

Emir Kaan Yılmaz’dan...
Balkonda biraz hava aldıktan sonra karımın yanına dönmek için içeri girdim.
Mutfaktan gelen tıkırtılar arasında onu görünce istemsizce gülümsedim.
“Ne oldu güzelim?” dedim, ellerim cebimde, o tatlı hâlini izlerken.
Başını bana çevirip dudaklarını büzdü.
“Canım nedensizce su çekti,” dedi, mahcup bir edayla.
Bir kahkaha bastım.
“Su mu aşerdin sen, güzelim?”
Omuzlarını silkti, yüzüne utangaç bir tebessüm yayıldı.
“Sanırım... başucumuzdaki şişeyle doymadım.”
Gülümseyerek masada ki sürahiden bir bardak su doldurup ona uzattım.
“Kurban olurum sana... al bakalım güzelim.”
Suyunu iştahla içtikten sonra sürahiye tatlı tatlı bakıp dudaklarını büzünce gülümsedim, elindeki bardağı yeniden doldurdum.
“Anlaşılan kızımızın ciğerleri yanmış, annesi,” dedim, yüzümde yumuşak bir tebessümle.
Gözleri parladı, dudak kenarları hafifçe yukarı kıvrılırken su içti.
“Belki de oğlumuzun,” diye fısıldadı.
Gözlerimi devirdim, ama gülümsememi saklayamadım.
“Kızımız olacak,” dedim, sesimde belli belirsiz bir gururla.
“Nasıl bu kadar eminsin, hayatım?”
Sorusu mutfağın sessizliğine karıştı. Yaklaştım, bir elimle elini tuttum, diğer elimle karnına dokundum.
“Babalar hisseder…” dedim usulca. “Burada bir kızımız var, kalbimizin beraber attığı yerde.”
Bir an başını eğdi, gözleri doldu.
“Ben… sana benzeyen bir oğlumuz olsun isterdim ama,” dedi kısık bir sesle.
Parmak uçlarımla yanağını okşadım, bakışlarımı gözlerinden ayırmadan konuştum:
“Kız da olsa, erkek de olsa fark etmez bana, güzelim… ama içimde bir his var. Kız hissediyorum. Senin gibi… senin ışığın gibi parlak bir kız.”
“Kız da olsa, erkek de olsa sana benzesin Emir…” dedi fısıltıyla, ama sesindeki o titrek tonu hemen yakalamıştım.
İçi yanıyordu bunu söylerken… Gözlerinde biriken o kırılganlığı, bir yandan saklamaya çalışıyor, bir yandan da bana sığınıyordu.
“Canınızın başka çektiği bir şey var mı?” dedim, konuyu hafifletmeye çalışarak. Sesimi olabildiğince yumuşattım.
Başını yavaşça kaldırdı, gözleriyle beni buldu.
“Tost yapar mısın bize?” dedi, dudaklarında mahcup bir tebessüm belirdi. “Sanırım biraz acıktım…”
Gülümseyip ona doğru bir adım attım.
“Yaparım, bebeğim… ama geçen sucuğa miden bulanmıştı. Karışık mı yapayım, onsuz mu?”
Bir an durdu, gözleri buğulandı.
“Onsuz yapsan…” dedi sessizce.
O an elim kendiliğinden yanağına gitti.
Parmak uçlarımla yüzünü okşarken fısıldadım:
“Kurban olurum sizi verene… yaparım iki gözüm.”
Gözlerini kapattı, başını elime yasladı.
O kısacık anda bile, aramızdan geçen sessizlik bin kelimeye bedeldi.
O, içinde büyüyen mucizeyle bana bakıyordu;
bense her nefesinde, aynı mucizenin bir parçası olmanın şükrünü yaşıyordum.
___
İklim Yılmaz’dan…
Günler sonra onunla çocuk gibi eğlenmek, ikimize de öyle iyi gelmişti ki…
Mutfakta yaptığımız basit bir tost bile sanki dünyanın en güzel yemeği gibiydi.
Birlikte yerken, eliyle hem tostumu yedirip hem de ayranımı içirmesi, istemsizce gülümsememe neden oluyordu.
“Son lokmanı aç bakalım, ağzını,” dedi, kendi tostundan ısırdığı lokmayı bana uzatırken.
Ağzıma alır almaz, tostunu bir kenara koydu; hemen ardından ayranımı aldı, bardağı dudaklarıma dayadı.
Tam o sırada elim refleksle karnıma gitti.
Gözleri o hareketimde takılı kaldı; yüzünde sıcacık bir gülümseme belirdi.
“Doymadı mı yoksa benim kuşlarım?” dedi.
Mahcup bir gülüşle gözüm onun tostuna kayınca başını geriye atıp kahkaha attı.
Sonra eğildi, karnıma doğru yaklaştı.
“Kızım, annenin tatlılığına tatlık katıkça… olan babanın kalbine oluyor ama babam,” dedi.
Sesi, hem şefkat doluydu hem de içinde kıpır kıpır bir mutluluk vardı.
O anın içinde kaybolmak istedim; gözleri öyle ışıldıyordu ki, dünyada sadece biz vardık sanki.
Gözlerinin içine bakarken dudakları bir anda dudaklarıma kapandı.
Kısa bir an donakaldım ama kalbim öyle hızlı çarpmaya başladı ki, gözlerimi refleksle kapattım.
Nefesim karıştı nefesine. Minik bir buseydi ama ilaç gibiydi bana...
Geri çekilirken bu defa karnımın üzerine eğilip usulca bir öpücük kondurdu.Kalbim öyle bir atıyordu ki, içimde sanki bin kelebek kanat çırpıyordu.
Sonra hiç bozmadan, elindeki tostu bana uzattı.
“Isır bakalım, bebeğim,” dedi, sesi sıcacık bir tebessüm gibi.
“Ama o senin, olmaz,” dedim gülümseyerek.
“Çok aç değildim zaten, sırf sizinle yemek için yapmıştım,” dedi gözlerimin içine bakarak.
“Olmaz… sen ye…” dedim bu kez dudak büzerek.
Parmaklarının sırtıyla yanağımı okşadı, o sıcaklıkla istemsizce gülümsedim.
“Bebeğim… bitiremeyecektim zaten, güzelim. Babaya yardım et hadi,” dedi yumuşak bir sesle.
Dudak büzsem de, bana uzattığı tosta kayıtsız kalamadım. Bir ısırık aldım.
Ayrana uzanacakken yine benden önce davranıp bardağı eline aldı, bir yudum içirirken gözlerimin içine baktı.
Ağzımdakileri bitirip gülümseyince tekrar tostu uzattı, bu defa ikimiz de güldük.
Bir ısırık daha aldım, o da başını yana eğip gülerek fısıldadı:
“Yarasın güzellerime…”
Tostun son ısırığını da alıp ayranımı bitirdim. Peçeteye uzanıp dudak kenarımı silince kıkırdamaya başladım.
“Çocuk gibi oldum ben yine.”
“Benim çocuğumsun sen,” dedi, alnıma bir öpücük kondurarak. Gözlerimi kısıp, dudaklarımda küçük bir tebessümle baktım ona.
“Emir’im…”
Masayı toparlayıp tezgâha yönelirken, “Söyle güzelim,” dedi. Bulaşıkları makineye dizerken ayağa kalkıp arkasından yaklaştım, kollarımı beline doladım.
“Emir’im…” dedim bu kez daha içten, daha derinden gelen bir sesle.
Ellerini peçeteyle silip bana döndü. Tam sarılacakken bir anda hafifçe gülümsedi.
“Şimdi sessiz ol, çığlık atma,” dedi alçak bir sesle.
Ne olduğunu anlamadan kollarımdan tutup tezgâha oturttu beni.
Refleksle omzuna dokundum.
“Emir… ne yapıyorsun?” dedim, nefesim karışık bir fısıltıya dönmüş halde.
“Şimdi söyle güzelim,” dedi, saçlarımı nazikçe geriye atarak.
“Emir…” dedim; sesim titredi, gözlerim doldu. O an hiçbir kelimeye gerek kalmadı. Boynuma eğilip uzun, içli bir buse bıraktı. Kolları belimi sardığında içimdeki tüm sızı yerini tarifsiz bir huzura bıraktı.
Başını boynumun kıvrımına gömerken derin bir nefes aldı; sanki kokumu içine çekip orada kalmak ister gibiydi.
“Emir’in kurban olsun yoluna, İklim’im…” diye fısıldadı tenime dokunan nefesiyle.
Sözleri içimi yaktı; boğazımda düğümlenen duyguyla ellerim kendiliğinden ensesine gitti. Parmaklarım saçlarına karışırken, o anın sıcaklığında zaman durdu sanki.
“İyisin değil mi, canımın içi?” dedim. Başını hafifçe geriye çekti; gözleri usulca yüzümde gezindi. Her ayrıntımı ezberlercesine öyle derin derin, öyle içli içli baktı ki...Gamzesinin çukuruna eğilip uzun bir buse bırakıp geri çekildim. Gülümseyerek önüme gelen saçlarımı nazikçe kulağımın arkasına itti. Yanağımı usulcq okşadı, parmak uçları nazikçe gezindi yüzümde...
“İyiyim… İyiyim, güzelim…” dedi, gözleri ışıldayarak.
“Sen niye uyandın? Yatakta göremeyince seni endişelendim,” fısıldadım.
“Hava almak istedim, güzelim… Sizin canınızın başka istediği bir şey var mı?”
Başımı iki yana salladım; içimdeki korku dinmiyordu hâlâ.
“Sadece senin iyi olmanı istiyorum,” dedim, dudaklarım titreyerek.
“İyiyim ben, güzelim…iyiyim nefesim benim...korkma canım...” dedi gülümseyerek. Yanağımdan öpüp tekrar sarılınca, ben de boynuna sarıldım.
"İyi ol Emir’im..."
“Gidelim mi artık yatağımıza…” dedi yumuşak bir sesle. Başımı onaylarcasına salladım; bir an bile tereddüt etmeden
“Boynuma sıkıca sarıl, kucağımda kal,” dedi. Geri çekilmek istedim ama çoktan kollarının arasına almıştı bedenimi.
“Emir, yapma şunu…” dedim, sesimde hem endişe hem de çaresizlik vardı.
“Yapmazsam iyi olmuyorum… İyi olmamı istiyorsan sus, bebeğim,” diyerek saçlarımdan nazikçe öpüp odamıza geçirdi ve beni yumuşak bir şekilde yatağa bıraktı.
“Niye böyle yapıyorsun? Ya bir yerin ağrırsa, Emir…”
“50 kilosun, tüy gibisin. Arazideki sırt çantam senden ağırdı, güzelim,” dedi, sesi hem ciddi hem de koruyucu bir tonda. Gözlerindeki endişe gülümsemesiyle birleşiyordu.
“Saçmalama, Emir,” dedim sitemle göz devirip, ama o yanıma uzanıp kolunun altına çekti beni.
“Ciddiyim, güzelim… Kızımıza iyi bak, bebeğim. Hâlâ çok zayıfsın…”
“Uykum geliyor… hep onun yüzünden,” dedim, başımı göğsüne yaslayarak, kollarının sıcaklığında hem güven hem de huzur hissettim. İçimdeki endişe yavaş yavaş dağılırken, kalbim onun yanında atmanın mutluluğuyla doluyordu.
“Uykunun bir zararı yok ki… Bebeğimiz kendini yoruyor demek ki içeride…” dedi, sesi yumuşacık, gözleri parlıyordu.
“Daha minik ki…” dedim, başımı göğsüne yaslayarak.
“Same annesi gibi,” diye ekledi, gülümsemesi dudaklarına yansıdı.
“O da inatçı olur eminim ki,” dedi, sesi hafif bir uyarı tonuyla.
“Babetlerini de almak lazım… Anneleri gibi olursa, elin adamına bırakmam kızımı ben,” diyerek hafifçe gülümsedi, gözlerinde kıskanç bir parıltı belirdi.
“Sen elin adamı mısın, Emir?” dedim fısıldayarak, kafamı yana yaslayıp onu süzerken.
“Vermem ben kimseye kızımı,” diye patladı Emir, sesi bir an ciddileşti ama gözlerinin içi gülüyordu. “Baran’a da dedim; ‘Kızımın yanına yaklaşanın kafasını kopart’ diye tembihledim, duysun herkes.”
“Allah Allah, hiç evlenmeyecek mi kızımız?” dedim, kaşlarımı kaldırıp gülümserken.
“Cıık! Sadece babasının prensesi olacak o. Ona kraliçeler gibi bir hayat hazırladım,” dedi gururla, sesi kısık ama tatlıydı.
“Ya o da annesi gibi bir prens bulursa?” diye takıldım.
“Kraliçeler prense ihtiyaç duymaz, güzelim. Sen de artık bir kraliçesin, kızımız da… prenses değil, direk kraliçe olacak,” dedi gözlerini parlayarak.
“Babasından torpilli herhalde… prenses dahi olmadan kraliçe yaptın hemen,” dedim kıkırdayarak.
“Sen… kızımızı mı kıskandın?” diye sordu, yüzündeki tebessümü gizleyemeyerek.
Gülümseyerek omzuna dokundum, “Belki biraz kıskandım… ama sadece seni de biraz kıskandım,” dedim fısıltıyla.
“Karım… kızımı da mı kıskanırmış?” dedi gülerek, gözlerindeki sıcak bakışla bana dokunur gibi.
“Tabii ki kıskanırım,” dedim dudaklarımı büzerek, içimdeki heyecanı bastırmaya çalışarak. “Pabucumun dama atılmasından korkuyorum.”
“Canım…” dedi o an, sesi birden yumuşadı, sanki dünyadaki bütün huzur oradaydı.
“Sen benim ilk ve son göz ağrımsın… Yerini kimse tutamaz. Kızımızın yeri ayrı, senin yerin ayrı olacak. Benim yüreğim de, kanatlarım da her zaman size açık olacak.”
Elinin sıcaklığı yanağıma değdiğinde içim eridi, gözlerim doldu; bir damla yaş usulca süzüldü.
“İklim’in kurban olsun sana…” dedim, dudaklarım hafif titreyerek.
Gülümseyip alnımdan öptü.
“Bana giderek benziyorsun…” dedi, gözlerinde hem şefkat hem gurur vardı; kalbim sıkıştı o bakışta.
“Keşke senin gibi olabilsem…” dedim, gözlerimi onun derin bakışlarına kilitleyerek.
“Olursun…” dedi yumuşak bir fısıltıyla, elleri yüzümü nazikçe tuttu.
“Olamam… Sen farklısın Emir…” dedim, sesi titrek ama içten.
“Bu dünyadan olamayacak kadar mı?” dedi, gözlerimi derin derin süzerken.
“Bu dünyadan olamayacak kadar…” diye fısıldadım, kalbim göğsümde deli gibi atarken.
“Sende öylesin ama, güzelim…”
“Senin kadar değilim…”
“Benden de güzelsin… Çünkü benim her şeyimsin,” dedi, sesi hafif titreyerek.
Bunu duyar duymaz kendimi onun göğsüne gömdüm, nefesini hissetmek bile yetiyordu bana.
“Güçlü kadınım benim… Diklenince daha da çekici oluyorsun,” dedi, başını hafif yana eğip saçlarımı okşayarak.
“Öyle mi…” diye mırıldandım, yüzümün sıcaklığını göğsüne bastırarak.
“Hıhım… Böyle kaybolasım geliyor gözlerinde… Sadece seninle olmak istiyorum,” dedi, sesi artık fısıltıydı sanki ama yüreğimde yankılanan bir melodi gibiydi de...
“Utandım,” diyerek yüzümü göğsüne gömdüm, o da kahkaha atarak ellerini belime doladı.
“Yaa, Allah’ım ya!” dedi, çocuk gibi sevinçle sarıldı bana, kalbi benim kalbime değiyordu.
“Bayılıyorum bunu yapmana ya…” dedi, sesi titrek ama yumuşaktı.
Sıkıca sardım onu, kalbim göğsüne değerken deli gibi atıyordu.
“Çok seviyorum seni, Emir…”
“Bende çok seviyorum seni kurban olduğum… her şeyim, nefesim…balım...karım...canım...” dedi ve dudaklarıma yumuşak bir buse bıraktı.
“Hadi uyu güzelim, kızımız da uykusunu alsın,” dedi, göğsüne daha da sokulmamla. Sıkıca sarışıyla, sadece bu anın bir ömür sürmesini diledim.
İçim yana yana, kalbim ağlarken onun daima bizimle kalmasını isteyerek çarpıyordu. Her nefesi, her dokunuşu, zamanın durmasını isteddiriyordu bana…
____
Size motivasyon olsun diye tatlış bir bölüm bırakıyorum.
Bolca oylamaya yüklenin 🫠❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |