93. Bölüm
Bozkurt Pençesi / Yarım Kalan Sigara / Bölüm 85 : Kanlı Nefesler 🥀❤️‍🔥

Bölüm 85 : Kanlı Nefesler 🥀❤️‍🔥

Bozkurt Pençesi
bozkurt.pencesi

Not : Bölüm aşığa ama kitabı bitirince düzenlemeye alacağım. Bu yüzden Bölüm Şarkılarını şimdiden bırakayım. Spotify listemiz var. Yarım Kalan Sigara yazın çıkıyor. Dinleyerek okumak isterseniz :)

Bu Bölüm Şarkılarınız : Suzan Hacigarip-kul

Emre Aydın- Yansın

Halil sezaiparacikoglu - Galata

____

Emir Kaan Yılmaz’dan...

Yere düşen gülü görünce, nedensizce gülümsedim.

“Kim düşürmüş seni böyle…” dedim, parmak uçlarımla yapraklarındaki tozu silerken. O kadar basit, o kadar masum bir andı ki… Ama sonra, boğazıma saplanan o yanma… öksürükle birlikte ağzımdan sıyrılıp avcuma dökülen kanla koptu büyü.

 

Bir an avucuma baktım. Kırmızı.

Kanın sıcaklığı, parmaklarımın arasından süzülürken içimde bir şeyler sanki paramparça oldu.

 

“Emir ağabey?” dedi Samet’in sesi, uzaktan yankı gibi geldi kulağıma.

Gözlerim bulanıyordu. Göğsüm sanki içten bıçaklanmış gibi daraldı, nefes almak ateş gibiydi.

“Şimdi… şimdi olmaz,” dedim kendi kendime, dudaklarım kanla ıslanırken.

 

Burnumdan da sıcak bir çizgi indi.

Elimin tersiyle sildim ama nafileydi; kan, öksürükle beraber boğazımdan fışkırıyordu artık.

Samet koluma girdi, sesi titriyordu:

“Ağabey, iyi misin? Ağabey!?”

 

“Samet...iğne…” dedim ama sesim kendi kulağıma bile yabancıydı.

Midem kasıldı, duvar kenarına tutunmaya çalıştım ama dizlerim çözüldü.

Yere çöküp kusarken, ağzımdan kanla karışık nefesler dökülüyordu.

 

“Komutanım!” diye bağırdı biri.

“Ağabey, su getirin, çabuk!”

 

Ama ben artık sesleri tam duyamıyordum. Kulaklarımda sadece kalp atışımın yankısı vardı — ağır, zorlama, giderek yavaşlayan…

 

Öğürmem ile ağzımdan tekrar boşalan kanla birlikte, dizlerimin üstünde dahi duramadan yere yıkıldım bu defa... Nefes almaya çalışsam da, vücudumdaki ağrı gözlerimden zehir gibi akıyordu.

 

“Sana… 15 gün vermiştim. Ama sen 1 ay götürdün, Emir Kaan.”

 

O sese bakmamla birlikte gelen öksürükle, acıyla inleyerek öksürdüm. Gözlerim çektiğim acıyla daha da boşaldı. Gerçeklik ile serap arasında zihnim bulanırken kulaklarım çınlıyordu.

 

“Neydi senin sözün? Dur… hatırlayacağım…”

 

“Emir ağabey, Emir ağabey, ne olur kalk!” dedi Samet, elleriyle başımı tutarken.

 

Ama o acımasız söz, bir yerlerden kulağıma çalındı:

 

“Heh… ne olursa olsun, kula minnet eylemem… eyleme Emir… vakit geçiyor… tik… tak… tik… tak…İklim sana yar olur mu sandın...son saniyelerin Emir... tik ... tak... tik... tak...”

 

“Sus...sus artık...”diyerek kulağımı kapattım . Ama nafileydi. Sinir sistemim damarlarıma öyle baskı yapmıştı ki ağrıyla inlemem ile acıyla elimi yere vurdum. Öyle bir acıydı ki, sinir sistemim tüm damarlarımı sıktı. Kan öksürüp kusuyordum, ağlayarak. Ciğerlerim yanarken göz pınarlarım benden bağımsız akıyordu.

 

“İ…ik…İklim!” diyerek yüreğim son çığlığını dudaklarımdan dökerken bedenim hafiflemeye başladı.

 

Sonra Atalay Komutanı ve dedemi gördüm; ellerinde saz, türkü söylüyorlardı:

 

“Keklik gibi kanadımı süzmedim…

Murat alıp doya doya gezmedim…

Bu kara yazıyı kendim yazmadım…”

 

Gülümsedim; onlar bana gülümsüyordu. Türkü çalıp okumaya devam ettiler:

 

“Alnıma yazılmış bu kara yazı,

Kader böyle imiş, ağlarım bazı…

Gönül ey sebeb ey…”

 

O an, kollarıma bir kuvvet indi. Yerden kalktığımda, üzerimdeki giysiler tertemizdi. Sadece onlar ve ben vardık.

 

Ardından Aslan Amca ve Leyla da dedemlerin yanına geldi. Şaşkınlıkla onlara bakarken, küçük bir kız çocuğu gelip dizime sarıldı.

 

“Baba!”

 

Dehşetle etrafa baktım.

 

“Baba mı?” dememle Aslan Amca gülerek:

“Alsana evladım, eline çocuğunu…” dedi.

 

Eğilip kucağıma aldım hala ne olduğunu anlamaya çalışarak.

 

“Baba! Ne zaman geleceksin tekrar?!” dedi küçük kız. Gözlerimden bir damla yaş süzüldü. Sağ yanağında benimki gibi bir gamze vardı. Saçları İklim’in saçları gibi kumraldı, ama gözleri annesine benzemiyordu; benimkiler gibi daha koyuydu.

 

Yüzünü okşarken, göğsüme sakladı utanarak.

 

“Baba, huylanıyorum yüzümden!”

 

İklim'in sözüydü bu. O da yüzünden huylanırdı. Yüzümde hüzünlü bir gülümseme asılıydı; kulaklarımın derinliklerinden Alparslan Üsteğmen’in sesi yankılandı.

“Emir…Kardeşim!”

 

“Komutanım…” diyebildim sadece. O anda omzuma dokunan bir el, bir gölgenin ağırlığı gibi bedenimi irkiltmişti. Başımı kaldırdığımda Atalay Komutan tam burnumun ucundaydı; bakışları karanlığın içinden ışık gibi delip geçiyordu. Eliyle uzaktaki bir noktayı gösterdi.

 

“Bak oraya…”

 

Bakışlarımın yöneldiği yerde boğazım düğümlendi, içimden bir şey yandı. Karargâhta o gün söylediğim türkünün yankısı vardı. Karşıda, sazı elinde, gözleri dolu dolu türkü söyleyen ben duruyordum…

 

“Emir, kardeşi canından, canından vurdular

Yaşasak mı, ölsek mi?

Karar vermek zor…”

 

 

O sesle birlikte sazın telleri titriyor, her nota içimde bir yara gibi açılıyordu. Gözlerim boşalırken, yanımda bir hareket hissettim; Leyla yaklaşmıştı.

 

“Leyla’yı bana ver Emir… Korkutuyorsun yeğenimi,” dedi yumuşak bir sesle.

 

Kollarımdaki küçük kıza baktım. Dudakları titreyerek bana bakıyordu:

“Baba gitme… Annemle beni kim sevecek sen yokken?”

 

Ellerim titreyerek küçük Leyla’yı ona uzattım. O an geri geri çekilmeye başladım; ayaklarım sanki yerin altına gömülüyordu. Uzaklardan Baran’ın sesi geldi, yankı gibi, fırtına gibi:

 

“Kalk Emir… Böyle gidemezsin kardeşim kalk! Ne derim ben karına, ne derim ben ailene Emir’im, kalk!”

 

“Baran…” diye fısıldadım kısık bir sesle, ama Baran yoktu.

 

Başımı çevirip Atalay Komutan’a baktım.

“Komutanım… Ben öldüm mü?”

 

Komutan gülümseyerek başını iki yana salladı.

 

“Daha değil evlat… Tutacağın sözler var. Mücadele etmeden ruh bedenden çıkar mı hiç?” dedi ve elindeki sazı bana uzattı. “Emanetime ancak sen bakabilirdin zaten Emir…Gurur duyuyoruz hepimiz seninle... Aslan gibi savaş gel. Zehri yen, Azrail'i yende gel kardeşim...Yerini hazırladım. Vedalaşmadan gelme…”

 

Sazı ellerime aldım; telleri ellerimde bir ağırlık gibi titredi. Ardından kulaklarımda yankılanan sesler çoğaldı. Ellerimle kulaklarımı kapattım, acıyla inledim.

 

“Emiiir… Emiiir kalk…” diye bağırıyordu milyonlarca ses, gökyüzüne savrulan dualar gibi…

 

O an gözlerimi sıkıca yumdum. Derin bir irkilişle, sanki ciğerlerim yanarken, kesik bir nefesle geri döndüm. Gözlerimi araladığımda vücudum hâlâ aynı acılarla kıvranıyordu. Başımı tutan Baran’ı ve çevremdeki timi gördüm; hepsi gözyaşlarına boğulmuştu.

 

“Döndü! Çok şükür döndü Komutanım!!” diye haykırdı Göktürk, sesi titreyerek.

 

Elimi güçlükle kaldırıp Baran’ın eline uzandım. Her yanım kan içindeydi.

 

“İ… İklim… sö… söz…” diyebildim kısık bir sesle.

 

Baran alnımı öperken gözyaşları yüzüme damlıyordu.

“Yorma kendini… Tutacağız sözünü… Yorma Emir’im… Nefes al… Kurban olayım nefes al! Ambulansı almaya gitti Alparslan Üsteğmen, ne olur dayan…”

 

Zorlukla yutkundum, çektiğim acıyla inleyerek ağlamaya başladım.

 

“Sa… Sam… Samet… iyi… mi…” dedim, neredeyse fısıltıyla.

 

Yıllardır gözyaşı göstermeyen, dimdik duran Sarı Zeybek İsmail ağabey başını salladı, elimi öptü. Gözlerinden süzülen yaşları saklayamıyordu.

“İyi kardeşim, korkma… Yorma kendini…” dedi sesi titreyerek.

 

Bir anda göğsümün altına giren keskin ağrıyla tüm vücudum kasıldı. Baran kollarında sarsılan bedenimi tutmaya çalışırken inlemelerim kulaklarını yaktı.

 

“Baran… bir şey oluyor!” dedi Göktürk, sesi korkuyla çatlayarak.

 

Elimi zorla kaldırıp yüreğimin altını işaret ettim. Acıyla gözyaşlarım boşalırken Baran hızla eğildi.

 

“Hiiih!” dedi gömleğimi yırtarken.

 

“Ne oldu?!” diye haykırdı Alper, sesi titreyip boğazına düğümlenerek.

 

“E… Emir…” dedi hıçkırıkları arasında Baran.

Gözlerim kaymaya başlarken boynumdan sıyrılan zincirler, tenimden yavaşça çekildi; her biri canımdan bir parça koparıyordu.

 

“Hayır… hayır, hayır! Emir, bana bak! Kardeşim, bana bak!” diye haykırdı Baran, sesi yırtılıyordu.

 

Zorla gözlerimi ona çevirdim. Yüzü gözyaşından ıslanmıştı.

“Bırakma beni, ne olur… Ne olur Emir… Babam gibi gitme… Kardeşim, ne olur…”

 

Zorla gülümsedim ona. Gözlerimden yaşlar süzülürken dudaklarımın kenarından aldığım kesik nefeslerle kanlar da akıyordu.

 

“Be… ben… si… sizi… bırak… bırakmam ki…” dedim son bir gayretle.

Ama o an damarlarımda bir kasılma hissettim; acı, bir anda tüm bedenimi sardı. Vücudum, kendi iradem dışında havalanır gibi gerildi.

 

“Ahhhh!” diye haykırdım. Acının şiddetiyle ellerim titrerken, Baran beni tutmaya çalıştı ama başaramadı.

 

“Ağabey, çok acı çekiyor! Ne olur, çabuk gelsinler!” diye yalvardı Samet’in sesi.

 

Baran ellerimi avuçlarının arasına aldı.

Elibi güçlükle sıktım, acıyla öyle bir sıktım ki Baran’ın boğuk inlemesiyle İsmail ağabey endişeyle, “Baran,elini kıracak!” dedi.

 

Ama Baran bırakmadı.

“Kırsın! Dokunma!” diye bağırdı gözyaşları içinde. “Kardeşim benim… Emir’im...özür dilerim...yetişemedim...özür dilerim...”

 

“Ahhh… aahhh… bittim lan, yeter! Yeter...bitsin artık!” diye inledim; sesim kendi içimden, ciğerimin en derininden kopuyordu.

Bir anda öksürük tuttu, boğazımda kanın sıcak tadını hissettim tekrar… Ve tekrar nefesim kesilmeye başladı.

“Lan, ambulans nerede kaldı?!” diye bağırdı İsmail ağabey, sesi çaresizlikle titreyerek.

 

Zorlukla nefes alırken, küçük kız çocuğu bir kez daha belirdi; gözleri önümde korku ve endişeyle doluydu.

 

“Baba… lütfen kalk… Annemle çok korkuyoruz, baba…”

 

Minik, ellerini göğsüme koydu, titreyerek ağlıyordu. Son bir güçle ellerimi onun ellerinin üzerine kapattım.

 

“Kı… kızım… korkma… güzelim…” diyebildim zar zor, sesim boğuk ve kesik kesikti. Ama gülümsedim zorla dahi olsa...

 

“Ne kızı?” diye şaşkınlıkla sordu Göktürk, ama cevabımı beklemeden fark etti ki başım çoktan Baran’ın kollarına yaslanmış, titreyen bedenim onun omzunda sarsılıyordu.

 

Gözlerim karanlığa dalarken, bedenim acının en derin son demlerindeydi. Bir nefes daha almaya çalıştım… ama ciğerlerimi isyanıyla...son nefes verişimle....her şey karardı.

 

___

 

İklim Yılmaz’dan

 

Sabah erkenden çıkmıştı evden. Karakola uğrayacağını söylemişti.

Ama hâlâ dönmemişti.

 

Akşamüstü olup da hava kararmaya başladığında, içimdeki huzursuzluk yerini tarifsiz bir sıkıntıya bıraktı. Telefonu defalarca aradım — ama ne o açtı, ne de bir mesaj geldi.

Her geçen dakika, kalbim biraz daha sıkışıyordu.

 

Apar topar üstüme bir şeyler geçirip dışarı fırladım. Taksiye biner binmez ellerim titremeye başladı. Yol boyunca telefonu sıkmaktan parmaklarım uyuştu. Her saniye yeniden aradım — “ulaşılamıyor” sesi beynime çakılıyordu adeta.

 

Karakolun önüne geldiğimde parayı ödememle, taksiden fırlayıp koşar adım içeri daldım. Merdivenlere yönelmişken arkamdan tanıdık bir sesle irkildim.

 

“Yenge?”

 

Ercan’dı.Ama yüzündeki ifade... o ifade, içimdeki tüm şüpheleri korkuya çevirdi.

 

“Emir burada mı, Ercan?” dedim telaşla. “Dün sabah karakola geleceğini söyledi, hâlâ dönmedi. Göreve gitse haber verirdi. Baran ağabeyi de aradım, o da açmıyor. Ne oluyor?”

 

Ercan yutkundu. Elini ense köküne götürüp sinirle sıvazladı.

Bakışları çevredeki askerlere kaydı — kimse bana bakmıyordu.

Sanki herkes bir şey biliyor ama kimse söyleyemiyordu.

 

Kalbim güm güm atıyordu artık.

“Ercan?” dedim, sesim titreyerek.

 

“Yenge…Emir Komutanım...” dedi kısık bir sesle.

 

Adımlarımı hızla atıp tam önünde durdum.

“Ercan, ne oluyor? Söylesene artık!”

 

O an İsmail ağabeyin sert ama endişeli sesini duydum.

“İklim, ne işin var kardeşim burada?”

 

Hızla döndüm, gözlerim korku ve panikle doluydu.

“İsmail ağabey, Emir’e ulaşamıyorum. Dün sabah ‘karakola uğrayacağım’ dedi… Ama dünden beri ne aramalarıma dönüyor, ne mesaj atıyor. Göreve mi gitti?”

 

Arkamdan Göktürk’ün sesi geldi — sakin ama içinde endişe gizliydi.

 

“Bizimle değildi Emir yenge. Ama göreve vermişler. Şarjı bitmişti, biz de telsizden öğrendik.”

 

Bir anda yüreğim sıkıştı.

“Niye haber vermedi ki bana?” dedim, sesim istemsizce titredi.

 

Göktürk ağır adımlarla yanıma geldi, gözlerindeki ciddiyetle beni süzdü.

“Sakin ol önce, kardeşim. Ben onu bulurum, merak etme. Çocuklar seni Meltem’in yanına götürsün, olur mu?”

 

Başımı iki yana salladım.

“Ağabey… hastaydı. İki gündür iyi değildi. Göreve çıkacak hali yoktu ki. Samet’in dosyasına bakıp hastaneye uğrarız, öyle demişti.”

Sözlerim giderek güçsüzleşiyordu.

 

İsmail ağabey derin bir nefes aldı, bakışlarını kaçırdı.

“Tamam… bulacağız onu. Biz de görevden yeni geldik zaten. Sen fazla kafanı yorma, tamam mı?”

 

Etraf bir anda sessizleşti.

Kimisi başını eğmişti, kimisi gözlerini benden kaçırıyordu.

Kalbim göğsümde deli gibi atıyordu.

 

“Keşke yalnız göndermeseydim onu…” dedim kısık sesle.

“Hiç huyu değil beni habersiz bırakması.”

 

“Yenge,” dedi Göktürk, omzuma dokunarak. “Bazen görevler bize de sürpriz oluyor. Sen sakin ol, dönünce hepsini anlatır sana.”

 

Bir adım geri çekildim, gözlerim dolmuştu.

“Bir şey saklamıyorsunuz değil mi?” dedim titreyerek. “İçim daralıyor ağabey… yüreğim sıkışıyor.”

 

İsmail ağabey derin bir nefes aldı, gözlerini üzerimden kaçırmadan, ama sesi zor çıkıyordu.

“Bize güven kardeşim… hadi, seni bıraksın bizimkiler. Emir karakola dönünce ilk haberimiz sana olur.”

 

“Biraz beklesem…” dedim çaresizce. “Onu görmem lazım ağabey.”

 

Başını iki yana salladı.

“Olmaz kardeşim. Hem Emir bize kızar. Sen bizim kardeşimizsin… bunca erkeğin arasında beklemen doğru olmaz. Ben haber ederim tamam mı?”

 

Gözlerimi yere indirdim.

“Peki… ağabey.”

Karakoldan çıkınca kapının önündeki araca baktım. Onun arabasıydı; plakasından tanıdım: 09EMR06. Gözlerim istemsizce doldu.

 

“Yenge, hadi gel, ben bırakayım seni,” dedi Ercan, elindeki anahtarı sallayarak. Son kez karakola döndüm; sanki Emir her an çıkıp gelecekmiş gibi bekliyordum. Göktürk saçlarını stresle karıştırıyor, telefonuyla konuşuyordu. İsmail ağabey ise omzunu sıvazlayarak ona destek olmaya çalışıyordu — yüzlerinde söylenmeyen bir ağırlık vardı.

 

“Yenge… hadi,” diye yineledi Ercan.

 

“Bir şey mi oldu? Niye böyleler?” diye sordum, sesi titreyerek.

 

“Kimler, yenge?” diye çekingen bir cevap verdi Ercan.

 

“Göktürk ağabeyler,” dedim, gözlerim hâlâ arabanın plakasında takılıydı.

 

Ercan derin bir nefes aldı, bakışları kaçtı. “Yenge… onlar görevde sıkıntı yaşadılar. Karakol biraz karışık.”

 

“Ne sıkıntısı?” diye ısrar ettim.

 

“Gizli bilgi, yenge… Çok konuşmayalım,” dedi Ercan. “Hadi gel, inat etme artık, bırakayım seni gideceğin yere.”

 

İşaret ettiği araca doğru yöneldim.

 

Arabaya biner binmez ellerimi kucağımda birleştirdim. Parmaklarım istemsizce alyansıma gitti. Soğuk metalin parmaklarımda dönmesiyle içimde bir şeyler düğümlendi. Gözlerim, önümdeki cama değil… geçmişe daldı o an.

 

Aylar öncesine...

 

Emir’in evine taşındığımız gün, içimde tuhaf bir sıkışma vardı. Yeni bir başlangıç gibi görünse de, aslında tam ortasında durduğum şey koca bir oyundu. Çekinerek oturdum koltuğa. Sessizliği Pars’ın derin nefesleri dolduruyordu.

 

Emir kapıdan girip o manzarayı görünce buruk bir tebessümle yaklaştı.

 

“Ver onu bana, yatıralım,” dedi yumuşak bir sesle.

Başımı eğip kucağımdan dikkatlice uzattım Pars’ı.

Onu odasına bırakıp döndüğünde elinde küçük, siyah bir kutu vardı.

Bir an sessizce durdu, sanki ne diyeceğini tartıyordu.

 

“İklim…” dedi sonunda, derin bir nefes çekerek.

 

“Efendim…” dedim temkinli bir sesle.

 

Karşıma oturup kutuyu açtı. İçinde iki alyans parlıyordu.

 

“İnandırıcı oynamazsak onları alt edemeyiz.

Benim fikrim değildi, yanlış anlama… Emel’in fikriydi, Baran’ın sözlüsünün yani.

İsimlerimiz yazıyor içlerinde.”

 

Sözleri içimi burktu.

“Özür dilerim seni bu durumlara maruz bıraktım…” dedim,

gözlerim dolarken sesim kısıldı.

 

Ama o başını iki yana salladı.

“Halimden memnunum,” dedi sakin ama kararlı bir tonda.

“Bir kadının sesine ses olabiliyorsak, ne mutlu bana.

Benim de bir kız kardeşim var İklim… Yerinde Azra da olabilirdi.”

 

“Keşke…” dedim, dudaklarım titreyerek. “Keşke herkes senin gibi düşünse.”

 

Bir an sessizlik çöktü aramıza.

Sonra başını biraz yana eğip, yumuşak ama güçlü bir sesle söyledi:

“Artık yalnız değilsin. Ben varım. Savaşımız ortak.”

 

Başımı eğdim.

Ama o, bu defa gözlerimi bulmamı ister gibi eğildi.

“Ağlamak yakışmıyor sana,” dedi. “Başını dik tut.”

 

Başımı kaldırmamla göz göze geldik.

O an dudaklarındaki gülümseme bir yemin kadar ağır, bir sığınak kadar huzurluydu.

 

“Elini alabilir miyim?” dedi. “Takmak için.”

 

Başımı sallamamla elimi ona uzattım.

İncitmekten korkar gibi, dikkatli ve yavaş hareketlerle alyansı parmağıma taktı.

Parmaklarındaki sıcaklık, metalin soğukluğunu bastırmış gibiydi.

Bir an için zaman durdu sanki.

O an, sadece onun nefesini ve kalbimin ritmini duyuyordum.

 

Ardından kendi yüzüğünü takacakken, dudaklarımdan istemsizce döküldü:

“Emir Kaan…”

 

Gözleri hemen bana çevrildi.

O bakışta bir asker disiplini değil, bambaşka bir şey vardı,

güven… sığınma hissi...ev gibi…

İnsan, bazı gözlere bakınca hiçbir şey söylemeden inanır ya, öyleydi.

 

“Ben takabilir miyim seninkini de?” dedim, sesim neredeyse fısıltıya dönmüştü.

 

Bir an afalladı, sonra utangaç bir tebessümle başını eğdi.

“Tabii…” dedi alçak bir sesle.

Alyansı bana uzatırken, elinin titrediğini fark ettim —

belki benimki kadar, belki de daha fazla.

 

Elim titreyerek aldım yüzüğü, parmağına dikkatle taktım.

Bir süre o anın içinde asılı kaldık, kimse konuşmadı.

Sadece nefeslerimiz duyuluyordu.

 

“Garip bir hismiş,” dedi sonunda, sessizliği bozan o oldu.

 

“Ne?”

 

“Evli olmak…” diye gülümsedi,

ama sesinde belli belirsiz bir hüzün vardı. “Garipmiş.”

 

“Öyle…” dedim, gülümsemeye çalışarak.

 

Ayağa kalktı derin bir nefes alıp, koltuktan ceketini omzuna aldı.

 

“Ben kalkayım. Karakolda işlerim var.”

Kapıya yönelirken, dönüp bana baktı.

“Kendi evin gibi rahat ol, olur mu? Zaten senin evin burası.

Ben çok uğramam eve, asker olunca evi zor buluyorsun. Bilgin olsun yani, bazen bize de sürpriz oluyor görevlerin vakti ve saati. Habersiz bırakmam ama seni, endişe etme...”

 

“Dikkat et kendine çok sende olur mu,” dedim, ama içimdeki ses, “gitme” demek istiyordu.

 

Elini kapıya koydu, gülümseyip arkasını dönmeden konuştu:

“Aç kalmayın, evde yemek var. Sen bize lazımsın, öğretmen hanım. Yolumuz ve davamız, uzun ve çekişmeli olacak.”

 

Kapı kapandığında sessizlik kaldı geriye. Ve ben, parmağımdaki alyansa bakarken, oyunla gerçeğin çizgisinin ne zaman karıştığını anlamadım.

 

Ve şimdi... o biten oyunun gerçeğe dönmesiyle , gerçek olan şeye muhtaçtım. Onun güven veren varlığına, seven yüreğinin sesine...

 

Omzuma dokunan tedirgin dokunuşla toparlandım.

 

“Yenge, geldik.”

 

Ercan’ın omzuma dokunmasıyla irkildim.

“Korkutmak istemedim yenge, kusura bakma...Seslendim, duymadın...”

 

“Önemli değil...” dedim sessizce, gözlerim hâlâ boşluğa dalmışken.

 

“İyi misin yenge?”

 

Başımı sadece sallayabildim. Söyleyecek gücüm yoktu. Sessizce toparlanıp indim araçtan...

 

Araçtan iner inmez de, beni Meltem karşıladı.

“Hoş geldin canım!” dedi, yüzü ışıl ışıldı ama benim yüreğim sıkışmıştı.

Ona sarıldım. Sımsıkı. Sanki kollarının arasında biraz nefes bulurum sandım.

 

Yüreğimi sıkan şeyin adını bilmiyordum... sadece yokluğuydu.

Onun yokluğu.

Gözlerim doldu, sarılışım sıklaşınca Meltem sırtımı sıvazladı.

 

“İyi misin hayatım?”

 

“İçimi bir şey sıkıyor, Meltem...hiç rahat değilim...” dedim güçlükle.

 

“Ah bu asker eşi olmanın dertleri...” diye iç çekti.

“Sıkma canını, Gökoş’la konuştum ben. Eve geliriz beraber dedi.”

“Bulmuşlar mı Emir’i?” dedim hemen, gözlerim umutla dolarak.

 

“Bulmuşlar tabii, adam görevdeymiş işte güzelim...”

Yüzümü iki avcunun arasına aldı, yanaklarımı sıktı.

 

“Geliyorlarmış mı?”

 

“Görev çıkmış yeniden... Geç de olsa geliriz dedi.”

 

Sözleri yüreğimde yankılandı.

“Ben eve gitseydim... Aç gelir şimdi o,” dedim dolan gözlerle.

 

Meltem gülümsedi.

“Beraber yaparız hadi... Teyzesiyle vakit geçirsin hem benim kuşum,” diyerek elimi karnına koydu.

 

O an içimde bir anlık sıcaklık yayıldı.

“Büyümüş bu,” dedim gülerek.

 

“Babasına çekecek kesin,” dedi Meltem. “Hayatı takmıyor olmalı ki, annesinin içi dışına çıkıyor garip garip şeyler yemekten.”

 

“Yerim ben onu,” dedim, gülüşlerimiz birbirine karışırken.

 

“Haydi gel, çıkalım yukarı.”

 

___

Oylara yüklenin sınır yok ama bol oy istiyorum

Sizce Emir’e ne oldu?

Bölüm nasıldı?

Bölüm : 11.10.2025 23:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Bozkurt Pençesi / Yarım Kalan Sigara / Bölüm 85 : Kanlı Nefesler 🥀❤️‍🔥
Bozkurt Pençesi
Yarım Kalan Sigara

57.91k Okunma

6.71k Oy

0 Takip
112
Bölümlü Kitap
Bölüm 1 : Atalay Timi 🦂🇹🇷Bölüm 2 : İlk Karşılaşma ❤️‍🔥Bölüm 3 : Görünmeyen YaralarBölüm 4 : Yeni başlangıçlarBölüm 5 : Tamamlanmayı Bekleyen HayatlarBölüm 6 : Timin başı DertteBölüm 7 : Küçük Umut Yaman ParsBölüm 8 : Aşiret ve Töre Kurbanları 🔥Bölüm 9 : İki Sevdanın arafında...Bölüm 10: Başımız Belada ❤️‍🔥Bölüm 11 : Zoraki Evliliğe İlk AdımBölüm 12 : Sözde KarımBölüm 13 : Dik Durmaya ÇalışmakBölüm 14 : Senin Sayende ❤️‍🔥Bölüm 15 : Aşka Adım Adım ❤️‍🔥Bölüm 16 : İstenmeyen GelinBölüm 17 : Namus Davası ve ÇarşafBölüm 18 : Hayatta Kalma SavaşıBölüm 19 : Zor GünlerBölüm 20 : İlk TavizlerBölüm 21 : Aşiret ile karşı karşıya 🔥Bölüm 22 : Kıvılcımlar ArasındaBölüm 23 : Sevgi Tohumları ❤️‍🔥Bölüm 24 : İlk BuseBölüm 25 : Yağmurun altında bir günBölüm 26 : Yasak Sevdalı 💔Bölüm 27 : Acılar 💔Bölüm 28 : Kapanmaz Yaralar ❤️‍🔥Bölüm 29 : Beklenmeyen HaberBölüm 30 : Gönül YarasıBölüm 31 : Cam kırıkları 💔Bölüm 32 : Yağmur Seninle GüzelBölüm 33 : Aşk YağmuruBölüm 34 : Şükür SebebiBölüm 35 : Gökyüzü güzelliğini kıskanırBölüm 36 : Aşk ve Adalet ❤️‍🔥Bölüm 37 : Merhamet Kokulum ❤️‍🔥Bölüm 38 : Aşkı Şerbetli ❤️Bölüm 39 : Yürek Yarası ❤️‍🔥Bölüm 40 : İlk İtiraf ❤️‍🔥Bölüm 41 : Kıskançlık Krizi ❤️‍🔥Bölüm 42 : Korku olmazsa aşk olmaz ❤️‍🔥Bölüm 43 : Beklenmeyen Buse 🥲Bölüm 44 : Yaşam SavaşıBölüm 45 : Ölüm ile Yaşam...Bölüm 46 : İyi ki Sen ❤️‍🔥Bölüm 47 : Canımdan can gidiyorBölüm 48 : Özlemek istiyorumBölüm 49 : Mest Olunur GüzellikBölüm 50: Sevdiğiyle Çocuk Olurmuş İnsan ❤️‍🔥Bölüm 51 : Aşk Ve savaşBölüm 52 : Yıkımlar başlıyor...Bölüm 53 : Mor orkide 🇹🇷Bölüm 53 : Aşk Sakinleştiricisi 🔥Bölüm 54 : Gurur ve Sevda🔥Bölüm 55 : Şımarmak istiyorumBölüm 57 : Masum Aşıklar 🫠Bölüm 58 : Yaşayan Fosilsin SenBölüm 59 : Can kırıklarıBölüm 60 : Bir Gönül Davası 🔥Bölüm 61 : İki Cihan CennetimBölüm 62 : Yak yanıyorsak söndürmeBölüm 63 : Hüzün MaltemiBölüm 64 : Alevler ve küllerBölüm 65 : Bir Yürek Yangını ❤️‍🔥Bölüm 66 : Emir HayranlıklarıBölüm 67 : YıkılışlarBölüm 68 : Gamzenin Çukurunda kaybolmak istiyorumBölüm 69 : Gururum ❤️‍🔥Bölüm 70 : Anlat Onlara...Bölüm 71 : Hasret kavuşmasıOkurlarimmBölüm 72 : Saklanılan AcıBölüm 73 : Küçük Emir’in Acıları❤️‍🔥Bölüm 74 : Acı ve GururBölüm 75 : Hisler Uyanıyor...Bölüm 76 : Yüreğimin Vatanı ❤️‍🔥Bölüm 77 : Yıldızların Altında 🫠❤️‍🔥Bölüm 78 : Son hatırlarBölüm 79 : Başka bir EmirBölüm 80 : Canımı Yakıyorlar ❤️‍🔥😔Bölüm 81 : Hisler Yalan söylemezSoru-Cevap yapıyoruzBölüm 82 : Mazi ve aşkBölüm 83 : Sırılsıklam aşkBölüm 84 : Kokunda Dinlenmek İstiyorum😔❤️‍🔥Bölüm 85 : Kanlı Nefesler 🥀❤️‍🔥Bölüm 86 : Acılar ve Gerçekler 🥀❤️‍🔥Bölüm 87 : Diriliş mi Bitiş mi ?Bölüm 88 : Uyanış ❤️‍🔥Bölüm 89 : Küçük Yılmaz ❤️‍🔥Bölüm 90 : Bir İç savaş Meselesi❤️‍🔥Bölüm 91 : Pembe bisiklet 🫠Bölüm 92 : Efelerin EfesiBölüm 93 : Nemrut’un Kızı ❤️‍🔥Bölüm 94 : Aşk ve SavaşBölüm 95 : Ahım ölüme kadar 🥀🔥Bölüm 96 : Tatlı Aşermeler 🫠❤️Bölüm 97 : Canımın Canını AldılarBölüm 98 : Sensiz Nasıl Yaşarım Ben...Bölüm 99 : Canımı YaktınızBölüm 100 : TükenişlerBölüm 101 : Kanlı GömlekBölüm 102 : Son Yüzleşme ❤️‍🔥Özel Bölüm : Leyla'nın GerçekleriBölüm 103 : Kanlı Son Direnişler...Bölüm 104 : Ahirim SensinBölüm 105 : Kana Karışan NefeslerBölüm 106 : Zamana TutsakBölüm 107 : Aşabildin mi ?Spoi107.bolume oy ve yorum gelmediği sürece bölümü atasım yok bilginize
Hikayeyi Paylaş
Loading...