzu iyileştirmeye çalışalım.”
Ama Yaman Pars geriledi, gözlerindeki inat parladı.
“Olmaz teyze! Sen onu iyileştir, ben de annesini bulup haber vereceğim!”
“Annesi olsa şimdiye kadar bulurdu yavrusunu Pars,” deyince Azra, Yaman Pars başını önüne eğdi.
“Onun da mı annesi yok yani, teyze?” dedi kısık bir sesle.
Kalbim bir anlığına duracak gibi oldu. “Bilmiyorum canım… Ama biz bulamasak da o bulur. Gel, kanadını iyileştirmeye çalışalım. Belki o annesini bulur?”
"Olur teyze !"
“Yenge, ben de kutu bulayım, içinde dursun!” dedi Azra.
“Olur canım,” dedim, minik güvercini avuçlarımda tutarken gözlerim Emir’in ardından dalıp gitmişti.
Derin bir iç çektim, içimdeki sızıyla birlikte minik güvercini Yaman Pars’ın ellerine geri bıraktım. Onun küçücük parmakları titreyerek kuşu tutarken ben de yeğenimi kucağıma aldım. Başını omzuma yasladığında sesindeki umut kalbimi burktu.
“Teyze… yaşar değil mi?” dedi gözlerime bakarak.
“Elbette yaşar, paşam. Sen iyi bakarsan, yaşar tabii,” dedim, gülümsemeye çalışarak.
Bir an düşündü, sonra çocuk masumiyetiyle fısıldadı:
“Bence annesi vardır teyze… Hatta merak etmiştir, değil mi?”
Sözleri boğazımda düğümlendi. Ablamın yokluğuyla birkez daha kavrulmuş içim...
“Evet, teyzem,” dedim gözlerim dolarken. “O yüzden hemen iyileştirelim onu, annesi bulduğunda dimdik dursun.”
“Tamam!” dedi sevinçle. Minik ellerinde kuşu daha sıkı tutarken gözlerinde umut parlıyordu.
Eve çıktığımızda kuşa internetten bulduğumuz yöntemlerle küçük bir tedavi uyguladık. Kanadını dikkatlice sardık, sonra da hazırladığımız kutunun içine yerleştirdik. Saatler sürmüş olabilirdi uğraşımız ama Yaman Pars’ın yüzündeki mutluluk bütün yorgunluğa değerdi.
“Teyze! Bak, su içti!” diye sevinçle bağırdı.
“Evet canım, kendine geliyor yavaş yavaş. Ama artık sen de ellerini yıka, o da uyusun sen de uyu,” dedim, saçlarını okşayarak.
Bir an gözleri kapıya kaydı.
“Teyze… Emir ağabey nereye gitti, niye gelmedi yanımıza?”
Kalbim istemsizce sıkıştı. Gözlerimi kaçırıp derin bir nefes aldım.
“Bahçede sanırım canım… bilmiyorum bende. Ama bizim uyumamız lazım, geç oldu artık. Hadi bebeğim.”
Başını sallayıp mırıldandı:
“Teyze… seninle uyuyabilir miyim yine?”
İçimdeki kırgınlığı bastırıp yüzüne gülümsedim.
“Tabii canım benim… gel, odama geçelim.”
Onu kucağıma alırken gözlerim bir an bahçeye kaydı. Loş ışığın altında yalnız başına oturan Emir’in silüeti belli belirsiz görünüyordu. İçimden “keşke izin verseydin de, bende senin yaralarını sardaydım” diye geçirdim.
Derin bir nefes alıp önce banyoya yöneldim. Yaman Pars’ın ellerini yıkayıp ve dişlerini fırçaladıktan sonra, bende kendi rutinimide halledip odamda bekleyen Yaman Pars’ın yanına yöneldim.
Yatağa beraber geçmemizle Yaman Pars hiç vakit kaybetmeden oyuncaklarını bırakıp kollarımın arasına sokuldu. Küçücük elleri ile üzerimizi örtmeye çalışınca gülümseyerek yardım ettim.
“Üstümüzü de örttük! Hadi uyu bebeğim artık,” dedim usulca saçlarını okşayarak.
“Teyze, annemin duasını yapmadık ki!” diye hemen atıldı.
Gözlerim dolsa da belli etmedim. “Hmm, yap bakalım hemen,” dedim gülümseyerek başını öperken...
Minik dudaklarıyla hece hece tekrarladı:
“Yattım sağıma, döndüm soluma… sığındım Allah’ıma, melekler şahit olsun iman yoldaşlığıma… Yattım Allah, kaldır beni, nur içine daldır beni, annemle babama hayırlı evlat et beni…”
Kalbim burkulurken yüzüne kocaman bir gülücük kondurdum.
“Aferin benim paşama… yerim seni ben!” diyerek tekrar başından öptüm.
"Kuşum iyileşir değil mi teyze?"
"İyileşir canım benim..."diyerek saçlarını okşadım. Ablamın saçları gibi ince ama pamuk gibiydi, her teli...
“Hadi şimdi kapat gözlerini.”diyerek ona daha da sarıldım içim yanarken...
“Kapattım teyze!” dedi kıkırdayarak.
Onu sıkıca sardım. “Şöyle de sarayım seni, benim kuşumda üşümesin… mışıl mışıl uyuyalım beraber mis kokulumla...”
Ama küçük dudakları yeniden kıpırdadı.
“Koyunları sayacaktık daha, hani?”
Derin bir nefes alıp oyunbaz bir ses tonuyla fısıldadım:
“Koyunları kurt kapmış… o yüzden hemen uyumamız lazım.”
Yaman Pars kahkahasını zor bastırarak bana daha çok sokuldu.
“O zaman, iyi geceler teyze!”
“İyi geceler bebeğim…” dedim, gözlerim kapanmaya hazırlanırken kalbim başka bir yerdeydi. Bir yanım kucağımdaki bu masum yürekle huzur bulurken, bir yanım hâlâ bahçede sigarasını gizlice söndürüp yüzünü benden saklayan Emir’deydi.
____
Emir Kaan Yılmaz’dan...
Kaç sigara yaktım saymadım. İklim’i kırmak ayrı bir yük olmuştu yüreğime, üstüne bir de İsmail ağabey’den Barış’ın öldüğünü öğrenmek… Alaz’la konuşmak zorunda kalmam, sonra doktorla patoloji sonuçlarını görüşmem… Hepsi peş peşe gelip iyice bıktırmıştı beni.
Burnumdan akan kanı cebimdeki mendille gelişi güzel sildim. Aynı mendille gözlerimi de kuruladıktan sonra ağır adımlarla eve çıktım. Önce lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım, sonra odama yöneldim. Ama İklim’i göremeyince içim sıkıştı.
“İstemeden seni yine kendimden kaçırdım değil mi, güzelim?” dedim yatağın boş kalan tarafına bakarak. Derin bir nefes alıp üstümü değiştirdim.
Ayaklarım beni İklim’in odasına götürmesi gerekirken, elimde olmadan Azra’nın kapısında buldum kendimi.
Sessizlik içinde odaya adım attım. Yüzünde masum bir tebessümle uyuyordu. Üstünü usulca örttüm, açık kalan penceresini kapattım. Yaklaştıkça, küçücük nefes alışlarının bile içimi titrettiğini hissettim.
Saçlarının alnına düşmüş bir telini geriye ittim. Dudaklarım, irademden bağımsız şekilde saçlarına dokundu. O an içimdeki fırtına dudaklarıma döküldü:
“Benim cimcimem büyüyor demek… Keşke başka birine gönül kaptıracak kadar büyümeseydin. Ağabeyin hâlâ seni küçük görüyor be güzelim…”
Söylerken boğazıma koca bir düğüm oturdu. İçimde bir yerlere sığmayan sevgiyle pişmanlığın birbirine karıştığını hissettim.
Ellerim titreyerek saçlarını okşadı, alnına bir öpücük daha kondurdum. Gözlerim yanarken, yüreğimdeki sızıya rağmen sessizce doğruldum. Kapıya yürürken geride bırakmak değil, geride kalmak daha çok acıttı.
Gözlerim dolarak İklim’in odasına girdim.
Yaman Pars’ın kollarına sığınmış uyuyuşunu görünce içim burkuldu; o manzara öylesine masum, öylesine dokunaklıydı ki gözümden bir damla yaş süzüldü. Sessizce yanlarına yaklaşıp üzerlerini örttüm. Sonra eğilip İklim’in saçlarına dokundum; kokusu, kalbimin tam orta yerine işledi. Derin derin içime çekerken boğazım düğümlendi, hıçkırığım içimde kaldı. Dudaklarımı saçlarına kondurdum ve orada, bir ömür kalmak ister gibi birkaç saniye öylece bekledim. Sanki içimdeki bütün zehir, bütün pişmanlık o an gözlerimden akıp gitti.
Titreyen dudaklarımdan fısıltıyla döküldü kelimeler:
“Seni çok seviyorum yavrum… Ne yaptıysam, ne yapamadıysam, hepsi için özür dilerim…”
Sonra daha da kısıldı sesim, neredeyse kendi yüreğime itiraf eder gibi:
“Özür dilerim… canını yaktığım, yakacağım bütün zamanlar için. Ben kendimi affedemiyorum… Sen de affetme beni…”
Başımı eğip saçlarına bir öpücük daha kondurdum. O an kalbim paramparça oldu; çünkü biliyordum, en çok sevdiklerimi en çok ben kırıyordum.
"Özür dilerim orkidem...özür dilerim, seni yalnız hissettirdiğim tüm zamanlar için...seni çok seviyorum..."
Söylerken ellerim titredi; alnımı saçlarına yasladığımda dünya bir anlığına durdu. Ve ben o zamanda kayboldum...
___
İklim Yılmaz’dan…
Sabah, Emir’le iki yabancı gibi olmasak da aramızdaki mesafe hâlâ vardı. Aynı evin içinde, yan yana ama birbirinden uzak uyanmanın verdiği o gerginlik içime çökmüştü. O bana gelmek istese de, dün akşamki kırgınlık kalbimde hâlâ dinmemişti. Oysa sadece bir sarılışı, bir öpücüğü yetseydi… belki de uçacak kadar hafifleyecektim.
Derin bir nefes alıp elimde kepim ve cübbemle aynanın karşısına geçtim. O an Azra dönüp bana baktı, gözleri kocaman açılmıştı.
“Kız, bu ne güzellik böyle?!” dedi heyecanla.
Saçlarımı geriye atıp etrafımda dönerek gülümsedim.
“Olmuş mu?”
Azra kahkahasını tutamadı. “Emir indireni olmuşsun yenge!”
“Azraaa…” diyerek uyardım ama o sadece daha da gülümseyerek bana sarıldı.
“Çok güzel olmuşsun yengem! Hadi, gel damatları alalım!”
“Sen önden çık, ben çantamı alıp geleyim,” dedim. Azra başını sallayıp koridora çıktı.
Kapı kapanır kapanmaz Emir’in sesi yankılandı.
“Hazır mı?”
“Hazır, hazır… ama aklına mukayyet olsan iyi edersin,” diye takıldı Azra, ardından kikirdemesi duyuldu.
Yüzümde buruk bir gülümseme belirdi. Tam o sırada Emir’in sesini tekrar işitmemle boğazıma bir düğüm oturdu, gözlerim doldu.
“Kırgın mı bana çok?” diye sordu, sesi yorgun ve çekingen çıkmıştı.
Azra alçak sesle, ama net bir şekilde yanıtladı:
“Sana ihtiyacı var… gönlünü al istersen. Ben Yaman’a bakarım.”
“Sen Yaman’ı oyala o zaman, ben İklim’e bakayım.”
“Tamam ağabey,” dedi Azra tatlı bir ciddiyetle.
Onların sesleri koridorda yankılanırken kalbim hızla çarpmaya başladı. Azra’nın ayak sesleri uzaklaşırken, kapıya doğru gelen adımları ise hemen tanıdım. Birkaç saniye sonra kapı nazikçe tıklatıldı.
“İklim… Güzelim, girebilir miyim?” dedi Emir’in sesi, olduğundan daha yumuşak, daha kırılgan geliyordu kulağıma.
Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Kalbim çoktan “evet” demişti ama dudaklarım biraz gecikerek açıldı:
“Girebilirsin…”
Kapı yavaşça aralandı. Emir önce tereddütle başını uzattı, sonra sessizce içeri girdi. Üzerinde hâlâ bahçedeki telaştan kalan yorgunluk vardı ama gözleri… Gözleri benden başka bir şey aramıyordu.
Elimde tuttuğum kepi ve cübbeyi fark edince dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı.
“Bir prenses gibisin,” dedi kısık bir sesle.
Başımı çevirdim, bakışlarım yere kaydı. Kırgınlığım hâlâ içimdeydi ama kalbim onun sesine yeniliyordu.
“Geç kalacağız, hazırsan çıkalım Emir Kaan,” dedim soğuk çıkmaya çalışarak.
Emir birkaç adım yaklaştı, aramızdaki mesafeyi neredeyse tamamen kapatacak kadar. Elini uzatıp cübbemin yakasına dokundu, sonra geri çekti.
“Biliyorum, çok kırdım seni…çok özür dilerim güzelim...Ama bugün, senin günün. Kırgınlığının gölgesinde kalmasını istemiyorum.”
Gözlerimi kaçırıp geri çekildim bir adım. O ise derin bir nefes alıp tekrar yaklaştı.
“Benim güzelim…”
Gözlerim, giydiği gömlekle kumaş pantolonun içindeki hâline takılıp kalmıştı; daha çekici buldukça bakışlarımı kaçırmak zorunda kaldım.
“Hazırsan çıkalım,” dedim derin bir nefesle.
Yaklaştı, gözlerimi arar gibi yüzüme baktı.
“Çok mu kızgınsın bana?”
“Hazırsan çıkalım, Emir,” dedim bu defa biraz burun kıvırarak.
Gülümsemesi yüzünde çiçek açtırır gibi oldu, adımlarını yanıma kaydırdı.
“Gönlünü almadan bir yere gitmem, rüya perisi.”
“Ben giderim o zaman,” diye homurdandım ve kapıya yöneldim.
Ama daha adımımı atar atmaz belimden kavrayıp kendine çekti; nefesi ensemdeydi, sesi kalbimin içine dokundu:
“Böyle kırgın gitmene, izin verir miyim hiç?”
Nefesim kesildi, sırtım göğsüne yaslanınca kalbinin çarpışını duydum.
"Çok pişmanım canımın cananı...çok özür dilerim güzelim...Ama en mutlu günün kırgınlıkla solmasın, dargın gitme.." diye fısıldadı kulağımın dibinde. "Hem...Kırgın da olsan, kızgın da olsan... sensiz nefes alamaz ki Emir’in..."
Başımı çevirmemek için kendimi zorladım ama gözlerim dolmuştu. Dudaklarım titredi.
"Emir..." dedim kısık bir sesle, "
Ben...sadece senin yanında olmak istedim Emir, ama canımı yakan sözler verip tutmayarak, kırman..."
Başını eğip saçlarımın kokusunu içine çekti. "Biliyorum... ama her defasında yine sana dönmekten de vazgeçemiyorum."
Elleri belimde sıkıca kenetlenmişti, sanki bıraksam kaybolacakmışım gibi.
“Canımı yaktın ama Emir…” dedim, sesi titrek çıkan bir sitemle.
Omzuma incecik bir buse kondurdu, nefesi tenime dokundu.
“Özür dilerim… seni üzmek istememiştim güzelim…”
“Üzdün ama…” diye fısıldadım gözlerimi kaçırarak.
“Eğer izin verirsen... mutlu ederek telafi edebilirim güzelim” dedi, sesindeki pişmanlıkla umut birbirine karışmıştı.
“Hiç sanmıyorum,” deyince dudaklarının kenarındaki o gülüş çalındı kulağıma.
Sonra hafifçe bana doğru eğildi; mırıldandığı şarkı kalbimin duvarlarını yıktı:
“Ben seni rastgele sevmedim ki…”
İstemsizce gülümsedim, başımı omzuna yasladım.
Şarkıyı sürdürdü, sesi adeta kalbime işledi:
“Gözümden ayrı bilmedim ki…”
Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda devam etti:
“Yanarsa yansın canım… ben senden razıyım…”
Yanağıma usulca bir öpücük kondurdu. Utançla başımı eğdim, içimden taşan duygular gözlerime dolmuştu.
Sırtımı göğsüne yaslamıştım, kalbinin çarpışını duyuyordum. Sessizlikte nefeslerimiz birbirine karışırken fısıldadı:
"Affedecek misin şimdi beni?"
Gözlerimi kapattım, içimde kırıkların sızısı hâlâ tazeydi. "…Bilmiyorum."
Kollarını biraz daha sıkı sardı bana, sesi titriyordu.
"Çok aşığım sana… çok seviyorum seni."
Başımı çevirip ona baktım, gözleri yalvarır gibiydi. "Anlatacak mısın dün olanları?"
"Söz veriyorum," dedi, ellerimden tutup parmaklarımı öperken. "Mezuniyet töreninden sonra anlatacağım… o an niye öyle tepki verdiğimi… Affedecek misin?"
Yutkundum, boğazıma düğümlenen hislerle fısıldadım:
"…Bilemiyorum hâlâ."
Gözlerime bakıp gülümsemeye çalıştı, kırık bir tebessümle.
"Bu uzman uzaylı çok pişman… Gezegenine yağmur yağıyor, sandalı da yok…"
Bir an şaşkınlıkla bakıp, dudaklarımın kenarına istemsiz bir gülümseme kondu.
"Ya Emir!"
Elimi avuçlarının arasına aldı. "Affet bu uzaylıyı… Sana babet alır hem, yağmurda çipil çipil gezeriz."
Gözlerimden taşan yaşları saklamak için başımı kaldırıp akmasını engelledim. Dudaklarımdan ince bir kahkaha döküldü.
"Teklif… çok cazip geldi."
Başımı ona doğrukaldırdığımda gözlerindeki parıltı yüreğimi sımsıkı kavradı.
"Daha cazip fikirlerim de var… ama törenden sonrasına saklıyorum."
Kaşlarımı kaldırıp alayla sordum:
"Öyle yani?"
"Öyle…" dedi, alnımı dudaklarıyla mühürleyerek. "Affedecek misin?"
Kalbim sızlayarak hızlandı, gözlerimden bir damla yaş süzüldü. Dudaklarım titredi.
"…Affedeyim bari."
Derin bir nefes alıp yanağımdan öptü, sonra yüzüme dikkatlice baktı.
“Bu güzellikle seni kıskanmayacağımı düşünme, öğretmen hanım.”
“Fabrika ayarlarına iki saniyede nasıl döndün, Emir?” diye sordum.
Muzip bir tebessümle, “Sen öperken dudaklarına batmasın diye sakalımı ve bıyığımı kestim, sinek kaydı tıraş oldu, kocan! Sırf sen öp diye... Öp bence bir kere,” dedi.
“Emir Kaan, yeni barıştık,” dedim gülerek, göz devirip dudak büzerek çocuksu bir edayla gamzesini bana sunarken.
“Ama özledim güzelimi… Sen özlemedin mi yakışıklını? Şımarmayayım mı, nazlanmayayım mı karıma, öğretmen hanım?” demesiyle dayanamadım; boynundaki damarın üstüne bir buse kondurdum, uzunca onun nabzını hissederek. Gözlerimi kapattığımda gözlerimden bir damla yaş süzüldü; o afallayarak zorla yutkundu. Azra’nın ona, yeni aldığı sensörlü saatinden yüksek kalp ritmi uyarısı gelirken; onun hala dikkati sadece bendeydi...
“Özledim… Bir daha bana soğuk yapma olur mu? Senden uzakta kendimi evsiz hissediyorum,” dedim, gözlerim dolu dolu.
Başını sallayarak omzuma yasladı, uzun bir buse bırakıp sıkıca sardı kendine.
“Seni üzdüğüm gün… son günüm olsun, güzelim. Daima iki cihanda da sevgimle saracağım seni.”
“Seni çok seviyorum, Emir,” fısıldadım.
“Ben de seni çok seviyorum, güzelim…”
O an göz göze geldiğimizde, içimdeki tüm birikmiş özlem ve sevgi dudaklarıma aktı. Yavaşça başımı ona yaklaştırdım, o da gözlerini hafifçe kapatıp beni karşıladı. Dudaklarımız buluştu; kısa, derin ve bütün duygularımızı kapsayan bir öpüşme…
Öpüşmenin ardından biraz geri çekildik, nefeslerimiz hâlâ birbirine karışmıştı. Gözlerimize dolan o mutluluk ve rahatlama, tüm kırgınlıkları silip götürmüştü.
“Gamzenin çukurunda kaybolasım var,” dedim fısıldayarak, alnımı onun alnına yaslayarak.
“Benim gözlerinde eriyip bitmem kadar olamaz güzelim,” dedi, saçlarımı okşarken. Elleri nazikçe yüzümden boynuma, omuzlarıma kaydı ve beni sıkıca sarıldı.
___
Oy sınırı 35 yorum 20 
Geç geldi bolum özür dilerim netim bitti, zor süreçten geçiyoruz ayrıca...
İyi okumalar❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |