
Evden atölyeye gitmek üzere çıkacakken onu gördüm. Kerem'i... En son haftalar önce ben klinikteyken gizlice beni görmeye gelmişti. Bana hayatımın kazığını attıktan sonra, Mert'in ölümüne sebep olduktan sonra ne yüzle karşıma çıkıyordu ki. Üstelik Tufan ile hayatımı yoluna koymaya başlamışken.
Kalbim göğüs kafesimde bir kuş gibi çırpınmaya başladı, ne yapacağımı şaşırdım. Sanki zaman durmuştu ve etrafımdaki sesler anlamsız bir uğultuya dönüşmüştü. Kerem tam karşımda, birkaç adım ötemde duruyordu. Gözlerinde pişmanlık mı vardı, yoksa sadece alışık olduğum o rahat tavır mı? Çözemiyordum.
"Sen..." diyebildim sadece titrek bir ses tonuyla.
Kerem hafifçe gülümsedi. "Merhaba," dedi sakin bir sesle. "Görüşmeyeli uzun zaman oldu."
Uzun zaman mı? Benim için sanki bir ömür geçmişti o günlerden beri. Onun o "uzun zaman" dediği aralıkta ben paramparça olmuş, yeniden toparlanmaya çalışmıştım. Tufan... Tufan olmasaydı, belki de hala o karanlık kuyunun dibinde debeleniyor olacaktım.
"Ne istiyorsun Kerem?" diye sordum, sesimi olabildiğince sert tutmaya çalışarak. "Neden buradasın?"
"Sadece... seni merak ettim," diye cevap verdi. Gözleri yüzümde dolaşıyordu. "Nasıl olduğunu öğrenmek istedim."
Alaycı bir kahkaha kaçtı dudaklarımdan. "Beni mi merak ettin? Hayatımı alt üst ettikten sonra mı aklına geldim? Klinik kapılarında gizlice beni görmeye gelmek yetmedi mi? Şimdi de mi rahat bırakmayacaksın?"
Kerem'in yüzündeki o hafif gülümseme silindi. "Bak..." diye başladı, bir adım daha yaklaştı. "Olanlar için çok pişmanım. Babanın suçunun seninle bir ilgisi yoktu sonuçta. Biliyorum, seni çok kırdım. Ama inan bana..."
"İnanayım mı?" diye sözünü kestim. "Neyine inanayım Kerem? Yalanlarına mı, ihanetine mi? Benim sana duyduğum sevgiye nasıl ihanet ettiğini mi düşüneyim?" Gözlerim dolmuştu ama ağlamayacaktım. Onun önünde asla güçsüz görünmeyecektim.
Tam o sırada, sokağın köşesinden Tufan belirdi. Elinde birkaç poşetle bana doğru geliyordu. Beni Kerem'le birlikte görünce yüzündeki gülümseme soldu.
"Güneş? Kim bu?" diye sordu, sesi endişeliydi.
Kerem ve Tufan'ın bakışları birbirine kenetlendi. O an, geçmiş ve geleceğim karşı karşıya gelmiş gibiydi. Benim seçimim çoktan belliydi ama Kerem'in hala neyin peşinde olduğunu anlamıyordum. Bu karşılaşma, huzurlu bir şekilde kurmaya başladığım yeni hayatıma bir gölge gibi düşmüştü. Şimdi ne olacaktı?
Tufan'ın endişeli sorusu havada asılı kalırken, Kerem'in bakışları bir an olsun benden ayrılmadı. Sanki Tufan orada değilmiş gibiydi. Bu umursamaz tavrı içimi öfkeyle dolduruyordu. Nasıl bu kadar rahat olabiliyordu?
"Bu... eski bir arkadaşım," diye geveledim, sesimin titrememesi için kendimi zorlayarak. "Kerem."
Tufan'ın kaşları çatıldı. "Arkadaş mı? Senin bahsettiğin... o Kerem mi?" Sesi şaşkın ve biraz da öfkeliydi. Benim için ne kadar zor bir süreç olduğunu biliyordu. Kerem'in adını bile duymak istemediğimi kaç kere söylemiştim.
Kerem araya girdi, rahat tavrını bozmadan. "Evet, ta kendisi. Merhaba Tufan." Elini uzattı.
Tufan bir an tereddüt etti, sonra isteksizce Kerem'in elini sıktı. Yüzündeki gerginlik kolayca okunuyordu. "Merhaba." Sesi buz gibiydi.
"Güneş'i yolda gördüm, nasılsın diye merak ettim," diye devam etti Kerem, sanki hiçbir şey olmamış gibi. "Görünüşe göre iyisin." Bakışları beni süzdü.
"Evet, iyiyim," diye vurguladım. "Senin de artık gitmen gerekiyor Kerem. Konuşacak bir şeyimiz yok." Sesimdeki kesinlik umarım onu uzaklaştırmaya yeterdi.
Ama Kerem gitmeye niyetli görünmüyordu. "Aslında... konuşacak birkaç şey olabilir Güneş. Belki müsait bir zamanda oturup konuşabiliriz?"
"Hayır," dedim net bir şekilde. "Konuşacak hiçbir şey yok. Benim hayatımda artık senin için bir yer yok. Anlıyor musun?"
Tufan yanıma yaklaştı, kolunu omzuma attı. "Güneş haklı Kerem. Onun rahat bırakman gerekiyor. Geçmiş geçmişte kaldı." Sesi artık daha sertti.
Kerem bir an ikimizin birbirine yakın duruşuna baktı. Yüzünde hafif bir hayal kırıklığı mı belirdi? Yoksa ben mi öyle görmek istiyordum?
"Pekala," dedi sonunda, omuzlarını hafifçe silkerek. "Madem öyle diyorsun. Ama bil ki, her zaman konuşmaya hazırım Güneş." Gözlerime anlamlı bir şekilde baktı.
O an içimde karmaşık duygular yükseldi. Bir yandan onu hayatımdan tamamen çıkardığım için rahatlamıştım, diğer yandan bu karşılaşmanın Tufan'la olan yeni başlangıcımızı gölgelemesinden korkuyordum.
"Git artık Kerem," diye yineledim, daha fazla uzamasını istemiyordum.
Kerem son bir kez bana baktı, sonra Tufan'a kısa bir baş selamı vererek uzaklaştı. Arkasından bakakaldım. Neden gelmişti? Amacı neydi? Pişmanlığı gerçek miydi, yoksa sadece eski alışkanlıklarından mı vazgeçemiyordu?
Tufan kolunu omzumdan çekmeden bana döndü. "İyi misin Güneş?" Sesi endişeliydi.
Derin bir nefes aldım. "İyiyim Tufan. Sadece... şaşkınım. Onu burada beklemiyordum."
"Ben de," dedi Tufan. "Ne istiyor sence?"
Omuz silktim. "Bilmiyorum. Ama öğrenmek de istemiyorum. Benim için o defter kapandı."
Tufan yüzümü ellerinin arasına aldı. "Önemli olan benim için sensin Güneş. Olanlar seni üzmesin. Birlikte her şeyin üstesinden geliriz." Gözlerindeki sevgi ve destek içimi ısıttı.
"Biliyorum," dedim, onun ellerine yaslanarak. "Sen olmasaydın, ben hala o karanlıkta kaybolmuş olabilirdim."
"Artık o günler geride kaldı," dedi Tufan gülümseyerek. "Şimdi yeni bir başlangıç yapıyoruz. Birlikte, huzurlu bir hayat kuracağız."
Onun sözleri içimi umutla doldurdu. Kerem'in anlamsız ziyareti kısa bir huzursuzluk yaratmış olsa da, Tufan'ın varlığı bana güç veriyordu. Geçmişin gölgelerinin yeni hayatımızı karartmasına izin vermeyecektim.
"Hadi gidelim," dedim Tufan'a. "Atölye bizi bekler."
Tufan elimi tuttu ve birlikte yürümeye başladık. Sokağın köşesinde kaybolan Kerem figürü zihnimin bir köşesinde hala duruyordu ama artık ona takılıp kalmayacaktım. Önümüzde güzel bir gelecek vardı ve ben o geleceğe Tufan'la birlikte yürümeye kararlıydım.
"Belki de aklında kalacak hiçbir şey olmamalı. Senin öncesinde de bir hayatın vardı. Kerem bunlardan sadece birisiydi. Evet, o zaten sana bütün kötülükleri yapan kişi. Ama senin hayatında hiç mi iyi insanlar yoktu? Kardeşin mesela?" İçimdeki sıkıntıları atmam kolay değildi. Ama o kişilerden bir yıl sekiz ay on yedi gün alacağım vardı.
"Klinikten çıktığım günün ertesi sabahı alışveriş yapacakken Ada ile karşılaştım. Kardeşim kendisi, söylemiştim sana. Öyle büyümüş, öyle güzelleşmiş ki. Annemizin yeni öldüğü dönem o da okula bir yıl gidemedi. Şu an ki hayatını karşılaştığımız anda öyle güzel anlattı ki, neden bende yapmayayım diyerek üniversiteye geldim. Diğerleri içinse şu an hazır değilim."
"O zaman Ada ile tanışıp yanaklarından öpmek lazım. Seni üniversiteye getirmese şu an bu eli tutuyor olamazdım." diyerek el ele tutuştuğumuz elimi öptü. Sessiz bir şekilde yolumuza devam ederken aklımda Kerem'in yine oyun oynayıp oynamadığı ihtimali dolanıyordu.
Atölyeye vardığımızda Tufan hala tedirgindi. Poşetleri tezgaha bırakırken yüzündeki düşünceli ifadeyi görebiliyordum.
"Emin misin iyi olduğuna?" diye sordu, endişeli gözlerle bana bakarak. "Eğer konuşmak istersen..."
"İyiyim gerçekten," diye gülümsedim. "Sadece... beklenmedik bir karşılaşmaydı. O kadar.." Kumaş örneklerini hazırlamaya başladım. Renkler, kokular... Atölyenin o kendine has atmosferi her zaman beni sakinleştirirdi.
Tufan yanıma yaklaştı, belime sarıldı. "Onun seni üzmesine izin vermeyeceğim Güneş. Artık hayatında yeri yok."
"Biliyorum," dedim, ellerini tutarak. "Ve minnettarım sana. Bana yeniden başlamam için güç verdin."
O gün atölyede biraz dalgın çalıştım. Kerem'in sözleri, bakışları zihnimi ara sıra yokluyordu. Neden gelmişti? Gerçekten pişman mıydı, yoksa sadece eski günlere mi dönmek istiyordu? Bu soruların cevabını bilmek istemiyordum aslında. Benim için önemli olan şu an ve Tufan'la kurduğumuz yeni hayattı. Kendimi biraz olsun toparlamalıydım. Kimsesiz çocuklar için hazırladığımız kıyafetler şu an Kerem konusundan çok daha önemliydi.
Akşam yemeğini hazırlarken Tufan da bana yardım etti. Birlikte mutfakta olmak, basit işleri paylaşmak bile içimi huzurla dolduruyordu. Yemek sırasında Kerem konusunu hiç açmadık. Sanki o gün yaşananlar, kısa süreli bir rüyaydı ve şimdi uyanmıştık.
Yemekten sonra balkonda oturduk. İstanbul'un ışıkları altında, çaylarımızı yudumlayarak sessizce oturduk. Tufan elimi tuttu, parmaklarımızı birbirine kenetledi. O an, kelimelere gerek yoktu. Aramızdaki bağ, her türlü şüphenin ve endişenin ötesindeydi.
Birkaç gün sonra atölyede çalışırken kapı çaldı. Gelenin kim olabileceğine dair hiçbir fikrim yoktu. Tufan'ın gelmesi için erkendi. Belki bir kargoydu. Kapıyı açtığımda karşımda Kerem'i görmek beni şaşkına çevirdi.
"Ne var Kerem?" diye sordum, sesimdeki sabırsızlığı gizleyemeyerek. "Sana git demiştin."
"Biliyorum," dedi. "Ama konuşmamız gereken bir şey olduğunu düşünüyorum Güneş."
"Konuşacak hiçbir şeyimiz yok," diye yineledim. "Lütfen git."
"Bu sefer farklı," diye ısrar etti. "Sadece beş dakikanı rica ediyorum."
Tereddüt ettim. Ne söyleyecekti ki? Belki de tamamen görmezden gelmeliydim. Ama içimdeki merak galip geldi.
"Pekala," dedim isteksizce. "Beş dakika. Ama atölyenin önünde."
Kerem başını salladı. "Tamam."
Dışarı çıktığımızda gergin bir sessizlik oldu. Sonunda Kerem söze başladı.
"Güneş, biliyorum sana çok acı çektirdim. Yaptıklarımın telafisi yok. Ama inan bana, o zamanlar... kafam çok karışıktı. Ne istediğimi ben de bilmiyordum."
Alaycı bir şekilde güldüm. "Kafan mı karışıktı? Benim hayatımı alt üst ederken gayet net görünüyordun."
"Haklısın," dedi Kerem, başını eğerek. "Kendimi affetmiyorum zaten. Ama seni merak ettim. Nasıl olduğunu görmek istedim. Tufan'la mutlu olduğunu görmek..." Duraksadı. "Buna sevindim."
Şaşkınlıkla ona baktım. Bu sözler Kerem'den duymaya alışık olduğum şeyler değildi.
"Peki şimdi ne istiyorsun?" diye sordum.
"Hiçbir şey," diye cevap verdi. "Sadece... bilmeni istedim. Pişman olduğumu. Ve senin mutlu olmanı istediğimi." Gözlerindeki samimiyet beni bir an olsun tereddütte düşürdü.
"Teşekkür ederim," diyebildim sadece.
"Umarım bir gün beni affedebilirsin," dedi Kerem. "Ama etmesen de anlarım." Arkasını döndü ve yavaş adımlarla uzaklaştı.
Onun gidişiyle içimde garip bir boşluk oluştu. Pişmanlığı gerçek miydi? Yoksa sadece vicdanını mı rahatlatmaya çalışıyordu? Belki de artık bunun bir önemi yoktu. Benim için önemli olan Tufan'la kurduğum yeni başlangıçtı. Geçmişin hayaletlerinin bizi rahatsız etmesine izin vermeyecektim.
O akşam Tufan'a Kerem'le olan kısa konuşmamı anlattım. Beni dikkatle dinledi, hiçbir yargılayıcı ifade kullanmadan.
"Ne hissettiğin önemli Güneş," dedi sonunda. "Eğer bu sana iyi geldiyse, sorun değil."
"Bilmiyorum Tufan," dedim içtenlikle. "Sadece... sanki bir sayfa daha kapandı gibi. Ama bu yeni bir başlangıç için daha da kararlı olmamı sağladı."
Tufan gülümsedi, elimi tuttu. "O zaman önümüze bakalım. Birlikte kuracağımız çok güzel günler var."
Ve ben de buna inanıyordum. Geçmişin gölgeleri zaman zaman üzerimize düşse de, birbirimize olan sevgimiz ve inancımızla her zorluğun üstesinden gelecektik. Atölyenin enerjisi, Tufan'ın sıcaklığı ve İstanbul'un ışıkları altında, yeni hayatımıza umutla yürümeye devam edecektik.
Günler haftaları kovaladı. Kerem bir daha ne aradı ne de göründü. Sanki o iki karşılaşma, geçmişin aniden beliren ve sonra sessizce kaybolan birer yansımasıydı. Tufan'la hayatımız sakin sularında ilerliyordu. Atölye benim için sadece bir iş yeri değil, aynı zamanda huzur bulduğum, yaratıcılığımı özgürce ifade edebildiğim bir sığınaktı. Tufan ile birlikte çok başarılı işler çıkarıyorduk ve akşamları evimde geçirdiğimiz birkaç saatlik zamanda yüzündeki yorgunluğun yerini, o içten gülümsemeye bırakması her zaman kalbimi ısıtırdı.
Bazen, özellikle de yalnız kaldığım anlarda Kerem'in son sözleri zihnimi yoklardı. "Umarım bir gün beni affedebilirsin..." Bu cümle, içimde karmaşık duygulara yol açıyordu. Öfke, kırgınlık, belki de en derinde bir yerlerde, silik bir acıma kırıntısı... Affetmek kolay değildi, belki de hiç mümkün olmayacaktı. Ama onun pişmanlığını dile getirmesi, en azından o karanlık dönemin tek mağduru olmadığımı, onun da bir şeyler hissettiğini gösteriyordu. Bu düşünce, içimde ufak bir rahatlama sağlıyordu.
Tufan, Kerem konusunu bir daha hiç açmadı. Onun hassasiyetimi anladığını ve beni rahatsız etmek istemediğini biliyordum. Onun bu anlayışlı tavrı, ona olan sevgimi ve minnetimi her geçen gün daha da artırıyordu. Bana sadece sevgili değil, aynı zamanda en yakın arkadaş, en güvenilir sırdaş olmuştu.
Bir akşam, butikte çalışırken Tufan elinde bir buket kır çiçeğiyle içeri girdi. O anki mutluluğum tarif edilemezdi. Basit, samimi bir jestti ama benim için dünyalara bedeldi.
"Bunlar senin için," dedi gülümseyerek. "Bugün çok çalıştın."
Çiçeklerin mis kokusu butiği sardı. "Çok teşekkür ederim," dedim, ona sarılarak. "Bunlar çok güzeller."
"Sen daha güzelsin," diye fısıldadı kulağıma.
O an, geçmişin tüm gölgeleri silindi. Benim için önemli olan şu an ve gelecekti. Tufan'ın sevgisiyle yeşeren yeni hayatımdı.
O akşam yemeğini balkonda, çiçeklerin loş ışığında yedik. Tufan, o günkü yoğunluğuma rağmen enerjimi yüksek tutmamdan, yaptığımız projenin canlı renklerinden bahsetti. Onun bu pozitif yaklaşımı, benim de içimdeki o ufak huzursuzluk bulutunu dağıtmama yardımcı oldu.
Günler akıp giderken, atölye benim için sadece bir proje olmaktan çıkıp, adeta bir terapi merkezi haline geldi. Kumaşların dokusu, renklerin uyumu, yeni tasarımların ortaya çıkışı... Hepsi zihnimi meşgul ediyor, geçmişin acılarını yavaş yavaş silmemi sağlıyordu. Tufan da her zaman yanımdaydı; bazen sessizce çalışırken bana eşlik ediyor, bazen de yeni fikirlerimi heyecanla dinliyordu.
Bir hafta sonu, Tufan beni hiç beklemediğim bir sürprizle karşıladı. Gözlerimi bağlayıp beni arabaya bindirdi ve bir saatlik yolculuktan sonra kendimizi denize sıfır, şirin bir sahil kasabasında bulduk. Küçük bir butik otelde konakladık ve bütün hafta sonunu el ele sahilde yürüyerek, yerel lezzetleri tadarak ve birbirimize fısıldayarak geçirdik. O iki gün, sanki hayatımın en güzel rüyasıydı. Tufan'ın bana olan sonsuz sevgisi, yeniden hayata tutunmam için en büyük güç kaynağıydı.
Kasabaya döndüğümüzde, içimde yeni bir enerji ve umut vardı. Atölyeye daha büyük bir şevkle döndüm ve projeyi tamamlamak için gece gündüz çalıştım. Tufan da her zamanki gibi bana destek oluyor, en ufak bir ihtiyacımı bile düşünerek hareket ediyordu.
Projenin tanıtım günü geldiğinde, içimde tatlı bir heyecan vardı. Atölyeyi rengarenk çiçeklerle süsledik, dostlarımızı ve müşterilerimizi davet ettik. Tufan, her zamanki şık ve karizmatik haliyle yanımdaydı. O gün, sadece yeni tasarımlarımı sergilemekle kalmadım, aynı zamanda Tufan'la olan yeni başlangıcımızın da bir kutlaması gibiydi.
Tanıtım çok başarılı geçti. Tasarımlarımız büyük beğeni topladı ve gelen tebrikler, emeğimizin karşılığını aldığımızı gösteriyordu. O akşam, Tufan'la el ele, kalabalığın içinde gururla gülümsüyorduk. Geçmişin karanlık gölgeleri artık çok uzakta kalmıştı.
Uzun zaman sonra, hayatımız sakin ve huzurlu bir şekilde devam ederken, bir akşam kapı çaldı. Açtığımda karşımda, elinde küçük bir hediye paketiyle Kerem'i gördüm. İlk başta ne diyeceğimi bilemedim. Şaşkınlık ve hafif bir gerginlik içimi kapladı.
"Merhaba Güneş," dedi sakin bir sesle. "Rahatsız etmek istemedim."
"Ne var Kerem?" diye sordum, sesim hala temkinliydi.
"Sadece... doğum gününü kutlamak istedim," dedi elindeki paketi uzatarak. "Umarım beğenirsin."
Tufan da yanıma gelmişti. O da en az benim kadar şaşkındı. Çünkü doğum günüme biraz daha vakit vardı. Paketi isteksizce aldım. Küçük, zarif bir broş vardı içinde.
"Teşekkür ederim," diyebildim sadece.
"Umarım iyisindir," dedi Kerem. "Sadece... iyi olmanı istedim." Gözlerinde samimi bir ifade vardı.
"İyiyim," dedim. "Tufan'la mutluyum."
Kerem hafifçe gülümsedi. "Buna sevindim. Ben de... kendi yolumu çizmeye çalışıyorum."
Bir an sessizlik oldu. Sonra Kerem, "Artık gitmeliyim," dedi. "Doğum günün kutlu olsun."
Arkasını dönüp giderken, içimde garip bir hafifleme hissettim. Belki de Kerem gerçekten değişiyordu. Belki de o da geçmişle hesaplaşıp yeni bir başlangıç yapıyordu.
O akşam Tufan'la bu konuyu uzun uzun konuştuk. Onun da Kerem'in bu beklenmedik ziyaretinden etkilendiğini görebiliyordum. Ama ikimiz de aynı fikirdeydik: Önemli olan bizim şu anki mutluluğumuzdu ve geçmişin hayaletlerinin bizi rahatsız etmesine izin vermeyecektik.
Hayat, inişleri ve çıkışlarıyla devam ediyordu. Ama artık biliyordum ki, yanımda Tufan olduğu sürece her zorluğun üstesinden gelebilirdim. Atölyenin sıcak atmosferi, Tufan'ın sonsuz sevgisi ve İstanbul'un büyülü ışıkları altında, yeni hayatımıza umutla ve sevgiyle yürümeye devam edecektik. Geçmişin acıları birer anı olarak kalacak, geleceğimiz ise birlikte inşa edeceğimiz güzel hikayelerle dolu olacaktı.
Beğenip yorum yapmayı unutmayın ❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 17.14k Okunma |
4.63k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |