

Emir Kaan’dan...
Çığlıklar ve arka arkaya gelen silah sesleriyle bir anda fırladım yataktan. Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Kucağımda mışıl mışıl uyuyan Pars, korkuyla gözlerini açtı; sesi titriyordu.
"Emir ağabey... ne oluyor?"
Elimi başına koyup saçlarını okşarken sakin kalmaya çalıştım.
"Bir şey yok paşam, sadece biraz gürültü. Sen burada kal, olur mu?"
Gözleri kocaman olmuştu, sesi daha da kısıldı.
"Kötü adamlar geldi... değil mi, yine?"
Yutkundum. Korkusunu bastırmak için dudaklarını ısırışını gördüğümde içim parçalandı.
"Yavru kartalım," dedim, gözlerinin içine bakarak, "buradasın ya, ben seni korurum. Söz veriyorum. Ama sen şimdi burada kal, tamam mı?"
Küçük bir baş sallayışıyla kabul etti.
Tam o anda salondan yankılanan adım sesleri ve panikle seslenen bir kadın sesi geldi:
"Emir!"
Bir an bile kaybetmeden silahımı çekip kurdum ve salona yöneldim. Kalbim, göğsümün içini yumruklar gibi atıyordu.
Annem ve İklim, koltuğun yanında birbirine sokulmuş, korkuyla titriyordu. Gözleri beni görünce bir anlık rahatlama ama ardından hemen tekrar panik...
"İyi misiniz?" dedim, sesim sert ama endişeliydi.
İklim’in sesi boğuk ve çatallıydı, kelimeler dudaklarından dökülürken soluğu kesiliyordu:
"Emir… geldiler… Kesin aşiretten bunlar!"
O an tereddüt etmedim. Hızla kolundan tuttup ardından tek hamlede onu odama doğru yönlendirdim.
"Pars içeride. Onunla birlikte bazanın altına girin. Sakın çıkmayın, ne olursa olsun!"
Gözleri doluydu ama başını salladı. Bir şey demesine fırsat bırakmadan kapıyı kapattım.
Ve sonra…
Silahımı kurup, dikkatle belime yerleştirirken kapıdan gelen seslere odaklandım. Her an tetikteydim, kalbim hızla atıyordu. Kapı zili çalmaya devam ediyordu ama ben harekete geçmeliydim.
Annem, gözlerinde endişe ve korku, paniklememeye çalışarak yanıma yaklaştı.
"Oğlum polisi ara..."
"Polislik iş yok anne , Baran'ı panik yapmadan ara sen. İçeriye girerlerse de sakin davranıyorsun. İlk defa görmüş gibi...Anlaştık mı?"
"Ama ya sana bir şey yaparlarsa Emir? Kuzum, lütfen dikkatli ol..."
Onun korkusunu duyuyor, hissediyordum ama cesaretimi kaybetmeyecektim.
"Anne, dediğimi yap. Sakin ol, panik yapma. Ben adamları oyalayacağım, zamanı gelince Baran gelecek, dediğimi yap sen! Hadi..." dedim kararlılıkla, gözlerine bakarak.
"Dikkat et kuzum ama..."
Güven vermek için hafifçe başımı salladım.
Tam o sırada kapı tekrar tekrar çalınca, annemi mutfağa gönderip soğukkanlılığımı koruyarak kapıya yöneldim. Derin bir nefes alıp kapıyı açtım.
"Hayırdır birader, durmadan bas bas basıyorsun zile? Kime baktınız?" diye sert ama kontrolü elden bırakmadan sordum.
Karşımdaki adamın gözleri evin içine dikkatle bakarken cevap verdi:
"Karşıda oturan kız sizin evde mi?"
"Biz daha yeni taşındık birader, ne kızı?" diye karşılık verdim, tedirginliği belli etmemeye çalışarak.
Adam ısrarla arkasında ki korumalara dönerek devam etti:
"Arayın siz evi!"
"Hop hop, kimin evini arıyorsunuz siz?" dedim, tehditkar ama soğuk bir tavırla elimle onu iterken.
O sırada dışarıdaki korumaları işaret etti:
"Dışarıda koruma var, görmedin mi?"
Gülümseyerek, alaycı bir tavırla cevap verdim:
"Ben elalemimi takip ediyorum oğlum!"
O an aramızda gerilim tırmanmıştı; göz göze geldik ve sessizlik çöktü. Ben içimdeki tüm hazırlığı hissediyordum.
"Nasıl inanacağım sana?" diye inledi dişlerinin arasından adam, gözleri şüpheyle daralırken.
Soğukkanlılığımı koruyup, hafifçe yana kaydım kapıda, sesimi daha sakin ve emin kıldım:
"Sadece sen gel, diğerleri kalsın. Eve bak; daha koltukların örtüsü duruyor. Sence aradığın kızı görme fırsatım olmuş mudur?"
Gözlerimi direkt onun gözlerine dikerek, kararlılığımı ve duruşumu gösterdim.
Tam o sırada Annem mutfaktan belirdi, sesi endişeli ama meraklıydı:
"Emir, kim gelmiş oğlum?"
Ben biraz rahatlayarak cevap verdim:
"Bilmiyorum da...Karşıdaki kızı mı ne arıyorlarmış anne, sen gördün mü?"
Annem başını iki yana salladı, "Evden çıkmadık ki oğlum, nereden görelim?" dedi.
Kapıdaki adam biraz sert ama hafif de yumuşamıştı:
"Kusura bakma hanım teyze, rahatsızlık verdik size de. Yanlış anlaşılma olmuş o zaman..."
Annem soğukkanlılıkla karşılık verdi:
"Sorun yok da, eşkıya gibi bir daha kapıma dayanıp evime baskın yapmaya çalışırsanız mahkemeye veririm bak. Ben şeker hastasıyım."
Adam biraz pişmanlıkla, "Yok yok, o bizim kusurumuz. Kusura bakmayın teyze" dedi.
" Bir daha olmasın" dedim sert bir tavırla.
Adam ise kapıdan geri çekildi:
"Eyvallah! Hadi gidelim."
" Eyvallah..."
Kapı kapandıktan sonra annem derin bir nefes aldı, gözleri hala biraz endişeliydi.
Bir müddet kapının arkasında bekledikleri belliydi. İçimdeki tedirginlik dinmemişti henüz.
Anneme gözümle ‘sus’ işareti yaptım, tam ağzını açacakken yavaşça pencereye yöneldim.
Perdenin kenarından dışarı süzüldüğümde, iki korumamızdan birini tam yanlarına alacaklarken Baranlar sokağın başından çıkageldi. Sessizlik yerini hızlı adımlara, bağırışlara ve yere düşen silah seslerine bıraktı. Baran ve tim tam zamanında yetişmişti. Adamlar kısa sürede yere yatırılıp etkisiz hale getirildiğinde, içimden derin bir nefes verdim.
"Bizimkiler paketledi sonunda... Ben bir babama bakayım!"
İlk işim babama koşmak oldu. Babamın odasına girmem ile Babam ellerini uzattı direk.
"Babam?!"
"İyiyim Emir’im, korkma... Sen çocuğa ve kıza bak. Ben iyiyim..."
Başımı sallayıp hızla odama yöneldim bu defa...
Bazayı kaldırıp açtığımda İklim ve Pars’ın korkuyla bana bakışları karşısında kalbim sıkıştı. Hemen Pars’ı kucağıma aldım, hâlâ ağlayarak titriyordu.
"Emir ağabey..."
"Geçti paşam... Buradayım ben."
İklim gözyaşları içinde titrek bir sesle, ‘G-gittiler mi?’ diye sordu.
Onlara güven vermek için gözlerinin içine baktım.
"Bizimkiler aldılar, direk götürdüler... Korkmayın, bitti artık. Güvendesiniz."
Pars başını omzuma koyduğunda kalbim bir kez daha parçalandı. Bu yaşta bir çocuğun korkularına kalkan olmak, kendi canımdan öteydi artık.
“Emir ağabey… kötü adamlar yine gelecek mi?”
Pars’ın sesi kısık, yaş dolu gözleri hâlâ korkuyla doluydu.
Onu biraz daha sıktım kucağımda, saçlarını okşayarak konuştum.
“Gelemezler paşam… Ceza vereceğiz onlara. Hiç merak etme.”
Yanımda oturan İklim, yutkunarak hafifçe konuştu.
“Çok teşekkür ederim Emir Bey… Sizi de tehlikeye soktum.”
Göz göze geldik. O an ne korkusu, ne minnettarlığı saklayabildi yüzünde.
“Estağfurullah İklim Hanım… Ama bu iş böyle yarım kalmaz. Siz burada kalın. Bir şey olursa yine aynı şekilde saklanın. Ben bir karakola uğrayıp durumu netleştireyim.”
Annem hemen atıldı, sesi titrek ama güçlüydü.
“Annecim, kuzum… Ya sana da bulaşırlarsa bunlar…”
Omzuma dokunduğunda içindeki korkuyu hissedebiliyordum.
“Sen onu dert etme annem. Sen şimdi babamla ilgilen, salı günü doktor istemişti… Ona göre ikna et onu olur mu?”
“Peki oğlum… Ama dikkat et kendine, çok…”
Elini tuttum, gülümsedim.
“Ederim annem… Merak etme.”
Montumu aceleyle sırtıma geçirirken tabancamı yerine yerleştirdim. Geri dönüp bir kez daha odaya baktım. Pars, İklim’in yanına kıvrılmış, küçük elleri hâlâ titriyordu. Gözüm anneme kaydı,babamın başucunda, gözlerinde bin endişe ama bir o kadar da güven vardı.
"Kapıyı içeriden kilitleyin," dedim sessiz ama net bir tonla. "Ben dönene kadar kimseye açmayın."
İklim başını salladı, annem gözlerimin içine baktı.
“Allah’a emanet ol kuzum,” dedi.
Kapıyı sessizce kapatıp merdivenleri üçer beşer indim. Apartmanın önünde bekleyen Baran’ı ve birkaç tim arkadaşımı görünce içimdeki düğüm az da olsa çözüldü.
"Geçmiş olsun Emir'im," dedi Baran, yüzünde öfke ile ciddiyet arasında gidip gelen bir ifade.
İsmail ağabey ise direk yanıma gelip sırtımı sıvazladı.
"Bir şeyiniz yok değil mi Emir Kaan?"
"Yok ağabey... Ama az kalsın içeri giriyorlardı. Pars, İklim, ailem... Hepsi içerideydi."
"Plaka aldık," dedi Göktürk arkadan. "Birini tanıdık. Aşiretin yakın adamlarından biri. Botanlı Aşireti'ndenler bunlar da..."
Başımı salladım.
"Belliydi zaten Barış denen itin durmayacağı..."dedi Baran bitkin bir halde.
“Karakola uğrayalım. Hem tutanak, hem takip için… Bu iş büyüyecek belli ki.”dedi ve Baran araca yöneldi.
“Ben de geliyorum. Bu işin peşini bırakmayalım.”dedim.
__
Karakolun önüne vardığımızda araçtan ilk ben indim. Baran ve Göktürk hemen peşimden geldiler. Nöbetçi asker bizi tanıyınca şaşkınlıkla doğruldu yerinden.
" Uzman Çavuş Emir Kaan Yılmaz, acil bir durum var," dedim hızlıca kimliğimi gösterip.
"Buyurun komutanım," diyerek hemen kapıyı açtı. İçeri girdiğimizde karakoldaki sessizlik bizim adımlarımızla bozuldu.
Baturay Yarbay odasından çıkar çıkmaz gözleri bize takıldı.
"Hayırdır gece gece beyler?"
Direk nizamı olarak hazır ola geçtik.
" Uzman Çavuş Emir Kaan Yılmaz." diyerek tekmil verdikten sonra konuya geçtim. Aşiret bağlantılı bir baskın girişimi yaşadık Komutanım. Evde ailem vardı. Şüphelilerden biri tanındı, elimizde plaka var. Onun için geldik," dedim kararlı bir tonla.
Baran söze girdi:
"Adamların biri kapıya dayanmış, zorla eve girmeye çalışmışlar Komutanım. Diğeri binanın arkasından dolanmış. Bizim korumalardan biri vuruldu, diğeri sağ ama hâlâ şokta."
"Gerekli işlemleri başlatın. Emir savunmanı vs masamda istiyorum."
" Emredersiniz Komutanım. " diyerek komutanın yanından ayrıldık.
Hemen tutanak hazırlığı başlatıldı. Göktürk ifademi aldıktan sonra kendi ifadesini de verirken ben de bilgisayardan gelen kamera kayıtlarına yöneldim. Binanın güvenlik kamerası görüntülerini inceleyerek saldırganların yüzünü net biçimde gösteren birkaç saniyelik kesit çıkardık.
Tansu dosyaya bakarken başını kaldırdı.
"Bu iş ciddi Emir Kaan. Sadece tehdit değil, doğrudan organize saldırı. Tanıdığımız tipler de var içlerinde. Bu işin altı kazılmalı."
“Altını da üstünü de kazırız Komutanım,” dedim sessiz bir öfkeyle. “Ama önce ailem güvende olmalı...”
Baran omzuma dokundu.
"Sabaha kadar dönüşümlü nöbet tutarız evin etrafında. Sen biraz dinlen Emir."
Başımı iki yana salladım.
"Yavru kartal kucağımda korkuyla titriyorken ben nasıl uyurum ağabey?"
Göktürk yanaştı.
“Sen bir git yanlarına. Pars seni görmeden uyumaz zaten. Sana düşkün o çocuk. Anneni dile katmıyorum dahi...Onların yanında dur. Biz buradayız. Takviye de geçiyor yolda..."
"Peki, teşekkür ederim her şey için..."diyerek yerimden doğrulmam ile Baran sırtımı sıvazladı.
"Bir şey değil canom. Hadi, git dinlen..."
Burukça gülümsedim ve baş selamı ile çıktım odadan. Koridorda ilerlerken hala içimde ki o sıkıntı dinmemişti...
___
_2 Saat Sonra..._
Baran Boran’dan...
“Komutanım! Karakolun önünde plakasız bir araç, Emir Komutanım’ı araçtan itip kaçtı!” diye bağırdı nöbetçi asker, soluk soluğa.
Tansu Komutan donakaldı bir an. “Ne diyorsun lan sen ?!”
“Asker çıkarttık hemen zaten Komutanım! İki araç takibe gitti. Emir Kaan Uzmanım şuan revirde!”
Birden arkamda İsmail’in sesi patladı:
“Koş Baran, koş!”
Ayaklarım benden önce harekete geçti. Sırtımdaki çelik yeleği hissetmeye bile vaktim yoktu. Nefes nefese revire doğru fırladım. Kalbim sanki kaburgalarımı kıracak gibiydi.
“Ne olur bir şey olmasın sana Emir Kaan...”
Revire indiğimizde...
Kapı açılır açılmaz kan kokusu çarptı yüzüme. Gözüm hemen sedyeye yattı.
Kanlar içindeki Emir’i görmemle birlikte içgüdüsel bir refleksle yanına çöktüm.
“Kardeşim… Emir’im…” dedim titreyen bir sesle. Elini tuttum, parmakları buz gibiydi.
Revirdeki görevli asker hafifçe bana döndü, gözleri yorgun ama sakindi.
“Baygın şuan Komutanım. Bilinci kapalı. Ambulans gelene kadar ilk müdahaleyi yaptım, nabzı stabil...”
İsmail yanıma eğildi, sesi titrekti. “Çok mu kötü durumu?”
Görevli başını iki yana salladı.
“Kırığı yok gördüğüm kadarıyla ama vücudu ciddi şekilde zedelenmiş. Özellikle kaburga çevresinde… Çatlak olabilir.”
Sonra bir an duraksadı, beyaz önlüğünün cebine uzandı. Elini yavaşça çıkardı. Parmaklarının arasında buruşturulmuş bir zarf vardı.
“Bunu da bileğine bağlamışlardı Komutanım. Kanın içinde zor fark ettim.”
Zarfa baktım. Üzerinde ne isim vardı, ne adres. Sadece Emir’in bileğine sıkıca bağlanmış, kanla ıslanmış bir kağıt parçası.
Zarfı titreyen ellerimle açtım. İçinden biri ince, diğeri kalın iki yüzük çıktı. Aralarına kırmızı bir kurdele düğümlenmişti. Kurdelenin düğüm yerinde iki mermi vardı,biri boş kovan, diğeri dolu.
Donup kaldım. Elimde tuttuğum şey bir tehditten çok daha fazlasıydı.
“Ağabey, bu ne demek?” dedi Yiğit Alper. Sesi kısılmıştı, yüzünde hem endişe hem şaşkınlık vardı.
Derin bir nefes çektim. Boğazıma bir şey düğümlendi sanki.
“Bizim oradakilerin adetine benziyor...” dedim. Kelimeler ağzımdan zor döküldü.
İsmail kaşlarını çattı, gözleriyle üzerime yüklenircesine sordu:
“Yani?”
Zarfın içindeki her şeyin anlamı çok açıktı ama söylemek bir o kadar ağırdı. Bakışlarımı Emir’e çevirdim. Hâlâ hareketsizdi.
“Bu kızla evlenmeye mecbur bırakacaklar gibi duruyor Emir’i...”dedim iç çekerek.
İsmail bir an başını geri attı, alnına sertçe vurdu.
“Bir bu eksikti... Başına gelmeyen zaten kalmadı çocuğun!”
O sırada içerideki sessizlik bir kez daha çöktü üzerimize. Herkes zarfın içindekilere bakıyordu ama kimse göz göze gelmiyordu artık.
Bu sadece bir mesaj değil, açık bir uyarıydı.
Ve belli ki bu iş öyle kolay kapanmayacaktı.
Ve belli ki bu iş öyle kolay kapanmayacaktı.
Tam o sırada kapı hızla açıldı. Nefes nefese Emirhan içeri girdi.
"Atalay Timi, buraya bakın!" diye seslendi. "Baturay Yarbay, Alparslan Üsteğmen’in kesin dönüşünü istemiş. Ve Yüzbaşı’nın verdiği görev onaylanmış. Baran’ı seçmiş..."
"Has siktir!" Tansu’nun sertçe bana dönmesiyle yutkundum.
"Bilerek yaptı o pezevenk, oğlum!" diye hiddetle alnına bir kez daha vurdu İsmail ağabey.
"Ağabey... Emel..." dedim kısık sesle, Tansu’ya bakarak.
Tam o anda Emirhan tekrar konuştu:
"Yüzbaşı, Yiğit Alper ya da Emir Kaan’ı da göreve uygun göstermiş. Baran kabul etmezse, onlar gidecekmiş..."
"Ben bu adamı boğarım!" diye bağırarak bir hışımla kapıya yönelen Tansu’yu kolundan yakalayıp zorla tuttum.
"Giderim ben..." dedim kararlı bir tonla.
"Saçmalama Baran! Bizim karakoldan bir şehit daha çıkamaz! Daha geçen hafta iki arkadaşımızı verdik!" dedi İsmail ağabey, gözleri öfke ve acıyla doluydu.
"Dikkat ederim komutanım..."
"Lan koyarım dikkatine Baran! Oraya kimi gönderdiysek dönmedi! Dönmedi diyorum!"
"Ağabey, bırak... Yerine ben gideyim. Sen daha yeni kavuştun Emel yengeme..." dedi Yiğit Alper. Ama gözlerinde saklayamadığı korkuyu görünce başımı iki yana salladım.
"Onaylıyorum görevi ağabey. Gerek yok kimseye."
"Baran... Çıldırtma beni. Bu planı biz düşündük, ama sonra vazgeçtik hatırla oğlum!"
"Demek ki Yüzbaşı duymuş planı, ağabey... Artık çok geç."
"Alparslan'ı tutarsam var ya... namert olayım!" dedi Tansu, yumruklarını sıkarak.
"Tamam, sakin olun..." dedim zor yutkunarak, Emirhan’a dönerken. "Görev ne zaman?"
"8 Nisan..." dedi Emirhan, sesi titreyerek. "Yarın yani..."
"Yarın ha..." dedim, gözlerim dolarken.
"Sıkma canını, ben Baturay Yarbay’la konuşacağım," dedi Tansu, elini omzuma koyarken.
"Bu sefer tüm time bulaşır. Bırakın gideyim işte..." dedim sessiz ama keskin bir kararlılıkla.
"Lan oğlum!" diye patladı Göktürk. "Göz göre göre kardeşimizi ateşe atana mı boyun eğeceğiz? Yapma Baran!"
"Başka çözüm yolu yok ama!" dedim.
"Elbet vardır Baran Boran! Benim asabımı bozma!" diye bağırdı Göktürk, kolumdan sertçe itip uzaklaştı. Tansu da başını sallayarak onayladı onu.
"Alparslan Üsteğmen gelmeden... Kimse kılını kıpırdatmayacak beyler. Özellikle sen Baran!"
Tam o anda nöbetçi asker baş selamla kapıda belirdi.
"Komutanım, ambulans geldi. Sağlık görevlilerini doğrudan buraya yönlendiriyoruz."
Tansu derin bir nefes alıp yorgun bir bakışla başını salladı.
"Yönlendir koçum, biz kimseyi kurtaramıyoruz bu bataktan bari onlar kurtarsın şu çocuğu..." dedi, sesi çatallaşmış, yorgun ve bıkkındı.
☆☆☆☆
OYLAMA VE YORUM BEKLİYORUM LÜTFEEEN ❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |