

Emir Kaan Yılmaz’dan...
Azra’nın yaşananları öğrenip eve Alper ile gelmesi, içimde hem rahatlama hem de tedirginlik yarattı. Normalde olsa, hır gür kopar, yüksek sesler, tartışmalar olurdu; ama sabah yaşanan kriz, inancımı ve sabrımı bir kez daha zorlamıştı.
"Emir... niye konuşmuyorsun?" dedi İklim, elini dizime koyarken. Bakışlarımı ona çevirdim; sıcaklığı, bana güven veren bir dokunuş gibiydi.
"Dalmışım, güzelim..." dedim sessizce.
"Ağabey, iyi misin?" diye sordu Azra, kendini güçlü göstermeye çalışarak, ama gözlerindeki kırılganlık saklanamıyordu.
Başımı sallayıp gülümseyerek ayağa kalktım.
"İyiyim... Alper, sen gelsene, biraz konuşalım, kardeşim," dememle Alper başını sallayıp yanıma doğru yürüdü.
Balkona doğru yönelmemle Yiğit Alper sessiz adımlarla peşimden geldi. Gecenin serin rüzgârı yüzüme çarptığında, içimdeki ağırlığın bir parçası daha dışarı süzülmüş gibi hissettim. Alper’in ayak sesleri ardımdan yaklaşırken çekingen bir sesle sordu:
"Kızgın mısın bana, niye ses etmiyorsun Emir’im..."
Omuzlarımı düşürüp başımı iki yana salladım. Cebimden sigara paketini çıkardım, bir tane yakıp dumanı ciğerlerime çekerken paketi ona uzattım.
"Al bir tane."
"Bıraktım ben," dedi Alper, başını öne eğip geri çekilerek.
"Azra mı bıraktırdı?" dedim, dudaklarımda buruk bir tebessümle.
"Biraz öyle oldu..." dedi bakışlarını kaçırarak. Gözleri, pişmanlığın içindeki bir çocuğun gözleri gibiydi.
Ben sigaramdan bir nefes daha çekip gökyüzüne dumanla birlikte içimdeki sıkıntıyı da salmaya çalıştım.
"İklim de bana kızıyor. Ama bırakamıyorum ben... Yıllardır en sadık dert ortağım o..."
Alper’in sesi kısılmıştı. Dudakları titredi, bakışları bir noktada takılı kaldı.
"Ben sana ihanet etmek istemedim kardeşim... İstemeden gelişti her şey... Yürek de haddini bilsin diyemedim... Affet beni, derdine dert ekledim..."
Gözlerimden sigaranın dumanı değil, yavaşça biriken hüzün yükseliyordu. Ona dönüp derin bir nefes verdim:
"İyi oldu Alper... Gözüm arkada kalmaz. Tanıyorum en azından seni."
Bir an şaşkınlıkla yüzüme baktı.
"Kızmadın mı? Bak içine atma... Kızacaksan bana kız, bağır, çağır hakkın senin bunlar...Ama içine atma."
Başımı yana eğdim, elimdeki sigaranın ucu titriyordu.
"Ben sabah... günler sonra kriz geçirdim Alper... Kendimden başka kızacak kimse yok çevremde..."
"Deme şöyle Emir..." dedi Alper, sesi çatallanmış, bakışları titrek.
Ben balkon demirine yaslandım. Rüzgâr saçlarımı savururken, sigaranın dumanı gökyüzüne değil, içimdeki sıkışmış acıya karışıyordu.
"Azra’ya nasıl dediyseniz, dokunsam ağlayacak gibi bakıyor Alper. İklim’e sabah yeni bir yalan söyledim hayatıma dair... Burun kanamamdan nasıl korktu bir görsen... Yaralı bir serçe gibi titredim elinde o an. Başımı kessen, gram kanım akmazdı." Gözlerim doldu, sesim titredi.
Alper yana yaklaştı, bir şey söylemek istedi ama kelimeler boğazında düğümlendi.
"Kardeşim..." diyebildi sadece.
Ben sigaramı ezip balkondaki küllüğe bastırdım. Ellerim ceplerimde, sanki soğuğu değil, içimdeki yorgunluğu saklıyordum.
"Yarına doktora son kez gideceğim. Son bir ümitle... Ama olumsuz yanıtla çıkarsam, her şeyi anlatacağım İklim’e. Vereceğim ne koz varsa elimde. Ya sonuma son katar, ya da fosil olmayan bir bedene son nefesler olur. Bilmiyorum artık..."
Alper’in gözbebekleri büyüdü, dudakları aralandı.
"İklim seni terk edecek biri değil Emir."
Başımı hafifçe eğdim, gözlerim bir noktaya takılıp kaldı.
"Biliyorum ama ben yoruldum yalanlardan Alper... Kendim olmak isterken beni benden aldılar. Yetmedi, sevdiğim kadının gözlerinde gördüğüm cennete baka baka her gün cehennem ateşlerinde yanıyorum ben. Şimdi bir de kardeşimin gözlerine baka baka kahroluyorum."
Yiğit Alper, ellerini yumruk yapmış, beni dinliyordu. Gözleri dolu doluydu ama ağlamamak için kendini tutuyordu.
“En zoru ne biliyor musun…” dedim, sesim ince bir tel gibi titreyerek.
“Anne olmak istiyor… ama hâlâ Leyla ablası gibi yarım kalmaktan korkuyor.
Hayatında baba olmasını görmek istediği adam… ölüyor. Ve haberi yok.”
Bakışlarımı Alper’den kaçırdım.
“Baba olmak en çok sana yakışır dediği yerde… öldüm ben bugün. Bir bebeğin olma ihtimali kadar zamanım kalmadı, Alper…”
Alper’in gözleri doldu, sesi çatladı:
“Emir… kurban olayım deme öyle. En güzel baba da olacaksın, en güzel babalığı da sen yapacaksın…”
Başımı iki yana salladım. Kolumu sıyırıp morlukları gösterdim.
“Olacaksa dahi göremem ki…” dedim. “Vücudum ölüme hazırlığa geçti artık. Geri sayımdayım. Beklenen kriz bugün gerçekleşti. Şimdi sıradaki arkadaşı bekliyorum, kalp krizi mi, iç kanama mı, yoksa normal bir kriz olacak mı diye...”
Alper’in dudakları kıpırdadı ama ses çıkmadı. Sonra yalnızca fısıldadı:
“Emir… Emir…yapma lan...”
O an sıkıca sarıldım ona.
“Emanetlerime iyi bakın… sizden tek isteğim bu. Kendilerinden dahi koruyacaksınız onları. Kendi istekleriyle bile zarar veremesinler. Kardeşime eş, eşime ağabey ol Alper…”
Gözlerimden bir damla yaş düştü.
“Eski ben olsam ağzını burnunu kırardım, ama kalmadı o Emir’den… Azra’mın elini bırakırsan veyahut üzersen ahım iki cihanda da tutar seni bak.”
Alper yutkundu, sesi bu kez kararlı çıktı:
“Korkma… ben ölürüm onun yerine gerekirse. Saç teline zarar verdirtmem, vermem de.”
“Bu yüzden, gözüm arkada kalmayacak yaşasamda yaşamasam da...”
Geri çekilmemle birlikte, onun da gözlerinden yaşlar süzüldü.
“Sen… sen var ya…” dedi sesi titreyerek, “Senden en güzel kız babası olur biliyor musun? Azra iki gündür seni anlatıp duruyor.”
Bir an nefesim boğazıma düğümlendi. Gözlerimi yere diktim.
“Ben büyüttüm onu çünkü, biliyor musun?..” dedim kısık bir sesle. “Öyle güzeldi ki küçüklüğü… bensiz uyumazdı. Eve girmemi beklerdi. Hele bir de Alper…”
Boğazımda bir şey düğümlendi, yutkundum.
“Yorgun gelirdim böyle… karşımda minicik, koşa koşa gelir, ellerim yara bere içinde diye 'öpeyim geçsin ağabey' derdi. Ben orada öyle bir erirdim ki… Sanki kardeşim değildi o, çocuğumdu benim.”
Bir an durdum, gülümsedim acıyla.
“Bir gün olsun babamla annemin ilişkisini yansıtmadım ona. Avukat olacağım ağabey dediğinde, herkes ona inanmazken… Benim sadece ‘Azra’m yapar’ dememle buralara geldi o küçük kız. Şimdi bitirmek üzere okulunu…Benim küçük cimcimem, büyümüş aşık olmuş, meslek alacak olmuş...”
Derin bir nefes aldım, gözlerim doldu.
“Tek servetimdi o benim. Her kokladığımda hâlâ bebek kokuyor burnumda…”
"En çok sen hak ediyorsun baba olmayı," dedi Alper, sırtımı sıvazlayarak.
İçimden koca bir kahkaha koparmak geldi ama dudaklarımın ucuna bile varmadı.
"Ben hak etmiyorum...Ben bile bile yalanlar söyledim sevdiğim kadına..." dedim kısık bir sesle. "İklim hak ediyor ama anne olmayı..."
Boğazım düğümlendi, nefesim göğsümde kaldı. Sanki içimden geçenleri söyleyince daha da ağırlaştı yüküm.
"Pes etme... bak düzelecek her şey...yengem anlar seni..." dedi Alper, gözlerimin içine bakarak.
Gözlerimi kaçırdım. Dudaklarım kıpırdadı sadece.
"İnşallah..." dedim ama içimdeki inanç, kibrit alevi gibi küçücük ve sönmeye hazırdı. "Düzelmezse... çünkü beni affetmeyecektir İklim. Söz verdim ona... ama tutamıyorum sözlerimi istemeden..."
Yüzümü ellerimin arasına alıp sıvazlayarak kendime gelmeye çalıştım. Gücüm yoktu artık. Ne kavga etmeye, ne inat etmeye... Sadece usul usul tükenen bir nefes gibiydim. Vaktinin dolmasını bekleyen mum gibi eriyordum ateşin etrafında...
"Az daha dayan," dedi Alper. "Baran aşiretini devreye sokmaya başladı bile... herkes senin için uğraşıyor Emir’im..."
Sustum. Başımı sadece salladım. Çünkü biliyordum; onlar uğraştıkça ben daha çok utanıyordum. Bedenim ihanet ederken, ruhumun direnci kırılıyordu.
___
İklim Yılmaz’dan…
Emir Kaan, Alper gittikten sonra biraz dinlenmek isteyince, Azra da uyumak isteyerek odasına çekilmişti. Sessizlik çökmüştü evin içine. Bense odamıza geçtim ama içim içime sığmıyordu. Ablamın bıraktığı mektup geldi aklıma. Onu almamla eski odama yöneldim. Emir’i uyandırmak istemiyordum; ne o yorgun bedeniyle, ne de kafasında bin türlü düşünceyle beni dinleyecek haldeydi.
Yatağımın üstüne otururken mektubu okşadım ve nedensizce kokladım. Sanki kâğıttan değil de, onun saçlarından gelen o bildik koku yayılacaktı odanın içine. Gözlerim dolsa da açtım sonunda mektubu. Parmaklarım titriyordu.
Onun el yazısı… yıllardır gördüğüm en tanıdık, en sıcacık çizgilerdi. Bir de iki tüp, garip ilaç gibi bir şey ilişmişti mektubun kenarına. Onları bir köşeye bırakıp okumaya başladım.
“Bu gün rüyamda garip bir şey gördüm. Ve bu mektubu bu yüzden yazmaya karar verdim sarı papatyam…”
Bu satırları okumamla yüreğim titredi. Gözlerim, kelimelerden önce dolmuştu bile.
“Rüyamda gördüm… büyümüş ve çok güzel bir kız olmuştun. Evleniyordun. Yanındaki adam çok masum, çok temiz yüzlü biriydi. Sana bakışları, ona güvenmeme dahi yeterli gibiydi…”
Dudaklarımdan bir fısıltı döküldü:
“Emir’i hissetmiş…”
Daha mektubun yarısına gelmeden gözlerim boşalmıştı. Sanki yıllar öncesinden bir ses, geleceğe sızmış, beni bulmuştu.
“Şimdi buradan sonrasını, benim küçüğüme evlenince okuması için yazıyorum. Demek bugün yeni bir hikâyeye başlıyorsun küçüğüm… Dilerim bunun sonu bizimkinden mutlu olsun. Çok şey unutturması gerekiyor şimdi sana, yanında ben olamayacağım bundan sonra…
İşi de biraz zor benden sonra aslında ama üzülme. Ben gökyüzünden sizi izliyor olacağım. Her yıldızlara baktığında sana gülümsüyor olacağım. Umarım sevdiğin adam hak etmeyi bilendir. Senin yüreğini incitmez.
Zaten harika bir gelin olursun sen, o adama hayatını yaşatırsın. Deli doludur benim papatyam, bizim gibi… Şarkınız falan olacak, yeni bir diziye başlanacak. Tatiller planlanacak, fotoğraflar konu olacak albümlerinize. Her gün daha özel olacak.
Belki de çocuklarınız olacak. Adını Leyla koyarsınız…”
Hıçkırıklarım boğazımda düğümlenince elimle ağzımı kapattım, titreyen parmaklarımın arasından yaşlar akarken okumaya devam ettim.
“Öyle güzel anne olursun ki sen… Yaman Pars’a annelik yaparken gösterdiğin şefkati, o çocuğa da dünyalarla verirsin, eminim. Benden sonra Cüneyt’im hâlâ yaşıyor mu bilemem ama ben ikinizi de ayrı ayrı, her gün kaybetmekten korkarak sevdim. Hep sana derdim hatırlıyor musun; en büyük aşklar ve bağlar korkuyla başlar. Korku olmazsa aşk da olmaz demiştim. Büyük aşkların mutlu sonla bittiğini hiç görmedim ben… Ama neyse ki, bu dünyadan ayrı bir dünyamız daha var. Ben sizi orada bekliyor olacağım.
Adalete olan inancını asla yitirme, sarı papatyam. Gökyüzünde de adalet var, hem de yeryüzündekinden daha fazla. Seni çok seviyorum… Umarım hep mutlu olursun. Seni bu hayatta yarım bırakacağım için özür dilerim küçüğüm. Ama bu hikâyenin sonunda, senin ve bebeğimin yaşaması için birinin kendini feda etmesi gerekiyordu.
Cüneyt’e de onu daima sevdiğimi ve bekleyeceğimi söyle.
Sizi seviyorum…”
Mektubun sonuna gelince, satırların bulanıklaştığını fark ettim. Hıçkırıklarım daha da artarken kâğıdı göğsüme bastırdım. Sanki ablamın kokusu ve elleri oradaymış gibi, mektubu sıkıca sardım; içimde koca bir boşluk, boğazımda düğümlenen bir veda…
Elim mektuptan çıkan küçük tüplere kaydı. Cam şişelerin içinde koyu, tanımsız bir sıvı… Serinliği avuçlarıma işledi. Kağıdın diğer yüzüne çevirdiğimde gördüğüm satırlar ise, yüreğimde bir bıçak gibi saplandı. Kaşlarım istemsizce çatıldı, nefesim kesildi.
“Bir gün seni istemediğin biriyle evlendirmeye zorlayabilirler. Bu tüp, nabız durdurucu ve panzehiri… On iki dakika boyunca nabzın atmaz. Kaçış biletin bu olur. Sevdiğin adamdan ayırıp istemediğin birine maruz bırakırlarsa, bir gün bu da benden sana son bir iyilik olsun, güzelim… Ama umarım mektup eline zamanında ulaşır…”
Gözlerim satırları okudukça bulanıklaştı, kelimeler yanıp sönen bir siren gibi beynimde yankılandı. Tüplerin camına baktım; elim titriyordu.
“Abla… abla ya…” dedim fısıltıyla; sesim çıkarken boğazımın yandığını hissettim. Mektubun üzerine düşen gözyaşlarım kâğıdın mürekkebini dağıtırken, her şeyin ağırlığı sırtıma çökmüştü.
“İklim’im…” diyerek içeri giren Emir, bakışları bir anda elimdeki tüplere kayınca, tek kelime etmeden hızla üzerime yürüdü. Kollarıma sarılıp gövdemi kollarının arasına aldı; nefesinin titremesini göğsümde hissettim.
“Kurban olurum… okumuşsun…” dedi kısık bir sesle, boğazına düğümlenmiş kelimeleriyle.
“Hissetmiş Emir… geleceği görmüş gibi yazmış hep…” diyebildim yalnızca. Sesimle titreyen cümlelerle mektubu ona uzattım. Ben göğsünde ürperirken, o derin bir yutkunmayla zarfı eline aldı, titreyen parmaklarının arasında açtı, satır satır gözlerini gezdirdi.
“Arkasına bak… bir de ne yazmış…” diye fısıldadım gözyaşlarımın arasından.
Emir’in bakışları kağıdın arkasına kaydı. Dudakları seyirdi, parmakları kâğıdı tutamayacak gibi titredi. Zarf yere kayıp düşerken, bana sarılışı daha da sıkılaştı. Çenesini saçlarımın arasına gömdü.
“Emir…” dedim sesim boğularak, “öleceğini bile bile… hâlâ beni korumaya çalışmış… beni kurtarmak için kendini yok etmeyi bile göze almış…”
Kalbim Emir’in göğsünde daha hızlı atarken, onun gözlerinden süzülen yaşların saç diplerime damladığını hissettim.
"Şştt...sakinleş bebeğim..."diyerek saçlarıma dudaklarını değdirirken sesinde ki titremeyi gizlemeye çalışıyordu.
“Bizi yaşatmak için ölmüş Emir…” dedim, savunmasızca daha da sokulurken göğsüne.
“Saç teline dahi kimse dokunamaz güzelim…” dedi Emir, sesi çatallı bir yemin gibi.
“Emir… olur da… biz de yarım kalırsak…”
“Deme öyle… deme öyle İklim…” sesi çatladı, “sesini duyamadığı için deliren bir adamı, yokluğun yok eder güzelim…”
“Sana bir şey olursa diye ödüm kopuyor… kendimden çok seni düşünüyorum her gün…”
“İklim’im… öyle bir şey olursa…” diye başladı, nefesini burnumun dibinde hissediyordum.
“Bırakmazsın ki sen beni… çünkü benim senden başka kimsem yok ki,” dedim hemen sözünü yarıda bırakıp ve gözlerimi kapattım daha fazla devam etmesini istemeyerek.
Derin bir nefes alıp hıçkırığını yutarak bana sarıldı. “İki cihanda da bırakmam. Bu dünyadan koparsalar ötekinde beklerim seni. Cehennemi indirseler yeryüzüne, ben yine de cennetime kavuşmayı beklerim…”
“Öyle konuşma… ben sensiz yaşayamamki Emir… yapamam ki Emir…”
Sanki kalbini avuçlarıma bırakır gibi fısıldadı: “Seni çok seviyorum… seni her şeyden, herkesten çok seviyorum… yüreğimin vatanısın sen benim, unutma tamam mı?..”
“Yüreğinin vatanının tek sahibi de benim… değil mi?”
“İlk ve ebedi tek sahibisin…” dedi.
Ben de yanağındaki gamzesine uzanıp uzun bir öpücük bıraktım. O koca adamın, bana yaslanırken gözleri dur durak bilmezken geri çekildim; gözleri yavaşça gözlerime çıktı.
“Yanağındaki o çukurda kaybolmak istiyorum, kimse bulamasın. Sadece sen bul beni…”
“Tüm yolların bana çıkıyor öğretmen hanım. Kurtuluşun yok benden…”
“Kurtulmak isteyen de yok…” dedim, nefes nefese.
“Bir kere ‘Emir’im’ desene yine…” dedi Emir, parmak uçları yüzümde dolanırken.
“Emir’im… merhamet kokulu Emir’im…” dedim, sesim titreyerek, utanmadan...kalbimin en derinliklerinden...
“Emir’in kurban olsun yoluna senin…” dedi Emir, alnını alnıma yaslayarak.
İkimizin nefesi birbirine karıştı. Sanki o gamzeye bıraktığım buse ile şimdi dudakları birbirimize bıraktığımız yemin gibi mühürlenmişti.
O an, kalbimi bir kez daha karşılıksız ve koşulsuz onun ellerine bıraktım. Çünkü yaralı bir kuşun yeniden uçmayı öğrenmesi ancak, rüzgârın ona sunduğu merhametle mümkün olurdu. Ve ben, bu rüzgârın fırtınasında kanatlarımı bir kez daha yitireceğimi bilsem bile, sonsuza kadar savrulmaya razıydım. Onun dediği gibi, gönlünün vatanının tek sahibi benken; benim de yüreğimin tek nefesi, onun yüreğiydi…
___
30 oy istiyorum ve bolca yorum atın ne olur ya satır araları boş kalmasın tepkilerinizi merak ediyorum

Yaman Pars ile Göktürk'ü salarım yoksa bak piyasaya
Vee Emir in Alper e verdiği tepkiye bende şaşırdım. Ben kavga ve gürültü bekliyordum ama İklim sanirim bir tık ayarlarıyla oynamış çocuğumun
Veee bitmediii


Bunlar da benden gelecek bölümler için spoi olsunnnn
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |