87. Bölüm
Bozkurt Pençesi / Yarım Kalan Sigara / Bölüm 80 : Canımı Yakıyorlar ❤️‍🔥😔

Bölüm 80 : Canımı Yakıyorlar ❤️‍🔥😔

Bozkurt Pençesi
bozkurt.pencesi

Emir Kaan Yılmaz’dan…

Doktor görüşmesinin ardından elime tutuşturulan dosyalarla karakolun kapısından içeri girdim. Koridorda selam veren askerlerin selamlarını dahi almadan, donuk bakışlarla tim odasına yöneldim. Her adımım betona vurulan soğuk bir ses gibi yankılanıyordu. Ama içimdeki yangınlar bir konuşsam, ne dağ bırakırdı ayakta, ne de yıkılmadık insan...

 

Göktürk, Tansu Asteğmen ve Yiğit Alper’in beni görüp bir şeyler söylediklerini duydum ama hiçbirine aldırış etmedim. Sadece demir dolabımı açıp içinden valizimi çıkardım. Parmaklarım titreyerek üniformalarımı ve kıyafetlerimi yerleştirmeye başladım.

 

Tam o anda, elimi kavrayan bir el hissettim. Başımı kaldırdığımda Tansu Asteğmen’in endişeyle bana baktığını gördüm.

 

“Kardeşim… iyi misin? Niye cevap vermiyorsun?” dedi. Sesi hem yumuşak hem de çaresizdi.

 

Sadece “İyiyim…” diyebildim, sonra tekrar dolabıma yönelip kıyafetlerimi doldurdum ve valizi kapattım. Sırt çantama bilgisayarımı ve belgelerimi koyduktan sonra, gözüm Atalay Komutanım’dan kalan bağlamaya takıldı. Sonunda yere oturup onu elime aldım. İçim öylesine yanıyordu ki, sanki ölüm bedeni artık kabullenmişti.

 

“Ben buna ne zaman küsmüştüm, anlattım mı size?” dedim, gözlerim dolu dolu onlara bakarken.

 

Tansu Asteğmen başını salladı.

“Anlattın kardeşim…”

 

“Atalay Komutanımın emanetleri hâlâ evdeki dolabımda duruyor…”

 

“Onları sana bırakmıştı çünkü, Emir’im…”

 

“En sevdiği türküyü hatırlayanınız var mı?”dedim, aniden...

 

Derin bir sessizlik oldu. Hepsi boş bakışlarla bana bakınca, buruk bir gülümseme kondurdum yüzüme.

“Şimdi siz hatırlamazsınız gerçi… Ben bu time ondan sonra geldim…” dedim, burnumu çekerek. Acımı gülüşümle bastırmaya çalışıyordum. Onlarda farkında olduğu için,sakinleştirici de aldığımı bilerek, ruh halime ayak uyduruyorlardı .

 

“Çalayım mı size?” diye sordum kaşlarım kalkarak.

 

“Çal kardeşim…” dedi Göktürk, başını sallayarak.

 

Gülümseyerek bağlamayı elimde tıngırdattım; ardından türkünün ezgisine kapıldım. Parmaklarım tellerin üzerinde dans ederken, Tansu Asteğmen yanıma çöktü ve sırtını dolabıma yasladı.

 

Ah… bir Ataş Ver türküsü… Hepimizi yakan, içimizi birden kavuran bir türküydü.

 

Derdim gözlerimden taşarken, saz da sanki benimle beraber gözyaşı döküyordu…

 

“Ah, bir Ataş Ver…

Cigaramı yakayım,” dedim, sesi boğuk, kelimeler hıçkırıklarla karışık.

 

Gözlerim yere dalıp giderken, İklim’in bana olan o masum gülüşü aklıma geldi ve gözlerimi sıkıca kapattım.

 

“Sen sallan, gel… ben boyuna bakayım,” diye söyledim yanık yanık, hem kendi kendime hem de o an hissettiğim çaresizliğe…

 

“Uzun olur… gemilerin… direği…”

 

Başımı kaldırınca Baran’ı gördüm. Başını kapıya yaslamış, yere bakıyordu; gözlerinden sessiz bir hüzün akıyordu. Buruk bir gülümsemeyle devam ettim:

“ Ah çatal olur… efelerin yüreği…”

 

Sazın tınıları yeniden yükseldiğinde başımı yere eğdim. İç çekişler, boğuk yutkunmalar etrafı dolduruyordu; onların da ağladığını anlamıştım. Gözyaşları, türkünün her notasında sessiz bir ortak acıya dönüşüyordu.

“Ah, vur ataşı… Gavur sinem kor yansın…”

 

Alparslan Üsteğmen’in sesi de bana eşlik ediyordu. Titreyen sesimle türküyü devam ettirdim:

“Arkadaşlar…

Uykulardan uyansın…”

 

Saz ellerimde adeta içimizdeki yangını hissetmiş gibiydi, her tınıda daha da ağlıyordu.

 

“Uzun olur…

Gemilerin direği…”

 

Bu kez hepimizin sesi birleşmişti. O an, odadaki herkesin kalbi türkünün ritmiyle çarpıyor, ortak bir acı ve özlemle doluyordu:

“Ah, çatal olur…

Efelerin yüreği…”

 

Başımı kaldırdığımda, göz bebeklerinin titrediğini gördüm. Her biri kendi sessiz acısıyla oradaydı, ama aynı zamanda birbirine tutunuyordu.

 

“Uzun olur…

Gemilerin direği…

Ah, çatal olur…

Efelerin yüreği…”

 

Saz sustuğunda gözlerimi Alparslan Üsteğmen’e kaldırdım. O an buruk bir gülümseme dudaklarımda belirdi; ama gözlerimdeki ıslaklık, içimde hâlâ yanmakta olan ateşi ele veriyordu.

 

Atalay Komutanım ne çok severdi, değil mi Alparslan ağabey?” dedim, gözlerim dolu dolu. O an bakışları beni yakaladı; içimden geçirdim: Ağabey dedirtirdi Atalay Komutanım olsa ona…Rütbe değil, yürek konuşsun diyen bir adamdı ikisi de her zaman...

 

Alparslan Üsteğmen gözlerini sildi, sessizce başını salladı. Ben elimdeki saza döndüm, parmaklarım tellerin üzerinde titriyordu.

“Biraz daha ağlaması lazım… sönmedi yangınım,” dedim boğuk bir sesle. Alper, dudakları titreyerek odadan çıktı. Tansu Asteğmen sigarasını yakmış, bana bakıyordu; gözlerinde sessiz bir anlayış vardı.

 

“Ciğerinize ciğerinize köz basayım diyorsun yani, Emir’im,” dedi.

 

Başımı salladım, derin bir nefes aldım. Baran, dizlerinin arasına gömdüğü başını kaldırdı ve boğuk bir sesle,

“Akıt zehrini… seni yakan bizi de yaksın, kardeşim…” dedi.

 

Gülümseyerek sazı tıngırdattım ve Alparslan Üsteğmen’e baktım.

“İzin var mı, ağabey?”

“Çal, canımın öbür yarısı… çal, efelerin efesi…Gözde yüreğimi söktü, sende ciğerimi dağla...çal...”

 

Türküyü çalmaya başladım. Sazın her tınısı, odadaki sessizliği derinlemesine sarıyordu. Tansu Asteğmen gülümsedi ama gözlerinden yaşlar süzülüyordu; Alparslan Üsteğmen sigarasını yakıp paketi Baran’a attı:

“Yakın birer tane. Cigeriniz, nefes alsın...”

 

Başımı eğip türküye daldım:

 

“İki keklik bir kayada ötüyor…”

 

Sesim beklediğimden daha yanık çıktı. Gözlerimi kapattım; aklıma Azra’nın küçüklüğü geldi. Ardından İklim’in bana süzülen narin bakışları…

 

“Ötmede keklik, derdim bana yetiyor

Aman, aman, yetiyor

Ötmede keklik, derdim bana yetiyor

Aman, aman, yetiyor…”

 

Sazın tellerinde ellerim titriyordu. Her notada içimdeki yangın daha da büyüyordu. Odayı sigara kokusuyla yükselen dert nağmeleri ve göz yaşları sarmalamıştı. Okuduğum iki türkünün de anlamına ben hayatımı katarak okurken, onlar da şahitlerim oluyordu.

 

“Annesine karada haber gidiyor

Annesine karada haber gidiyor…”

 

“Emir… sus… sus Emir,” dedi Baran, sesi yalvarırcasına. Gözlerim ona kaydı; ama türküyü tamamlamadan duramadım:

 

“Yazması oyalı kundurası boyalı

Yar benim, aman aman, yar benim…”

 

Her sözde içimdeki boşluk ve acı daha da derinleşiyordu.

 

“Sus Emir,” dedi Baran tekrar.

 

“Uzunda geceler, yar boynuma

Sar benim, aman aman, sar benim…”

 

Türküyü çalmaya devam ettim. Baran sazı elimden alıp boynuma sarıldı:

“Sus lan… sus… Kaydedemem ben seni, oğlum… Ben bir mezarla daha bakamam Emir… Yapma… yarama tuz basma…”

 

Tepki veremedim. Gözlerim akıyordu sadece. Konuyu değiştirmek istedim hemen bir yanım...Yenilmek istemedim, sol tarafıma...

 

“Kostak Ali Zeybeğini kimse bilmez… ben biliyorum ama,” dedim, titreyen sesimle içimdeki acıyı bastırmaya çalışarak birden...

 

“Atalay ile birlikte oynamıştık senle en son,” dedi Alparslan Üsteğmen, sesi de gözlerindeki yaş kadar kırılgandı.

 

O an, odadaki sessizlik ve türkünün yankısı, hepimizin yüreğine saplanmış bir acı gibi duruyordu. İçimizdeki yangın, sessiz gözyaşlarıyla birlikte odanın duvarlarına sinmişti.

 

“Atam da çok severmiş Zeybeği… Hele ki ‘Ah bir ataş ver’ türküsünü öyle bir söylermiş ki… herkes dönüp bakarmış Komutanım,” dedim, sesim ince bir tel gibi titrerken Alparslan Üsteğmen’in gözlerine baktım.

 

“Ona ne şüphe…” dedi derin bir iç çekerek. Sesinin boğukluğu, içindeki yara gibiydi.

 

Baran’ı omuzlarından tutup hafifçe geri çektim.

“Çakal Çökerteni sen güzel oynarsın…” dedim. O an Baran’ın dudaklarından bir hıçkırık koptu; derin bir nefes alıp gözlerimi sildim.

 

“Ben belki yaşamam…” dedim, dudaklarım titrerken. “Sinir sistemim, kalbimi çok zorlamaya başlamış. Son kez birlikte sizinle eğlenir miyiz? Toplanalım bir yerde… herkes gelsin ailesini alıp… Seninle son kez Köstek Ali Zeybeği oynarız değil mi Alparslan ağabey?”

 

Alparslan Üsteğmen, gözlerini kaçırmadan bana baktı. Sesi çatlamıştı:

“Oynarız aslanım… Oynamaz olur muyuz? Ama biz bu gün Mısır’a gidiyoruz… Geldiğimizde… seninle karşılıklı oynayacağız tamam mı?”

 

“Buldunuz mu panzehirimi?” dedim sesim titreyerek.

 

Emirhan başını ağır ağır salladı:

“Bulduk kardeşim… bulduk çok şükür… Sevdiğinle… yaşayacaksın sen…”

 

“Mesleğimi aldılar ama bugün…” dedim, üstümdeki üniformayı sıkarak. Parmaklarımın arasında kumaş değil, yıllarım, onurum, nefesim vardı sanki.

 

“Geri dönersin be paşam, iyileştin mi yerin hazır…” dedi İsmail ağabey, sesi titrerken.

 

“Alırlar mı?” dedim, gözlerim Baran’a kayarak.

 

“Senin gibisini almayıp da kimi alacak bu teşkilat?” dedi Baran, dudaklarının kenarındaki zoraki bir gülümsemeyle.

 

Tansu Asteğmen de elimi tuttu. Avuçlarının sıcaklığı bir anlık teselli gibi geçti içimden:

“Senin gibi yiğidi kim bulup da istemez Emir’im…” dedi.

 

Gözlerim akarken gülümsedim. Bir anlık sessizlik çöktü odanın içine, nefeslerimiz bile ağırdı.

 

“Baba… Baba olurum belki ben de…” dedim kısık bir sesle.

 

Alparslan Üsteğmen kollarını omuzlarıma doladı, beni göğsüne çekti.

“Sen… sadece evladının değil, binlercesinin manevi babası oldun aslanım…” dedi. Sesi de, sarılışı da titriyordu. “Kalk şimdi… karın bekler seni…”

 

Odada kimse konuşamadı. Herkesin gözü doluydu; bir tek saz konuşmuştu oysa dakikalar önce, sonra da bir ömür, bir kaderin kurbanına susmuştu.

 

“Olur da yine bana bir şey olursa… onlara iyi bakın, olur mu?” dedim, sesim çatlayarak.

 

Hepsi bir anda kollarını açtı, sarıldılar bana. Aralarına aldılar, nefesleri bile titriyordu. Göktürk’ün sesi boğuk, dudakları titreyerek çıktı:

“Nefesin nefesimiz, emanetlerin emanetimizdir kardeşim…”

 

“Ama yaşayacaksın, inat edeceksin ağabey. Bu timin en küçüğü benim, unutma… Sen olmazsan, ezer bunlar beni,” dedi Yiğit Alper. Sesi titriyordu ama gözleri kararlıydı. Başımı çevirip ona baktım; gözlerimiz buluştuğunda içimde bir şey düğümlendi. Başımı yavaşça salladım, “tamam” der gibi.

 

Tam o sırada arkadan gelen tanıdık bir ses o sessizliği yırttı.

“Evlatlarım bensiz mi ağlıyor? Açın bakalım kollarınızı, ben de sarılayım size,” dedi Baturay Yarbay, o gür ama sıcak sesiyle.

 

Başımı kaldırıp ona bakınca dudaklarımın kenarına buruk bir gülümseme yerleşti. O da kollarını açıp aramıza daldı.

“Aslan evlatlarım benim…” dedi, sesi çatlayarak.

 

O an, hepimiz tek nefes olmuştuk. Baturay Yarbay’ın eli enseme konduğunda içimde bir sıcaklık yayıldı; sanki yılların ağırlığı o dokunuşla hafiflemişti. O an birkez daha anladım ki… insan ölmekten değil, arkasında böyle delicesine seven yürekler bırakmaktan korkuyormuş.

___

İklim Yılmaz’dan

Emir Kaan eve gelmeyince uyku girmemişti gözüme. Aradığımda da yalnızca mesaj atıyor, uzun süre geri dönmüyordu. Derin bir iç çekip odamıza girdim. Önceden onun odası olan bu yer artık ikimizindi. Öyle güzel bir yol kat etmiştik ki… Onunla her günüm ayrı özel ve değerliydi.

 

Yatağına uzandım, ama huzur bulmak imkansızdı. O gelene kadar uyku haram gibiydi bana. Duvar saatine baktığımda gecenin iki olduğunu gördüm; gözlerimi devirdim.

 

“Ben nasıl dayanmıştım acaba… onun haftalarca gitmesine ve dönmemesine?” diye mırıldandım kendi kendime. Saatler ilerlemiyor, her dakika ayrı bir sızı gibi geçiyordu.

 

Tekrar doğrulup dolabına yöneldim. Dolabını açtığımda gördüğüm manzara başka bir dünya gibiydi: 3 gömlek, 2 üniforma, 2 takım elbise… Giyimi oldukça özenliydi, ama çok fazla kıyafeti olmayan biriydi. Diğer kapağı açtığımda ise Beşiktaş formasıyla karşılaştım; yalnızca bir tane, ama üstünde imzalar vardı ve oldukça eski görünüyordu.

 

O formaya dokunurken, geçmişteki bir anıya dokunuyormuşum gibi titredim. Her dikişi, her imza, onun hayatına dair küçük bir ipucu veriyordu.

 

Ardından çekmecesini açtım. İçinde iki parfüm, bir deodorant ve yan yana duran iki saat vardı. Saatlerden birinin camı paramparçaydı; kırık camın kenarları ışığı keskin kırıklarla yansıtıyordu. Elim, saatlerin yanındaki kırmızı kadife kutuya gitti. Kadife kutu, dokunduğunuzda hem yumuşak hem de ağır bir anlam taşıyor gibiydi. Kutuyu açtığımda içinden Bozkurt simgeli bir yüzük ve bir askeri künye çıktı. Üstünde kurumuş kan lekeleri vardı; askeri künye, geçmişin ve kaybın soğuk izlerini taşır gibi parlıyordu.

 

İsimliği okuduğumda kaşlarım istemsizce çatıldı:

 

“Atalay Demirci”

 

İsim gözlerime kazındığı an, sanki boğazıma düğüm oturdu. O sırada arkamdan gelen tok bir sesle irkildim:

 

“Ayıp oluyor ama öğretmen hanım… ben sizin dolabınızı mı karıştırıyorum?”

 

Sesin sahibi Emir’di. Kalbim küt küt atmaya başlamıştı, panikle künye elimden kayıp yere düştü. Metalin zemine çarpışı, odanın sessizliğinde yankılandı. Emir’in yüzündeki o neşeli gülümseme, saniyeler içinde silinip yerini sert, ciddi bir ifadeye bıraktı. Adımları hızlı, bakışı keskinleşmişti. Yere eğilip künyeyi alıp, kutuyu da elimden çekti.

 

“Biraz, dikkat ol! Normal künye değil bu… Şehit künyesi İklim,” dedi. Sesindeki titreme, kelimelerin ağırlığını hissettiriyordu.

 

Suçlulukla bir adım geri çekildim, ellerim hâlâ hafifçe titriyordu:

“Özür dilerim… Sadece bakmak istemiştim…”

 

Gözleri dolarken, Emir, derin bir nefes aldı, gözleri kısa süreliğine karardı. Nedensizce gözlerinde ki kıvılcım korku veriyordu.

 

“Bak ama düşürme İklim… Komutanımdan kalan son hatıralar bana bunlar… Sıradan eşya değiller.”

 

Gözlerim doldu. Kalbim, onun sesindeki sızıyı taşıyamayacak gibiydi.

 

“Özür dilerim Emir… yemin ederim zarar vermek istemedim…” dedim, sesim titrerken. Onu ilk defa bu kadar sert ve daha kırılgan bir anda görüyordum.

 

Dudağım titrerken yaptığımın suçluluğu ile göz yaşlarım istemsizce akmaya başladı.

 

Gözlerimden taşan yaşı fark etmiş olacak ki yumuşadı. Omuzları gevşedi, bakışı eski şefkatine dönmeye başladı...

 

“Ağlama güzelim… Sert çıkıştım, özür dilerim… ama emanet onlar bana.”

 

 

Başımı daha da eğdim, boğazım düğümlenmişti, kelimeler ağrıyla boğazımda kaldı.

 

“Karıştırmak istemedim, sadece bakmak istedim… Kötü bir niyetim yoktu, yemin ederim,” dedim.

 

Yüzümü ellerinin arasına alıp başımı kaldırdı.

 

“Biliyorum, ben ağır tepki verdim. Özür dilerim güzelim...Hassasiyetimin yüksek olduğu şeylerde kendimi zor frenliyorum,” dedi.

 

 

“Ben...senin künyen zannettim bir an...ondan hani...baktım. Normalde asla huyum değildir, gerçekten Emir,” dedim, onun beni yanlış anlamasından korkarak.

 

“Kurban olurum sana,” diyerek sarıldı. Sarılışı, hem teselli hem de geçmişin ağırlığını taşıyan bir ritüel gibiydi. “Atalay Komutanım benim ilk tim komutanımdı, güzelim… Ondan hassasım, özür dilerim.”

 

“Ne oldu ki ona?” diye sordum korkuyla, sesim titreyerek.

 

 

Bakışlarını uzak bir noktaya dikti, sesi ağırlaştı:

“Pusuya düştü… EYP’ye bastı. Kurtarılacak halde değildi.”

 

“Ama ailesinin, elinde olması gerekmez mi bu hatıraların Emir? Niye...sende ki bunlar?”

 

Başını iki yana salladı, gözleri dalıp gitmişti:

“Yoktu… Bizden başka ailesi yoktu...Yetimhanede geçmiş çocukluğu. Babam gibiydi o benim…Hatta babamdan öte. O kadar iyiliğini gördüm ki, o olduğunda sırtımı sıvazlaması yetiyordu nefes almama. Kimseye ezdirmezdi beni... 'Bu benim, küçük kardeşim' derdi herkese, benden bahsederken... Ağabeyim yaşındaydı ama baba şefkatindeydi. Sonra aldılar onu işte bizden... Bir görsen...Paramparça olmuştu cesedi… Tek tek topladık, yanmış parçalanmış cesedini...Koskoca Atalay Komutan’dan, 110 kiloluk adamdan, 45 kilo naaşı çıktı sadece…Onun şehadetiyle de zaten timini dağıttılar. Alparslan Üsteğmen olmasa...Sınırdan gelmezdim ben. Eski arkadaşlarımın hepsi sınır dışında...”

 

Sözlerinin ağırlığı boğazımı düğümledi, yutkunamadım. O an, onun acısının derinliğini ilk defa iliklerime kadar hissettim.

 

“Başın sağ olsun…” dedim titreyerek.

 

Emir’in gözleri dolu doluydu, ama dudakları dik durmaya çalışıyordu.

“Vatan sağ olsun…”

 

O an odada yalnızca iki nefes vardı; biri geçmişin yarasıyla ağır, diğeri o yaranın sessiz tanığı olarak titreyen…

 

“Özür dilerim tekrar, kötü bir niyetim yoktu…” dedim suçlulukla.

 

Emir gülümseyip sarıldı. Kollarının arasında sığınacak bir liman bulmuş gibiydim.

“Biliyorum güzelim…” dedi, sesi yumuşacık.

 

Başımı kaldırıp gözlerine baktım.

“Sen… niye geciktin Emir?”

 

Omuzlarını silkti, yüzünde yorgun ama huzurlu bir ifade vardı.

“Karakolda işlerim uzadı güzelim… o yüzden…”

 

“Yemek yedin mi, aç mısın?” diye sordum hemen, alışkanlıkla.

 

Kafasını iki yana salladı.

“Yeme fırsatım olmadı güzelim…Aklıma da gelmedi ne yalan söyleyeyim yemek yemek!”

 

Sözleriyle dudaklarımda küçük bir tebessüm belirdi.

“O zaman ben hatırlatayım aklına! Yemek yapmıştım, ısıtayım sana, onu yersin…” dedim sevinçle.

 

“Zahmet etme güzelim, uyuyalım.”

 

“Uyuruz yine, aç aç uyuma, hadi!” diyerek elinden tuttum ve mutfağa doğru çektim. Gülüşü evin içinde yankılandı, bütün yorgunluğunu alıp götürür gibiydi.

 

Dolabı açıp tencereden çıkardığım dolmayı ocağa koyarken ona döndüm. Sandalyeye oturmuş, sessiz sessiz gülümseyerek beni izliyordu. Gözleri o kadar sevgi doluydu ki kalbim hızla çarpmaya başladı. Başımı yana eğip kıkırdadım.

“Niye öyle bakıyorsun?”

 

Elini uzattı, parmaklarını bileğimde hissettim. Hafifçe çekerek beni dizine oturttu.

“Karım benim… güzel karım…” diyerek boynumdan bir öpücük kondurdu. Tenime yayılan sıcaklığıyla gözlerimi kapattım, sonra gülümseyerek geri çekilip ona baktım.

 

“Bağımlılık yapan bir yanın var…”dedim şaka yollu, ama kalbimin söyledikleri de gerçekti.

 

Kaşlarını kaldırdı, gözleri ışıldadı. Kahkahası mutfakta yankılandı.

“O nasıl oluyormuş öyle, öğretmen hanım?”

 

“Onu sana sormak lazım…” dedim, gözlerimin içine bakarken dudaklarımı ısırarak.

 

Başımı iki yana salladı, gülümseyerek alnımı öptü.

“Karıma çekmişimdir… malum, onsuz nefes alamıyorum.”

 

 

“Özledim…” diyerek boynuna sarıldım. Kalbim göğsüne yaslandığında bile hızını hissettiriyordu. O da sıkıca sarıldı, sanki bırakırsa yeniden kaybolacakmışım gibi.

 

Başını saçlarımın arasına gömdü.

“Bana daha cesur yaklaşmaya başladın… utangaç yanınızı sınıfta mı bıraktınız öğretmen hanım?” dedi alaycı ama sevgi dolu bir gülüşle.

 

Omzuna başımı yasladım, yüzüm kızarmıştı.

“Hemen utandırma sen de ama…” diye mırıldandım.

 

Gülerek çenemi hafifçe kaldırdı, gözlerime baktı.

 

“Şaka yapıyorum bebeğim…” dedi fısıltıyla. Dudaklarının kenarında ince bir tebessüm belirmişti. Yanağıma küçük bir buse bırakıp, yanağımı okşadı.

 

“Ben de seni çok özledim…”

 

O yüzüme doğru yaklaşırken yakınlaşmamızı ocaktan gelen ses bölmüştü.

 

“Yemeğin ısınmış, yemeğini hazırlayayım ben sana…” dedim, telaşla kollarından ayrılıp.

 

“Hıhım ısınmış… pembiş pembiş olmuş yanakların.” dedi gülerek.

 

Gözlerim büyüdü, ellerim hemen yüzüme gitti.

“Ciddi misin Emir?”

 

Başını yana eğip bana bakıyordu bir de hayran hayran süzerek, tekrar dizlerine oturtup...

“Utanınca o kadar güzel oluyorsun ki…”demesiyle, beynim organlarıma adrenalin sinyallerinin zararını yüreğime yüreğime yolluyordu.

 

“Yapma şunu…” diyerek dizlerinden kalktım zorla dahi olsa, yanaklarımın ateşiyle ocağa yöneldim.

Tencereden çıkardığım sarmaları özenle tabağa aldım, yanına da dolaptan yoğurt koydum. Önüne koyarken sesim yumuşaktı, ama hala yüzüm yanıyordu.

 

“Ekşisi bol, sevdiğin gibi yaptım.”

 

Kaşığı eline alırken gözlerindeki memnuniyet yüzüne yansıdı.

“Ellerine sağlık güzelim.”

 

“Sen yemeğini ye… ben de pijamalarımı giyip geleyim olur mu?” dedim elimi koyacak tezgah ararken...

 

Başını iki yana salladı. O ise benim garip hallerimden habersizce yemeğine devam ederken.

“Direkt uyu istersen güzelim… uyku saatini geçti zaten.”

 

Omuzlarımı dikleştirip ciddi bir sesle karşılık verdim:

“Emir… seninle uyuyacağım dedim sana, uzatma. Hadi yemeğini ye.”

 

Gülüşü yayıldı yüzüne, kaşığı ağzına götürürken bana baktı.

 

“Çok güzel olmuş senin gibi… eline sağlık güzelim.”

 

“Afiyet olsun.” dedim gülümseyerek.

 

Hızla odaya yönelip kısa şortlu pijama takımımı giydim, saçlarımı tokadan kurtarınca omuzlarıma döküldü. Sanki bütün günün yorgunluğu üzerimden kayıp gitmişti; böyle rahatlamayı tarif etmek mümkün değildi. Parmaklarımla saçlarımı karıştırıp açtıktan sonra mutfağa yöneldiğimde Emir’in tabağını çoktan bitirdiğini gördüm. Bir de yetmezmiş gibi bulaşık makinesine tabağını dahi koyduktan sonra beni, yormamak içinde eline bez alıp bir de masayı silişi yok mu ? O kadar naif ve tatlıydı ki... Mümkün değildi, bu kadar ince düşünceli birinin bu dünyadan oluşu...

 

“Bitirmişsin…” dedim dudaklarımı tatlı bir şekilde büzüp ona yaklaşırken.

 

Başını bana çevirip güldü. Ellerini yıkayıp kuruladıktan sonra yanıma doğru yanaştı.

“Bitirdim canım, ellerine sağlık...Çok güzel olmuştu.”

 

Bir an da gelen çocuk olma perileri ile saçlarımı önüme atıp ona gösterdim.

 

“Bak...Saçlarım uzamış!”

 

Kaşlarını hafif kaldırıp bana doğru birkaç adım attı. Gözlerinde tatlı bir parıltı vardı.

“Benim bebeğimin saçları mı uzamış?” dedi, parmak uçlarıyla saç uçlarıma dokunarak.

 

"Sen saçlarını kestirmişsin ama," dedim, ellerimle saçlarına dokunurken. Tam o anda ani bir şekilde beni kucağına almasıyla küçük bir çığlık çıkardım; refleks olarak eliyle ağzımı kapatıp beni tezgâha oturttu.

 

"Güzelim, sakin… Azra var evde," diyerek gülümsedi. Tam o sırada Azra’nın sesi duyuldu.

 

"Yenge, iyi misin?"

 

"Beni görünce korktu güzelim… Bir şey yok, uyu sen," dedi Emir, sakinleştirici bir tonda. Gözlerim şaşkınlıkla büyüdü; kalbim hızla atmaya başladı.

 

Elini ağzımdan çektiğimde kaşlarımı çatıp ona baktım.

 

"Niye yalan diyorsun?"

 

"Doğrusunu söylesem yanlış anlardı, güzelim," dedi sessizce.

 

"Off, Emir Kaan ya!" diyerek gözlerimi devirdim ve kollarımı kollarına doladım. O an hem sinirlenmiş hem de onun o sıcak, koruyucu hâlini hissetmekten kendimi alamamıştım.

 

“Adımı uzatmasan güzelim...”

 

“Sinirlendirme o zaman.” dedim, kaşlarımı çatarken.

Bir şey söylemedi, yalnızca kollarımı yavaşça çözüp ellerimi boynunda birleştirdi. Bedenlerimiz birbirine yaslanmıştı artık, nefesleri birbirine karışan iki yorgun kalp gibiydik.

 

“Emir, ne yapıyorsun?” dedim, sesim hafifçe titreyerek.

 

“İklim’im…” dedi, sesi o kadar kırıktı ki içimde bir şey çatladı sanki.

 

“Emir…”

 

Başını boynumun girintisine yasladı. Nefesinin sıcaklığı tenime değdiğinde kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu.

 

“Çok yoruyorlar Emir’ini…” dedi kısık bir sesle. “Çok canımı yakıyorlar…”

 

Sustum. Sadece parmaklarımı sırtında kenetledim, gitmesine izin vermez gibi.

 

“Emir…” dedim neredeyse fısıltıyla.

 

“İçimdeki çocuk çok ağlıyor güzelim…” diye devam etti. “O kadar çok yakmışlar ki canımı… bir tek senin yanında susuyor kafamdakiler. Bir tek senin yanında huzur buluyorum…” dedi Emir; sesi çatallandı.

Sanki boğazına koca bir taş oturmuş, kelimeler dişlerinin arasından zorla dökülüyordu.

 

Elimi usulca uzatıp parmaklarımı yanağına koydum; gözlerindeki o karanlık, gölgeli bakışı araladım.

“Kim yakıyor canını Emir…” dedim titreyen sesimle; bu soru meraktan çok, içimdeki korumak isteyen yanın çığlığıydı.

 

Başını yana çevirdi, dudaklarının kenarı kasıldı.

Bir çocuk gibi susmaya çalıştı ama gözleri ele veriyordu; sızısı gözbebeklerinden taşıyordu.

“Her şey… aldığım her nefes… yoruldum artık… yıkılmak üzereyim…”

 

Avucumu yanağına daha da bastırdım, parmak uçlarım titrese de yüzünü nazikçe kaldırdım gözlerime.

“Yaslan bana o zaman…İzin ver, yaralarını görmeme... biraz da ben taşıyayım seni…” dedim fısıltıyla.

 

Gözlerini yere indirdi, dudakları kımıldadı, sesi bir bıçak kesiği gibi derinden geldi:

“Beni bitiren, seni diri diri öldürür be gülüm…”

 

Ben ise dudaklarımı araladım, gözlerim onunla bir oldu:

“Sen nefes aldığın sürece… bana ölüm dahi yanaşamaz Emir… o kadar güvendeyim yanında…”

 

Birden gözlerindeki buz kırıldı, sarılışı fırtınadan kaçan birinin sarılışıydı.

 

“Ya olur da… Emir’ini senden alırlarsa…” dedi sesi neredeyse nefes gibi, bir dua gibi.

 

Ben ellerimi onun avuçlarının içine aldım, parmaklarımı kenetledim. Gözlerime bakarken titriyordu.

“Benim tanıdığım Emir… sözlerini son nefesine kadar tutar. Ne beni verir kimselere, ne benden gider…” dedim, sesim yumuşak ama içim demir gibi.

 

Gözlerindeki korku kabarıp dudaklarına vurdu:

“Alamazlar değil mi…”

 

Başımı salladım, avuçlarımı yüzüne koydum:

“Alamazlar… benim tanıdığım adam izin vermez; ölüm dahi olsa benden ayrı kalmaya…”

 

Dudakları titredi, başını göğsüme yasladı, sesi bu sefer fısıltıyla ama daha derin geldi:

“Ölümden korkmuyorum… sensizlikten korktuğum kadar be güzelim…”

 

Onu daha da sıkı tuttum, nefesimi saçlarına bıraktım.

“Bu yüzden benim içim rahat… sende rahatla… beraber taşıyalım yüzümüzü Emir…”

 

Bir an başını kaldırdı, gözlerimin tam içine baktı; bakışları hem şaşkın hem hayran:

“Başıma nasıl geldin sen be güzelim… nasıl bir şans ile bu kadar bahtsız ve kadersiz adama denk geldin…”

 

Ben gülümsedim, gözlerim doldu, başımı yana eğip alnımı onun alnına yasladım:

“O ‘kadersiz, bahtsız’ dediğin adam… benim kaderimi aydınlattı ama…”

 

"Kaderimin en güzel yargısısın, öğretmen hanım...Bu adam seni...ya ilerde bir gün...pişman ederse..." dedi, parmak uçlarıyla yanağımı okşayarak.

 

"Üzülmemi isteyecek en kişi dahi değilsin Emir...Seninle hayatım güzelleşti benim. Göz yaşıma kıyamayan adam, beni pişman edemez ki..." dedim fısıltıyla, kalbim boğazıma kadar yükselmişti sanki.

 

Gözlerimin içine baktı.

"Sen olmadan...nasıl yaşıyormuşum bunca zamandır ben be güzelim..."

Sesi, içinde hem hayranlık hem pişmanlık taşıyan bir yankı gibiydi.

 

"Aynı soruyu ben de kendime çokça soruyorum." dedim, kelimeler dudaklarımdan dökülürken bile gülümsüyordum.

 

"Senin yanındayken her şeyi unutuyorum..." dedi yavaşça.

O an ellerimle yüzünü sardım, parmaklarımı saçlarının arasına geçirdim.

"Ben de..." dedim, içten, sade ama her şeyimi vererek.

 

Bir anlığına gözleri parladı, işte; ulaşmam gereken Emir’di bu. O yorgun, içi kanayan ama kalbi hâlâ sevgiyle atan adam…

 

"Kocanı bu gece sen uyutsan..." dedi, yorgun ama çocuksu bir gülüşle.

 

Gülümseyip başımı tezgâha çevirdim.

"Önce tezgahtan inmem gerekiyor..." dedim, hâlâ kollarının arasında sıkı sıkı sarılmış olduğum için hafifçe kıpırdanarak.

 

"Sarıl omuzlarıma, yatağımıza gidelim... sonra sen de beni uyutursun."

 

"Yorgunsun Emir... kucağına alıp durma beni," dedim, ama o, çoktan beni kendine çekmişti bile.

 

"Elli kilosun güzelim..."

 

"Yine de ağırım," dedim, onu mutfaktan çıkarken ikna etmeye çalışarak.

"Tüy gibisin," dedi, gülümseyerek ve o hafif gülümsemeyle odamıza geçmiştik.

 

Ona mahcup mahcup bakarken, yatağa dikkatle bedenimi bıraktım. Ardından üstünü değiştirmek için dolabına yöneldi, derin bir nefes aldı. Ama her hareketi yorgunluğunu ayrı ayrı ele veriyordu; adımlarında, bakışında, omuzlarında… ağır bir günün izleri vardı.

 

Banyoya gidip üstünü değiştirip geldiğinde, yanıma uzandı; ben kolumu açınca, gülümseyerek başını koluma koyup sineme sokuldu.

 

Kısa saçlarına hafif bir buse bıraktım, başını geriye çekti ve gözlerime baktı.

 

"Baran ile Emel’in bebeğine forma aldım bugün, biliyor musun?" dedi aniden, sesi heyecanla titreyerek.

 

"Ne forması?" diye sordum merakla.

 

"Beşiktaş… lisanslı aldım, hem de," dedi gururla, gözleri parlıyordu.

 

"Erken değil mi?" diye sordum hafifçe gülümseyerek.

 

"Baran şakaya vurdu ama bizim hayalimizdi… İleride böyle yavru kartallarla yan yana maça gidecektik. İkimizin imzalı tek forması var, yavru kartallarımıza da o zaman imzalatacaktık," dedi, gözlerindeki umut ve sevgiyi saklayamadan.

 

"Belki bizim de olur ilerde…" dedim, umutla...

 

"İnşallah, güzelim…" dedi iç çekerek, yanağıma doğru uzanıp küçük bir öpücük kondurdu gözleri dolarak bana bakarken. Nedenini tam olarak bilmesem de, bebek konusu ne zaman açılsa, Emir’in sesi daha duygusal, daha derinden geliyordu.

 

“İnşallah sana benzer ama,” dedim saçlarını okşayarak. Çünkü emindim; bebeğimiz, herkesin hayran olacağı bir babaya sahip olacaktı. Emir’in merhameti, çevresinin sevgisini zaten kazanmasına yetiyordu.

 

Gözleri dolu dolu bana bakarken başını göğsüme yasladı.

 

“Annesine benzesin… Babasının kaderi çok aydınlık durmuyor,” dedi. Sesi titriyordu; bebek konusunu her açtığımızda biraz çekingenleşiyordu.

 

Kalbimin ritmini duymak ister gibi başını göğsüme yaslayınca, saçlarını öptüm ve kollarımı beline doladım.

 

“Annesininki de, babası sayesinde güzel ama ne yapacağız onu?” dedim muzip bir gülümsemeyle.

 

“Annesinin kaderine kurban olsun eşek sıpası, annesinin kaderi olmasa babası nereden bulacaktı annesini?” dedi ve ikimiz bir kahkaha patlattık.

 

“Alemsin Emir,” dedim gülümseyerek.

 

“Şu gülüşüne bin ömrüm olsa yakarım,” dedi, parmakları yanağıma dokunurken.

 

“Utandırma,” dedim tebessümle.

 

“Hoşuma gidiyor…” deyişiyle gamzesi ortaya çıkınca derin bir iç çektim.

 

“Niye bilmiyorum ama garip bir şekilde bizim ilk oğlumuz olacağını hissediyorum. Hem de sana benzeyen,” dedim gülümseyerek, başını yeniden göğsüme yasladı.

 

“Erkek olursa… annesini ben yokken korur, kollar, iyi olur neticede. Erkek evlat iyidir…” dedi, sesi yorgun ama yumuşaktı. Ama sesinde ki kırılmayı da yakalamamak imkansızdı.

 

Başımı hafifçe geriye çektim, gözlerine bakabilmek için.

 

“Herkes erkek ister, sen niye böyle isteksiz konuştun?” diye sordum şaşkınlıkla.

 

“Ben annesinin maskotu olacak bir prenses bekliyorum,” dedi, bakışlarını gözlerime dikerek.

 

“Gülünce dünyayı aydınlatan, yüreğine zerre kötülük değmeyen, saf… ve bir o kadar da masum bir peri kızı. Tıpkısı annesi gibi bir rüya perisi olsun...”

 

“Bebek olmadan babacı oldu bile bu sözlerle,” dedim gülümseyerek.

 

“Çok tatlı olur ama eminim ki…” diye fısıldadı.

 

“Bu kadar güzel ve özel olmayı nasıl başarıyorsun?” dedim, hayranlıkla yüzüne bakarken.

 

“Her gülüşüyle cenneti yeryüzünde vaat eden bir eşim var çünkü…” dedi, omzuma sarılıp saçlarımı usulca öperken.

 

Örtüyü üzerimize çektim, kalbim onun sıcaklığıyla dolmuştu.

 

“Uyu hadi… yorgunsun…” dedim alçak bir sesle.

 

“Saçlarımla biraz daha oynasana güzelim…” dedi gözlerini kapatırken. “Ruhum hafifliyor dokunuşunla…”

 

“Merhamet kokulum benim…” diyerek kısa saçlarının arasına ellerimi gezdirip tekrar öptüm saçlarını...öyle güzel kokusu vardı ki, cennet gibiydi bana...

 

“Kurban olurum sana…” diye mırıldandı.

“Uyu hadi… dinlendir, akıtıp yorma kahvelerini daha fazla,” dememle daha sıkı sarıldı ve yavaş yavaş uykuya teslim olmaya başladı, sinemde huzurla.

 

“Seni çok seviyorum,” dedi mırıldanarak.

 

“Ben de seni çok seviyorum… İyi uykular, tatlı rüyalar…” dedim, gözlerini açmadan hafifçe gülümsedi.

 

“İyi uykular, rüya perim…” dedi, yumuşak ve tatlı bir mırıldanmayla.

____

35 oy sınırı 20 yorum

Hadi benden size kıyak erken attım

Ayrıca bölüm düzenlemeye alınacaktır.

Buraya bir iklim ve Emoc bırakıyorum

Bölüm nasıldı?

 

Bölüm : 05.10.2025 22:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Bozkurt Pençesi / Yarım Kalan Sigara / Bölüm 80 : Canımı Yakıyorlar ❤️‍🔥😔
Bozkurt Pençesi
Yarım Kalan Sigara

57.91k Okunma

6.71k Oy

0 Takip
112
Bölümlü Kitap
Bölüm 1 : Atalay Timi 🦂🇹🇷Bölüm 2 : İlk Karşılaşma ❤️‍🔥Bölüm 3 : Görünmeyen YaralarBölüm 4 : Yeni başlangıçlarBölüm 5 : Tamamlanmayı Bekleyen HayatlarBölüm 6 : Timin başı DertteBölüm 7 : Küçük Umut Yaman ParsBölüm 8 : Aşiret ve Töre Kurbanları 🔥Bölüm 9 : İki Sevdanın arafında...Bölüm 10: Başımız Belada ❤️‍🔥Bölüm 11 : Zoraki Evliliğe İlk AdımBölüm 12 : Sözde KarımBölüm 13 : Dik Durmaya ÇalışmakBölüm 14 : Senin Sayende ❤️‍🔥Bölüm 15 : Aşka Adım Adım ❤️‍🔥Bölüm 16 : İstenmeyen GelinBölüm 17 : Namus Davası ve ÇarşafBölüm 18 : Hayatta Kalma SavaşıBölüm 19 : Zor GünlerBölüm 20 : İlk TavizlerBölüm 21 : Aşiret ile karşı karşıya 🔥Bölüm 22 : Kıvılcımlar ArasındaBölüm 23 : Sevgi Tohumları ❤️‍🔥Bölüm 24 : İlk BuseBölüm 25 : Yağmurun altında bir günBölüm 26 : Yasak Sevdalı 💔Bölüm 27 : Acılar 💔Bölüm 28 : Kapanmaz Yaralar ❤️‍🔥Bölüm 29 : Beklenmeyen HaberBölüm 30 : Gönül YarasıBölüm 31 : Cam kırıkları 💔Bölüm 32 : Yağmur Seninle GüzelBölüm 33 : Aşk YağmuruBölüm 34 : Şükür SebebiBölüm 35 : Gökyüzü güzelliğini kıskanırBölüm 36 : Aşk ve Adalet ❤️‍🔥Bölüm 37 : Merhamet Kokulum ❤️‍🔥Bölüm 38 : Aşkı Şerbetli ❤️Bölüm 39 : Yürek Yarası ❤️‍🔥Bölüm 40 : İlk İtiraf ❤️‍🔥Bölüm 41 : Kıskançlık Krizi ❤️‍🔥Bölüm 42 : Korku olmazsa aşk olmaz ❤️‍🔥Bölüm 43 : Beklenmeyen Buse 🥲Bölüm 44 : Yaşam SavaşıBölüm 45 : Ölüm ile Yaşam...Bölüm 46 : İyi ki Sen ❤️‍🔥Bölüm 47 : Canımdan can gidiyorBölüm 48 : Özlemek istiyorumBölüm 49 : Mest Olunur GüzellikBölüm 50: Sevdiğiyle Çocuk Olurmuş İnsan ❤️‍🔥Bölüm 51 : Aşk Ve savaşBölüm 52 : Yıkımlar başlıyor...Bölüm 53 : Mor orkide 🇹🇷Bölüm 53 : Aşk Sakinleştiricisi 🔥Bölüm 54 : Gurur ve Sevda🔥Bölüm 55 : Şımarmak istiyorumBölüm 57 : Masum Aşıklar 🫠Bölüm 58 : Yaşayan Fosilsin SenBölüm 59 : Can kırıklarıBölüm 60 : Bir Gönül Davası 🔥Bölüm 61 : İki Cihan CennetimBölüm 62 : Yak yanıyorsak söndürmeBölüm 63 : Hüzün MaltemiBölüm 64 : Alevler ve küllerBölüm 65 : Bir Yürek Yangını ❤️‍🔥Bölüm 66 : Emir HayranlıklarıBölüm 67 : YıkılışlarBölüm 68 : Gamzenin Çukurunda kaybolmak istiyorumBölüm 69 : Gururum ❤️‍🔥Bölüm 70 : Anlat Onlara...Bölüm 71 : Hasret kavuşmasıOkurlarimmBölüm 72 : Saklanılan AcıBölüm 73 : Küçük Emir’in Acıları❤️‍🔥Bölüm 74 : Acı ve GururBölüm 75 : Hisler Uyanıyor...Bölüm 76 : Yüreğimin Vatanı ❤️‍🔥Bölüm 77 : Yıldızların Altında 🫠❤️‍🔥Bölüm 78 : Son hatırlarBölüm 79 : Başka bir EmirBölüm 80 : Canımı Yakıyorlar ❤️‍🔥😔Bölüm 81 : Hisler Yalan söylemezSoru-Cevap yapıyoruzBölüm 82 : Mazi ve aşkBölüm 83 : Sırılsıklam aşkBölüm 84 : Kokunda Dinlenmek İstiyorum😔❤️‍🔥Bölüm 85 : Kanlı Nefesler 🥀❤️‍🔥Bölüm 86 : Acılar ve Gerçekler 🥀❤️‍🔥Bölüm 87 : Diriliş mi Bitiş mi ?Bölüm 88 : Uyanış ❤️‍🔥Bölüm 89 : Küçük Yılmaz ❤️‍🔥Bölüm 90 : Bir İç savaş Meselesi❤️‍🔥Bölüm 91 : Pembe bisiklet 🫠Bölüm 92 : Efelerin EfesiBölüm 93 : Nemrut’un Kızı ❤️‍🔥Bölüm 94 : Aşk ve SavaşBölüm 95 : Ahım ölüme kadar 🥀🔥Bölüm 96 : Tatlı Aşermeler 🫠❤️Bölüm 97 : Canımın Canını AldılarBölüm 98 : Sensiz Nasıl Yaşarım Ben...Bölüm 99 : Canımı YaktınızBölüm 100 : TükenişlerBölüm 101 : Kanlı GömlekBölüm 102 : Son Yüzleşme ❤️‍🔥Özel Bölüm : Leyla'nın GerçekleriBölüm 103 : Kanlı Son Direnişler...Bölüm 104 : Ahirim SensinBölüm 105 : Kana Karışan NefeslerBölüm 106 : Zamana TutsakBölüm 107 : Aşabildin mi ?Spoi107.bolume oy ve yorum gelmediği sürece bölümü atasım yok bilginize
Hikayeyi Paylaş
Loading...