

Dikkatttt!!! Okumadan önce, aşağıdaki duyuru notunu okuyunuz 👇
Olumsuz, Travmatik ve şiddet dolu ögeler içerir. Yüzeysel ele alınsa dahi, travmatik etki bırakabilir. Küçük okurlar, Travması olanlar ve hassasiyeti olanlar, Lütfen bir sonra ki 👉⚠️👈 işaretini görene kadar atlayınız. Amacımız şiddete yöneltmek değil, bir kadının adalet sistemi yüzünden maruz kaldığı durumdur.
___
Leyla Duman Karaçaylar’dan…
En savunmasız anımda buldu beni…
Baba diye bildiğim, ama babalıktan nasibini almamış o adam.
Sevdiğim adamla sadece tatlı yemek istemiştim.
Belki de son kez olacağını bilmeden…
Çünkü günlerdir gelen tehdit mesajlarıyla, içimde sessiz bir hazırlık başlamıştı;
ölüme hazırlık…
Onunla yaptığım o iğrenç anlaşmayı hatırlıyorum hâlâ:
Eğer bir gün canımı alırsa, kocama… oğluma… kardeşime dokunmayacaktı.
Bütün cesaretim buna emanetti.
Ve o gün… izimi buldu.
Saatlerce, sevdiğim adamın karşısında, acımasızca dövdü beni.
“Yalvarırım… bırak karımı!”
Cüneyt’in sesi…
Beni tekrar hayata çeken tek şey oydu.
Kocamın ilk kez bir kula yalvarışına şahit oldum o an.
Bana izin almadan sarılmayan, en küçük sızımı bile incitmekten korkan adam…
Şimdi yerde sürünen karısını kurtarmak için çırpınıyordu.
“Özür dilerim…” diyebildim yalnızca.
Nefesim, kanla karışmış bir fısıltıydı.
“Leyla’m… yavrum… kalk, ne olur kalk Leyla’m…”
Tam o anda, o sesi bastı bir başka ses.
“Dilal!”
Gözlerimi kapattım.
Çünkü onun için ben hiçbir zaman Leyla olmadım.
Hep Dilal, hep eksik, hep kusurlu…
Saçlarımdan kavrayıp kaldırdığında acıyla çığlık attım.
“Bırak karımı lan!”
“Demek annen gibi olmak istedin ha, Dilal.”
O pis ses, içimi yine paramparça etti.
"Olmaz ama damat... bana yalvarman lazımdı senin! Yalvar ki, karını canlı yakmayayım...Yoksa, delil kalmasın diye onu öldürmek zorundayım biliyorsun..." dedi o iğrenç sesiyle hala şart koşarken.
"Hayır...hayır...ne olur, bırak artık ne olur, bırak karımı. Beni al artık, dokunma ona daha fazla...ne olur..."
"Ağabey...yavaştan sıyırmaya başladı bu...baksana, ölü kadına yalvarıyor..." dedi içlerinden biri.
"Hayır...Leyla'ya dokunma hayır! Yapma, kulun köpeğin olurum ne olur? Ne olur, bırak gitsin...erkek erkeğe çözelim. Yalvarırım bırakın karımı, onun bir suçu yok...Ben bulaştım ona...Ben zorladım kaçmaya..."
Cüneyt’e baktım ağlayarak. Ne olur dayan dercesine bakıyordu bana hurma gözlüm...
"Seni çok seviyorum...seni çok seviyorum, onlara iyi bak..."dedim ona son kez, kafama dayanan silah ile...
"Leyla’m hayır...yapmayın...Yalvarırım...Her şeye razıyım, yeter ki bırak Leyla’m gitsin...ne olur, her şeyimi veririm...ne olur Korhan...ne olur..."
"Ama böyle de tadı çıkmaz ki, sevmedim bunu...bu aşka, bu kadar basit bir son...olmadı, sevemedim!" dedi o iğrenç ses alayla gülerek. Ve aniden saçımı çekti birkez daha...
“Öldüreceksen...Kafama sık hemen ne olur ?! Yalvarırım kurşun sık da öldür beni!” dedim gözlerimi kapatıp.
"YAPMA !! YAPMA, NE İSTERSEN YAPARIM !!" diyerek ses tellerine kan dolan kocamın çırpınışlarına hıçkırarak baktım saçlarımın acısıyla inlerken...
O iğrenç adam ise daha da sokuldu yüzüme, nefesinin suratıma çarpması bile midemi bulandırıyordu.
“O kadar kolay ölmeyeceksin sen, Dilal.
Dikilen ağacın ilk meyvesini ele yedirirsen, sonu böyle dolu olur. Dersini zamanında anandan alacaktın !”
“Ne demek istiyorsun baba? Öldüreceksen kafama sık, yalvarırım baba...öldürmeyeceksende...Bırak beni… bırak baba, ne olur...silahla öldüreceksen öldür baba...”
Çırpındıkça daha çok sıkıyordu.
Olacakların korkusu iliklerime kadar indi; titremem durmuyordu.
“Cüneyt! Ne olur kalk! Ne olur kurtar beni ?!”
Sesim yırtılıyordu, çığlık atmaktan çok yalvarıyordum.
“Dokunma karıma! Bırak! Ne istersen yaparım, yeter ki Leyla gitsin… bırak karımı!”
Babam olacak o adam ise soğukkanlı bir tokat gibi konuştu:
“Korkarım evlat… karın sana kaçarak bu sonu kendi hazırladı. Ağacın ilk meyvesini her zaman ilk yetiştiren alır, o hatayı düzeltelim değil mi damat?”
"Gebetirim seni Korhan! Saç teline dokunursan yakarım seni, dokunmayacaksınız karıma...ne derdin varsa ben burdayım. Bırak karımı, ne olur bırak...yalvarırım...itin olurum, çöpün olurum ama karımı bırak lanet herif...bırak Leyla’mı, bırak..."
Ama onlar bırakmadı. Bir kız varmış, annesi boşanmak isteyince velayeti babasına kalan. Gazete de okumuştum. Kızın velayetini almayan annesi, kızının onu ağlayarak 'anne beni babamdan kurtar' demesiyle kızının şiddet gördüğünü sanıp velayetini almak istemiş. Ama mahkeme de her şey başka çıkmış...o cani baba da, babamla aynı cümleyi kurmuş biliyor musunuz ? Ve mahkeme ona sadece 6 ay gibi bir şey biçtiği için, Cüneyt’in kollarında ağlamıştım daha aylar önce, adalet erkeklere niye acıyorken, kadınlara bu kadar acımasız, kör ve sağır diye... Benim eşim ise, sırf başkaları ağlamasın diye o kız çocuğuna avukat tutmuştu birde...Ama biz yardım ederken dahi, içim yanarak onun acısına ağlarken, meğerse o ağıdım birazda kendimeymiş...Eşim ile, kadınların toplum erilliği yüzünden kısılan seslerine ses katmak isterken, bizde artık bir kurbandık...
Peki sonra mı, ne oldu?
Bir insanın değil… bir canlının bile görmeyeceği bir vahşetin içine düştüm. Zorla bir odaya kapatıldım. Güçsüz değildim ben, direndim. Son nefesime kadar direndim. Savaştım ama toplumun sessizliği yendi benim sesimi. Ben boğulurken, onlar bana iftira ve kötü kadın olmuştur diye söylemler çıkarmaya başlamışlardır bile eminim ki... Yoksa benim ne işim vardı değil mi gecenin birinde...Erkek değilim diye mi size göre güçsüzdüm ben ? Sahi neden toplum benim sesime sağırdı? Oysa benim gibi milyonlarca kadın yok muydu, her kadın cinayetinde adalet arayanlar...neden beni ve sevdiğim adamı kafeden zorla çıkartırlarken sustular? Sevmek namus lekesi miydi ? Sahi namus bu kadar basit miydi ?
Sizler bunların cevabını ararken ben uzaklaştırma cezasının koruyacağını sandıkları adaletin sessiz kurbanlarından yalnızca biri oldum birçok kadın gibi...
Dakikalar mı sürdü, saatler mi… zamanın ne olduğunu unuttum ruhuma işleyen acılardan...
Yediğim dayak acıtmıyordu artık; çünkü ondan daha ağırını, öz babamın bana reva gördüğü istismar ve taciz vuruyordu bedenime.
Direnmeye çalıştım…sırf eli çocuk değil de kalem tutuyor diye, güçsüz sandıkları o kadınlar gibi bende susturuldum ses tellerimin kanında boğularak.
Yine de savaşmaya çalıştım… çünkü bu savaşı veren ilk kadın değildim, sonda olmayacaktım belki ama direnişim zinciri kırar sandım...
Yine de başaramadım.
Her çırpınışımda bir uzvumu, bir nefesimi, bir parçamı daha kaybettim sanki.
Özgecan Aslan’ı, Emine Bulut'u bilirsiniz belki…
Ben de onların kaderine benzeyen bir karanlığı yaşadım.
Hem de öz babamın ellerinde...
Hiç kimse gelmedi.
Hiç kimse sesimi duymadı. Sevdiğim adam, sesimi duydukça ses tellerini kaybedercesine bağırırken, bizim sesimizi kimse duymadı. Duyanlar da çoktan başları belaya girmesin diye sağır taklidi yapmıştı...kör adalet gibi...
Ve Cüneyt…Saçlarımı sevmeye kıyamayan pamuk yürekli adam...beni paramparça edişlerini izlemek zorunda kaldı çırpınarak.
Elinde olsa yırtardı dağları, bırakmazdı ellerine ama bir kişiye neredeyse on adam yüklenmiş ve çullanmıştı.
Beni bu hâle getiren ise, kendi kanımdan olan o adamdı. Korhan Karaçaylar...Öz babam...annemin katili...
Oysa ben ne isterdim biliyor musunuz?
Sadece adalet.
Sadece bir nefeslik huzur.
Kadınların sesi olsun diye bir kitap yazmıştım hatta; umut olayım diye sizlere…okulumu kardeşim okusun diye bitirememiştim belki ama, sizin için güçlü kadınların sesi diye bir kitap yazmıştım. Zor hayatı olan bir kadının, bir erkeğe ihtiyacı olmadan da nereden nereye geldiğini...nasıl başarılar kazandığını yazan bir kitaptı.
Kocam sayesinde güç bulmuştum hatta o kitabı yazarken, ışık olmuştu hep bana...
Ama o ışığı, en karanlık şekilde söndürdüler. Annem sırf sevdiği adamla konuştu istedi diye, namusumuza leke getirdin diyerek öz kızını ilk gelen cani adama veren dedemin günahını, bir de torunları olarak biz çekmiştik.
Vücudum hâlâ tek parçaydı belki…
Ama içimdeki her şey çoktan yıkılmıştı. Bedenimin sadece sürüklenerek bir yere çarptığında yerde yuvarlanarak odadan çıktığımızı hissettim.
Meğerse Cüneyt’in önüne yığılmışım.
Onu yere bastırıp başını eziyormuş gibi zorla beni izleten adamlar…
Bir anda çekildi geriye.
Ve Cüneyt…
Hiç düşünmeden, hiç tereddüt etmeden beni kollarına aldı.
“Naptınız Leylâ’ma?! Naptınız alçak herifler… Leylâ’m… bebeğim… ne olur bak bana… kapama gözlerini… yalvarırım bak bana…”
Titreyen nefesine son nefesim karışıyordu.
O an, gözümden sadece bir damla yaş aktı.
Hayatımın son damlası…
Vedamın mühürü.
O an zorla tekrar ayırdılar Cüneyt’imi benden. Ve babamın o iğrenç sesi birkez daha yükseldi.
"Ben delil bırakmayı sevmem damat, aşkınızı biraz alevlendirelim..."
"Öldürmeyeceğim seni Korhan, ölmek için yalvaracaksın bana! Ama öldürmekten beter edeceğim seni !!" diye bağırdı sevdiğim adam kollarını tutan adamlardan kurtulmaya çalışarak. Ama nafileydi...
"Yeter! Yeter...Sizin Allah’ınız yok mu be canı herifler ?! Napıyorsan bana yap ?! Bana yap ne yapacaksan!!"
Ve ben…
Mahşere bıraktığım sevdamın kollarında ölürken, içimden öyle ağır bir ah koptu ki…
Yaşadığım her şeyin intikamı, iki cihanda da ilahi bir lanet gibi çöksün istedim onların üzerine.
Ama o kansızlar...sadece anlattığımı değil daha fazlasını asıl ben son nefesimi verdikten sonra yapacaklardı... Çünkü Cüneyt’im de bir delildi...Onların laneti olacak bir delil...
____
Buradan sonrasını normal şekilde okuyabilirsiniz.
👉⚠️👈
Yazardan…
Cüneyt, günlerce… gecelerce… Leylâ’nın mezarında yattı.
Soğuk toprağı, karısının teniymiş gibi sarıldı; mezar taşına başını yaslayıp sabahladı.
Ta ki bir gün, titreyen kollarına minicik bir bebek bırakılana kadar…
“Oğlun için yaşa…”
Bu cümle, mahşerin içinden çekilip alınmış bir emir gibi düştü omuzlarına.
Ve Cüneyt, ilk kez nefes almak zorunda olduğunu hatırladı.
Leylâ ise…
Binlerce kadın gibi, adalet ararken adaletin kurbanı olmuştu.
Haykırışı, dosyalara “yetersiz delil”, “hayal ürünü” diye yazılan soğuk cümlelerde boğulurken;
onun büyüttüğü kardeşi İklim, vazgeçmedi.
Mahkeme kapılarında çürüdü, duruşma koridorlarında büyüdü;
her reddedilişte yeniden ayağa kalktı.
Ama hukuk, bazen en kör olduğu yerde en çok can yakar.
İklim’in savaşı yıllarca “iftira” diye yaftalandı.
Cüneyt ise, her günü ilaçlarla uyuşturulan bir kabusun içinde eriyip gitti…
Ayakta duran bir gölgeye döndü.
Ta ki bir adam onları fark edene kadar.
İklim’in mücadelesini dinlediğinde sadece bir dosya, bir dava görmedi:
“Benim kız kardeşim de o kızın yerinde olabilirdi…” dedi.
Adaletin bıkmayacağını, yıkılmayacağını savunan bir yürekti o.
Ama kimse bilmiyordu…
Bu hikâyenin ardında, henüz açığa çıkmamış bir sır vardı.
Öyle bir sır ki, dokunduğu herkesi yakacak…
Kimseyi sağ bırakmayacak bir gerçekti bu.
Ve aslında asıl savaş, onun ardından başlamıştı.
Kıyamet çanları öyle bir çalmıştı ki…
O yürekli adamın tek tek sulayıp yeşerttiği her çiçek,
Leylâ’nın sesini hiç duymamış, duymak istememiş o çürümüş sistemi yerle bir etmekle kalmayacaktı…
Onun küllerinden, daha sağlam, daha kararlı, daha adil bir düzen filizlenecekti.
Çünkü kimi insanlar yaşarken iz bırakır, kimileri ise öldükten sonra devrim başlatırdı. Leyla bir devrimi, başlatırken Emir Kaan bir sistemi yerle yeksan etmişti.
Ve bu defa, kimsenin susturamayacağı bir devrim geliyordu. Adalet Yılmıyordu! Çünkü kanla yazılan adalet, Yılmaz’dı...
____
Özel bölüm olarak attım. Ama belki bu bölümü ileride kaldıradabilirim. Emin değilim. Dursun Zaman Emir Kaan'ın bir devrim hareketi olacak.
Ve yanlış zihniyetli insanlar, bu bölümü eminki yanlış yere çekeceklerdir ama ben detay dahi girmedim bilerek. O kadar çok haber okuyoruz ki, Leyla'dan bu kadar söz edip ondan okumamak haksızlık olurdu. Çünkü unutmayın ki bu hikaye Leyla sayesinde başladı..Emir ve İklim’in yollarını birleştiren adalet sisteminin bozukluğuydu. Emir, her Leyla’nın adını duyduğunda yaşadığı panik ve korkuyu daha net görün istedim. Çünkü ne yazık ki öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, daha dün onca kadınımızı toprağa verirken ne yaşadıklarını bilmeden bir de suçlayan toplumun sesiyle unutturuluyorlar. Susmak yerine, o olayları yaşayan bir kadının psikolojisini size yansıtmaya çalıştım. Tabii bu çok zordu. Gazeteden ya da telefondan haberi okumak gibi olmuyor.
Velhasıl kelam...ne diyeceğimi bilemiyorum, sizler beni anlayın istiyorum bu konu da. Bir yazar olarak bu şekilde mi ses oldun onlara diyecek olursanız kitabımı boşuna okumuşsunuz derim sadece. Çünkü bu kitapları okuyan erkekler de var . Onlarda okusun, belki manevi kız kardeşlerine de Emir Kaan gibi yaklaşırlar Leyla ile empati yaparak.
Zor ama...yine de düşüncem bu.
Sizleri seviyorum...💜
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 57.91k Okunma |
6.71k Oy |
0 Takip |
112 Bölümlü Kitap |