97. Bölüm
Bozkurt Pençesi / Yarım Kalan Sigara / Bölüm 88 : Uyanış ❤️‍🔥

Bölüm 88 : Uyanış ❤️‍🔥

Bozkurt Pençesi
bozkurt.pencesi

Bölüm Şarkınız

Ahmet Kaya- korkarım

İbrahim tatlıses- keskin bıçak

Can demir - Bi duble

___

İklim’den...

“İlk uyandığında çok fazla acı hissedebilir ya da direkt bir krizle sonuçlanabilir... Bu yüzden hepinizin her şeye hazırlıklı olmasını istiyorum,” dedi doktor ciddi bir ses tonuyla.

Sanki kelimeleri değil, taşları diziyordu yüreğimize birer birer.

 

Azra, o an koluma daha sıkı sarıldı.

Kalbi titriyordu, nefesi bile ürkekti.

Benimse içimde koca bir yangın vardı, söndürmek için ne su kalmıştı ne umut.

 

“Girebilir miyim ben de yanına?” dedim, dudaklarımın arasından güçlükle dökülen sözcüklerle.

 

Doktor başını iki yana salladı.

“İzin veremem... şu anda değil.”

 

Bir adım attım, gözlerim dolmuştu.

“Lütfen...” dedim, neredeyse yalvarır gibi.

“Beni duysun sadece... iki kelime edeceğim, yeter.”

 

Doktor sustu, bakışlarını üzerimde gezdirdi.

Sonra derin bir nefes alıp yumuşadı biraz.

“Yalnızca kısa bir süre... fazla yaklaşmayın...”

 

Başımı hızla salladım, gözlerimden süzülen yaşları silmeden kapıya yöneldim.

 

Titreyen ellerimle kapıyı araladım, odasına sessizce girdim.

Serumun tıkırtısı, monitörün tekdüze sesi…

Her şey zamansız bir sessizliğe gömülmüştü.

 

“Emir’im…” dedim, sesim neredeyse fısıltı kadar inceydi.

 

Cevap gelmedi.

Sadece kalp atışlarının o ince sesi, odayı dolduruyordu.

 

“On üç gün oldu Emir’im…” dedim, gözlerim dolarken.

“İlacını kesmişler artık… senin kendi gücünle dönmeni bekliyorlar.”

 

Bir adım yaklaştım, elim titreyerek avucuna uzandı.

Soğuktu… ama oradaydı.

Parmaklarımı onun eline geçirdim, başımı eğip elini öptüm.

 

“Sen uyanıp geleceksin değil mi bize, Emir’im?

Niye gelmiyorsun? Ne olur dön artık…”

 

Yutkundum, nefesim boğazıma düğümlendi.

“Yoksa… küstün mü bize Emir’im?

Yeterince yanında olamadım mı?”

 

Gözyaşlarım eline düştü.

O an içimde sadece bir dua yankılandı sessizce:

“Ne olur… bu defa elimi bırakma.”

 

Eline alnımı yasladım, elleri hâlâ buz gibiydi ama ben bırakmadım.

“Canım çok yanıyor Emir... Sen hep benimle dinlenmek isterdin… ben de seninle dinlenmek istiyorum artık. Niye dönmüyorsun? Annem gibi, ablam gibi sen de mi vazgeçtin benden? Sen de mi bırakacaksın beni…” dedim, sesim ağlamaktan çatlamıştı.

 

O an parmaklarının kıpırdadığını hissettim. İnledi. Elini kaldırmak ister gibiydi.

“Emir?! Uyandın mı sen?”

 

Kalbim bir anda yerinden fırlayacak gibi oldu. Başımı kaldırdım, gözlerim doldu.

“Emir?! Uyandın mı?!”

 

Sadece başını hafifçe salladı. Dudakları titredi, nefesini toparlamaya çalıştı.

“Emir’im…” diyebildim sadece, sonra gözyaşlarıma engel olamayıp boynuna uzun bir buse bıraktım.

 

O an güçlükle yutkundu, nefesi boğazında takıldı. Panikle geri çekildim.

“Canını mı yaktım?” dedim, sesim fısıltıya dönmüştü.

 

Başını iki yana salladı yavaşça. Ama gözlerinden süzülen yaşları saklayamadı.

Titreyen parmaklarını kaldırmaya çalıştı, ama acıyla inleyince hemen elini tuttum.

“Dur… ben tutarım…” diyerek avuçlarını yüzüme kapattım.

 

Elinin sıcaklığını hissederken fısıldadım:

“Çok özledim Emir’im… gözlerini, sesini, hatta sessizliğini bile çok özledim.”

 

Parmakları yüzümü kavrayınca gözyaşlarım, avuçlarına karıştı. O an konuşmak ister gibi dudaklarını araladı; ama nefesi göğsünde takıldı, inlemesiyle sertçe yutkundu.

“Emir'im yorma kendini…” dedim, sesim çatladı.

Yatağın kenarından kalktım panikle.

“Hemen doktora haber vereyim, kontrol etsinler seni!”

 

Başını ağır ağır salladı.

Ama o bakış… o bakış “gitme” diyordu.

Gözleriyle tuttu beni.

 

“Pencereden bak,” dedim titreyen sesimle. “Seni herkes bekliyor. Ben sadece doktora haber verip geleceğim… tamam mı canım? Biz yanındayız.”

 

 

Yutkunamadı, sadece kirpiklerinin arasından süzülen yaş yanaklarına düştü.

Elini hâlâ yüzümün olduğu yere uzatmaya çalışıyordu, sanki orada kalmışım gibi.

 

Kapıya doğru bir adım attım ama kalbim yerinden çıkacak gibiydi.

Gitmekle kalmak arasında asılı kaldım bir süre…

Sonra gözlerimi ondan ayırmadan fısıldadım:

“Az kaldı Emir… dayan olur mu?”

 

Ve çıktım odadan.

 

Dışarıda büyük bir sevinç vardı.

Hüda anne, gözyaşları içinde boynuma sarıldı.

 

“Sen kaldırdın onu! Sen kaldırdın gelinim!”

“Uyandı anne… sonunda uyandı.”

 

Egemen nefes nefese yanımıza koştu.

“Ben doktorlara haber verdim!” dedi heyecanla.

 

Başımı sallayıp pencereye döndüm. Doktorlar odaya girmişti bile.

Bir hemşire dışarı çıkınca Baran ağabey hemen önüne geçti, durumunu sordu.

Ama kızın yüzü kireç gibi kesilince kalbim sıkıştı.

 

“Ne oldu ağabey?”

Baran sessizce yutkundu.

“Kriz geçirebilir diye sakinleştirici vereceklermiş…”

 

Gözlerim doldu. Emel hemen yanımda belirdi, sarıldı bana.

“Kocana bak…” dedi kısık bir sesle, “seni izliyor.”

 

Başımı hızla çevirdim pencereye.

Ve evet… görüyordu beni.

Daha net görebilmek için başını hafifçe eğmişti yine.

 

“Emir’im…” dedim titreyen bir sesle, “burdayım.”

 

O an… sanki duydu beni.

Biliyormuş gibi gözlerini kapatıp açtı, sadece o kadar… ama bana yetti.

 

Bir hemşire gelip pencerenin perdesini kapattığında dizlerimin bağı çözüldü.

Banka güçlükle oturup dua etmeye başladım.

 

Alparslan ağabey, Egemen’in omzuna kolunu atmış onu sakinleştirirken bir yandan da sırtımı sıvazladı.

“Az daha dayan kardeşim,” dedi sessizce, “savaşını kazanıyor kocan.”

 

Gözlerimi kapadım.

“Bakarım ağabey…” dedim hıçkırıklar arasında,

“Hiç konuşmasın… ama az önceki gibi baksın bana, o bile yeter. Nefes alsın, yeter…”

 

O an odadan öyle bir ses geldi ki, yüreğimi söküp aldı sanki…

Günlerdir duymadığım, hasretini iliklerime kadar hissettiğim o ses, bu defa acıyla, yakıcı bir çığlığa dönüşmüştü.

“Aaahhh! Ahh...”

 

Saniyeler içinde kalbim göğsümden fırlayacak gibiydi.

“Emir?!” diye haykırdım, sesim çatladı. Ayağa kalkmamla Alparslan ağabeyin kolu anında önüme geçti, belimden sıkıca kavradı.

 

“İklim, dur kardeşim!”

“Ağabey… canını yakıyorlar!” dedim titreyen bir nefesle,

ama onun sesi daha sakin, daha kırık çıktı:

 

“İklim… kriz geçiriyor olabilir kardeşim…”

 

Dizlerimin bağı çözüldü, yere çöküverdim. Ellerim soğumuş, dudaklarım uyuşmuştu.

Sadece fısıldayabildim:

“Emir… buradayım! Buradayım canım...burdayım merhamet kokulum...”

 

Alparslan ağabey o an sımsıkı sarıldı bana. Göğsüne bastırdığı başımın üstünde ki elinin sıcaklığı bile üşüyen içimi ısıtmaya yetmedi.

Odanın içinden yankılanan inlemeler, duvarları bile ağlatacak kadar keskin bir acıyı taşıyordu.

 

“Bak, sakin ol kardeşim,” dedi kulağıma eğilip. “Hisseder o, seni hisseder…”

 

Ama ben duyamıyordum. Kalbimin attığı her vuruş, Emir’in çığlıklarıyla karışıyordu sanki.

“Ağabey gitmesin… ne olur, gitmesin…”

“Gitmeyecek,” dedi. “Burada. Korkma, güçlü dur…”

 

Ama o an...O ses herkesin nefesini kesti...

 

“İKLİM!!!”

 

Adımı öyle bir haykırdı ki, bütün sesler sustu. Zaman durdu.

Nefesim göğsümde düğümlendi, dudaklarım aralandı ama kelimeler çıkmadı.

Sadece fısıldayabildim:

“Buradayım… buradayım…”

 

Sonra birden, refleksle ayağa fırladım.

“Buradayım Emir’im!” diye bağırdım, kalbim göğsümden taşacak gibiydi.

Koşarken ayaklarımın altındaki zemin sanki kayıyordu. Ama tam kapıya vardığımda Baran ağabey beni tuttu, kolları kaya gibi güçlüydü.

 

“Ağabey bırak! Beni istiyor, canı yanıyor!”

“Kardeşim… daha değil! Dur, gözünü seveyim gülüm!”

 

“Bırak! Ne olur bırak!”diyerek çırpındım kollarının arasında...

 

“Bırakamam,” dedi gözleri dolarak. “Söz verdim ona…”

 

“Emir buradayım!” diye bir kez daha feryat ettim. Sesim duvarlara çarptı, yankısı ciğerlerimi yaktı.

 

Baran ağabey daha sıkı tuttu, başımı göğsüne bastırdı. Kalp atışlarını duydum; düzensiz, alevler içinde kalmış gibi hızlı ve deli gibi atan… benimkinden bambaşkaydı atışları ama acımız ortaktı.

“Yapma kardeşim, ne olur… kendinde değil, yapma…” dedi, sesi kırıldı.

 

“Canı yanıyor ağabey…”

 

“Keşke benim canım yansaydı,” diye fısıldadı. “Sizi böyle göreceğime… ben ölseydim keşke.”

 

Gözyaşlarım onun gömleğine karışırken, nefesim kesik kesikti.

“Gücüm kalmadı ağabey…” dedim, dizlerim titrerken.

 

Baran ağabey parmaklarını saçlarımdan geçirdi, alnımı omzuna bastırdı.

“Güçlü dur, İklim… ne olur kardeşim, bak seni istiyor o...”

 

O an odanın içi hâlâ Emir’in inlemeleriyle doluydu.

Her nefes, her ses, her titreşim…

Sanki ruhumu bir bıçak gibi kesiyordu.

___

 

Azra’dan...

 

Alper’in hastaneye gelişiyle biraz nefes alabilmiştim. Günlerdir içimde biriken o yorgunluk, onunla birlikte deniz kenarına geldiğimizde sanki bir nebze hafiflemişti. Bankta oturmuş, gözüm dalgaların ritmine takılmıştı. Rüzgar yüzümü okşuyor, tuz kokusu ciğerlerime doluyordu. Başımı Alper’in kollarına yaslayıp, kalp atışlarını dinlerken sanki dünya bir anlığına susmuştu.

 

“Azra’m... burada uyuma bak, belin acır güzelim,” dedi sesi, alışık olduğum o koruyucu tonda. Başımı yavaşça geriye çekip gülümsedim.

 

“Uykum geldi,” dedim mırıldanarak.

 

“Arabaya geçelim, hava serinledi güzelim.”

 

Bir süre sessizlik oldu. Dalgaların sesi konuşmalarımızın arasına girip kayboldu. Sonra kısık bir sesle konuştum:

“Alper... Baran ağabeyime verdim vasiyetini.”

 

“Biliyorum,” dedi hemen, gözlerini benden ayırmadan. “Baran okuyamamış... bir ayda yirmi kilo vermiş, Emel vitamin takviyesine başlamış Baran’a.”

 

Derin bir iç çektim.

“Hepiniz harap oldunuz…”

 

“Emir kalksın da, gerisi mühim değil,” dedi kararlı bir sesle. “Ama Alparslan Üsteğmen’den Baran’dan fazla korkuyorum.”

 

Gülümsemeye çalıştım ama dudaklarım titredi sadece.

“Annem bir dakika başından ayrılmıyor. Sanki öz ağabeyim gibi…”

 

“Öyledir Alparslan Üsteğmen,” dedi Alper, bakışları denizde kaybolmuştu. “Ama o da çok dalgın Azra’m ya… eskisi gibi değil artık.”

 

“Off…” diye iç geçirdim. Gözlerimi kapadım. O an parmak uçları saçlarımın arasına karıştı, nazikçe okşadı.

“Hadi gel, arabaya geçelim. Yüzün buz gibi olmuş,” dedi.

 

Başımı sallamakla yetindim. Ayağa kalkmamla birlikte bir anda gözlerim karardı, nefesim kesildi sanki. Belimdeki eli hemen sıklaştı.

 

“Azra’m?”

 

“Gözüm karardı…” dememle hiç tereddüt etmeden kucağına aldı beni. Göğsüne yaslandım, kalbinin hızlı ritmini hissettim.

 

“Ah be güzelim… yemek yemedin değil mi yine?”

 

“İçimden gelmedi…” dedim yorgun bir nefesle.

 

“Arabaya geçelim. Bir eve uğrayalım. Dün yaptığım çorba duruyordu.”

 

“Gerek yok…”

 

“Rica etmedim zaten güzelim,” dedi gülümseyerek. Sesi, o yorgun gecelerin içinde bana iyi gelen tek sesti.

 

Beni kucağından indirmeden kapıyı açtı, ardından dikkatlice koltuğa yerleştirdi. O an yüzüne düşen ışıkta hem yorgunluğunu hem de üzerime titreyen bir sevdayı gördüm.

Kapıyı kapatıp aracı dolandı, şoför koltuğuna geçti. Motorun sesi, gecenin sessizliğini yumuşattı.

 

Başımı cama yasladım, soğuk yüzeye değen alnımdan bir ürperti geçti. Derin bir nefes alıp verdim — içimde bir yer, denizin kıyısında kalmış huzuru özlüyordu.

 

Dışarıda rüzgar, sokak lambalarının ışığını titreştiriyordu. Camdan süzülen o solgun yansımada gözlerim kendimle buluştu; yorgun, ama hâlâ direnen bir bakışla.

Alper direksiyonu kavramış, sessizce beni izliyordu arada.

En son onun evinin önüne gelince araç yavaşça durdu. Motor sustuğunda sessizlik, ikimizin arasında yankılandı. Farların solgun ışığı duvara vuruyor, arabanın içinde kalan o loşlukta sadece nefes alışlarımız duyuluyordu.

 

Direksiyonu bırakıp bana döndü.

“Gelmek istemezsen… buraya getiririm güzelim,” dedi, sesi yumuşak ama içinde derin bir endişe vardı.

 

Başımı yana çevirip gözlerine baktım.

“Alper…” dedim kısık bir sesle.

 

O an elini uzattı, parmakları titreyerek yanağıma dokundu.

“Azra’m… kurban olduğum,” dedi, sanki o iki kelimeyle tüm korkusunu, özlemini ve çaresizliğini anlatmak ister gibiydi.

 

Gözlerimi kapattım, avuçlarının sıcaklığı yanaklarımdan içime işledi.

 

"Hep ya benimle ya da benimle ilgileniyorsun..." dedim kısık bir sesle, camdan dışarı bakarken.

O ise direksiyona yaslanmış, gözlerini bir an olsun benden ayırmadan cevap verdi:

"Benim sizden başka ailem mi var Azra? Emanetsiniz siz bize, ondan..."

 

Sözlerindeki samimiyet, içinde gizlediği o koca acıyı örtemiyordu.

Gözlerimi kapadım, derin bir nefes aldım.

"Yiğit Alper’im... içinde kopan fırtınaları ben görüyorum. Canın yanıyor farkındayım…"

 

Bir an sustu. Gözleri önümdeki boşluğa daldı, dudaklarının kenarı titredi ama gülmeye çalıştı.

"Evden ekmek arası bir şeyler yapayım, getiririm sana... Karnın aç senin," dedi, konuyu değiştirip.

 

"Alper... yapma," dedim yorgun bir sesle.

"Niye? Açsın ama," dedi bu defa alttan almadan.

 

Başımı yana çevirip ona baktım.

"Alper... babanlarla durumu ne yaptın?" diye sordum sessizce.

 

Direksiyonun üzerindeki parmakları gerildi, çenesindeki kaslar belirginleşti.

 

Gözleri doldu. Bakışlarını kaçırınca elini tuttum; parmak uçlarımda titreyen o sıcaklığı hissettim. Dudak kenarı kıpırdadı ama kelime dökülmedi.

“Alper’im… söyle hadi… atma içine… hep sen beni dinlemeyeceksin.”

 

“Sevmiyor işte Azra…” dedi, sesi boğazında takılıp kaldı. “Zorla sevgi olmuyor. Aynı şeyler…”

Kelimeler ağzından dökülürken bile, gözleri bir yerlere sığınmaya çalışıyordu; direksiyonun üzerindeki elleri titriyordu.

 

“Alper…”

 

“Konuşmayalım lütfen.” Başını öne eğdi, alnındaki damarlar belirginleşmişti. Nefesi kısalıp uzadı, direksiyonun derisini avuçladıkça parmak kemikleri beyazlaştı.

“Benim acım senelerdir alışık olduğum bir acı. Seninki öyle değil güzelim. Zamanı da değil benim konularımın.”

 

“Boğuluyorsun Alper, görmüyor muyum sanıyorsun?”

 

“Çünkü korkuyorum…” dedi, sesi neredeyse fısıltıya dönmüştü. “Seni de kaybetmekten korkuyorum. Sana da yara bandı olmaktan korkuyorum…”

 

“Sen benim yara bandım falan değilsin, Alper.”

 

Birden başını kaldırdı. Gözleri kızarmış, altındaki damarlar belirginleşmişti.

“Azra, bir çocuk niye sevilmez?”

 

“Alper…”

 

“Bak bilmiyorsun güzelim… ben de bilmiyorum.”

Sözcükler boğazında düğümlendi. Yumruğunu dizine vurdu, direksiyonun yankısı içimde çınladı.

“Senelerdir babamın benimle derdi ne, ben de bilmiyorum! Beni her şeyden mahrum bırakıp reddeden adamın, beni niye sevmediğini bilmiyorum! Kıyaslıyorum, üç çocuğunu toplasan bir ben etmez, vallahi etmez! Ben kendimi asla düşünmem, sevdiklerim aç kalırken rahat edemem… Parası için sevmiyorum diye mi sevmedi beni o adam? Battığı dönemde doğdum diye mi ayak bağı oldum ona?!”

 

Söyledikçe nefesi sıklaştı.

Derin bir nefes aldı ama sanki o nefes bile ciğerlerine sığmadı.

“Anlamıyorum artık, yoruldum. Adını dahi duymak istemiyorum Azra, yapma artık. Beni tüm mirastan reddetti o adam. Benim senelerce dağda, soğukta, aç susuz yaşayıp sürünerek aldığım evimi dahi cici kardeşlerime verdi.”

 

Sesinde hem kırılmış bir çocuğun ağrısı hem de bastırılmış bir asker öfkesi vardı.

“Hasta olduğumda ağlıyorum diye beni banyoya kilitleyen adam, kızı hasta olmasın diye saçlarını kurutup sosyal medyaya atıyor. Kalbini kırarım açma yavrum dedikçe illa açıyorsun… Doluyum Azra, çok doluyum güzelim, yapma. Ben güçlü görünmek zorundayım, beni yumuşak karnımdan vurma…”

 

“Alper…” dedim sessizce. Ama sesim bile titriyordu. Gözlerim yanarken ellerim farkında olmadan koltuğun kenarını sıkıyordu.

 

“Ben atıştırmalık bir şeyler hazırlar gelirim,” dedi ani bir kararla. Gözlerimi göremesin diye kapıyı açtı. Aracın içindeki sıcaklık bir anda soğudu.

Ben de hemen ardından indim.

Soğuk hava yüzüme çarptı, nefesim buharlaştı.

 

“Alper.”

 

“Azra, arabada kal.”dedi, net bir ton da...

 

“Seninle geleceğim.”

 

“Azra,” dedi kararlı ama yorgun bir sesle. Omuzları düşmüş, bakışları yorgundu.

 

Yanına yaklaştım. Bir anlık boşlukta, omuzlarına sarıldım.

Göğsüne yaslandığımda kalbinin çarpışını hissettim, ritmi darmadağındı.

“Beni kaybetmekten korkan adama yara bandı sayacak kadar karaktersiz değilim, Alper’im. Ama senin de bana ihtiyacın var. Yaralarını sarmama izin ver…”

 

Sonra o sessizliğin içinden kısık sesi geldi:

“Emir, ayağa kalkana kadar konuşmayalım. Ama bir daha bu konuyu… tamam mı?” Masum bir çocuk gibi, gözleri hafifçe nemli, sesi kırılgandı.

 

“Tamam.” dedim, çenemi göğsüne yaslayıp yüzüne hayran bakarken.

 

“Söz verdin mi?” diye sordu, buruk bir gülümsemeyle; dudaklarının kenarındaki o hafif kıvrım bile içimi ısıttı.

 

“Söz.”

 

Alnıma yumuşak bir öpücük kondurdu.

“Aferin benim baş belama,” dedi, sesi hem şefkatli hem de minik bir oyun çocuğu tınısındaydı.

__

 

 

 

 

 

"'_Ertesi Gün_"'

İklim’den...

Gözlerimi araladığımda, odanın loş ışığı gözlerimi yaktı. Bir süre nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Gözlerim netleşince Alparslan ağabeyi fark ettim; koltukta başı yana düşmüş, yorgunluktan uyuyakalmıştı. Göktürk ağabey ise sessizce bir köşede oturuyor, elindeki telefonla oyalanıyordu.

 

Yavaşça doğrulmamla birlikte bakışları hemen bana döndü.

“İklim, iyi misin kardeşim?” dedi, sesi yumuşak ama endişe doluydu.

 

“Ne oldu bana ağabey?” dedim kısık bir sesle, hâlâ başım dönüyordu.

 

“Kan şekerin düşmüş…” diye yanıtladı, telefonu bir kenara bırakıp yanıma geldi. “Biraz daha dinlenmen lazım.”

 

“Emir?” diye sordum hemen, kalbim bir an duracak gibi oldu.

 

“Uyandı.” dedi ve dudaklarının kenarına hafif bir tebessüm yerleşti. “Baran yanında.”

 

“İyi mi?”

 

“İyi, iyi…” dedi güven verici bir tonda. “Konuşturmuşlar. Seni görmeyi istiyordu ama sana sakinleştirici verdiler, dün hiç uyanmadın. Dinlenmiş oldun en azından.”

 

O an gözlerimi kapattım, boğazımdaki düğüm çözüldü. Kalbim ilk defa, uzun zaman sonra, gerçekten hafifledi.

 

“Ağabey, benim onu görmem lazım!” diye feryat ettim, sesi titriyordu.

 

Göktürk ağabey sakin ama kararlı bir sesle durdurdu.

“Serumun bitsin önce, İklim… Vitamin değerlerin de düşmüş. Biraz kendine gel. Seni güçlü görsün ki, hemen ayaklansın.”

 

“İyi değil mi… ama bana yalan söylemiyorsunuz değil mi?” gözlerim umut ve korku arasında gidip geliyordu.

 

“Doğmamış çocuğumun üstüne yemin ederim, kardeşim… Kocan uyandı. Şu anlık iyi… Zaman ne gösterecek bilemem. Ayrıca yalan söylemeseydik, o halde sen çok daha yıkılırdın. Mecbur kaldık, ona sözümüz vardı.”

 

“Ne sözü?”

 

“Travmalarını tetiklemeden söyleyecektik… Ona bir şey olursa… Başaramadık ama buna da şükür…” dedi Göktürk ağabey, sesi hem kırgın hem de hafif rahatlamıştı.

 

“Emir ne zaman uyandı peki? Ben bayıldıktan sonra mı?” diye sordum hâlâ biraz sersemlemiş halde.

 

“Kriz geçirdikten sonra sakinleştirici verip, üç saat kadar beklediler. Sonra tekrar denediler uyandırmayı. Bu defa sorunsuz uyandı, çok şükür,” dedi Göktürk ağabey, sesi hem rahatlamış hem de hafif titrek.

 

“Çok şükür ağabey… Dualarımız kabul oldu, çok şükür,” diye fısıldadım, gözlerim dolu dolu.

 

___

Oy sınırı 30 un altına düşmesin bol yorum atinnn

Bölüm : 14.10.2025 23:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Bozkurt Pençesi / Yarım Kalan Sigara / Bölüm 88 : Uyanış ❤️‍🔥
Bozkurt Pençesi
Yarım Kalan Sigara

57.91k Okunma

6.71k Oy

0 Takip
112
Bölümlü Kitap
Bölüm 1 : Atalay Timi 🦂🇹🇷Bölüm 2 : İlk Karşılaşma ❤️‍🔥Bölüm 3 : Görünmeyen YaralarBölüm 4 : Yeni başlangıçlarBölüm 5 : Tamamlanmayı Bekleyen HayatlarBölüm 6 : Timin başı DertteBölüm 7 : Küçük Umut Yaman ParsBölüm 8 : Aşiret ve Töre Kurbanları 🔥Bölüm 9 : İki Sevdanın arafında...Bölüm 10: Başımız Belada ❤️‍🔥Bölüm 11 : Zoraki Evliliğe İlk AdımBölüm 12 : Sözde KarımBölüm 13 : Dik Durmaya ÇalışmakBölüm 14 : Senin Sayende ❤️‍🔥Bölüm 15 : Aşka Adım Adım ❤️‍🔥Bölüm 16 : İstenmeyen GelinBölüm 17 : Namus Davası ve ÇarşafBölüm 18 : Hayatta Kalma SavaşıBölüm 19 : Zor GünlerBölüm 20 : İlk TavizlerBölüm 21 : Aşiret ile karşı karşıya 🔥Bölüm 22 : Kıvılcımlar ArasındaBölüm 23 : Sevgi Tohumları ❤️‍🔥Bölüm 24 : İlk BuseBölüm 25 : Yağmurun altında bir günBölüm 26 : Yasak Sevdalı 💔Bölüm 27 : Acılar 💔Bölüm 28 : Kapanmaz Yaralar ❤️‍🔥Bölüm 29 : Beklenmeyen HaberBölüm 30 : Gönül YarasıBölüm 31 : Cam kırıkları 💔Bölüm 32 : Yağmur Seninle GüzelBölüm 33 : Aşk YağmuruBölüm 34 : Şükür SebebiBölüm 35 : Gökyüzü güzelliğini kıskanırBölüm 36 : Aşk ve Adalet ❤️‍🔥Bölüm 37 : Merhamet Kokulum ❤️‍🔥Bölüm 38 : Aşkı Şerbetli ❤️Bölüm 39 : Yürek Yarası ❤️‍🔥Bölüm 40 : İlk İtiraf ❤️‍🔥Bölüm 41 : Kıskançlık Krizi ❤️‍🔥Bölüm 42 : Korku olmazsa aşk olmaz ❤️‍🔥Bölüm 43 : Beklenmeyen Buse 🥲Bölüm 44 : Yaşam SavaşıBölüm 45 : Ölüm ile Yaşam...Bölüm 46 : İyi ki Sen ❤️‍🔥Bölüm 47 : Canımdan can gidiyorBölüm 48 : Özlemek istiyorumBölüm 49 : Mest Olunur GüzellikBölüm 50: Sevdiğiyle Çocuk Olurmuş İnsan ❤️‍🔥Bölüm 51 : Aşk Ve savaşBölüm 52 : Yıkımlar başlıyor...Bölüm 53 : Mor orkide 🇹🇷Bölüm 53 : Aşk Sakinleştiricisi 🔥Bölüm 54 : Gurur ve Sevda🔥Bölüm 55 : Şımarmak istiyorumBölüm 57 : Masum Aşıklar 🫠Bölüm 58 : Yaşayan Fosilsin SenBölüm 59 : Can kırıklarıBölüm 60 : Bir Gönül Davası 🔥Bölüm 61 : İki Cihan CennetimBölüm 62 : Yak yanıyorsak söndürmeBölüm 63 : Hüzün MaltemiBölüm 64 : Alevler ve küllerBölüm 65 : Bir Yürek Yangını ❤️‍🔥Bölüm 66 : Emir HayranlıklarıBölüm 67 : YıkılışlarBölüm 68 : Gamzenin Çukurunda kaybolmak istiyorumBölüm 69 : Gururum ❤️‍🔥Bölüm 70 : Anlat Onlara...Bölüm 71 : Hasret kavuşmasıOkurlarimmBölüm 72 : Saklanılan AcıBölüm 73 : Küçük Emir’in Acıları❤️‍🔥Bölüm 74 : Acı ve GururBölüm 75 : Hisler Uyanıyor...Bölüm 76 : Yüreğimin Vatanı ❤️‍🔥Bölüm 77 : Yıldızların Altında 🫠❤️‍🔥Bölüm 78 : Son hatırlarBölüm 79 : Başka bir EmirBölüm 80 : Canımı Yakıyorlar ❤️‍🔥😔Bölüm 81 : Hisler Yalan söylemezSoru-Cevap yapıyoruzBölüm 82 : Mazi ve aşkBölüm 83 : Sırılsıklam aşkBölüm 84 : Kokunda Dinlenmek İstiyorum😔❤️‍🔥Bölüm 85 : Kanlı Nefesler 🥀❤️‍🔥Bölüm 86 : Acılar ve Gerçekler 🥀❤️‍🔥Bölüm 87 : Diriliş mi Bitiş mi ?Bölüm 88 : Uyanış ❤️‍🔥Bölüm 89 : Küçük Yılmaz ❤️‍🔥Bölüm 90 : Bir İç savaş Meselesi❤️‍🔥Bölüm 91 : Pembe bisiklet 🫠Bölüm 92 : Efelerin EfesiBölüm 93 : Nemrut’un Kızı ❤️‍🔥Bölüm 94 : Aşk ve SavaşBölüm 95 : Ahım ölüme kadar 🥀🔥Bölüm 96 : Tatlı Aşermeler 🫠❤️Bölüm 97 : Canımın Canını AldılarBölüm 98 : Sensiz Nasıl Yaşarım Ben...Bölüm 99 : Canımı YaktınızBölüm 100 : TükenişlerBölüm 101 : Kanlı GömlekBölüm 102 : Son Yüzleşme ❤️‍🔥Özel Bölüm : Leyla'nın GerçekleriBölüm 103 : Kanlı Son Direnişler...Bölüm 104 : Ahirim SensinBölüm 105 : Kana Karışan NefeslerBölüm 106 : Zamana TutsakBölüm 107 : Aşabildin mi ?Spoi107.bolume oy ve yorum gelmediği sürece bölümü atasım yok bilginize
Hikayeyi Paylaş
Loading...