3. Bölüm

1.Bölüm - Davetsiz Misafir...

Burcu Parlak Sağsöz
brc.prlk

İlkbahar en sevdiğim mevsimdir. Etraftaki bütün ağaçlar çiçeklenmiş oluyor. Yenilenmenin, yeni umutların ve yazın habercisidir ilkbahar, kuşların cıvıltısı, hele o havadaki tatlı esinti bana nasıl da iyi hissettiriyor.

‘Yatakta azıcık daha tembellik yapsam ne olur ki?’ diye düşünürken cama doğru dönüp pencereden gelen o tatlı esintiye karşı gözlerimi kapatıp gülümsedim. Tüm vücuduma yayılan esinti tüylerimi ürpertiyordu.

Gözlerimi kapalı tutarak o anın tadını çıkardım. İçimde bir kıpırtı vardı; sanki doğa uyanırken ben de onunla birlikte yeniden doğuyordum. Kuşların sesi, rüzgarın yapraklarla dansı, uzaktan gelen çocuk kahkahaları… Hepsi bir araya gelip içimde bir melodi oluşturuyordu.

Tabi ki bu düşünceden beni bir kapı sesi anında vazgeçirdi. Deniz Hanım -evimizde yılların çalışanı- kapıyı tıklatıp içeri girdi. Kendisi ellili yaşlarında siyah saçlı ve siyah gözlü orta boylu, zayıf bir kadındı.

“Günaydın Güneş’ciğim, hadi kızım, Ateş Bey kahvaltı masasına oturmak üzere. Bir an önce hazırlan istersen. Sonra sıkıntı yaşıyorsunuz. Malum bekletilmeyi hiç sevmiyor.”

Elini bir anne şefkatiyle omzuma koymuştu. Beni her defasında babamın gazabından kurtarmak için elinden geleni yapıyordu.

Gözlerimi açtım, içimdeki bahar meltemi bir anda yerini hafif bir gerginliğe bıraktı. Deniz Hanım’ın sesi her zaman nazikti ama söyledikleri hep bir uyarı taşırdı. Ateş Bey… Babam. Disiplinin, dakikliğin ve sessiz otoritenin vücut bulmuş hali.

Deniz Hanım bu şekilde gelip beni uyandıran birisi değildi. Yedi ay önce annem vefat etmişti ve o da bu duruma çok üzülmüştü. Annemle çalışan-patron ilişkisinden ziyade arkadaş gibiydiler. Birbirleriyle çok şey paylaştılar. Çoğu zaman beraber oturup çay kahve içtiklerini bile görmüştüm. Annemin hayattaki son zamanlarında ise ona gerçek anlamda dayanak olmuştu. Gücünü iyiden iyiye yitirmiş anneme güç vermeye çalışmıştı. Şimdi ise babamın bana ve kardeşime olan ilgisizliğinden dolayı kendince bir annelik iç güdüsüyle, sanırım bizimle ekstra ilgileniyordu. Belki de bize acıyordu.

“Günaydın Deniz Hanım, Ada uyandı mı? Bugün pedagog randevumuz vardı, geç kalmayalım” dedim biraz uykulu bir ses tonuyla. Bir yandan kalkmış yatağımı düzenlemeye başlamıştım.

“Evet uyandı, ben de şimdi onu diyecektim. Bir derdi vardı sanki. Ablam uyandı mı, uyanınca yanıma gelebilir mi diye sordu bana.” Deniz Hanım benim Ada’nın yanına gitmemi istiyormuş gibi yatağı düzeltme işini benden alarak.

“Tamam, ben bakarım hemen” deyip hemen kapıya yöneldim. Deniz Hanım tam çıkacakken bir an duraksamamı sağladı.

“Ah be kızım, yine hayır diyeceksin biliyorum ama…”

“Ne diyeceğini gayet iyi biliyorum ve evet cevabım yine aynı. Ben psikolojik destek falan istemiyorum” diyerek lafını kestim. Bu konudaki kararım netti. Kısa süreli bir sessizlik oldu, elim kapının kulpundayken bir anda Deniz Hanım’a döndüm.

“İyiyim ben, yani ne kadar iyi olunursa o kadar iyiyim. Ada daha sekiz yaşında bir çocuk ve ister istemez çok kötü etkilendi yaşananlardan. Bende ne kadar iyiyim tartışılır tabi, ama ben dağılırsam onu kim toparlayacak, babam mı?” dedim. Yüzüme yerleşen alaycı gülüşe engel olamamıştım, fakat bir yandan da ne kadar acınası bir halde olduğumu düşününce gözlerim dolmuştu.

Deniz Hanım bir adım geri attı, gözleri dolmuştu ama ağlamadı. Onun gözyaşları hep içe akardı; annemin hastalığı boyunca da öyle olmuştu.

“Senin güçlü olman gerektiğini biliyorum, Güneş. Ama bazen insanın bir omuza yaslanması gerekir. Sadece bir anlığına bile olsa…”

Sesi titriyordu ama hâlâ sakindi. O an, onun da yük taşıdığını fark ettim. Sadece bizim değil, annemin yokluğunun, evin sessizliğinin, babamın duvar gibi tavırlarının yükünü…

“Ben senin kararına saygı duyuyorum. Ama bil ki, bir gün konuşmak istersen… sadece bir profesyonelle değil, benimle de… buradayım.”

Deniz Hanım, gözlerindeki endişeyi gizlemeye çalışarak hafifçe başını salladı. Ancak içinden geçenleri anlamak zor değildi. O, bizim iyiliğimiz için çabalıyordu, ama ben hala psikolojik destek alma fikrine direniyordum.

Başımı hafifçe salladım. Kapıyı açıp koridora çıktım. Ada’nın odasına doğru yürürken içimde bir şeyler çatırdıyordu. Güçlü olmak, bazen sadece ayakta kalmak demekti. Ama ben artık sadece ayakta kalmak değil, yürümek istiyordum. Ada’nın odasına yönelirken, içeriden hafif bir hıçkırık sesi duydum. Kalbim sıkıştı. Küçük kardeşimin üzgün olması beni her zaman derinden etkiliyordu. Derin bir nefes alıp kapıyı yavaşça araladım.

Ada pencerenin yanında durmuş, kollarını göğsünde birleştirmişti. Yüzü solgun ve gözleri doluydu. Beni görünce hafifçe başını kaldırdı ama konuşmadı. Sarışın, kahverengi gözleri, bembeyaz teniyle büyüdüğünde ne kadar güzel bir genç kız olacağını belli ediyordu. Elinde annemin aldığı açık kahverengi saçları olan bebek vardı. Belli ki bir şeyler yolunda değildi. Ne zaman yolunda olmuştu ki?

"Ne oldu, civcivim?" diye sordum, yavaşça yanına yaklaşarak.

Ada bir an sessiz kaldı, sonra kısık bir sesle konuştu. "Bazen… annemi unutuyormuşum gibi geliyor. Sabahları uyandığımda, ona günaydın demeyi düşündüğüm anlar azaldı. Ve bu beni korkutuyor."

Sözleri içime bir ok gibi saplandı. Ada’nın yaşadığı bu suçluluk hissi, onun küçücük kalbine ağır geliyordu. Yanına oturup onu kollarımın arasına aldım. Başını omzuma yasladı, bebek hâlâ elindeydi.

“Civcivim… Annemizi unutmak mümkün mü sence?”

Ada başını hafifçe salladı.

“Hayır… ama bazen sesini bile hatırlayamıyorum.”

“Çünkü acı, bazen hatıraların üstünü örter. Ama o burada, bizimle. Senin gülüşünde, benim ses tonumda, hatta bu bebeğin kendisinde bile.”

Ada gözlerini kapattı, bir damla yaş yanağından süzüldü.

“Ama ya bir gün tamamen unutursam?”

“O zaman ben sana hatırlatırım. Her baharda, her çiçekte, her kuş sesinde… Annemizi birlikte yaşatırız.”

Ada’nın nefesi yavaşladı, kalbi biraz olsun sakinleşmiş gibiydi.

“Sahile gidelim mi?” dedi birden.

“Olur, ama önce Gamze Hanım ile olan randevumuza yetişmemiz gerekiyor. Hadi bakalım hazırlanma vakti.”

Ada, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Sarılmamız biraz sürecekti, çünkü bazı yaralar kelimelerle değil, sadece sevgiyle iyileşirdi.

Deniz Hanım’ın söyledikleri aklıma geldi. Belki de bazı şeyleri kabullenmek, bazı destekleri almak bize gerçekten iyi gelirdi. Ama Ada’yı sakinleştirmek ve babamla başa çıkmak gibi daha acil meseleler vardı.

O an aklımdan geçen düşünceler bir yana, şu an için sadece kardeşimin yanında olmalıydım. Ona güven vermeli, baharın getirdiği yeni başlangıçlarla önümüzdeki günlerin daha aydınlık olacağını hissettirmeliydim.
Bana en çok ihtiyacı olan an tam olarak buydu.

Ne denirdi ki bu yaştaki çocuğa. Nasıl anlatılırdı ki ölüm denen şeyin sevdiklerimizle aramıza aşılamayan mesafeler koyduğunu. Kendini daha fazla yıpratmasından çok korkuyordum. Kafasının içinde söylemediği daha başka birçok şey olduğunu düşünüyordum.

Pedagog “Annesinin yokluğuna yavaş yavaş, sabırla alıştırmalısınız. Size ve babanıza çok iş düşüyor, Allah sabır versin” diyerek beni uyarmıştı. Ben elimden geleni yapmaya devam ediyordum tabi ki. Ama aradığımız babaya ulaşılamıyordu maalesef. Annemizin ölümü dahi onun işlerinin azalmasına engel olmamıştı. Annemin ölümü dahi babamın işlerinin önüne geçememişti.

“Hadi bakalım, aşağı inelim, güzel bir kahvaltı yapalım, sonra Gamze Hanım’ın yanına gideceğiz. Geç kalmayalım daha fazla, sen in aşağı ben hemen geliyorum” deyip Ada’yı salona gönderdim ve kendimi odaya attım.

Gözlerimden akan yaşlara engel olamıyordum. En sevdiğimi kaybedip, üzüntümü sesli dile getiremiyordum. Acımı, sinirimi, öfkemi içime atmaktan artık kendi kendimi yiyordum. Ellerimi ağzıma yumruk yapıp deli gibi ağlıyordum. Camdan içeri vuran o güzel esinti bile beni sakinleştirmeye yetmiyordu.

Sarılıp ağlayabileceğim bir omuza çok ihtiyacım vardı. Ama öyle bir omuz yoktu, var ama yoktu. Ada küçük bir çocuktu evet, ama en nihayetinde bende o annenin kızıydım. İki kızının ne yaptığından, ne hissettiğinden bihaber yaşayan bir babam vardı evet. Annemi yedi ay önce kaybetmiştim, ama babamı sanki doğuştan kaybetmişim gibiydi, hiç tanımamışım gibiydi.

Ve ben şimdi hayatımıza konuk oyuncu gibi arada bir gelip giden babamla ‘ailevi’ bir kahvaltı yapmam gerekiyordu. Hemen yüzümü yıkadım. Gözlerimdeki kızarıklıklar öylece duruyordu. Derin bir nefes vererek gardrobu açtım. Annemin üç yıl önce aldığı açık mavi sıfır kol bluz ve beyaz kot pantolonumu giydim. Beyaz spor ayakkabılarımı da giyerek tamamen hazırlandım.

Aynaya baktım. Gözlerim hâlâ şişti, ama giysilerim annemin seçtiği gibi sade ve huzur vericiydi. Sanki onun dokunuşu üzerimdeydi. Açık mavi bluzun omuzlarıma değdiği her an, annemin “Bu renk sana çok yakışıyor, Güneş’im,” dediği sesi kulaklarımda yankılanıyordu.

Derin bir nefes aldım. Bugün sahile gidecektik. Bugün Ada için, annem için, belki de kendim için biraz olsun nefes almaya çalışacaktım.

Merdivenlerden inerken evin sessizliği yine üzerime çöktü. Her adımda içimdeki ağırlık biraz daha hissedilir oluyordu. Kahvaltı salonunun kapısını araladım. Babam masada oturuyordu. Her zamanki gibi takım elbisesi içinde, gazetesi elinde, yüzünde duygusuz bir ifade.

“Gazamız mübarek olsun” diye içimden söylenerek masaya oturdum. Ada çoktan yerini almıştı, minik elleriyle ekmeğine reçel sürüyordu. Gözleri dalgındı, ama bir yandan da bana göz ucuyla bakıyordu. Onun da içi buruktu, bunu hissediyordum.

Deniz Hanım çayları doldururken bana hafifçe gülümsedi. O gülümseme, annemin yokluğunda evde kalan tek sıcaklıktı belki de.

Babam… Onun için paragraflar dolusu birçok şey yazabilirim. Ama yapmayacağım, hiç gerek yok.

Kahverengi saçları ve gözleri, biraz kilosu ve bir süredir kesmek istemediği sakalları olan birisiydi. Fiziksel özelliklerinin yanı sıra en bilmeniz gereken otorite delisi, sinir topu -tabi ki bu benim ona taktığım bir isim- ve işkolik. Öyle bir işkolik ki karısını ve kızlarını gözü görmeyecek kadar hem de. Bundan daha fazlasında tanımıyorum pek babamı. Yazabileceklerim kendi düşüncelerim. Bunları zamanla anlatacağım.

“Günaydın” diyerek babamın sağ tarafına geçip oturdum. Fakat babam basit bir günaydın demek yerine ters ters suratıma bakmaya devam ediyordu. Elinde duran çatalı öyle bir sıkıyordu ki sinirden çatalı eğecekti sanki.

“Günaydın babacığım” deyip imalı bir şekilde bende ona ‘ne var’ dercesine bakıyordum.

“Şu masaya erkenden oturulacağını daha kaç sefer söylemem gerekecek sana” diye söylenmeye başladı. Elinde tuttuğu çatalın sap kısmını masaya vura vura benimle konuşuyordu. Ses tonunu Ada yanımızda olduğu için yükseltmiyordu. Hiç değilse bunu yapabiliyordu. Ama o ses tonu öyle bir tondu ki sanırım otuz desibelle eş değerdi benim için.

“Biraz yukarıda işim vardı-”

“Zaten o işlerin hiç bitmiyor ki senin. Ne işler karıştırıyorsun acaba” diyerek lafımı kesti. Ufak bir ses yükselmesi olmuştu. İkimizde Ada’ya baktık ve kısa süreli bir sessizlik oldu.

“Ben çağırdım baba, ablama kızma olur mu?” diyerek beni kurtarmaya çalıştı Ada durumun ciddileşeceğini anladığında. Ne zaman babamla kavga edeceğimizi düşünse bir şekilde konuyu dağıtmaya çalışmıştı.

Güzel kalbinden öpüyorum canım kardeşim.

Ada başını önüne eğmiş, reçel kavanozunun etiketini inceliyordu. O küçücük bedenin, babamızın ses tonundan nasıl etkilendiğini görebiliyordum. Gözleriyle bana bir şey demeden “Abla, ne olur bir şey yap” diyordu.

Ben ise babamın gözlerinin içine bakarak, içimdeki öfkeyi bastırmaya çalışıyordum.

“Özür dilerim,” dedim. “Ama saat tam sekizdi.”

Babam gözlerini kıstı.

“Sekiz sıfır beş.”

“Beş dakikayla mı ölçüyorsun artık sevgiyi, ilgiyi?”

Sözlerim ağzımdan dökülürken, içimde bir titreme oldu. Bu evde duygular hep bastırılmıştı. Ama artık bastıramıyordum.

Babam bir an sustu. Çatalı masaya vurmayı bıraktı. Gözlerini Ada’ya çevirdi.

“Ada, yumurtanı bitir.”

Ada sessizce başını salladı.

“Fazla başına buyruk olmaya başladın, seni bir hizaya getirmek lazım” diye mırıldandı çocuğa güzel bir söz söylemek yerine bana yaklaşarak. Gözümün içine öyle bir bakıyordu ki yutkunmama sebep olmuştu.

Babamın gözlerinin içinde o bildik ağırlık vardı. Otorite, baskı, bir şekilde sözünü geçirme çabası… Ama ben de eski ben değildim artık. İçimde yankılanan öfke, yorgunluk ve en çok da kabullenilmiş bir mesafe vardı. Derin bir nefes aldım, masanın üzerindeki çay bardağını kavradım ve olabildiğince sakin bir ses tonuyla konuştum.

“Merak etme, yeterince hizalıyım zaten.”

Babamın kaşları anlık bir hareketle çatıldı. O anda suratında beliren belirsiz bir ifade, sanki bir şey söylemeye çalışıyordu ama kelimeler ağızdan çıkmadan önce boğazına takılıp kalıyordu. Sonra gözlerini masaya indirdi, çatalı bıraktı ve kahvesinden bir yudum aldı. Bu, bir tartışmanın başlamadan bittiği ender anlardan biriydi. Ama süren sessizlik her şeyden daha ağırdı.

Ada, gözleriyle beni bir şey yapmam için işaret etmeye çalışıyordu. Bir şekilde ortamı yumuşatmamı bekliyordu belki de. O, babamızın öfkesinden hepimizden daha çok etkileniyordu. Küçük elleriyle çay bardağını kavramış, yavaşça etrafında döndürerek bekliyordu.

Bunun üzerine gülümseyerek ona doğru eğildim. “Gidelim mi Ada? İlkbaharın en güzel günlerinden biri olabilir. Daha sonra da konuştuğumuz gibi birlikte sahilde biraz yürürüz.”

Ada’nın gözleri parladı, babam ise tepki vermeden kahvesine geri döndü. Deniz Hanım odanın köşesinden bizleri izliyordu, elinde boş bir tabak, yüzünde tanıdık bir endişeyle. Göz göze geldiğimizde hafifçe başını salladı, sanki biraz olsun destek vermek ister gibi.

Bazen bir baba-kız değil de, o komutan bizler de askermişiz gibi hissediyordum. Her masa başında da bizi içtimaya alıyordu. Firari asker olan bense bugünkü içtimadan şimdiden nasibimi almıştım.

“Neyse sinirlenmeyeceğim, bir misafirimiz var, birazdan burada olur. Şimdiden söylüyorum, ağzından en ufak bir yanlış kelime çıkmasın” dedi bir anda kendini toparlayarak. Bu sinirlenmemiş hali miydi? Ayrıca benim ağzımdan yanlış bir kelime çıkabilecek kim geliyordu ki? Ayaklanmışken, misafiri duyunca geri oturdum.

“Kim geliyor” diye sordum gelişigüzel.

“Gelince görürsün” diyerek daha bir şey söylememi istemezcesine lafı ağzıma tıkadı.

Masada kalan sessizlik, babamın bıraktığı belirsizlikle daha da ağırlaşmıştı. Misafir… Babam için biri ne kadar önemli olabilirdi ki? Çatalını masaya vurarak konuşan adam şimdi kahvesini sakince yudumluyordu. Bu, onun farklı bir ruh haline büründüğünü gösteriyordu. Ama nasıl bir ruh haliydi, kestiremiyordum.

Ada meraklı gözlerle bana baktı. O, en az benim kadar bu beklenmedik gelişme karşısında tedirgindi. Deniz Hanım, tabakları toplamaya başlamıştı ama gözleri hâlâ babama ara ara kayıyordu. Anlaşılan o da misafirin kim olduğunu bilmiyordu.

“Bu arada ne zamandır soracağım, unutuyorum. Her ay binlerce liralık ne kitabı bu? Kütüphane falan mı satın alıyorsun?” diye sordu kısa süreli sessizliğin ardından.

“Malum, lise tercihimi sayende istemediğim bir yere yapınca, derslere odaklanmak zor oluyor benim için. Bende yardımcı kitaplarla bir şeyler yapmaya çalışıyorum işte. Bu da mı suç oldu” diye imalı bir tonda cevap verdim. Bu yakalanmamış uzun vadeli bir yalandı babama karşı.

Tam söylenmeye başlayacaktı ki kapı çaldı. Galiba şu ağzımdan yanlış kelime çıkmaması gereken misafir gelmişti. Bende merakla kapıya doğru bakmaya başladım.

“Merhabalar” diyerek otuzlu yaşlarında siyah saçlı, beyaz tenli, kocaman siyah gözleri olan uzunca bir kadın içeri girdi. Kadının içeriye girmesi bile kaşlarımı çatmama neden olmuştu. Fakat bu nasıl bir selam verme şekliydi ki. Merhabalar derken o sondaki a yı öyle bir uzatarak içeri girdi ki bunu ben yapsam babamdan bir ton laf yerdim. Babamın bu kadınla ne işi olabilirdi ki?

Önce gitti babamı sol yanağından öptü. Sonra da Ada’nın yanına gitti.

“Merhaba Ada’cığım, ben Ezgi, memnun oldum. Babanın anlattığından çok daha güzelmişsin” dedi. Babam Ada’yı Ezgi denilen bu kadına mı anlatmıştı, yoksa bu kadın babama iyi bir görüntü mü vermeye çalışıyordu?

Ezgi’nin samimiyetsiz tavırları Ada’nın dikkatinden kaçmamış olsa gerek sadece ‘merhaba’ dedi ve günün anlam ve önemini belirten o soruyu sordu.

“Babamın arkadaşı mısınız?”

Ezgi birkaç saniye babamla göz göze geldi. Tam cevap verecekti ki babam araya girdi.

“Ada Gamze Hanım ile randevun varmış bugün, hadi sen odana git hazırlan, geç kalmayın” diyerek Ada’yı odasına gönderdi.

Ada gözden kaybolduğunda Ezgi’nin adımları da bana döndü. Bana doğru gelirken babama “Ada küçüktü diye sanırım lafımı böldün” dedi ve tam karşıma, burnumun dibine geldi.

“Ama Güneş kocaman genç kız ve ona söyleyebilirim kim olduğumu değil mi sevgilim?”

 

 

İlk bölüm ile alakalı biraz heyecanlıyım. Beğenip yorum yapmayı unutmayın....

Soranlar için Instagram: brc_prlk

Bölüm : 25.07.2024 21:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Burcu Parlak Sağsöz / Dönme Dolap (KİTAP OLUYOR) / 1.Bölüm - Davetsiz Misafir...
Burcu Parlak Sağsöz
Dönme Dolap (KİTAP OLUYOR)

17.14k Okunma

4.63k Oy

0 Takip
67
Bölümlü Kitap
TANITIM...KARAKTERLER...1.Bölüm - Davetsiz Misafir...2.Bölüm - Hayal Kırıklığı...3.Bölüm - İkili Oynamak...4.Bölüm - Karar Zamanı...5.Bölüm - Geçmişten Gelen...6.Bölüm - Bazı Sırlar...7.Bölüm - Zor Cevaplar...8.Bölüm - Eskiye Özlem...9.Bölüm - Bir Gelin, Bir Damat, Bir Bank...10.Bölüm - Zoraki İşler...11.Bölüm - Karmaşık Bir Gün...12.Bölüm - Küçük Bir Kaçamak...13.Bölüm - Bir Nefes Kadar...14.Bölüm - İz Peşinde...15.Bölüm - Sobe...16.Bölüm - NKA17.Bölüm - Kötü Biten Gece...18.Bölüm - Yeni Bir Soru...19.Bölüm - Senin Yüzünden...20.Bölüm - İlk İtiraf...21.Bölüm - Sürpriz...22.Bölüm - Kilit...23.Bölüm - Okulda Son Gün...24.Bölüm - Eski Sevgili...25.Bölüm - Bela Geliyorum Dedi...26.Bölüm - Belirsizlik...27.Bölüm - Kaybetme Korkusu...28.Bölüm - Ağır Kayıp...29.Bölüm - İtiraf...30.Bölüm - İşler Çözülüyor...31.Bölüm - Baskın...32.Bölüm - Bir Mektup...33.Bölüm - Hayatımın Gerçeği...34.Bölüm - İşler Sarpa Sarıyor...35.Bölüm - Babamın Gerçeği...36.Bölüm - Baş Belası...37.Bölüm - Kontrol Delisi...38.Bölüm - Ummadık Taş Baş Yarar..39.Bölüm - Yeni Bir Bela...40.Bölüm - Dertleşmek...41.Bölüm - Heyecan...42.Bölüm - Davetiye...43.Bölüm - Sona Yaklaşıyoruz...3k için teşekkürler❤️❤️4k için teşekkürler ❤️❤️5k için teşekkürler ❤️44.Bölüm - Kaçırılma...45.Bölüm - Büyük Yüzleşme(Ara Final)...46.Bölüm - Önemli Kararlar...10k için teşekkür ederim ❤️❤️❤️47.Bölüm - Yeni Bir Başlangıç (Part1)48. Bölüm Yeni Bir Başlangıç (Part-2)49. Bölüm - Küçük Kıvılcımlar...50. Bölüm51.Bölüm52. BölümBölüm 5354.Bölüm55.Bölüm56. Bölüm57. Bölüm58. Bölüm59. Bölüm60. Bölüm(Final)KİTAP OLUYOR!!!!!
Hikayeyi Paylaş
Loading...