

Emir Kaan Yılmaz’dan...
Yanımda huzurla nefes alan kadının saçlarına uzun bir buse kondurmamla başı hafifçe hareketlenip gözleri gözlerime kaydı.
"Yağmur yağıyor..." dedi fısıltıyla.
O an gözlerindeki ışıltı, yağmurun toprağa düşerken çıkardığı taze kokusu kadar içime işledi. Hafifçe gülümsedim.
"Gecenin 1’i güzelim..." dedim, sesim sakin ama içimde fırtınalar kopuyordu.
"Şeytan garip şeyler fısıldıyor kulağıma," diye devam etti. Dudaklarının kenarındaki ürkek gülümseme, beni aniden derinlere çekti.
Kahkaha atar gibi başımı yastığa bıraktım.
"Babet giymen gerektigini ve kocanın sırf ıslanma diye seni taşımasını mı söylüyor," dedim, gözlerim ondan hiç ayrılmadan. Fısıldarken bakışlarım dudaklarına takıldı; sanki tekrar susmam için tek yol oraya varmaktı.
“Emir Kaan!” diye çıkıştı, gözleri şaşkınlıkla parlıyordu. “Ben o anlamda demedim!”
“Farkındayım ama sana sözüm vardı, unuttun mu?” dedim hafif bir tebessümle, sesim hem yorgun hem de şefkatliydi. “Acaba bu şeytan, seni yine babet giyip dışarı mı davet ediyor, kocanla yağmur altında dans edip eğlenmeye?”
Kaşlarını kaldırıp bana baktı. “Benzer bir şeyler diyor…Mesela, yağmur altında koşturmak gibi... ama hastasın sen işte. O yüzden iyileşince yaparız. ”
Elimle yanağını okşadım; parmak uçlarım yumuşacık izler bırakırken yavaşça doğruldum. “Kalk hadi, giyin üstünü sıkıca…”
“Emir saçmalama, hastasın zaten…”
“Senin hastanım, öğretmen hanım,” dedim, gözlerim dudaklarına, sonra o ürkek bakışlarına kaydı. “İlacım ne de olsa başucumda…”
Utangaç bir şekilde yüzünü yana çevirdi, kulaklarının ucu kızarmıştı. “Utandırma beni… ayrıca olmaz, hastasın Emir.”
“Bir şey olmaz. Ayrıca sana aldığım babetleri giy,” dedim, sesimi alçaltarak, her kelimede gözlerinin içine bakarak. “Şu ıslanma hayalimizi bir gerçek hayata sokalım.”
“Ya ben hasta olursam?” dedi, gözlerindeki oyunbazlık ve heyecan birbirine karışmıştı.
“Bakarım ben karıma…” dedim gülümseyerek, parmak uçlarımla saçının bir tutamını kulağının arkasına ittim.
Gözleri bir anda büyüdü, dudakları aralandı. “Kabul!” dedi, nefesini tutar gibi.
“Bak bak…” dedim, kahkaha atarak, yağmurun odanın penceresine vurduğu ritmi hissetmeye çalışarak.
“Haydi hazırlan…”
O da başını eğip küçük bir çocuk gibi gülümsedi. “Hemen, Emir uzmanım…” dedi; sesi hem alaycı hem de sevgi dolu bir fısıltıydı, yağmurun sessiz ritmine karışan kalp atışlarımız gibi.
Hızla kalkıp dolaba yöneldi; askılardan cıvıl cıvıl bir elbiseyi çekip çıkardığında bir an nefesim kesildi. Şaşkınlıkla gülmemi engelleyemedim.
“Güzelim…” dedim, parmağımla elbiseyi işaret ederek, sesime hem şaka hem endişe karışmıştı. “Onunla hasta değil, zatürre olursun.”
Saçlarını geriye atıp yüzüme baktı; gözlerinde ince bir ışıltı, dudaklarında hafif bir meydan okuma vardı. “Ama video alacağız… unuttun mu?”
“Hm…” dedim alaycı bir gülümseyişle, “öyle miymiş demek?”
“Öyle…” dedi, dudaklarının kenarı yukarı kıvrılırken. “Hadi hazırlan sen de!”
Ona öyle bakarken içimden taşanı tutamadım. “Ölürüm kız sana…” dedim neredeyse fısıldar gibi.
“Deli deli konuşma,” dedi gülümseyerek, gözlerinde hem utangaç hem heyecanlı bir parıltı vardı.
“Ciddiyim güzelim,” dedim, elbiseyi işaret ederek, “o elbiseyle donarsın ama…”
Omuz silkip bana doğru adım attı, sesi yumuşak ve inatçıydı. “Sana sarılırım geçer…”
Bir an kahkaha attım, başımı yana eğerek. “Tamam hadi… giy gel.”
“Tamam!” dedi heyecanla, gözleri ışıl ışıl parlıyordu. “Ama sen de giyin, Emir uzmanım…”
O hazırlanmaya giderken ben de dolabı açıp bir tişört ile pantolon çıkardım. Üzerimdeki atlet ve şorttan kurtulup hızlıca giyinirken, onun yokluğunu fırsat bilip iğnemi yaptım. Derin bir nefes verdim, sonra dolabımdan bir deri ceket çekip üstüme geçirdim. İklim’in dolabına uzanıp ona da bir hırka aldım; nasılsa yağmurun serinliği ikimizi de titretecekti.
Kapı bir anda açıldı, hızla içeri girdi. Başımı kaldırıp ona baktığımda gördüğüm manzara karşısında ıslık çalmadan duramadım. Beni ters köşe etmişti; beklediğim o cıvıl cıvıl elbiselerden biri yerine siyah triko, vücudunu zarifçe saran bir elbise giymişti. Altında siyah çizmeler, saçlarını geriye atışıyla gözlerimin içine mıhlanmış bakışları… nefesim kesildi.
“Güzelim?” dedim hayranlığımı gizleyemeden.
“Ben hazırım,” dedi dudaklarının kenarına yerleşmiş o ince gülümsemeyle.
“Babetleri giymemişsin,” dedim gülümseyerek.
Yanıma yaklaşıp elimdeki hırkayı dolaba bıraktı, sonra iki elimi birden tutarak gözlerime baktı.
“O kadar güzeller ki… yağmurda kirletmeye kıyamadım,” dedi.
Sözlerine karşı koyamadım; alnına kısa bir buse kondurup dolaba yöneldim. Kendi deri ceketime benzeyen bir ceketini çıkarıp ona uzattım.
“Bunu giydireyim bari sana, hasta olursun bebeğim. Hem kombininle de uydu bence,” dedim.
Pes etmiş gibi gülümseyerek başını salladı, giydirmeme izin verdi. Omuzlarına ceketi yerleştirirken saçlarını da geriye doğru atıp şakayla karışık ekledim:
“Saçlarımızı da şöyle serbest bırakalım…”
O da başını hafifçe eğip gülümsedi.
“Oldum mu?” diye sordu.
“Çok güzel oldunuz hem de,” dedim, sesim farkında olmadan yumuşamıştı.
Bir anda ellerini çırparak alkış yapıp bana döndü.
“Balkona kurdum kamerayı. Hani bana Ankara’dan dönerken hediye almıştın ya, işte onu. Hadi inelim!”
“İnelim güzelim,” dedim.
“İnelim güzelim,” dedim heyecanımı saklayamadan.
Tam kapıya yönelmiştik ki bir anda durdu. Merakla ona bakarken, ceketimin fermuarını çekip kapattı. Ardından usulca koluma girip yüzüne tatlı bir gülümseme oturttu.
“Şimdi inebiliriz,” dedi, sanki az önceki küçük hazırlık her şeyin tamamlayıcısıymış gibi.
“Şemsiye almayalım mı?” diye sordum, göz ucuyla onu süzerek.
“Hayır,” dedi kesin bir tonla. “Zaten çok durmayacağız. Sen hastasın.”
“Bilemem orasını,” dedim omuz silkerek, dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme.
Kaşları hemen çatıldı. “Emir…”
Onun o endişeli haline kahkaha atmamak için dudaklarımı ısırdım, sonra başımı yana eğip gözlerine baktım.
“Şaka yapıyorum güzelim,” dedim, sesim hem yumuşak hem de güven veren bir fısıltıya dönüştü.
Onunla el ele hızla merdivenlere yöneldik. Bahçeye çıktığımız an İklim elimi bırakıp bir anda beni çekerek yağmurun altına sürükledi. Kahkahasıyla birlikte yüzüne düşen damlalar parıldıyordu. Belinden kavrayıp etrafımızda döndürdüğümde sevinçle çığlık attı.
“Emiiir!”
Ayaklarını yere bastırmamla aniden kurtulup koşarak uzaklaştı.
“Yakalayamaz ki!” diye seslendi geriden bana.
“Bak sen şu işe!” dedim gülerek. Tam diğer tarafa doğru kaçacaktı ki hızla arkasına yetişip sırtından yakaladım. Gülüşleri yeniden göğsümde yankılandı, başını usulca göğsüme yasladı.
“Çok çabuk yakalıyorsun… olmaz ki!” dedi nefes nefese.
“Sen de çok çabuk yem oluyorsun güzelim,” diye fısıldadım kulağına.
Başını kaldırıp dudaklarını büzerek tatlı bir surat yaptı. “O zaman yakalayamamış gibi yap. Oyunun tadı kaçıyor yoksa.”
Kahkahamı tutamadım, birkaç adım geri çekildim.
“Peki öyle olsun. Kaç hadi!”
“Gerçek mi?” dedi gözleri parlayarak.
“Gerçek,” dedim, ellerimi iki yana açıp meydan okurcasına.
Çocuk gibi gülümseyerek tekrar kaçınca, ben de yakalayamamak için adımlarımı yavaşlattım.
“Yakalayamaz ki…” diye meydan okuyordu.
“Yağmur neyse ki sert yağmıyor, yoksa görürdün sen,” dedim alaycı bir tehdit tonuyla.
“Yakalayamazsın ki!” diye yineledi.
Bu defa elinden yakaladım; hızla kendime çekince dengesi bozulacak gibi oldu, ama hemen tutup ardından etrafımızda onu döndürmem ile gülüşlerimiz karıştı yağmura.
“Düşürmem ki karımı…” dedim yanağından öperek.
“Emiir, çok güzel…” dedi gözleri parlayarak.
Bir an durdum; alnımı onun alnına yasladım.
“Bir dans yapar mıyız sizinle öğretmen hanım?”
“Seninle her türlü deliliğe varım,” deyip gülümseyince, onunla dans etmeye başladım. Adımlarımız ile yağmur eşliğinde ritim tutarken bedenlerimiz de sekronize olmuştu. Gülüşü o kadar güzeldi ki, başını sallayarak geriye atması ile ıslak saçlarının geriye kayması bir olurken adeta deniz kızı gibiydi...
“Azra’yı iyi ki Emel almaya geldi,” dedim, sesime hafif bir oyunluk katarak, “yoksa kıskançlık krizi tutardı bugün.”
İklim güldü. Hafifçe geri çekilince, onu tekrar etrafında döndürüp kendime çektim. Bu kez ellerini ellerimden ayırıp boynuma doladı.
“Başıma gelen en güzel şeysin Emir… Rüya gibi her günüm…” dedi fısıltıyla.
Gülümseyerek dudaklarına küçük bir buse bıraktım, yüzümü boynuna gömdüm.
“Asıl sen başıma gelen en güzel şeysin, öğretmen hanım… Yüreğimin her teline ayrı ayrı dokunuyorsun,” diyerek omzuna bir öpücük kondurdum.
Tekrar gözlerine bakınca bir an geri çekildi. Onu bir kez daha etrafında döndürdüm, belinden destekleyerek eğildik; gülümsemesi büyüdü. Bu kez ayaklarını yerden keserek etrafımızda döndürdüm.
Saçları savrulurken onu yeniden yere indirdim. Belime sımsıkı sarılacakken, ben öne eğilip ceketimin önünü açtım ve onu içine çektim. Ceketimin sıcaklığında, yağmurdan korunmuş halde beline sarıldım; ellerim sırtında kenetlendi.
“Yeter mi güzelim…” diye fısıldadım kulağına.
Başını salladı, gözlerini kapatıp o anı içine çeker gibi…
“Yukarıya çıkıyoruz o zaman,” dedim gülümseyerek.
Tam o anda parmaklarının ucunda yükseldi; dudakları usulca dudaklarıma kondu.
Şaşkınlıkla gözlerim büyüdü, kalbim hızla çarptı. O ise gülümseyerek geri çekildi.
“İçimden geldi…” dedi, sesi masum ama cesur bir tınıyla.
Sonra bir çocuk gibi koşarak içeri girdi. Ardından istemsizce gülümseyip ben de peşinden koştum.
Merdivenleri çocuk gibi gülerek çıkıyordu, ben de peşinden ağır ağır ilerledim.
Gülüşü o kadar güzeldi ki, bütün evi aydınlatıyordu sanki.
Kapıyı benden önce açıp içeriye girdi. Çizmelerini hızla çıkarmaya uğraşırken bir an sendeledi. Refleksle sırtını tuttum.
“Güzelim, dikkat…” dedim.
Dudaklarını büzüp başını hafif yana eğdi.
“Ama yine yakaladın,” diye çıkıştı, kollarını göğsünde bağlayarak.
Alnına kısa bir buse kondurup gülümsedim.
“Gönlümü çalanı yakalamazsam olmazdı güzelim.”
“Yumuşatma ya hemen…” dedi gözlerini devirmeye çalışsa da yanaklarının pembeleşmesi gizleyemedi.
“Kurban olurum sana…” diyerek eğildim, çizmelerini çıkarmaya yeltendim. Ellerini hemen uzatıp beni durdurdu.
“Emir, hayır… ben yaparım.”
“Güzelim, yardım ediyorum sadece. Rahat ol,” dedim usulca.
Sonunda geri çekildi, ben de çizmelerini yavaşça çıkarıp kenara koydum. Ardından kendi ayakkabılarımı çıkardım. O ceketini askıya asarken, ben de kendi ceketimi bıraktım.
“Çok güzeldi…” dedi İklim, gülümseyerek.
“Senden güzel değil ama!” dedim ve ıslak saçlarını geriye ittiğimde, dudaklarımda hafif bir tebessüm oluştu.
“Güzel ıslandık ama,” demesiyle ben de güldüm.
“Hadi, hızlıca duşa, ardından kahve molası yapacağız,” dedim.
“Kahveler benden ama,” dedi. Gülümseyerek yanağına bir buse bıraktım.
“Nasıl bir şeysin bilmiyorum ama doyamıyorum sana,” dedim, gülümseyerek ellerini ellerimin üzerine koydu.
“Beni çok seviyorsun değil mi?” diye sordu gözleri parlayarak.
“Çok seviyorum,” dedim, sesi yumuşak ve samimiydi.
“Ne kadar çok?”
“Cihanlara sığmayıp taşacak kadar,” dedim, gözlerimiz birbirine kilitlenmişken.
“Ben de seni çok seviyorum,” dedi, gözleri ışıl ışıl parlayarak. Yüzünü avuçlarımın arasına aldım; parmak uçlarımda teninin sıcaklığını hissederek, “bebeğim benim, güzelim, eşim…” diye fısıldadım ve küçük küçük öpücükler kondurdum yanağına, alnına, dudak kenarına.
“Yerim ya ,kurban olurum, şu güzelliğe bak…” dedim gülümseyerek.
İklim kıkırdadı. “Hasta olacağız Emir… şırıl şırıl su akıyor bak.”
“Hadi sen duşa gir, ben de diğer odadaki duşa gireyim,” dedim gülerek.
“Tamam… ama saçlarımı kurulayacak mısın?” dedi, gözlerinde çocuk gibi bir parıltıyla.
“Kurularım ömrümmm,” dedim gözlerine bakarak.
“Yaşasın!” dedi sevinçle.
“Emir sana kurban olmasında ne yapsın, yerim seni…” diye fısıldadım.
“Kaçtım ki ben!” dedi kahkaha atarak ve hızla banyoya doğru yöneldi.
Bu haliyle hem çocuk, hem kadın, hem de bana ait bir dünya gibi görünüyordu.
Ardından gülümseyerek bakarken banyoya yöneldim. Sıcak suyu açıp ayarladım; suyun buharı kısa sürede camı buğulandırmaya başladı. Üzerimdeki ıslak çamaşırları birer birer çıkardım. Tenime yapışmış soğukluğun yerini suyun sıcaklığı alınca derin bir nefes verdim.
Ama suyun her damlası sanki içimde bir ağırlığı da çözüyordu. O güler yüzlü maske, o neşeli Emir Kaan suyun altında yavaşça soyulup düştü yüzümden. Başımı duvara yasladım, gözlerimden akanlar suya karıştı; sıcaklığın arasında hissettiğim şey sadece derin bir sızıydı.
“Nasıl diyeceksin Emir…” dedim kendi kendime, dudaklarım titreyerek. “Ölüyorum ben diye… bunu ona nasıl diyeceksin…”
Suyun sesi yankı yaparken boğazımdaki düğüm iyice büyüdü. Parmağımı duvarın fayansına sürüp, “daha ne kadar saklayabilirsin” diye fısıldadım. Sanki suyun sıcaklığı değil, içimdeki korku ve acı beni kavuruyordu.
İklim’in gülüşü hâlâ kulaklarımdaydı. Ve ben, hayatımın en zor cümlesini nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum.
___
İklim Yılmaz’dan...
Yatağa sokulup komodinin üzerine kupasını bıraktıktan sonra, örtünün altına girip kolunu açarak bana yer yaptı. Düşünmeden ben de kupamı başucumdaki komodine bıraktım ve kollarının arasına sığındım. Üstümü örtmesiyle birlikte başıma kondurduğu öpücük, içimde derin bir sükûnet bıraktı. Gözlerim usulca onun gözlerine kaydı.
“Çok güzeldi her şey… çok teşekkür ederim.” dedim fısıltıyla.
“Ben teşekkür ederim güzelim,” dedi, bakışlarında yumuşak bir gülümseme vardı. “Seninle güzelleşiyor her şey…”
“Emir…”
“Söyle güzelim…”
“Alper’le ne konuştunuz? Çok durgundunuz ikiniz de…”
Gözleri bir an uzaklara daldı. “Güzelim… geçmişten konuştuk biraz. Geçmişim çok iyi değildi benim. Azra’nın da büyüdüğüne hâlâ inanmak zor geliyor.”
“Azra’ya bir ağabeyden çok baba gibisin…” dedim, sesim titreyerek.
“Elimde büyüdü…” diye mırıldandı.
“Senden çok güzel baba olur diyordum ya… aslında sen baba olmuşsun. Sadece çocuğuna değil, kardeşlerine babalık etmişsin.”
“Biraz öyle oldu güzelim…” dedi ve parmakları saçlarımı okşadı.
“Bana da her şey oldun biliyor musun? Bazen baba gibi, bazen eş gibi, bazen dost gibisin…”
“Kurban olurum sana…” dedi kısık bir sesle. “Bebeğimsin sen benim…”
“Emir… seni çok seviyorum…”
“Ben de seni seviyorum ömrüm…”
“Bazen her şey rüya gibi geliyor… Uyanmak zorunda kalırsam diye korkuyorum bu rüyadan,” dedim fısıltıyla.
Yutkundu. Gözlerinde bir anlık dalgalanma, dudaklarında titreyen bir nefes vardı.
“Seninle her şey çok güzel Emir… En kötü günümüz dahi olsa, sana sarılınca her şey bitiyor… Tüm hayatım boyunca sanki Rabbim, her türlü zorluğu sırf sana ulaşıp nefes almayı hatırlatmak için vermiş gibi…”
“Kurban olurum sana ben…” dedi o da, sesi fısıltıya dönmüşken.
“Senin de böyle oluyor değil mi Emir…”
“Hıhım…” dedi boğuk, hırıltılı bir sesle.
Bakışlarım usulca onun gözlerine kaydığında, gözlerinin dolduğunu gördüm; içim burkuldu.
“Niye gözlerin doldu? Kötü bir şey mi dedim? Üzdüm mü seni, bir yerin mi acıyor yoksa?”
“Yok güzelim… Sen böyle konuştukça, senden bunları duymak duygulandırdı sadece,” dedi titrek bir sesle toparlanmaya çalışarak.
Gözlerinden düşen yaşı usulca silip yanağına bir öpücük kondurdum, parmaklarım yüzünü okşamaya devam etti.
“Ağlama sen hiç… Gözlerin çok güzel, acımasınlar…”
“Kurban olurum ben sana, yavrum benim, güzelim…” dedi; kollarını daha sıkı sarıp saçlarıma küçük küçük öpücükler bıraktı.
Başımı hafifçe geriye çekince kolları biraz gevşedi. Boynuna bir öpücük bırakıp başımı yeniden göğsüne dayadım. Kalbinin atışı yanaklarıma çarpıyor, nefesi saçlarımı okşuyordu. O kolların arasında dünya durmuş, zaman yavaşlamış gibiydi.
Senin uzaylı olduğuna inanmaya başladım," dedim mırıldanır gibi, ortamın kasvetini dağıtıp o gülüşünü görebilmek için.
" Uzaylı deme, darılırım. Uzman uzaylıyım, güzelim," dedi gözlerimin içine bakıp o çocuksu gülümsemesiyle.
" Off Emir," diyerek gözlerimi devirip gülüşümü zorla tutarken başını hafifçe kaldırıp alnımdan öptü. O sıcak dokunuşla kalbim sanki hızını şaşırdı.
" Şu Emir deyişlerine bitiyorum," dedi içten bir gülüşle.
" Utandırma..."
" Çok güzelsin... Niye bu kadar güzelsin ki?" dedi, yüzümdeki her ayrıntıyı ezberlemek istercesine bakıp parmak uçlarıyla yanaklarımı okşarken. Gözlerindeki o derinlik, bütün sertliğini alıp götürmüş gibiydi.
" Çirkin olsaydım, yakışıklılığının yanında sönük kalırdım ondandır..."
" Bak bak, ne dedin sen az önce?" demesiyle başımı hızla göğsüne gömdüm, kalbinin ritmini duymak beni sakinleştiriyordu.
" Bir kere olur, bir daha isteme. Utanıyorum Emir ya."
" Emir kurban olsun sana, kurban," dedi, sesi yumuşacık bir melodiye dönüşmüştü. Yüzümü kaldırıp ona baktığımda sağ yanağındaki gamze derinleşmişti. Parmaklarım istemsizce oraya kaydı. Onun gamzesini okşamamla elimi yakalayıp parmağımı öpmesi bir oldu. Dudaklarının değdiği yerdeki sıcaklık içime yayıldı. Sonra usulca elimi yerine bırakınca utanıp tekrar yüzümü göğsüne gizledim. O ise gülüşünü tutamayarak tekrar kahkaha attı.
" Benden utanıp bana sığınman... o kadar hoşuma gidiyor ki anlatamam," dedi dudaklarının kıyısından kayan içtenlikle.
" Ya Emir..."dedim, kızararak.
" Kurban olurum," deyince tekrar başımı kaldırıp gözlerine baktım.
" Çocuk gibi hissediyorum senle kendimi," dedim sesim titreyerek.
" Benim bebeğimsin çünkü sen..."
" Utandım," diyerek hızla göğsüne sokulunca bu defa kahkahası daha uzun sürdü. Başını yastığa bırakırken gözleri ışıl ışıldı.
" Utanmanı yerim ben," dedi. O an ikimizin nefesleri birbirine karıştı; kahkahasının ardından odada huzurlu bir sessizlik kaldı. Kalbi göğsümün altında atarken, ben onun kollarında dünyadaki en güvenli yeri bulduğumu fark ettim.
“İklim’im… güzel kadınım benim…” dedi Emir; sesi hem yorgun hem sevgi dolu titriyordu. Parmaklarının arasına aldığı saçlarıma gömülüp öperken kokumu ciğerlerine çekti.
“Mis kokulum… yüreğimin vatanı…” diye fısıldadı dudaklarımın kenarına. Her kelimesi yumuşacık bir yorgan gibi üstüme seriliyordu.
“Ben de seni çok seviyorum…” dedim, sesim mırıltı gibi çıkarken. Dudaklarıma bıraktığı kısa öpücükten sonra geri çekildi; ama gözlerindeki parıltının içindeki ıslaklığı hissettim. Elimi uzatıp usulca sildim, parmaklarımda sıcak bir damla hissettim.
“Emir…” dedim boğazım düğümlenerek.
“Seni çok sevdiğimi hiç unutma olur mu?” dedi, sesi çatallandı. “Sana olan sevgimi sana nasıl hissettirsem, bazen ne yapacağımı şaşırıyorum. Seninle her anım o kadar güzel ki öğretmen hanım… Hayatıma iyi ki girdin İklim’im… çok seviyorum seni… herkesten çok, kendimden bile çok…”
Gülümseyip bu defa ben öptüm onu. Dudaklarımız ayrıldığında alnını alnıma yasladı, nefeslerimiz birbirine karıştı. Onu sımsıkı sardım; kalbimin ritmi onun göğsünde atıyordu.
“Ben de seni çok seviyorum, sen de hiç unutma olur mu,” dedim. “İyi ki sen de benim hayatıma girdin Emir… her şeyimsin sen benim…”
Bir an sustu. Sesinin rengi değişmişti:
“İklim… senden bir gün her şeyini alsalar, bir daha evlenir miydin?”
Başımı kaldırıp baktım. “Bu nereden çıktı Emir?”
“Öyle… takıldı bu gün okuduğum kitaptan aklıma,” dedi. Gözleri uzaklara bakıyordu, sesi kısık. “Evlenir miydin mesela sen… bana bir şey olsa…”
“Konuşma öyle…” dedim dudaklarım titrerken. “Evlenmeyi bırak, nefes alamam ki sensiz ben Emir… ölürüm ki ben seninle…”
“Bebeğimiz olmuş olsa… benden sana kalan bir emanet olsa…”
Gözlerim doldu, ellerim onun ellerine kenetlendi. “Emir… sokma şunları aklıma… ne olur… lütfen… söz verdin sen bana… sen beni bırakırsan… ölürüm ben Emir…”
“Özür dilerim… sormadım say olur mu… hadi uyuyalım…”
Ama içimde bir soru kabardı, çıkıverdi dudaklarımdan:
“Sen evlenir miydin Emir?”
Hiç düşünmeden, sorum daha bitmeden yanıtladı:
“Kafama sıkardım, bu toprakta bana atarlardı,” dedi ve nefesi yüzüme vurdu. “Ben seni bir kez kaybetmekle burun buruna gelmedim İklim… defalarca kez geldim. Ölümden korkum yok, hiç olmadı. Tek korkum vardı: seni ve kahve gözlerini bir daha görememek…”
“Bu yüzden sorma işte Emir…” dedim, sesi titreyerek. “Ben kocam kadar güçlü değilim… herkese diklendim adalet için bu güne kadar. Ama diklenmeyip de sırtımı yasladığım bir sen vardın benim…”
“Kurban olsun Emir’in sana…” dedi saçlarımdan öperek.
“Hadi…” dedi yumuşak bir tebessümle, “konuyu değiştirelim.”
“Emir…” dedim, sesi titreyen bir çocuk gibi.
“İklim’im…” dedi yumuşacık bir tonla.
“Niye sordun ki o soruyu?”
Bir an sustu. Parmakları saçlarımın arasında, bakışları tavana kaydı.
“Kitaptan takıldı aklıma…” dedi sonunda. “Adam ölüyordu, kadın evleniyordu… Sonra adam çıktı geldi tabii. Nasıl öldüyse onu da anlamadım. Saçma bir kitaptı… yarıda bıraktım zaten…”
“Emir…” dedim, içimdeki kuşku ve kırgınlıkla. “Dediğin konuda milyonlarca kitap var. Yalan demiyorsun bana değil mi?”
Bir an yüzüme baktı; gözlerinde hem mahcupluk hem sevgi vardı. Hafifçe gülümsedi, o yorgun asker gülüşüyle:
“Kitap okutmazsın bir daha olur biter…” dedi şakacı bir tonda, ama parmakları saçlarımda hâlâ kaygılıydı.
“Beni bırakırsan…” dedim, sesim bir fısıltıdan ibaretti, gözlerim dolmuştu. “Seni affetmem biliyorsun değil mi?”
Emir derin bir nefes aldı. Bakışları bir an uzaklara kaydı; sonra geri dönüp gözlerimin içine baktı. “Biliyorum…” dedi sadece, kısık ve yorgun bir sesle.
Avuçlarımı yüzüne koydum, parmak uçlarımın altında hafif bir titreme vardı. Dudaklarım titreyerek fısıldadım:
“Bu yüzden… ölme… yaşa…”
Başını yavaşça salladı; o anda gözlerinden ince ince yaşlar süzüldü. Parmaklarımı kaldırıp yanaklarından süzülen damlaları sildim.
“Senin için duruyorum zaten…” dedi, sesi çatallaşmış bir fısıltıydı. “Yoksa bu kadar dayanamazdım…”
Kalbim sıkıştı. “Ben seni çok seviyorum…” dedim, boğazım düğümlenerek.
“Ben de seni çok seviyorum…” dedi Emir, gözlerini kapatıp alnını benim alnıma yaslarken.
“Emir… ağlama… sen…”
Gözlerini açtı, bana baktı; kirpiklerinde hâlâ damlalar asılıydı. “Ağlamıyorum…” dedi dudaklarının kenarına bir tebessüm yerleşirken. “Mutluyum, güzelim…”
“Gözlerinde bir gece saklı gibi Emir…” dedim, usulca, parmak uçlarım gözlerinin kenarına kayarken. “Hep aydınlık ama… herkese karanlık bir sır gibi…”
Emir, başını hafifçe yana eğdi, dudaklarının kenarında ince bir gülümseme belirdi. “O sırrın tek masum yanı da sensin…” dedi, sesi kadife gibi. “Aydınlık tek tarafı…”
“Emir…” dedim, boğazımdaki düğüm büyüyerek. “Hani hep diyorsun ya… bana ‘Emir’im de’ diye… ben sevgimi çok hissettiremiyor muyum sana?”
“Hissetmesem gözlerinin önünde ağlar mıyım?” dedi, sesi kısık, gözlerinde biriken parıltı geceyi yarar gibi.
Bir an sustum, nefesim onun nefesine karıştı. “Sen bu dünyadan gerçekten olamazsın Emir…” dedim, neredeyse fısıldar gibi.
“Asla bu dünyadan olamadım zaten güzelim…” dedi, alnını alnıma yaslayıp gözlerini kapatırken.
___
30 oy 20 yorum siniri geçince çok heyecanlı bir bölüm gelecek
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |