“Abla” diye duyduğum o tanıdık ses, bütün hücrelerimi harekete geçirdi sanki. Kalbim hızlanırken, elimdeki poşetler yere düşmek üzereydi ki kendimi toparladım. Yavaşça arkamı döndüğümde, karşımda gözleri dolu dolu olmuş küçük bir kız çocuğu belirdi. Bu… bu Ada’nın ta kendisiydi.
“Ada?” diyebildim sadece, sesim titrek çıkmıştı. Bir yıl sekiz ay on sekiz gün… O kadar zaman geçmişti ki, Ada’nın bu kadar büyümüş olmasına inanamıyordum. O minik kız gitmiş, yerine kocaman gözleriyle bana bakan bir çocuk gelmişti.
“Abla, sensin değil mi?” diye sordu, sesi hala o sevimli tonundaydı. Koşarak gelip sıkıca sarıldı belime. O küçücük ellerin sarılışı, içimde bir yerleri ısıtmıştı. Bunca zaman sonra ilk defa bu kadar yoğun bir duygu hissetmiştim.
“Benim civciv” diyebildim, saçlarını okşarken. Gözlerim dolmuştu. Onu ne kadar özlediğimi o an daha iyi anladım.
“Sen ne kadar büyümüşsün böyle?”
“Seni çok özledim abla” dedi burnunu çekerek.
Bu soru boğazımda bir düğüm oluşturdu. Ona ne diyecektim ki? Neden gelemediğimi, neler yaşadığımı nasıl anlatacaktım bu küçücük kalbe?
“Şey… biraz uzaklardaydım civciv” diye geveledim.
Ada başını kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. O masum bakışları, içimdeki bütün savunmaları yerle bir etmişti.
“Gerçekten mi? Bir daha gitmeyecek misin?”
“Gitmeyeceğim” dedim kararlılıkla.
O an, geçmişte yaşadığım bütün acılar, öfke ve intikam duyguları bir anlığına silindi. Karşımda duran bir minik varlık, bana hayatta hala güzel şeyler olduğunu hatırlatmıştı. Belki de telafi etmem gereken sadece kaybettiğim zaman değildi. Belki de en çok ihmal ettiğim elimde kalan birkaç sevdiğime yeniden yakınlaşmalıydım.
“Gel bakalım” dedim Ada’nın elinden tutarak.
Birlikte eve doğru yürümeye başladık. Ada heyecanla olan biteni anlatıyor, bende onu dinliyordum. O minik sesi, yıllar sonra içime yeniden umut tohumları ekiyordu sanki. Belki de batmış Güneş gerçekten yeniden doğuyordu. Ve bu kez, yalnız değildim. Yanımda, bana yeniden yaşamayı öğretecek minik bir el vardı.
Ada ile bir şeyler yiyip sohbet ederken, teyzem ile birlikte buraya yakın bir yerde oturduklarını ve Ada’nın okula tekrar başladığını öğreniyorum. Hayat ikimiz için son birkaç yılda biraz garip ilerlemişti. Önce Ada okuldan bir sene mahrum kalmıştı, şimdi de ben.
Anlattıklarına şaşırmıştım. Ada’nın tekrar okula başlamasına sevinmiştim ama benim için belirsizlik devam ediyordu. Teyzem Ada’ya bu heyecanın ona iyi geldiğini, daha mutlu ve umutlu göründüğünü söyledi. Ada beni sorduğunda, benim durumum için ise “Her şey yoluna girecek” diyerek beni teselli etmeye çalıştı.
Teyzemin o sıcak ve içten sözleri içime su serpti. Belki de haklıydı, belki de her şey gerçekten yoluna girecekti. Ada’nın parlayan gözleri, anlattığı okul maceraları, yeni arkadaşlıkları… Onun bu enerjisi bana da iyi geliyordu. Bir zamanlar o okuldan uzak kalmıştı, şimdi ise dört elle sarılıyordu. Belki de benim için de yeni bir başlangıç yakındı.
Ada’yı teyzemle kaldığı evin kapısının önüne bıraktıktan sonra gün batımında yürüyüş yapmak istedim. Teyzem ile annemin benden sakladığı en büyük sırrı öğrendiğim günden beri konuşmamıştım. Sonuçta o da bu sırrı biliyordu ve bana söylememeyi tercih etti. Klinikte beni defalarca ziyaret etmek istediğinde ise onu net bir dille reddetmiştim. Şimdi de onunla karşılaşmamak adına kapının önünden kaçarcasına gittim.
Ada ile konuşmak iyi gelmişti, yeni bir başlangıç yapabilmem adına cesaret vermişti. Onun hayatı belirli bir düzene oturmuşken, “Neden benim de olmasın” düşüncesiyle içime su serpildi. Yürüyüş boyunca ayaklarım beni bilmediğim sokaklara sürükledi. Hava kararmaya yüz tutmuş sokak lambaları teker teker yanmaya başlamıştı. Zihnim teyzemle aramızda oluşan o görünmez duvarla meşguldü. Neden benden hayatımın gerçeğini saklamışlardı sanki? Bana anlatsalardı ben Ateş Algün’e anlatmazdım ki. Bu sorular bu gerçeği öğrendiğim günden beridir içimi kemiriyordu. Ada’nın “Her şey yoluna girecek” demesi beynimde yankılanıyordu. Onun o sakin ve kararlı duruşu, benim de benzer bir gücü içimde bulabileceğime dair bir umut ışığı yakmıştı. En nihayetinde aynı anneden olmasa da biz kardeştik.
Bir parkın yanından geçerken içimden bir ses biraz soluklanmam gerektiğini söyledi. Oturmak için boş bir bank aradım ve sonunda tenha bir köşede bir tane buldum. Gökyüzü turuncunun, pembeye ve mora çalan tonlarıyla adeta bir ressamın fırçasından çıkmış gibiydi. Bu güzellik karşısında bir an için bütün dertlerimi unuttum. Derin bir nefes aldım, ciğerlerime dolan serin akşam havası beni biraz olsun rahatlattı.
Yan bankta oturan yaşlı bir adam elindeki gazeteden başını kaldırıp bana baktı. Gözlerinde sıcak bir ifade vardı. Hafifçe tebessüm etti. Ben de karşılık verdim. Birkaç saniye süren bu sessiz iletişim, içimdeki o yalnızlık hissini bir nebze olsun dağıttı. Belki de hayat, hiç tanımadığımız insanlarla bile kurabileceğimiz küçük, anlamlı anlarla doluydu.
Aklıma Ada’nın sözleri geldi tekrar: “Hayat devam ediyor.” Evet ediyordu. Bütün acıya, yalnızlığa rağmen bir şekilde akmaya devam ediyordu ve belki de bu akışın içinde, hiç beklemediğim anlarda küçük sürprizler, anlamlı karşılaşmalar saklıydı.
Adam tekrar gazetesine döndü ama bakışlarının sıcaklığı hala üzerimdeydi. Sanki kısa bir an için aynı frekansta titreşmiştik. Belki o da benim gibiydi, belki o da hayatın koşuşturmacası içinde bir an olsun durup nefes almak istemişti. Kim bilir?
Yerimden kalktım, gitme vaktiydi. Ama içimde hafif bir değişiklik hissediyordum. O yabancının sıcak bakışı, Ada’nın sözleri… Sanki üzerimdeki ağır bir yük hafiflemişti. Belki de yalnızlık hissi tamamen geçmemişti ama artık daha katlanılır, daha az ürkütücüydü.
Yürümeye başladım. İstanbul’un kalabalığına karıştım. Ama bugün, o kalabalığın içinde kaybolmak yerine, bir parçası gibiydim. Her bir yüz, her bir ses, potansiyel bir hikaye, belki de yeni bir anlamlı an barındırıyordu içinde. Hayat gerçekten de devam ediyordu ve belki de güzellik, tam da bu beklenmedik anlarda, hiç tanımadığımız insanların gözlerinde saklıydı.
Yeni bir güne başladığımda ilk önceliğim caddedeki eleman arayan yerlerde part-time iş bulmaya çalışma fikriydi. Güzelce kahvaltımı yapıp hazırlanınca hemen caddeye gidip iş arayan yerlerle konuşmam gerekiyordu. Daha sonra da üniversiteye gidip tekrardan öğrenim hayatıma devam etmem gerekiyordu.
Güne enerjik bir başlangıç yaptım. Kahvaltımı keyifle yaptıktan sonra, umut dolu adımlarla caddenin yolunu tuttum. Hava hafif serin olmasına rağmen, içimdeki iş bulma heyecanı içimi ısıtıyordu. Caddede yürürken, “Eleman Aranıyor” ilanlarını dikkatle inceledim. Gözüme ilk çarpan bir kafenin camındaki ilan oldu. İçeri girip güler yüzlü barista ile part-time çalışma imkanları hakkında konuştum. Barista yoğun saatlerde yardımcı olabilecek birine ihtiyaçları olduğunu ve yarın daha detaylı görüşebileceğini söyledi. Bu olumlu başlangıç moralimi yükseltti.
Birkaç dükkan daha dolaştıktan sonra, bir butikte benzer bir ilan gördüm. Burada da sıcak bir karşılama ile karşılaştım ve mağaza sahibiyle kısa bir sohbet ettim. Özellikle hafta sonları ve akşam saatlerinde çalışabilecek birini aradıklarını belirttiler ve bana deneme için bir gün teklif ettiler. İki farklı yerden olumlu geri dönüş almak, günümün ne kadar verimli başladığını gösteriyordu.
Saatler ilerlerken, üniversiteye gitme vaktim yaklaşıyordu. İçimde tatlı bir heyecanla otobüs durağına yürümeye başladım. Hem part-time iş umudu hem de öğrenimime devam edecek olmanın verdiği motivasyonla doluydu içim. Otobüse bindiğimde, zihnimde gün içinde yaşadıklarımı düşündüm.
Üniversiteden içeri girdiğimde gözüme İsmail Civa’nın adının yazılı olduğu bir tabela görünüyor. Merakla kapının önüne gelip kapıyı tıklatarak içeri girdim. İsmail Civa gelmemi istedikten sonra üniversiteye gelmek bana da tuhaf hisler katmıştı.
İsmail Civa’nın şaşkınlığı kısa sürdü. Yüzünde yavaş yavaş bir gülümseme belirirken, “Ah, sen miydin?” dedi. Sesi hem şaşkın hem de sitemli gibiydi.
“Neredeydin bunca zaman? Seni buralarda göremeyince merak etmiştim doğrusu.”
Oturmam için sandalyeyi işaret etti. Odaya şöyle bir göz gezdirdim. Kitaplarla dolu raflar, masanın üzerinde notlar ve karalanmış kağıtlar… Burası, bir zamanlar benim de aşina olduğum, bilginin ve düşüncenin kokusunu taşıyan bir ortamdı.
“Bilirsiniz işte” diye mırıldandım sandalyeye otururken.
“Hayat… Bazen beklenmedik yollara sürüklüyor insanı.” Bir yıl sekiz ay on yedi gün… Bu süre zarfında neler yaşadığımı, nasıl savrulduğumu kelimelere dökmek zordu. Üniversitenin kapısından içeri adım attığım o an, sanki zaman tünelinden geçmiş gibiydim. Her şey hem tanıdık hem de yabancıydı.
İsmail Civa merakla gözlerimin içine baktı. “Ne oldu anlat bakalım” dedi, sesi şimdi daha sıcak ve ilgiliydi. “Nereye kayboldun öyle ansızın”
Derin bir nefes aldım. “Aslında…” diye başladım, ama kelimeler boğazımda düğümlendi. O kadar çok şey olmuştu ki, hangisinden başlayacağımı bilemiyordum. Belki de en iyisi en başından anlatmaktı. Ama sonra düşündüm ve bunca zaman sonra bu karşılaşmada, bu kadar kişisel bir hikayeyi anlatmak ne kadar doğruydu?
“Önemli değil şimdi” dedim geçiştirerek, zoraki bir gülümsemeyle. “Sadece… bazı sorunlarım vardı. Halletmem gereken şeyler.”
İsmail Civa’nın gözlerindeki merak kaybolmadı ama üstelemedi. “Anlıyorum” dedi başını sallayarak. “Hayat bazen zorlayıcı olabiliyor. Ama önemli olan, ne olursa olsun ayağa kalkabilmek”
Bir an sessizlik oldu. Odadaki tanıdık eşyalar, üniversitenin dışarıdan gelen hafif uğultusu… Sanki zaman durmuştu. Sonra İsmail Civa masanın üzerindeki bir dosyayı işaret etti.
“Aslında” dedi bakışları yeniden canlanarak, “Senin de ilgini çekebileceğini düşünüyorum.” Dosyayı bana uzattı.
“Belki de bu, yeniden başlamak için bir fırsat olabilir senin için.”
Dosyayı tereddütle elime aldım. Üzerinde bazı taslak çizimler vardı, gözüm takıldı. Sanki unuttuğum bir dil yeniden canlanıyordu içimde. Merakla İsmail Civa’ya baktım. “Bu ne?” diye sordum.
İsmail Civa gülümsedi. “Bu” dedi, heyecanlı bir sesle. “Yeni bir proje. Belki de… senin de bir parçası olabileceğin bir proje.”
“Kimsesiz çocuklar için yapacağımız bir proje. Aslında her sene yaparız bunu. Sende bu projede üzerindeki ölü toprağını atarsın bence.” Kimsesiz çocuklar için kendi tasarımımız olan kıyafetleri onlarla buluşturma fikri bende büyük bir heyecan yarattı.
“Kimsesiz çocuklar için mi?” diye fısıldadım, gözlerim dosyadaki çizimlerde geziniyordu. Minik bedenler için rengarenk, neşeli tasarımlardı bunlar. İçimde bir kıpırtı hissettim, uzun zamandır unuttuğum bir duygu. Sanki kalbime bir tohum ekilmişti ve şimdi filizlenmeye başlıyordu.
“Evet” diye onayladı İsmail Civa, yüzündeki gülümseme daha da genişledi.
“Her yıl düzenlediğimiz bir etkinlik bu. Gönüller bir araya gelir, tasarımlar yapar, diker ve sonra da o kıyafetleri çocuklara kendi ellerimizle götürürüz. Onların yüzündeki o küçücük mutluluğu görmek… inanılmaz bir duygu.”
Derin bir nefes aldım. Uzun zamandır kendimi bu kadar heyecanlı hissetmemiştim. Sanki hayatıma bir amaç, bir yön gelmişti. “Ben… ben de yardım etmek istiyorum” dedim, sesimde kararlılık vardı. “Ne yapmam gerekiyor?”
İsmail Civa’nın gözleri parladı. “Harika! İşte bu cevabı bekliyorum senden. Öncelikle bu taslaklara bir göz atmanı istiyorum. Belki sen de yeni fikirler eklemek istersin. Sonra kumaş seçimi, kalıp çıkarma, dikim gibi aşamalarda da görev alabilirsin. Tamamen senin yeteneklerine ve zamanına bağlı.”
Dosyayı daha sıkı tuttum. Çizimlere yeniden baktım. Her bir detayda minik bir çocuğun hayali, umudu vardı sanki. Bu projede yer almak, sadece kıyafet tasarlamakla kalmayıp, o çocukların hayatlarına dokunmak anlamına geliyordu. Üzerimdeki o ağır, kasvetli örtü yavaş yavaş kalkıyordu sanki.
“Ne zaman başlamalıyız?” diye sordum sabırsızlıkla. İçimde tarif edilemez bir enerji hissediyordum. Yeniden üretmek, yeniden var olmak istiyordum.
İsmail Civa sıcak bir kahkaha attı. “Aceleci seni! Yarın sabah atölyede buluşalım mı? Orada hem diğer gönüllülerle tanışırsın hem de projenin detaylarını konuşuruz.”
“Yarın sabah oradayım” dedim kesin bir ifadeyle. O an, uzun bir aradan sonra ilk kez geleceğe umutla baktığımı fark ettim. Kimsesiz çocukların yüzündeki bir gülümseme, belki de benim de yeniden gülümsememe vesile olacaktı. Bu sadece bir proje değil, aynı zamanda kendime yeniden bir şans verme fırsatıydı.
Tam kapıdan çıkacakken buraya gelme amacımı söylemediğimi hatırladım. Kaybettiğim bir yıl sekiz ay on yedi günü nasıl telafi edecektim?
“Şey… ben aslında başka bir şey için geldim” dedim utana sıkıla.
“Ne için geldiğini biliyorum, şu proje işini halledelim, konuşuruz” dedi İsmail Civa.
Odadan çıktıktan sonra elimdeki dosyaya bakarak ilerliyorken birine çarpmanın etkisiyle elimdeki dosya yerlere saçıldı.
Tanıdık gelen bu sese kafamı kaldırıp baktığımda tarihin tekerrür ediyor olduğunu düşünmüştüm.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
15.06k Okunma |
4k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |