
“Neredeyim ben?” dedim çatallı çıkan bir sesle. Gözlerimi bembeyaz bir odaya açmıştım ve bir yatakta yatıyordum. Beyaz perdeler, beyaz çekmeceler… Ben buraya ne ara gelmiştim.
“Hastanedeyiz” dedi Kerem. Benim sevgilim, bu hayattaki en büyük şansım. Kumral, kahverengi gözleri, kirli sakallarıyla yanıma çektiği sandalyede oturmuş elimi tutup beni izliyordu. İyi ve kötü her anımda yanımda olmaya çalışan en büyük destekçim kendisidir. İki yıldır o kadar çok kötü şeye şahit oldu ki bazı zamanlarda bırakıp gideceğini düşünmedim değil. Ama bırakın bırakıp gitmeyi düştüğüm yerden beni kaldıran o oldu. Fakat bu iki yılın öncesinde de birbirini dinleyip anlayan iki arkadaştık. O yüzden de bazı şeylerin temeli güzel oldu demek ki. Zamanla da bu arkadaşlık aşka dönüştü, iyi ki de öyle oldu. İşte şimdide kocaman kahverengi gözleriyle endişeli bir şekilde bana bakıyordu.
“Daha iyi misin şimdi güzel Güneş’im, mezarlıkta bir anda iyi olmadığını söyleyip kollarıma yığıldın. Ne yapacağımı bilemedim, hemen hastaneye geldik. Çok korkuttun beni” dedi.
“İyiyim canım merak etme. Kötü bir gün oldu sadece benim için. Kendimi fazla kastım sanırım, seni görünce de en güvenli kollara bırakmışım işte kendimi” dedim gülümsemeye çalışarak. Kerem gülümsemeye çalışıyordu, ama gözlerinde hala bir endişe vardı.
“Anlatmak ister misin peki” diye sordu. Onun yanında hiç böyle bir şey yaşamadığım için telaş yapıyordu. Bir yandan da baş parmağı ile elimi aşağı yukarı hareket ettirerek gevşememi sağlıyordu.
“Baba-kız kavgası” dedim manidar bir ses tonuyla. Ve manidar bir şekilde gülümsedim. Kerem’de eminim ki basit bir baba-kız kavgasından çok daha fazlası olduğunu tahmin ediyordu.
“Bu sefer daha farklı gibi sanki. Seni böyle hastanelik edecek kavgalarınız olmazdı pek” dedi. Beni gayet iyi anlayan biriydi Kerem. Anlattıklarımı da gayet iyi anlayabilen biriydi, anlatamadıklarımı da. Anlatıp anlatmamak konusunda kararsızdım.
“Peki hiç zorlamayacağım. Sen isteyince anlatırsın zaten biliyorum” dedi Kerem kısa süreli bir sessizliğin ardından. Elimle yaşadığı aşk beni iyiden iyiye gevşetmişti esasında.
“Aslında…” dedim duraksayıp. Sanırım anlatacaktım.
“Konu yine babam tabi ki. Her zamanki gibi sıkıntılı bir kahvaltıdaydık. Bir süre sonra evimize otuzlu yaşlarında bir kadın geldi. Babamla samimi hareketleri vardı. Kadın gözümün içine baka baka kendini tanıttı. İşin kısası diyecek olursam iki yıldır bu kadınla birlikteymiş. Düşünebiliyor musun Kerem, babam annemi aldatmış. Sanırım en büyük kavgamızı etmiş olabiliriz.” O anların aklıma gelmesi beni sinirlendirmeye yetiyordu.
“Sonra da Ada’yı alıp..” diyerek birdenbire duraksadım. Eyvah ben Ada’yı pedagoga bırakmıştım.
“Ne zamandır buradayız” diye sordum telaşla. Yattığım yerden biraz doğrulmuştum. Kerem’de ne olduğunu anlamamıştı.
“Bir buçuk saat falan, neden sordun.” Kerem’in söylediği cümle kalbimde bir çarpıntı yarattı.
“Ada’yı bugün Gamze Hanım’ın yanına götürmüştüm, oradaydı. Gamze Hanıma bir süre burada kalabilir mi demiştim” dedim kesik kesik, bir yandan ayaklanmaya çalışıyordum. Ama dengemi sağlamakta zorluk çektim ve yatağa oturmam gerekti.
Kerem “Sakin olur musun Güneş’im” deyip beni omuzlarımdan yavaşça ittirerek tekrardan yatmamı sağladı. Ben itirazımı edemeden lafına devam etti.
“Seni hastaneye getirince Gamze Hanım seni arıyordu. Bende telefonu açtım. Bana kardeşinin orada olduğunu söyledi ve bende sen dinleniyorken hızlıca Ada’yı alıp sizin eve götürdüm, sonra geri geldim. Geleli birkaç dakika oluyor hatta. Yani Güneş’im sakince dinlen, her şey kontrolüm altında” dedi bir kahraman edasıyla gülümseyerek. Derin bir nefes aldım. Hayatımın en büyük şansı yine benim kötü bir anımda yanımdaydı. Ne kadar teşekkür etsem azdı.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Kerem’in sesi, onun sakinliği içime ferahlık veriyordu. Ama içimde hâlâ kopan fırtınalar vardı. Babamın ihaneti, hayatımızı paramparça edebilecek güçteydi.
“Teşekkür ederim sevgilim. Yine beni kurtardın demek. Bence sen bir süper kahramansın. Ama sadece benim tabi ki” dedim gülümseyerek.
“Sadece senin için” dedi ve kocaman kahverengi gözleriyle bana bakıyordu. Gözlerinin içi gülmesi böyle bir şeydi herhalde. Ve birbirini seven gözler birbirini izlemeye başladığında o gözlerde kahkaha kopardı. Ve biz etrafta olan sıkıntılara rağmen yapabiliyorduk bunu.
“Kerem…” dedim, gözlerimi açıp ona döndüm. “Babamla ne yapacağımı bilmiyorum. Ada daha küçücük, nasıl anlayacak olanları?” Sesim titriyordu.
Kerem elimi sıkıca tuttu. “Sana söyleyebileceğim tek şey şu, Güneş’im… Önce kendini toparlaman lazım. Sonra ne yapacağını sakin kafayla düşünebilirsin.”
Bir süre sessizlik oldu. Kerem’in sözleri mantıklıydı, ama içimdeki öfkeyi dizginlemek zor oluyordu. Anneme bunu nasıl anlatacağımı bile bilmiyordum. Babama olan hayal kırıklığım, içimde büyüyen koca bir boşluk gibiydi.
“Serum bitmek üzere, doktora haber vereyim, çıkalım” dedi Kerem kısa bir zaman sonra. Tamam dercesine başımı salladım. Birkaç dakika sonra Kerem esmer, uzun boylu bir erkek doktor ile geldi.
“Merhaba Güneş Hanım, açmışsınız gözünüzü” dedi gülümseyerek.
“Bu genç adam sizi bir telaşla kucağında acil kapısından içeri getirip bir anda bayıldığınızı söyleyince biz de biraz telaş yaptık. Ama birkaç kontrol sağladıktan sonra çok büyük bir sorun olmadığını gördük. Sanırım yorgunluk ve strese bağlı bir baygınlık yaşamışsınız. Serumla da sizi biraz dinlendirmiş olduk ve o da bitmek üzere. İstediğiniz zaman çıkabilirsiniz, geçmiş olsun” dedi. Pür dikkat doktoru dinleyen Kerem teşekkür ederek doktoru gönderdi.
Kerem, doktorun ardından bana döndü. “Gidebiliriz, ama önce seni zorlamayacak şekilde kalkmalısın,” dedi dikkatlice.
Elimi tuttu, beni yatağımdan kaldırırken kollarıyla dengemi sağlamaya çalıştı. Ayaklarım yere basınca hafifçe sendeledim. Kerem hemen belime destek oldu. “Yavaş, Güneş’im,” diye fısıldadı.
Başımı kaldırıp ona baktım. O kadar dikkatliydi ki, bana bir anlığına bile güçsüz hissettirmiyordu. “Ben iyiyim,” dedim zayıf bir sesle. “Sadece biraz başım dönüyor.”
Hastanedeki işimiz bittiğinde Kerem bir eliyle belimden, diğer eliyle de elimi tutup bana yardım ederek çıktık. Daha sonra yolun kenarında duran siyah Opel marka bir arabanın önünde durduk. Kerem cebinden anahtarı çıkardı ve kapıyı açtı. İyi de Kerem’in arabası yoktu ki.
“Bir arkadaşımın” dedi benim sormamı beklemeden.
“Birkaç gün bende kalacak” diye ekledi.
“Kim bu arkadaş, ben tanıyor muyum” diye sordum. Ne halde olursam olayım kıskançlığımı yapardım. Merak etmiş olmam da gayet normal bence. Umarım kız arkadaş değildir.
“Ömür diye birisi, tanımazsın” dedi. Aynı anda hem erkeğe, hem kadına konulan bütün isimlerden nefret ediyordum.
“Kız Ömür mü, erkek Ömür mü” diye sordum. Kerem tanınmayan bir cisme bakar gibi bana şaşkınlıkla bakıyordu. Ne var canım her kıskanç sevgili gibi Ömür’ün kim olduğunu anlamaya çalışıyordum.
“Gerçekten hastane önünde bunu mu konuşacağız. Şurada seni bıraksam ayakta duramayacak durumdasın. Ama konumuz Ömür erkek mi, kadın mı diye sorman yani. Bu mudur?” diye sitem etti. Ellerini iki yana açmış bana hayretle bakıyordu. Evet öyle, neden bu kadar kaçamak cevaplar veriyor sanki. Basit bir soru sordum oysaki.
“Tamam sevgilim, bir an önce cevabı ver de binip gidelim. O kadar haklısın ki ayakta duramıyorum” deyip yalandan dengemi kaybeder gibi yaptım. Bir yandan dengemi kaybeder gibi yaparken Kerem’in kolunu tutmam olayı daha inandırıcı hale getirmişti. Kıskanç bir kadına o cevap verilmeli, yoksa ben bir şekilde o cevabı alırım.
“Of tamam, tabi ki de erkek. Zaten bir iki tane kız arkadaşım var hayatımda, çocukluktan onlarda. Sende tanıyorsun onları.” dedi
“Yalnız bir iki tane değil, dört tane” dedim.
“Aslı ve Kübra çocukluk arkadaşların. Ece ilkokul, Esra ise liseden.” dedim arabaya yaslanarak.
“Maşallah güzelim. Yeterince detaylı hatırlıyorsun onları. Ya siz kadınlar neden bu kadar detaycısınız” diye hemen hemen her erkeğin kafasındaki o soruyu sordu. Siz niye değilsiniz?
“Daha iki üç kere gördün onları, ama sorsam ne giymişlerdi diye onu bile hatırlıyorsundur.” diye devam etti. Gözlerim parladı resmen. Tam cevap verecektim ki durumu anladı.
“Yok yok, tamam, sormadım say” dedi bir çırpıda. Eliyle arabanın kenarını kapatıp binmeme yardım etti.
“Eve götüreyim mi seni peki” diye sordu. Kaşlarım çatıldı hemen, tabi ki de o eve gitmeyecektim.
“Onların yüzünü görmek istemiyorum. Bir süre bugün olanları düşünüp sindirmem gerekecek. Sonrasında gider miyim onu da bilmiyorum.” Kollarımı göğsümde birleştirip, çatık kaşlarımla somurtarak oturdum.
“Güneş’im bir yerde oturup konuşalım mı? Hem seni bu halde bir yere bırakmak istemiyorum” dedi Kerem saçlarıma dokunarak. Ses tonu rica doluydu.
“Peki tamam. Belki de kafamdaki sesleri susturup biraz seni dinlemeliyim. Yoksa kafayı yiyeceğim” dedim sinirle.
Eğlenceli müzikler eşliğinde sahil kenarına gelmiş, arabayı park edip boş bir bankta oturmaya başlamıştık. Bir süre denizi seyretmek bana iyi gelmişti. Vakit ne kadar geçti bilmiyorum, Kerem nazikçe beni göğsüne doğru çekti.
“Ne hissettiğini anlatmak ister misin? Bilmiyorum ama anlatmak iyi gelir diye düşünüyorum. Seni annenin ölümünden sonra ilk defa böyle üzgün görüyorum. Sanki yine cenazeniz varmış gibi” dedi başımdan öperken. Eliyle kolunu aşağı yukarı hareket ettirerek gevşememi sağlıyordu.
“Evet haklısın, iyi niyetim öldü” dedim derin bir nefes alıp denizin kokusunu içime çekerek.
“Aradan yıllar geçse de birisiyle gelse karşıma gerçekten anlardım. Ama daha senesi bile dolmamış annemin. Ölüsünü geçtim, dirisine bile saygısı yokmuş ki. Hayattayken o kadınla birlikte olmaya başlamış zaten. Asla kalamam artık orada.” Gözlerim dolmuştu, bu yaşanan benim bu kadar zoruma gitmişken annem bilseydi neler yaşardı kim bilir.
“Annem iyi ki görmedi, yoksa kanserden değil, kahrından ölürdü” dedim titrek bir sesle. Düşüncelerimi kendime saklayabilen ben, aklımda ne varsa dilime döküyordum.
Bir süre sessizlik oldu. Sanırım Kerem’de ne diyeceğini bilemiyordu. Zaten ne denilebilirdi ki. Bir süre sonra doğruldu ve yüzüme baktı.
“Bir şey diyeceğim ama kızmak yok. Bitirmemi bekle, tamam mı” dedi. Tereddütle kafamı salladım.
“Olayın içeriğiyle alakalı bir yorum yapamam, zaten doğru olmaz. Benim takıldığım yer başka. Neden sen evi terk ediyorsun ki. Neden deveyi güdüp hayatını yaşamak varken, diyarı bırakıp gidiyorsun ki” dedi. Bir şey anlatmaya çalışıyordu, ama anlamamıştım.
“Ne devesi Kerem, ne diyorsun Allah aşkına. O evde durup onların evcilik oynamalarını mı izleyecektim. Yapamam ben, böyle bir durumda hele ki.” Kerem bile beni anlamamıştı bu sefer.
“Güneş’im. Sakince düşün, beni anlayacaksın. Sana affet demiyorum babanı, o kadınla arkadaş ol da demiyorum. Sadece Ezgi’nin biraz yakınında dursan. O da bence babanla iyi kalabilmek için sizinle iyi geçinecektir. Hem zaten tahmin ediyorum ki eve gitmemeni baban da kabul etmeyecektir. Bence bir düşün derim. Birçok şeyi senin yerine babanla konuşup ikna edecek birisi. Sadece ‘-mış’ gibi yapacaksın. Biraz ikili oynamak gibi.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 17.14k Okunma |
4.63k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |