
Küçük bir not : Fon müziği bıraktım. Onunla okuyun derim :) İyi okumalar❤️
___
İklim Yılmaz’dan...
Emir’in henüz uyanmamış olduğunu görünce biraz daha dinlenmesine izin vermek istedim. Sessizce yataktan kalkarken üzerini örttüm, saçlarına bir buse kondurdum. Dudaklarımın değmesiyle mırıldansa da uyanmadı; gülümseyerek kahvaltısını hazırlamak için uzaklaştım yanından.
O kadar güzel seviyordu ki… Bebeğimizin en büyük şansı, onun gibi bir babasının olmasıydı kesinlikle.
Mutfağa yöneldiğimde Azra’nın, Yiğit Alper’le kahvaltıyı hazırladıklarını gördüm. Onları rahatsız etmemek için geri çekilecektim ki, bir anda karşımda Baran ağabeyi görünce irkildim.
“Hiih!” diye istemsiz bir ses çıktı ağzımdan.
“Özür dilerim kardeşim, korkuttum mu?” dedi Baran ağabey, yüzünde mahcup bir gülümseyle.
“Ağabey, aklımı aldın ya!” dedim elimi kalbime götürerek.
“Korkutmak istememiştim kardeşim,” dedi, sesindeki yumuşak tonda samimiyet vardı. “Alper’in mutfakta olduğunu duyunca, onunla konuşmaya gelmiştim.”
Tam o sırada Azra elinde bir bardak suyla hızla yanımıza geldi.
“Yenge, su iç,” dedi endişeli bir sesle.
Bardağı elinden alır almaz tek dikişte kafama diktim. Boğazımdan geçen suyun ferahlığıyla derin bir nefes aldım. Başımı kaldırdığımda üçü de bana şaşkınlıkla bakıyordu.
“Ne oldu, niye öyle bakıyorsunuz?” dedim kaşlarımı kaldırarak. “Susamışım sadece.”
Alper kahkahayı patlattı. “Vallahi yenge, ciğerin bağrın yanmış gibi içtin, bu susamaktan çok… yanık gibiydi!”
Tam o anda Azra, ensesine hafif ama etkili bir şaplak attı.
“İki canlı kadın, Alper!”
“Gülüm, ne dedim ya?!” diye savunmaya geçti Alper, kaşlarını kaldırarak masum bir ifadeyle.
Bu defa Baran ağabey araya girdi, Alper’in kolundan tuttu.
“Gel bakalım, beş dakika konuşmamız lazım,” dedi ve birlikte mutfaktan çıktılar.
Ben olan bitene gülümseyerek bakarken, Azra’ya döndüm.
“Teşekkür ederim canım,” dedim bardağı uzatırken.
“Rica ederim yengem,” dedi Azra, gözlerinde sıcak bir gülümseme ile. “Sen salondaki masaya örtüyü ser, ben de tepsidekileri getireyim.”
Gülümseyerek mutfaktan örtüyü alıp salona yürüdüm. Küçük bir telaş vardı ortalıkta ama içim huzur doluydu; evimiz, kahvaltının kokusu ve bu sıcak anlarla bir kez daha ev gibi geliyordu.
Masaya örtüyü serdikten sonra Azra’ya yardım etmek için börek tepsisini elime aldım, salona yönelmiştim ki Hüda annenin sesiyle irkildim.
“İklim!”
“Efendim anne—” demeye kalmadan yüzüme inen sert tokatla elimdeki tepsi yere düştü. Tokadın acısı yanaklarımdan kalbime indi, ardından göğsümden ittiğinde yere savruldum.
“Senin yüzünden! Hayatına girdiğin andan beri zehir ettin çocuğuma hayatı!”
“Ben… ben bir şey yapmadım,” dedim titreyerek.
Hüda annenin tekrar üstüme yürümesiyle Azra araya girdi. “Anne, ne yapıyorsun?!” diye bağırarak beni korumaya çalıştı. Geriye sürünerek uzaklaştım, gözlerim korkuyla doluydu.
O sırada Baran ağabey ve Alper hızla içeri daldılar.
“Ne oluyor burada?!” diye çıkıştı Baran ağabey.
Hüda annenin sesi yankılandı:
“Zehir ettiğin yetmedi, bir de zehirlediniz mi oğlumu?! Doğru mu duyduklarım, doğruyu söyle bana! Sen mi öldürtüyorsun Emir’imi?! Deden yüzünden mi ölüyor benim oğlum?!”
Sözleri beynimde yankılandı. Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Neyden bahsediyordu? Ne yapmıştım ki ben? Yine mi kirlenmişti adım… yine mi birilerinin yalanına karışmıştı hayatım?
“Anne…” diyebildim sadece, dudaklarım titreyerek.
Yüzüme inen ikinci tokatla ne olduğunu anlayamadan başım yere çarptı. Çığlığımla birlikte gözlerim karardı.
“Senin yüzünden ölüyor benim oğlum! Senin deden zehirlemiş benim oğlumu!”
“Anne, ne yapıyorsun sen!” diye haykırdı Azra. Üstüme kapanıp dudak kenarımdan akan kanı eliyle sildi.
Hüda annenin sesi tekrar yükseldi, öfke dolu bir yankı gibi:
“Ağlıyor bir de utanmadan! Rezil! Deden yüzünden ölüyormuş benim oğlum!”
“Ya Hüda teyze, bir dur!” diyerek Baran ağabey ve Alper araya girdi, kadını zorla geriye çektiler. Azra beni kollarına aldı, sıkıca sarıldı.
“İyi misin yenge, iyi misin?” diye sordu titreyen sesiyle.
Ben gözlerimi Hüda anneye diktim. Sesim zar zor çıktı:
“Neyden… neyden bahsediyorsunuz bilmiyorum ben…”
“Onu sen söyleyeceksin!” diye bağırdı Hüda anne, gözleri yaşla dolmuş, sesi yırtılmıştı.
“Kendi hayatını yaşamak için Emir’imi kendine bağladın, âşık ettin ona kendini! Bir canı kalmıştı almadığın, onu da almışsınız dedenle! Mutlu musun ha?! Deden olacak o kansız yüzünden öldürdünüz oğlumu! Hayatına girdiğin andan beri gülmedi yavrumun yüzü… cehennem ettiniz ona hayatı, aldınız onu benden!”
“Ben bir şey yapmadım Emir’e… yemin ederim, ne diyorsunuz anlamıyorum ben… anlamıyorum…”
Ellerimi kulaklarıma kapattım, sesini duymamak ister gibi. Nefesim kesildi, dizlerimin üstüne çöktüm. Hıçkıra hıçkıra ağlarken içimde bir şeyler paramparça oldu.
Azra hemen yanıma geldi, kollarını üzerime sardı.
“Yenge, bir şey yok… yanlış anlamıştır annem, ne olur sakin ol…” dedi, ama sesi titriyordu.
“Ne yaptılar Emir’e, Azra?” dedim boğuk bir sesle. “Ne oldu… ölmedi mi o adamlar? Yine ne yaptılar?”
Daha sözüm biter bitmez Hüda annenin gözleri büyüdü. Baran ağabeyin kollarından sıyrılıp bir anda üstüme atıldı. Saçlarıma yapıştığında acıyla çığlık attım.
Ve o anda… dünyam yıkıldı...
“Senin ailenin kanı bulaştı oğluma! Deden yaptı! Senin deden zehirlemiş Emir’imi!”
Donup kaldım. Ama o devam etti...Öyle şeyler dedi ki...Kan bağım olduğu için o insanlarla kendimi birkez daha öldürmek istedim.
Zaman öyle bir durdu ki o an...Annemin cenazesi gözümün önüne geldi, daha sonra ise ablamın...ve şimdi de bir mezarla daha bakışmıştım sanki...Sevdiğim adamın mezarı...Onca yalan, ona verilen sözler bir anda geçti gözümün önünden...
Hüda annenin sesi yankı olup kalbimin duvarlarına çarpa çarpa çürüttü içimin tüm sağlam kalan duvarlarını...
Ağlamayı kestim.
Çırpınmayı da.
Sadece baktım… gözlerim bile yanmayı bıraktı bir yerden sonra uyuşarak.
Canıma öyle bir kor alev düşmüştü ki, canım öyle yanıyordu ki… ölmek istedim. Ama ölmek bile kolaydı.
Nefessiz kalmak istedim, beceremedim.
Denizin dibine batıp boğulmak istedim, ama batamadım.
Çünkü beni öldürecek olan dalgalar değilmiş…
Ailem olacak insanların kendi elleriymiş.
___
Emir Kaan Yılmaz’dan...
Bağırışlarla, çığlıklarla irkilip uyandım.
Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi.
Yataktan fırlayıp odaya koştuğumda, karşımda gördüğüm manzara nefesimi kesti.
Baran’la Alper annemi tutmaya çalışıyordu, ama annem Azra’nın üzerine kapanmış, Azra da yerde yatan İklim’in üstüne siper olmuştu.
“Ne oluyor burada?!” diye haykırdım, sesim o an herkesi susturdu.
Baran fırsat bulur bulmaz annemi birkaç adım geriye çekti.
“Hüda anne, yeter! Emir uyandı, görmüyor musun? Ona zararlı bunlar!” dedi, onu zapt etmeye çalışırken.
Ben ise donmuştum bir an. Sonra hızla Azra’yı çekip İklim’in yanına diz çöktüm.
“İklim… güzelim,” dedim, yüzünü kavrarken. Dudakları patlamış, burnundan kan süzülüyordu. Yüzünü Azra’nın uzattığı peçeteyle temizlemeye çalıştım. Gözlerim doldu.
“Güzelim, iyi misin? Ses ver bana…”
Sadece baktı. Gözleri bomboştu.
“Yavrum… ne olur bir şey de,” dedim ama cevap gelmedi.
“Ne oldu burada, biri bana anlatsın hemen!” diye bağırdım.
Azra, titreyen sesiyle fısıldadı:
“Annem… duymuş ağabey.”
“Duymuş derken neyi Azra?! Kim neyi duydu, benim karım niye bu halde ?!”
“Her şeyi…tüm gerçekleri ağabey...” dedi, yutkunarak.
Baran’a baktım, başını eğip derin bir nefes aldı.
İçimde bir şey koptu o an.
İklim’in yüzüne döndüm.
Gözlerinden iki damla yaş süzüldü.
Annemin bağırışları bir anda sustu kulağımda.
Sadece bir sesi duymak istiyordum.
Onunki.
“İklim’im…” dedim kısık bir sesle.
Etrafına bakındı bir an, sonra yavaşça kollarımdan kurtuldu.
Bakışları… o günkü gibiydi. Sesini duyamadığım, çıldırdığım o günkü gibi…
Ayağa kalkmaya çalışınca koluna girdim.
Yüzüme öyle bir baktı ki… yüreğimde taşlar çatladı.
Kendi ellerimle yıkmıştım kendi kadınımı.
Severken, canını yakan bendim. Hem de bilmeden.
Kolunu çekti, Azra’ya yanaştı.
“Bebeğim…” dedim, ama Azra’nın arkasına sığındı.
Sonra bir anda bana döndü.
“Bir kere soracağım,” dedi. “Bir kere… ilk ve son kez dürüst olun bana.”
Yutkundum.
“Doğru mu Emir?”
Konuşamadım. Sadece başımı eğdim.
Derin bir nefes aldı, gözyaşları içinde gülümsedi.
“Onca yalan söylediniz, affettim. Onca laf ettiniz, yuttum. Ama bu…” dedi titreyerek,
“Yalan de Emir. Ne olur… duyduklarım yalan de.”
Başımı kaldırmadım. Gözlerimden yaş süzülürken, herkes susmuştu.
Bir kişi hariç.
“Konuşma artık! Hâlâ utanmadan konuşuyor musun sen?! Katiller! Hepiniz katilsiniz!”
“Anne yeter!” diye bağırdım.
“Yapma oğlum,” dedi titreyerek, “yine mi Emir… yine mi onu savunacaksın kara boncuğum? Katilin olan kadını mı?!”
“Anne…Yeter! Haddinizi bilin, o kız dediğin benim karım! Yavrumun annesi!”
Baran, hızla annemi tuttu, “Siz konuşun Emir’im, Hüda anne bende,” diyebildi sadece.
İklim acı acı güldü.
“Kambersiz düğün olmaz tabii, değil mi ağabey? Korusana kardeşini, hep arkasında dururdun! Sen niye katil demiyorsun eline fırsat geçmişken...” dedi.
Baran’ın gözleri dondu kaldı.
“Katil değilsin kardeşim, Emir’i bir dinle...” dedi, Baran cılız çıkan sesiyle...
İklim yüzünü elimde ki peçeteyi serçe çekip burnuna bastırdı.
“İklim’im…” diyebildim sadece gözlerim akarken...
“Yalan diyeceksin ya…” dedi gözyaşlarıyla, “Yalan! Söyle Emir, yalan de!”
Üzerime yürüdü.
“Söz verdin bana… umut verdin! ‘Bırakmam’ dedin, söz verdin bana!”
“Verdim…arkasındayım hala sözümün...” dedim boğuk bir sesle.
“O zaman yalan de! 'Leylamız olacak, ben hayal kurdum, yarım mı bırakırım' diyordun! Emir Kaan, bir şey söyle!”
Göğsüme vurdu. Her darbesinde kalbim bir nebze daha kırıldı.
“Yalan de! Söz verdin, iki cihanda ayrılmam dedin… Emir Kaan konuş artık!”
Bir kez daha vurdu. Göğsümde yankılandı acısı.
“Göğsüne vurma, kalbi var! Bize napıyorsan yap, kurban olayım göğsüne vurma İklim” diye bağırdı Baran, gözleri yaşla dolu.
İklim o an dondu, gözleri kalbime kaydı.
“Kimse karışmasın,” dedim sessizce. “Hak ettim. Kimse karışmayacak.”
“Emir saçmalama! Bir kriz daha geçirirsen sonun olur!” diye bağırdı Baran.
İklim başını kaldırdı, gözleri donuktu.
“Canımın canını aldılar…” dedi. “Hem de yine benim yüzümden.”
“İklim…” dedim, ama sesim artık bana bile yabancıydı.
“Tüm sevdiklerini alacağız dediler…” dedi İklim, sesi titrerken elleriyle yüzünü kapattı. “İtaat etmezsen, tek tek hepsini alacağız dediler… Ben nasıl karşı geldim, Allah’ım…Niye dinlemedim onları ?!”
“İklim…” dedim kısık bir sesle, çaresizlik boğazımı sıkarken.
Gözlerini kaldırdı, gözyaşlarının arasından baktı bana.
“Söz verdin!” dedi. “Bırakmayacağım dedin… Ama ablam gibi… sadece kendini düşünüyorsun şimdi. Bana zehir ede ede gidiyorsun, öyle mi Emir?”
“Yavrum… dinle, ne olur…”
“Yalan diyeceksin!” dedi, yakama yapışıp beni kendine çekerek.
Derin bir nefes aldım ama nefes bile yakıyordu artık ciğerlerimi.
“Yalan diyeceksin Emir!” diye haykırdı. “Söz verdin bana ya, söz verdin! ‘Bırakmayacağım seni’ demedin mi?! Hani yüreğin yoktu benden cayacak, ne değişti? Niye susuyorsun?! Niye yalan demiyorsun?!”
Başımı eğdim, dayanamadım. Ellerini yüzümde hissettim; parmakları titriyordu. Alnını alnıma yasladı.
Gözyaşlarım yüzüne karıştı.
“Yalan de, kurban olduğum…” diye fısıldadı. “Ne olur Emir’im… nefesim… yalan de. ‘Bize dokunmasınlar diye kestim nefeslerini’ dedin hani… Ne olur yine de, ‘yendik’ de, ‘bozdum’ de… ne olur Emir, ne olur…”
Sesinde bir çocuk gibi yalvaran o eski İklim vardı.
Yüreğim paramparça oldu.
“Yalanlardan yoruldum Emir Kaan…” dedi İklim, sesi titriyordu, gözyaşları birbiri ardına düşüyordu.
“Yalvarıyorum… bu kez tamamen dürüst ol bana. Doğru mu duyduklarım? Adar mı bu hale getirdi seni?!”
Sustum.
Sadece nefesim duyuldu.
“Affetmem Emir…” dedi, sesi çatladı. “Affetmem seni, bak… Bir kere — sadece bir kere — bana dürüst ol. Gamzesi güzelim… ne olur… yalan de. Merhamet kokulum...lütfen....”
Ellerini göğsüme koydu, hıçkırığı boğazında düğümlendi.
“Yalan de, yapmadılar de… yanlış gördün güzelim de… söz verdin, bırakmayacağım dedin… yalan yok dedin…”
Gözleri kan çanağı gibiydi.
“Söz verdin birtanem… bırakmayacağım dedin bana. Söz verdin, yalan yok dedin… yapmadılar de… ablam gibi olmadı sonumuz de… Emir, bir şey söyle. Kurban olayım, ne olur… aşkım lütfen!”
Yutkundum.
Her nefesim, boynuma dolanan bir urgan gibiydi.
Sadece fısıldayabildim:
“Özür dilerim…”
Bir an gözleri bomboş kaldı.
Yüzündeki yaşlar durdu.
“Dileme canım… dileme ömrüm…” dedi titreyerek.
“Sadece bana yalan de, Emir. Yalvarırım… yalan de. Emir Kaan… benim Emir’im, benim Emir Kaan’ım…”
Elini yanağıma koydu, parmak uçları titredi.
“Söz verdin… yeminler ettin. Merhamet kokulum… yalan de Emir… ne olur, yalan de…”
Ben bir kez daha başımı eğdim.
Gözyaşım onun eline düştü.
“Özür dilerim, güzelim… özür dilerim keşke yalan diyebilseydim.”
Bütün sessizlik çığlık gibiydi.
Ve ben, onun “yalan de” deyişleriyle biraz daha öldüm.
O an, kollarıma bıraktı kendini.
Titreyen bedeni, göğsümün üzerinde nefes nefese kaldı. Saçlarının kokusu karıştı boğazımda biriken acıya. Ellerim, istemsizce sırtında gezindi; tutmaya çalıştım ama kayıyordu parmaklarımın arasından, sanki tutamadığım her şey gibi.
“Söz verdin... bırakmayacağım seni dedin... bırakmayacağım dedin...” dedi titreyen sesiyle.
“Tutmayacak olsam çoktan vazgeçerdim, nefesim...Çabalıyorum...direniyorum...” dedim, başımı saçlarının arasına gömerken.
Teni, gözyaşlarının tuzuyla yanıyordu. Alnımı alnına yasladım, nefeslerimiz birbirine karıştı; o anda kim olduğumuzu, neye inandığımızı bile unuttuk.
“Söz verdin... izin vermem dedin... izin vermem dedin Emir... niye izin verdin?”
Sesi, çaresizliğin en kırık hâliyle yankılandı.
“Yetemedim...” dedim, hıçkırıklarımın arasında. “Yetmedi gücüm... özür dilerim, kurban olduğum... özür dilerim...”
Yüzüne bakmaya cesaret edemedim. Yine de elimi kaldırdım, gözyaşını sildim — ürkek bakışlarımın altında, susarak.
“Söz verdin bana,” dedi. “Umut niye verdin o zaman?”
Nefesi kesildi.
“‘Hissediyorum’ dediğimde niye ‘kuruntu’ dedin? Niye gözümün içine baka baka yalan söyledin, niye?!”
Yutkundum. İçimde birikmiş bütün korkular, kelimelerin önüne geçti.
“Doymak istedim...” dedim titrek bir sesle. “Sevdiğim kadına doymak istedim! Her haline şahit olmak istedim güzelim...Her gün gözlerine baka baka kahroldum ben, İklim. Her gün iğrendim kendimden, her gün nefret ettim... sana yalanlar söylerken.”
Bir adım geri çekildi. Elleri, boşluğa düştü.
“Kimsesiz bıraktın beni,” dedi. “Kimsesiz bırakıyorsun hâlâ... İstediklerini vermeyeceğim dedin, vermişsin. Gözüme baka baka...”
“Dinle beni,” dedim. “Ne olur yavrum... anlatayım, hak vereceksin bana.”
“Neyi anlatacaksın?!” diye bağırdı; sesi duvarlardan sekip geri döndü.
“Neyi anlatacaksın, Emir?! Nasıl öleceğini mi, nasıl travmalar bırakacağını mı?!”
“Yapma...kurban olduğum...ne olur dinle...” dedim, ona doğru yaklaşıp. Ama o, bir adım daha geri attı.
Gözlerinde benden uzak, karanlık bir teslimiyet vardı artık.
“Kendimden dahi daha emindim senden,” dedi. “Sen söz verirken, ben her defasında tutamayacağını bilsem de... yine de güvendim sana. Kendimden fazla güvendim sana her konu da...”
“Dinle beni, ne olur...” dedim, sesim çatladı. Kelimeler ağzımdan çıkarken bile kırılıyordu.
“Dinleyeceğim,” dedi. “Ama şimdi değil... beni yalnız bırakın.”
Sesinde kararlılık vardı; içimdeyse paramparça bir suskunluk.
“Ben de geleyim,” dedim, çaresizliğime yenilerek.
“Emir Kaan, nefes almak istiyorum!”
Bir an sustum. O an, odanın havası bile ağırlaştı; nefes almak bile ihanete karışıyordu artık sanki...
“Azra gelsin bari...” dedim, ama o an sert sesiyle yükseldi:
“Kimseyi istemiyorum! Konumum açık zaten... çok merak ederseniz bulursunuz elbet.”
Sözleri, içimde bir yerleri kesip geçti.
“İklim’im...” dedim, sesim bir fısıltıya dönüştü.
Sevdiğim kadını, kendi ellerimle kaybediyordum...
“Canıma kıyamam artık, merak etme,” dedi, gözlerini kaçırmadan. “Bir can daha var benimle...Korktuğun için istemediğin bebeğin var!”
Bir an ne dediğini anlamadım, sonra kelimeler kan gibi yayıldı zihnime.
“O nasıl söz, kurban olduğum...” diyebildim yalnızca, dudaklarım titrerken.
“Lütfen...sus artık!” dedi, sesi bu kez neredeyse bir dua gibiydi. “Bırak... nefes alayım. İhtiyacım var... iyi gelmiyoruz birbirimize,yoksa çok kıracağım seni...”
Omzunun üzerinden bana baktı.
Gözleri kıpkırmızıydı; ama içinde tek bir damla nefret yoktu.
Sadece yorgunluk...
“Seni çok seviyorum...” dedim, yüreğim sıkışırken.
Sözlerim, onun sırtına çarparak yankısız kaldı.
Kapıya yöneldi.
“Umarım...” dedi yalnızca.
Ve arkasına bile bakmadı.
Azra, onun ardından koluma dokundu.
“Âğabey…” dedi kısık sesle.
Gözüm Baran’ın kollarındaki anneme kaydı.
Bir anda içimden bir şey koptu.
“Çok gördünüz, değil mi?” dedim, sesim çatlayarak.
“Oğlum…” dedi annem, ürkekçe.
“Çok gördünüz iki yüzümün gülmesini!” diye bağırdım. “Bitmediniz ya, yemin ederim bitmediniz!”
“Emir, sakin ol kardeşim,” dedi Alper, kolumu tutarak.
“Çek o elini!” dedim, gözlerim kararmıştı artık.
“Emir’im…” dedi annem tekrar.
“Yok, Emir falan yok!” dedim, nefesim kesik kesikti. “Bana öyle seslenme.”
“Emir, kardeşim, yapma,” dedi Baran, ama o an ne söylediğini bile duymadım.
“Ulan sizden ilk defa kendim için bir şey istedim be! İlk defa şu yaşıma kadar kendim için!” dedim, göğsüme vurarak.
“Hamile kadına el kaldırmak ne anne?! Ben ‘koruyun, kollayın’ dedim size onu! Böyle mi sahip çıkılır emanetime? Böyle mi?”
“Katilini mi savunuyorsun hâlâ?” dedi annem, soğuk bir sesle.
O an her şey durdu.
Sonra bir anda, dişlerimden kelimeler fırladı.
“Ya sus artık… sus! Ne katili ya?! Ne katili?! Bir kabullenemediniz, değil mi? Ailesi yüzünden! Hep bir bahane buldunuz!”
Sesim titredi. “Kim ister anne, kim ister sevdiğini öldürmeyi?! Bir düşün be, bir kez düşün!”
Boğazım yanıyordu, nefesim kesildi.
“Ben sizin yüzünüzden tükendim, anne! Ne çocukluk yaşadım, ne gençlik! Siz yaşayın diye ben öldüm her defasında! Her defasında yandım! Ama sustum!”
Gözlerimden yaşlar süzülüyordu.
“Bir kız sevdim… bir kız sevdim diye hayatımı cehenneme çevirdiniz! Burnumdan geldi be, burnumdan geldi! Bir kızı sevdim onu dahi çok gördünüz! O kız girdi hayatıma, ben ilk defa yaşamayı hatırladım anne! Ben ilk defa ölmek istemedim! İlk defa ‘yaşamak istiyorum’ dedim, doya doya…ama siz onu da elimden aldınız!”
“Oğlum…” dedi annem, bir adım attı.
“Bana ‘oğlum’ deme artık!” dedim, sesim titredi. “O kelimenin ağırlığını taşıyamadın sen!”
Kelimelerim birer birer düştü ağzımdan:
“Katilini affeden ölüme mahkûmdur diyorsan, sen de zamanında boşanıp üç çocuğunun hayatını paramparça etmeseydin anne! Yeter artık! Ne günah varsa hepsi bende, değil mi?! Hep ben, hep Emir! Ne günah keçisiymişim be, bir uçurumdan atmadığınız kaldı beni be!!”
Yumruğumu sıktım. “Ben babalık yaptım senin çocuklarına! Ben analık yaptım nankör! Ama şimdi, kendi çocuğuma babalık yapamayacağım belki sizin yüzünüzden! Beni zehir değil, sizin derdiniz öldürüyor! Farkına varın artık yeter be, yıldım!!”
Sesim kırıldı. “Sizin çıkarlarınız, korkularınız, yargılarınız… hepsi öldürüyor beni! Yazıklar olsun size! Yazıklar olsun, bir rahat nefes aldırmadınız bana!”
Annemin gözleri büyüdü, ama ben duramadım artık.
“Bir de utanmadan ‘katil’ diyorsun o kıza! Bilmiyorsun değil mi? Ben o kız sayesinde üç ay fazla yaşadım bu lanet hayatta! Üç ay!”
Nefesim hırıltıya dönmüştü.
“O kız seni ölen annesinin yerine koydu be! Bir gün saygısızlık etti mi sana?! Etmedi! Ama sen ne yaptın? Hayatını zehir ettin ona! Utanmadın, torun istedin bir de o kızdan! Sonra da kalkmış ‘katil’ diyorsun!”
Bir an durdum, gözlerim kıpkırmızı.
“Her şeyin suçlusu o değil, anne! O değil! Onun yerine koydun mu kendini hiç?! Bir kere düşündünüz mü onun ne yaşadığını, ona ne yaşattıklarını?! Her gün cehennem gibi hayat yaşadı! Ama siz… siz sustunuz, yargıladınız, taşladınız! Klasik Türk Milleti tabii, kuyuya biri taş attı mı, öteki de boş durmaz!”
“Emir, yeter artık kardeşim! Ağır gidiyorsun, yapma...Kendine zarar veriyorsun...” dedi Baran, ama ben duymadım.
“Yetmez lan yetmez! Hayatımı mahvettiler lan benim! Ben mahvoldum be Baran! Mahvoldum!”
Nefes nefeseydim. “Lanet olası şu sistemde hep masumlar suçlu zaten! Ben de sizin çöplüğünüzün kurbanıyım anne! Hep sustum, ama artık yeter! Mahvoldum, yeter artık!”
Bir adım geri çekildim.
“Artık ne yaparsanız yapın,” dedim. “Kına mı yakarsınız, düğün mü kurarsınız, umurumda değil! Beni de düşünmeyin artık! Bozdunuz zaten, el birliğiyle olmayan hayatımın son kırıntılarını da!”
“Emir?!” dedi annem, gözleri yaşlı.
“Peşimden geleni acımam vururum!” dedim. “İklim’in yanına gidiyorum. Bırakın beni. Ne duyacaksa benden duysun. Sizden hayır yok!”
“Emir kardeşim—”
“Baran!” dedim, gözlerinin içine bakarak. “Allah canımı alsın, vururum!”
“Âğabey, ilacını alsaydın bari—” dedi Azra, ağlamaklı bir sesle.
“Aldım ilacımı, korkma Azra…” dedim, sesi çatlayan bir gülümsemeyle. “Ama sen benim kanımsın, bunların da eline kalma!”
Kapıyı öyle bir çarptım ki, arkamda sadece yankım kaldı.
___
Sizce tepkileri yerinde miydi?
Nasıldı bölüm?
50 oy olmazsa yeni bölüm gelmez , ona göre oy atın:)
Bolca yorum istiyorum ❤️
Sizleri seviyorum kendinize iyi bakın:)
Bölüm fon müziğinizi Henüz Vakit Varken'in müziği olarak koydum. Onunla okuyabilirsiniz;)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |