

İklim Yılmaz’dan...
Kahvaltıdan sonra birlikte dışarı çıkmıştık. Market yakın olduğu için, biraz yürüyüş yapmak ikimize de iyi gelirdi. Hava ne sıcak ne soğuktu; hafif bir rüzgâr saçlarımı savururken Emir, elinde tuttuğu cips paketine bakıyordu.
“Bundan da alayım mı?” dedi, ciddiymiş gibi kaşlarını çatıp.
O haline gülümseyerek başımı salladım, elimdeki bakliyatı sepete attım.
“Bir haftada otuz lira zam yemezsen bizim ülkede yaşayamazsın zaten,” diye söylenince, dönüp ona baktım. Bakışları dolaptaki kolaya kayınca, istemsizce kahkaha attım.
“Emir, ne alaka?” dedim, gülmemi bastıramadan.
“Otuz lira yemiş ama güzelim,” dedi paketle tartışır gibi. “Altın mı bu, kola mi?”
“Alemsin Emir ya…” dedim başımı iki yana sallayarak.
“Almıyorum valla,” dedi kararlı bir ifadeyle, “ayrandan biz, devam.”
“Yoğurt da alacağız, unutma,” dedim gülümseyip hatırlatarak.
Market arabasını sürerken dolaptan bir yoğurt aldı, kapağındaki etikete uzun uzun baktıktan sonra bir anda başını kaldırıp bana çevirdi.
“Yoğurt olasım geldi.”
Kaşlarımı kaldırdım. “Niye?”
“Bu da her hafta zam yiyor,” dedi ciddi bir sesle...
" Off Emir..." dedim başımı iki yana sallarken.
O ise omuz silkip göz kırptı. "Ne yapayım güzelim, ülke ekonomisiyle duygusal bağ kurdum artık."
" Çok aldatılırsın bak Emir, ben diyeyim," dedim gülümsememi bastıramadan.
Elinde tuttuğu yoğurt kabını kasaya bırakırken, başını hafif yana eğdi.
" Türkiye’de yiyecek olacaktım, günden güne değerlenirdim he!" dedi, o kendine özgü özgüveniyle.
Başımı iki yana salladım, gülsem mi kızsam mı bilemeden.
" Emir, değer görmüyormuş gibi konuşmasan mı?" dedim, sesimde belli belirsiz bir sitemle.
Bir an durdu, gözlerini bana çevirdi. O şakacı ifadesinin ardında ince bir yumuşaklık belirdi.
" Görüyorum güzelim... hem de fazlasıyla," dedi alçak bir sesle.
O an içimde bir sıcaklık yayıldı; ne kadar saklasa da, bazen bir bakışı bile “seviyorum” demeye yetiyordu.
Aldıklarımı kasadan geçirip poşetleri topladıktan sonra dışarı çıktık.
Kapının önünde durup gökyüzüne baktığımda, bulutların griye dönmeye başladığını görünce içimden bir iç çekme yükseldi.
Emir’in gülüşü ise hemen ardından geldi.
" Gülme bu defa yağmayacak bence," dedim, ayağımdaki açık renk babetlere bakarak.
" Hiç sanmıyorum güzelim," dedi kıkırdayarak. "Ne zaman öyle desen, sonun ya kucağımda ya kollarımda bitiyor."
Koluna hafifçe vurdum, yüzümde yarı öfkeli yarı gülümseyen bir ifade vardı.
" Dalga geçme Emir ya!"
" Ben dedim demek istemiyorum yine ama... ben dedim," dedi kahkaha atarak.
Gözlerimi devirdim, elimdeki poşetleri düzeltip önden yürümeye başladım.
" Yağmayacak işte! Elbise giydim o kadar ya!"
" Köpeğin olduğu tarafa gidiyorsun haberin olsun," diye seslendi arkamdan. "Bensiz devam edeceksen sen bilirsin."
Bir an duraksadım, sonra istemsizce gülümseyip arkamı döndüm.
" Sen bensiz iki adım atabilir misin, Emir Kaan?" dedim kaşlarımı kaldırarak.
Emir dudak kenarını hafifçe yukarı kıvırdı.
"Haklısın güzelim... ama sen de benden fazla ileri gidemezsin," dedi, elini cebine atıp yürüyüşüne devam ederken.
" Beni bırakıp mı gidiyorsun?" dedim, onun uzaklaşan adımlarına bakarken. Sesim sitemle karışık, neredeyse çocuksu bir tonda çıkmıştı.
"Tercihlerine saygı duyuyorum sadece," dedi, başını bana çevirmeden. "Bırakıp giden yok güzelim. Evde görüşürüz, ilk varan kazanır..."
Adımlarının sesi kaldırımla bütünleşirken, ben olduğum yerde öylece kalakaldım. Gidiyor sandım. Gerçekten de gidiyordu. İçim bir an sıkıştı, dudaklarım aralandı ama arkasından seslenemedim.
Tam o sırada arka sokaktan sert bir köpek havlaması sesi duyuldu. Kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu.
"Emir... bekle!" diye seslendim panikle. Poşetleri tutarken adımlarım hızlandı, nefes nefese ona yetişip koluna girdim.
"Sanki biraz korktun?" dedi Emir, dudaklarının kenarına yerleşen o belli belirsiz gülümsemeyle.
"Ne alakası var," dedim hemen. "Ben sadece yalnız gitme diye eşlik edeyim dedim Emir."
Kaşlarını kaldırıp alaycı bir ses tonuyla, "Sensiz adım atamıyorum, demiyorsun da," diye karşılık verdi.
"Off Emir..." dedim derin bir iç çekerek.
Tam o anda beni taklit edip aynı tonda, "Off Emir..." deyince başımı hızla kaldırıp ona baktım, şaşkınlıkla.
"Sen beni mi taklit ettin?"
Omuz silkti, gözlerini kısarak gülümsedi.
"Emir!"
"Emiir," diye yine aynı şekilde uzatarak söyledi.
"Emir benimle dalga geçme!" dedim bu kez ciddi bir ifadeyle.
"Emir benimle dalga geçme!" diye birebir aynı tonda taklit edince, sinirle gülmem bir oldu.
"Bak, aynısını ben de sana yaparım!" dedim gözlerimi kısıp, sesimi kalınlaştırarak.
“Meydan okuma kabul edildi,” dedi o tanıdık gülüşüyle, gözlerinde yine o kıvılcım vardı.
“Öyle mi öğretmen hanım?” dedim, adımlarımı onun temposuna uydurup hafifçe yana eğilerek.
Kahkahası sokakta yankılandı. “Öyle Emir uzmanım,” dedi, ses tonunu bilerek benimkine benzetip yüzüme baktı.
“Sen bekle, evde göstereceğim ben sana.”
“Benim öyle bir repliğim yok,” dedi gülerek, kaşlarını kaldırıp meydan okur gibi.
“İnat değil mi ,” dedim başımı yana eğip gözlerimi kısarak.
Birden Emir uzun uzun yüzüme baktı; öyle bir bakıştı ki, gözlerinin içinde hem bir tebessüm hem de derin bir his vardı.
“Ne oldu? Niye öyle baktın?” dedim, sesim fark etmeden yumuşamıştı.
Başını önüne eğip derin bir iç çekti. “Kafeden çıktığımız günün akşamı… bir söz demiştin ya. O aklıma geldi,” dedi dudak kenarında yavaş bir gülümsemeyle.
“Ne demiştim?” diye sordum, koluna daha da sarılarak.
“'Sen inatçısın ama ben senden daha inatçıyım,' demiştin…”
“Sen de o yüzden buradasın demiştin bana,” dedim ben de o günü hatırlayarak. İçimde kısa bir acı geçti; o zaman kırılmıştım o lafına… ama şimdi, nereden nereye gelmiştik.
“Sinir bozucu olduğumu da kabullenmiştim hatırlarsan,” dedi muzip bir gülüşle, gözlerindeki ışık hâlâ oyun oynuyordu.
Başımı omzuna yasladım; onun sıcaklığı, geçmişin kırgınlıklarını bir nebze eritmişti. “Milletle uğraşmamız yetmezmiş gibi, evde bir de birbirimizi yiyorduk,” dedim, dudaklarımda hafif bir tebessümle.
“Yalan yok, seninle uğraşmak hoşuma gidiyordu… sinirlerini bozmak falan… hâlâ da gidiyor,” dedi Emir, gözlerinin kenarındaki gülüş çizgileriyle.
“Seven sevdiğiyle uğraşırmış… geç anladık biraz…” dedim içten bir nefesle.
Emir bir an durdu, sesinde hafif bir titreme vardı. “Duygularını sezmeme rağmen korkuyordum ama… beni sevmenden,” dedi.
Gözlerimin içine bakarken ellerim istemsizce onun kolunu daha sıkı kavradı. “Ama sevdim…” dedim usulca, kalbim göğsümde hızla çarparken.
Emir’in bakışları yumuşadı; yüzünde minnetle karışık bir tebessüm vardı.
“İyi ki sevdin…”
“İyi ki sevdim…” dedim ve o anda bütün kırgınlıklar, inat ve oyunlar bir bulut gibi dağıldı; geriye sadece onun omzuna yaslanmış ben kaldım.
“Çok utanmıştım senden o gün, biliyor musun?” dedi sessizce, sanki suçlu olan oymuş gibi.
“Ben seninle gurur duymuştum ama...” dedim gülümseyerek.
“İlk kez orada öpmüştün beni.”
“Sen fark etmesen de... yüreğim çoktan senin olmuştu çünkü, Emir.”
Bir an sustu, gözleri derinleşti.
“Acaba... normal şartlarda karşılaşsaydık, birbirimizi yine böyle sever miydik?” diye sordu düşünceli bir sesle.
“Valla beni yine birinin kaçırması gerekirdi.” dedim gülerek. “Okul dışında dışarıya çıkmıyordum ben; kitap okumak, ders çalışmak... hayatım oydu.”
O an içten bir kahkaha attı.
“Sen gelip o teklifi etmesen, aklıma bile gelmezdi evlilik.”
“Değerimi bil,” dedim kaşlarımı kaldırarak. “Bu zamanda kimse karısından evlilik teklifi almıyor.”
“Bak sen şu işe,” diye karşılık verdi gülerek.
Kafenin önüne geldiğimizde ona döndüm.
“Biraz oturalım mı burada? Samet’i de görürüz, hem sohbetimiz bölünmez.”
Poşetleri yere bırakmamla Emir’in elleri yüzüme geldi. Avuçlarının sıcaklığı tenime değdiğinde başımı kaldırdım; alnıma yumuşak bir öpücük kondurdu.
“Başıma gelen en özel, en güzel şeysin öğretmen hanım,” dedi, sesi neredeyse fısıltıydı.
Ellerimi, onun ellerinin üzerine koydum.
“Sen de öylesin, Emir.”
Gülümseyip burnuma küçük bir buse kondurdu, sonra poşetleri tek eline aldı. Bir kolunu omuzlarıma atıp beni kendine çekti, kafenin kapısını işaret etti.
“Başardın… bunu da başardın, eskisi kadar çok utanmıyorum,” dedim derin bir iç çekişle, yanaklarımın sıcaklığı yüzümü yakarken.
O an öyle gülümsedi ki, gamzesine kaydı bakışlarım, kalbim bir an duracak gibi oldu.
“Hiç iltifat etmesen de olurdu ki, güzelim… senin gibi kimse ‘Emir’ diyemiyor çünkü,” dedi, iç çekerek.
“Toplamalı ve vurgulu,” diye ekledim, sessiz bir titremeyle.
“Aşık ve tutkulu,” diyerek o da ciddiyetle ekleme yapınca, utangaçlıkla gözlerimi devirdim.
“Off Emir…” diye fısıldadım, içim ısınmış, kalbim hızla çarparken.
“Emir’in 50 tonu,” dedi gülerek, ben şaşkınlıkla gözlerimi büyütürken, o kolunu omzuma atıp kafeye doğru yürüdü.
“Canın ne isterse yemekte serbestsin, anlaştık mı? O günlerdeki gibi çekinme… en ucuz neyse onu diyordun, gözümden kaçmıyordu,” dedi.
“Kocamı düşünüyordum…” dedim, mahcup bir gülümsemeyle.
“3 etti…”
“Ne üç etti?” dedim, merakla gülerken.
“Ben zorlamadan bana iltifat edeli toplam 3 gün oldu,” dedi, gururla ve hafif kahkaha karışık.
____
35 oy 20 yorum
Ayrıca merak ettiğiniz sorular veya talebiniz varsa buraya bırakın.
Kısa.oldu ama sizi bekletmek istemedim:(
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |