

Baran Boran’dan…
Azra kendine gelir gelmez odadan yükselen hararetli sesler dikkatimizi çekti. Emel’le göz göze geldik, ikimiz de aynı anda kapıya yöneldik. İçeri girdiğimizde karşımızdaki manzara ciğerimizi sökmeye yetti.
“Azra’m… bir dinle, ne olur,” diye yalvarıyordu Alper. Ama Azra, gözyaşları içinde öfkeyle onu sertçe itti.
“Neyini dinleyeceğim ya? Baran ağabeye ben diyemem dediğin şeyin, ağabeyimin ölmesi olduğunu mu?!”
“Azra, yapma güzelim…” diye araya girdi Emel. Ben de Alper’i uzaklaştırmaya çalışıyordum ama Azra’nın bana çevirdiği bakış ve söylediği söz, dünyamı başıma yıkmaya yetti.
“Ya sen, Baran ağabey?! Kanın canındı hani ağabeyim… Niye koruyamadın onu? Ben size böyle mi emanet ettim ağabeyimi?!”
Yutkunmaya çalıştım, boğazım düğüm düğüm oldu. “Kardeşim…” diyebildim zorla.
“Bana kardeşim deme! Yazıklar olsun size!”
Azra’nın çığlığı odada yankılandıkça nefesim kesildi; kelimeler bıçak gibi ciğerime saplanıyordu. O güçlü halim yıkılıp yerine göz yaşlarımı bıraktı...
“Azra’m… bir de dinle, kurban olduğum… Biz böyle olsun ister miyiz?” dedi Alper, gözyaşları içinde, sesi titreyerek.
“Onlar da mağdur, Azra…” diye fısıldadı Emel, sakinleştirmeye çalışıyordu.
Ama Azra, gözyaşları yanaklarına süzülürken bu kez Emel’i de itti. Emel sendeleyince belinden yakalayıp düşmesini engelledim.
“Ne diyorsunuz ya siz?! Ne anlatıyorsunuz? Benim ağabey… ölüyormuş! Ne diyorsunuz siz?!!!”
Azra’nın çığlığı, duvarları sarsarcasına yankılandı. İçimizdeki bütün yaraları kanatmaya yetmişti.
“Azra… kardeşim… bak, panzehirini bulmak için çabalıyoruz zaten biz,” dedim titrek bir sesle.
Azra’nın gözleri öfke ve çaresizlikle doluydu. Bir anda dizlerinin üstüne çöktü, hıçkırıkları yüreğimizi parçaladı:
“Ya bulamazsınız? Ya ölürse?! Ben… elleri yara olurdu, her geldiğinde o elleri öperdim ben! Nasıl kıyacaksınız ya, nasıl toprağa koyacaksınız onu?!”
Beynimden kurşun yemiştim sanki...Emel birden çözülüp bana sarıldı, göğsümde titreyerek ağlıyordu...Dizlerim beni taşımayacak gibi olunca Emel daha sıkı sarıldı. O an Alper, kollarıyla Azra’yı kavrayıp yanında tutmaya çalışırken bana baktığında gözleri ‘onu da seni de dışarı çıkar’ diye fısıldıyordu. Sessizce başımı salladım, Emel’i kollarımdan tutup kapıya yönlendirdim. Zorla da olsa dışarı çıkardım.
Arkamda, odanın içinde sadece Azra’nın yakarışları ve Alper’in zar zor aldığı nefesleri kaldı.
___
Azra Yılmaz'dan...
Hıçkırıklarım dinmek bilmezken, güçsüzce onun kollarına bıraktım kendimi. İçimdeki ağırlık bir an için soluk aldı.
“Özür dilerim… çok özür dilerim,” dedi Alper, saçlarımdan öpüp daha sıkı sardığında başımı göğsüne yasladım. Nabzının sesi kulağımda bir güven melodisi gibiydi.
“Ben ağabeyim olmadan yaşayamam, Alper…” kelimeler boğazımdan zor çıkıyordu; her hece bir parça daha eksiliyordu içimden.
“Yaşayacak… yaşayacak, güzelim,” diye mırıldandı o, sesi kırılsa da inatla beni teselli ediyordu.
“Uyuyamazdı ellerinin ağrısından… daha çocuktu. Çalışmak zorunda bıraktılar onu…” Anlattıkça gözlerim yeniden doldu; hafızamda onun küçük elleri, yorgun yüzü canlandı.
“Eve gelmeden uyuyamazdım ben de. ‘Çok acıyor mu, ağabey?’ derdim. ‘Sen öpersen geçer’ derdi. Öperdim… ‘Geçti, bak’ derdi bana. Öyle gülerdi ki… inanırdım, öpünce geçtiğine.”
Sözlerim bitince nefesim kesildi; bir süre yalnızca iki kalbin birbirine çarpışı duyuldu.
Alnını alnıma yasladı, yanağımı okşadı; sonra alnımdan hafifçe öptü.
“Yapma böyle, güzelim…” diye fısıldadı.
“‘Asker olacağım,’ demişti Alper,” dedim, sesim titreyerek. “Ben ‘Olma, ağabey,’ dedim. ‘Ben sensiz yapamam,’ dedim her defasında. Oysa o dönüp, ‘Ben seni bırakır mıyım, Azra’m?’ dedi. ‘Bırakma, ağabey,’ dedim. ‘Ben sensiz yapamam, sana bir şey olursa…’ dedim. O da bana, ‘Benim en büyük yatırımım sensin, iflas etmene izin verir miyim, cimcimem?’ diye şaka yapardı , hep beni güldürmek için, üzülmemem için.”
Hıçkırıklarım yeniden arttı; Yiğit Alper daha sıkı sardı beni.
“Yapma, canım… yapma, ömrüm,” diye inledi. “Ben her gün gözlerine bakarken öldüm, Azra…”
“Niye koruyamadın, Alper… Onu da kurtarsaydın. Beni kurtardın… ama onu da kurtarsaydın,” dedim boğazım düğümlenerek, gözyaşlarım yanaklarıma akarken.
Alper’in sesi titredi, gözleri doldu. Başımı avuçlarının arasına aldı, çaresiz bir fısıltıyla,
“Deniyorum, güzelim… inan ki deniyorum,” dedi.
O an ikimizin de nefesi birbirine karıştı; ben suçlulukla onu itmek isterken, o vazgeçmeden sarılıyordu. İçimdeki kırgınlıkla umudun savaşı, kalbimi parça parça ediyordu.
“Git, Alper…” diye fısıldadım, sesim kırık bir emirdi.
“Gidemem, Azra’m… Emir’in emanetisin bana. Ona söz verdim,” dedi Alper, gözleri benden kaçıyordu.
“Ağabeyimi yaşat… git, çözüm yolu bul.”
Dizlerimin titremesini hissettiğim için sesimi zor tuttum.
“Günlerdir, haftalardır deniyoruz, Azra’m… boş durur muyum?” dedi, çaresizliğiyle birlikte.
“Barış mı yaptı? Kim yaptı ağabeyime bunu?” diye bağırdım, umutsuz bir saldırganlıkla.
“‘Adar’… Adar Ağa dedikleri kişi. İklim’i de, Emir’i de zehirlemiş. Emir, panzehiri İklim’e vurmak zorunda kalmış,” diye anlattı Alper, kelimeleri ağır ağır döküldü.
“Benim ağabeyim… yine o pislik, aşiret yüzünden mi bu halde?!” Sesim yankılandı.
“Ne yazık ki, güzelim…” Alper’in sesi kırıldı.
“Yengem… o da mı ölüyor?” diye fısıldadım, umut kırıntıları elimden kayıp gidiyordu.
“İklim iyi. Emir’in panzehirini bulamadık işte…” Alper kelimeleri birbirine karıştırdı; yüzünde yorgun bir ifade belirdi.
“Yaşatacaksın onu, Alper! Yaşatacaksın!”
Haykırdım, bütün gücümle.
“Deniyorum!” Alper bağırdı ama sesi inandırıcı gelmiyordu.
“Eğer… ağabeyim ölürse… ben de ölürüm, Alper. Onun toprağa döndüğü gün üç kişi toprağa dönecek: ben, yengem ve Baran ağabey. Annem zaten… iyi kafada değil…senelerdir ilaç kullanıyor...”
“Konuşma böyle… kurtaracağız onu…” diye mırıldandı Alper, elleri titreyerek yüzümü tuttu; kaçamak bir umut sesiyle.
“Siz toparlarsınız… ama benim de yengemin de Baran ağabeyin de ağabeyimden başka anlayanı yok! Baran ağabey susuyor ama kafayı yer o adam, ben onu tanıyorum. Hem babası hem kardeşi yerine koyuyor ağabeyimi. Benim öz babamdan öte zaten ağabeyim. Yengemin ise ondan başka kimsesi yok… Anlıyor musun? Biteriz biz! Sizin bu hayatta tutunacak dalınız var ama benim… benim ağabeyimden başka yok!”
“Azra… ben neyinim… benim de canım, kanım Emir… ben… böyle mi kalacağım sanıyorsun?” diye karşılık verdi Alper, sesi kırık ve çaresiz.
“Sen güçlüsün… ben değilim, Alper… ben savaş ne bilmem, hep koruyucu meleğim vardı yanımda… onsuz, hayatta güçlü olmayı bilmiyorum…”
“Azra…”
“Benim bu hayatta ayakta tutan tek kişi ağabeyim… Sen anlamazsın beni, onun gibi saramazsın, dolduramazsın yerini, Alper… Ağabeyimin teri bile mis gibi kokar, kıyamaz karıncaya dahi o… Ben daha el kadardım, karıncalara basma, onların da ailesi vardır, derdi. Beraber şeker koyardık onlara… Karıncaya bile kıyamayan adam…”
Gözlerim dolarken sesim titredi. “Ölemez, Alper… İki kansız yüzünden ölemez! Savaştan aslanlar gibi çıkıp gelen ağabeyimi, iki hain bir zehirle öldüremez…”
Sözcüklerim, hem öfke hem inançla yankılanıyor, odadaki sessizliği paramparça ediyordu. İçimde bir umut ve öfke fırtınası koptu; Alper’in bakışlarındaki çaresizlikle birleşince kalbim daha da sıkıştı.
“Yaşatacaksın ağabeyimi… duydun mu, beni?” Sesim titriyordu, gözyaşlarım yanaklarımda süzülüyordu.
“Yaşatacağız,” dedi Alper, sesi kararlı ama kırık.
“Ne olur… yaşatın onu, Alper…” Hıçkırıklarla söyleniyordu kelimelerim.
Alper başını eğip alnımı öptü, sonra yavaşça saçlarımı okşayarak bana sıkıca sarıldı. “Yaşatacağız, güzelim… söz veriyorum elimden gelenin fazlasını ortaya koyacağım,” dedi.
___
Yıllar önce…
Yazar'dan...
Azra ödevlerini bitirip defteri dikkatle kapattı, kurşun kalemi kitabın arasına sıkıştırdı ve usulca yerinden fırladı. Koşar adımlarla mutfağa doğru geldi; küçük bedeninde hem heyecan hem de sabırsızlık vardı. Azra’nın gözleri kocaman açılmış, parmaklarıyla eteğinin ucunu buruşturuyordu. Dudakları titreyerek annesine baktı.
“Anne… ağabeyim niye daha gelmedi?” dedi, sesi incelip neredeyse fısıltıya dönmüştü.
Annesi elindeki bezi sertçe masaya bıraktı, yorgunluğunu bastırmaya çalışarak, “Yine arkadaşlarıyla kaldıysa çekeceği var benden. Kaç oldu saat…” diye söylendi.
Azra hemen saatliğe baktı, gözleri endişeyle dolmuştu. “Anne yarına okul gezimiz var, ağabeyim parayı getirir değil mi? Söz vermişti…”
Kadının yüzü bir anda gerildi. “Kardeşinin mamasını getirsin de gezi şurda kalsın be kızım,” dedi, ama içinde biraz kırgınlık biraz da çaresizlik vardı.
Azra başını iki yana sallayıp dudaklarını ısırdı. “Ama… ağabeyim söz verdi!” dedi, gözleri dolarak.
Bir sessizlik çöktü mutfağa. Annenin yüreği sızladı, kızının ağabeyine olan güveni ile kendi içindeki kırgınlık birbirine çarpıyordu. Pencerenin perdesini aralayıp dışarı baktı, ama yol hâlâ boştu.
Azra’nın minik sesi yeniden duyuldu:
“Gelir, değil mi anne? Gelir…”
Hüda’nın kalbi burkuldu. “Azra’m… biliyorsun durumlarımızı annem…” dedi titrek bir sesle. İçinde bir tek oğluna güven kalmıştı, kocasının kaza sonrası yokluğunda.
Tam o sırada kapı kilidi yavaşça döndü. Azra’nın gözleri ışıldadı, yerinden fırladı.
“Ağabeyim geldi!”
Kapı açıldı, içeri Emir girdi. Üzerinde toz, yüzünde yorgun bir ifade vardı. Ama Azra’nın ona koşuşuyla gülümsemek zorunda kaldı.
“Ağabey!” diyerek boynuna sarıldı küçük kız.
Emir sıkıca sarıldı ona, kokusunu içine çekti. Sonra gözleri annesine kaydı. Hüda, oğlunun elindeki poşetleri görünce kalbinin sıkıştığını hissetti.
“Nerdesin sen bu saate kadar, Emir?” dedi sert ama titreyen bir sesle. Anne yüreğiydi. Korkuyordu...
Emir başını eğdi, sesi neredeyse fısıltıya dönmüştü.
" Anne... usta göndermedi."
Hüda kaşlarını çattı.
" Arkadaşlarınla takılmadın değil mi? Bak, yalan söyleme bana."
" Usta göndermedi... hoca da geç bıraktı, ustanın yanına geç kalınca..." dedi Emir Kaan çekinerek, gözlerini kaçırarak.
" Peki Egemen’in mamasını alabildin mi?"
Emir’in yutkunduğunu gördü kadın.
" Zam yapmış eczane... yetmedi. Eczacı da vermedi... ama yarına alırım anne, söz."
Hüda derin bir iç çekti.
" Peki elindekiler ne?"
Emir elindeki torbayı sıkıca kavradı.
" Usta yemek söylemişti... Azra seviyor ya... ona getirdim. Bir de... manavcı Salih ağabey muz yolladı... Egemen’e, Azra’ya."
Kadının gözleri doldu, ama sesi sertleşti.
" Borca almadın değil mi, Emir?"
Emir başını kaldırmaya cesaret edemedi. Dudakları titredi.
" A... almadım..." dedi usulca.
Hüda biliyordu aslında. Biliyordu ki oğlunun gururu yalanı bile mecbur ediyordu.
Hüda hafif gülümseyerek mutfaktan seslendi:
" Yemek yaptım, banyoya gir sonra yemeğe..."
" Ben tokum... siz yiyin anne..." dedi Emir, sessizce başını sallayarak.
" Olur mu öyle şey oğlum, Azra sensiz oturmuyor. Yine de yersin," dedi Hüda, hem sabır hem şefkatle karışık bir ses tonuyla.
Emir başını sallayıp banyoya geçti. Üstünü başını değiştirdi, sonra musluğun altına tuttu ellerini. Çatlak ve yaralardan sızlayan acı, suyun değmesiyle daha da artmıştı. Dişlerini sıktı, ses etmedi. Ellerine bakmak bile istemediği halde gözleri kayıp gidiyordu.
Elini yüzünü yıkadı. Aynada kendine baktığında gözleri dolmuştu. Ama hemen avuç içiyle sildi, belli etmemeye çalıştı. Hala güçlü görünmek istiyordu. Annesine, Azra’ya, küçücük Egemen’e… hepsine karşı dimdik durmalıydı.
Derin bir nefes aldı, “Hadi Emir… dayan,” diye fısıldadı kendi kendine.
Sonra banyodan çıkıp sofraya yöneldi, yüzüne zorlama bir gülümseme kondurarak.
Yemek oldukça sakin geçmişti. Çatal bıçak sesleri, arada bir çıkan derin nefesler dışında kimseden tek kelime çıkmıyordu. Sanki herkesin boğazına bir düğüm oturmuş, kimsenin konuşmaya cesareti kalmamış gibiydi. Emir tabağındaki yemeği bitirip usulca kenara itti.
" Eline sağlık anne," demekle yetindi, sesi neredeyse fısıltı kadar kısıktı. Sandalyeyi geri çekip masadan kalktığında herkesin gözleri bir anlığına ona çevrilse de hiç kimse ses etmedi. Emir ağır adımlarla odasına geçti.
Azra gözleri yarı kapalı, uykuyla uyanıklık arasında ama merakla ağabeyini bekliyordu odalarında.
“Ağabey…” dedi usulca, sesi ninni gibi yumuşaktı.
Emir, yorgun gözlerinde koca bir sevgiyle gülümsedi.
“Sen niye uyumadın cimcimem?”
Azra hemen yanına sokulup elini tuttu. Küçük kızın gözleri bir anda dolmuştu.
“Eline ne oldu ağabey…” diye fısıldadı. Minicik parmaklarıyla Emir’in nasır tutmuş, yaralar içindeki ellerini incelerken ürperiyordu.
Emir başını yana eğdi, dudaklarında hafif bir gülümseme vardı.
“Yara olmuş işte…” dedi, sanki önemsiz bir şeymiş gibi geçiştirerek.
“Acıyor mu ağabey?” diye sordu Azra, parmaklarıyla dikkatlice o nasırlı elleri okşarken.
Emir yutkundu, gözlerini kaçırdı. O, kardeşine güçlü görünmek zorundaydı. Acısını gülümsemesinin ardına gizledi.
“Sen öpünce geçer ki…” dedi.
Azra hemen minik dudaklarını ağabeyinin yaralı eline bastırdı. Sonra kocaman bir gülümseme ile başını kaldırdı.
“Geçti mi?”
Emir’in gözleri doldu, boğazında düğümlenen nefesini zor yuttu. Küçücük bir kızın sevgisi, en ağır yaraya bile merhem gibiydi.
“Hem de nasıl geçti…” dedi titrek bir sesle, kardeşinin saçlarını okşayarak.
Azra, gözlerinde yorgun ama direnen bir ışıltıyla ağabeyine baktı. “Ağabey… geziye gitmeyelim biz,” dedi çekingen bir sesle. Küçük kalbinin derininde, abisini kaybetme korkusu büyüyordu.
Emir şaşırmadı. O, kardeşinin yüreğinde fırtınaların koptuğunu çok iyi biliyordu. Yorgun yüzünde beliren gülümseme aslında bir maske gibiydi. “Niye, çok istiyordun hani?” diye sordu, ama içinde buruk bir sızı vardı.
“Egemen’e mama alırsın… sonra seninle parka gideriz olur mu? Hem gezi de seninle gezecektik zaten,” dedi Azra. O küçük kız, kendi isteğini bile kardeşi için feda etmeye hazırdı.
Emir’in kalbi sıkıştı.
“Olmaz… ben gitmesem dahi sen gideceksin. Geçen seferki gibi olmasına izin veremem, güzelim,” dedi. Sesindeki kararlılık, aslında çaresizliğin kabuğuydu.
Azra’nın gözleri doldu, dudakları titredi. “Ama… ben seninle birlikte gitmek istiyordum ağabey…”
Emir elini uzatıp kardeşinin saçlarını okşadı. O an, kendi yüklerinin ağırlığını unutmak istedi. “Belki ben de gelirim, belli olmaz ki,” dedi, aslında kendisi de inanmadığı bir teselliyi fısıldayarak.
“Baran ağabey de gelecek mi?”
“Bilmem… babasıyla konuşması lazımmış. Ama Aslan amca, izin verir bence.”
“Ağabey… asker olmaktan vazgeçtin değil mi?”
O küçücük cümlenin ardından odanın havası ağırlaştı. Emir’in göz kapakları düştü, başını eğdi.
“Vazgeçmedim…” dedi, içindeki gerçeği saklayamadan.
“Ama neden ağabey, hem seni almazlar ki okulun bitmedi!” Azra, bir çocuğun bilmediği dünyada, tek bildiği şeyden medet umuyordu: Okul.
“Okul bitince alacaklar zaten cimcimem. Daha iki sene burada ağabeyin.” Emir’in sesinde hem umut hem kaderin çizgisi vardı.
Azra hemen atıldı: “Ağabey ben de yardım ederim sana, gitme askere, onlar hep ölüyor…”
Bu söz, Emir’in kalbine hançer gibi saplandı. Küçük bir çocuğun dilinde “ölüm” kelimesi… Daha fazla acıtacak ne olabilirdi? Ama yine de o, güçlü olmak zorundaydı. “Ölmüyorlar, şehit oluyorlar. Şehitler acıyı hissetmezmiş ölürken, ölümsüz oluyorlarmış,” dedi. Aslında kendi kendini teselli ediyordu belki de.
Azra gözlerini sildi. Ama korkusu dinmemişti. “O yüzden ölme, tamam mı?”
Emir’in boğazı düğümlendi. “Ölmeyeceğim kız. Daha seni avukat, savcı yapacağım ben; servetimsin sen benim,” dedi, gülümsemesinin ardında gizlediği titrek bir umutla.
Azra hemen karşılık verdi: “Polis olmayayım mı?”
Emir gülümseyerek cevapladı. “Ben asker olacağım ya, ben yakalarım, sen yargılarsın. Kötüler içeride kalır. Hem polis olursan beni istediğin zaman göstermezler sana...”
Ama Azra’nın gözlerinde başka bir öfke parladı. “Dayılarımı da atacağım o zaman; onlar bizi evden atmasa babam hastanede olmazdı.”
Emir’in gülüşü buruklaşırken acısını içine gizleyip “At bebeğim, herkesi at… ama bana dokunma, batarsın,” dedi.
Ve bir anda ortamın o ağır havası yerini kahkahaya bıraktı. Emir küçük kızı gıdıklamaya başlayınca Azra’nın odada yankılanan kahkahası, bütün dertleri birkaç dakikalığına susturdu. O an, hayatın bütün acıları bir kenara itilmişti.
Onlar içeride kahkahalarla oynarken, Hüda’nın yüreği sessizce sızlıyordu. Koltuğa bıraktı kendini, başını geriye yasladı. Kocasının yaşadığı kaza, yalnızca onun değil, bütün ailenin felaketi olmuştu. Çocuklarının yüzündeki gülümsemeyi her gördüğünde kalbi bir kez daha parçalanıyordu; çünkü o gülüşlerin ardında saklı olan acıyı en iyi kendisi biliyordu.
Kıyamıyordu evlatlarına. Oğlunun gururu, küçücük yaşına rağmen omuzladığı koca bir yük, Hüda’nın kendi çabalarını da kısıtlıyordu. O gurura zarar vermek istemiyordu.
Elindeki boşanma evrakına baktı uzun uzun… Parmakları titredi, gözleri doldu. Sonra birden derin bir nefes alıp kâğıdı yırttı. Kaza olmasaydı, çoktan ayrılmış olacaktı belki. Onun hataları, yıllarca yüreğini kanatmıştı. Ama şimdi… iki ayağını kaybetmiş, çaresizce yatağa bağlı kalmış çocuklarının babasını öylece bırakıp gidemezdi.
Her ne kadar hatalı olsa da, Hüda’nın içi biliyordu: bazen sevgi değil, vicdan insanı bir arada tutuyordu. Ve o, evlatları için, hayatı boyunca taşıyacağı ağır bir kararı bu gece almıştı.
Birden çocuk odasının kapısı aralandı. Emir Kaan, çekingen adımlarla annesinin yanına yaklaştı.
“Vazgeçtin mi, anne…” dedi, sesi hem umutlu hem de korkulu.
Hüda başını sallayarak yetindi; sonra oğlunu sıkıca kucakladı, sıcaklığını ve korumasını hissettirdi. “Baban bu haldeyken bırakamam onu, oğlum…” diye mırıldandı, sesi hem yorgun hem de kararlıydı.
“Ben bakarım… size…” Emir’in sesi titrek çıktı ama içinde büyük bir kararlılık vardı.
Hüda ellerini oğlunun omuzlarına koydu, gözleri endişeyle doluydu. “Niye çalışmama izin vermiyorsun ki, Emir’im? Nereye kadar yeteceksin? Okulun var, oğlum.”
Emir, minik yaşına rağmen omuzlarındaki yükü hissetmişti. Kararlı bir şekilde başını salladı. “Bir şey olmaz! Azra okur hem benim yerime! Hem sen çalışırsan Egemen’e kimse bakamaz anne, Azra da gelişim çağında. Sen onlara bak, ben size bakarım” dedi, sesi küçük ama inatçıydı.
Hüda derin bir nefes aldı. Oğlunun gözlerindeki kararlılığı gördü; minik elleri nasırlı ve yorgun olsa da ruhunda taşıdığı sevgi ve sorumluluk büyüktü.
“Tamam, oğlum,” dedi sonunda, sesi yumuşayarak ama hâlâ koruyucuydu. “Ama söz ver; okul birinci, iş ikinci. Anlaştık mı?”
Emir başını salladı, minik bir gülümsemeyle: “Anlaştık anne…”
Hüda, oğlunun sıcaklığını ve güvenini hissederek derin bir nefes aldı. Gözlerindeki yaşları saklamaya çalışsa da dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi.
“Canım yavrum benim…” dedi, sesi hem teselli hem de sevgi doluydu.
Emir annesine sarılırken devam etti: “Bak gör… çok güzel yerlere götüreceğim sizi büyüyünce… kendi evin olacak…”
Hüda gözlerini dolduran yaşlarla karşılık verdi: “Biliyorum annem, inanıyorum sana…”
Emir dikkatle ekledi: “Babam gelince de yine kavga etmeyin olur mu, Azra ile Egemen etkilenmesin anne.”
Hüda derin bir nefes aldı, acısını sessizce yutarak: “Ah Yunus… hem benim hem sizin hayatınızı kararttı bu yaşta…”
Emir annesinin elini nazikçe tutarak uyardı: “Anne… ilaçlarını al tamam mı, bak sonra çok kötü oluyorsun.”
Hüda başını sallayarak, oğlunun başını okşadı: “Alırım annem… ama sizi bilerek asla kırmak istemem, bunu bilin tamam mı?”
Emir gözlerini annesinin gözlerine dikti: “Biliyorum anne… Babam bizi o olayların içinde bırakmasa, sen o ilaçları kullanmak zorunda kalmazdın ki…”
Hüda genç oğlunun ellerini öperken hıçkırıklarını bastırmaya çalıştı: “Benim zaten sizden başka kimsem yok ki Emir’im… Baban kurtuluşum olur sanmıştım, o da başaramadı bizi bir arada tutmaya. O kadar dağıldım ki annem… toparlayamıyorum kendimi.”
“Ben inanıyorum… Geçecek hepsi, anne. Sabredelim biraz daha…”
Hüda, oğlunun yaralı ellerini okşayıp öperken, gözlerinde hem endişe hem de sevgi vardı.
“Çok acıyor mu ellerin, annem?” dedi yumuşak bir sesle.
Emir, gözlerindeki yaşları tutarken zorla gülümsedi.
“Acımıyor anne… Üzülme, öyle yara gibi duruyor ama hiç acımıyor valla,” dedi, acısını içine gömerek. Güçlü durmak zorundaydı çünkü Emir…
Hüda, oğlunu sımsıkı sarıp sarmaladı ve usulca fısıldadı:
“Güçlü oğlum benim, evimin tek direği…”
O an odada sessizlik hâkimdi; sadece sevgi ve güven, yaralı ellerin üzerinden sessiz bir şekilde akıp gidiyordu.
___
Oylama yüklenin kitabi durdurmayayim. Emir ve İklim in anitkabir anılarını belki eş geçip daha sonralarda özel bölüm olarak atabilirim belki ve spoii yeme vaktiii sizce bunun anlamı ne :

Emin değilim.
Bölüm nasıldı?

Oy sınırı 35 yorum 25 
Oy ve yorum atınnnnn oy sınırı dolmadan bölüm geldi iki defadır ama bu son olsun, ona göre...Emek veriyorum hak yemeyin rica ediyorum ya 84 okunmaya 24 oy nedir mesela bana da yazık...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |