
Kerem'in bu son ziyareti, içimde biriken son tortuları da temizlemişti sanki. Gözlerindeki samimiyet, gerçekten de değişmek istediğine dair bir işaret miydi yoksa sadece bir veda mıydı, artık çok da önemli değildi. Önemli olan, benim artık eskisi gibi paramparça olmamam, Tufan'la birlikte kurduğumuz bu yeni ve sağlam hayattı.
Doğum günü hediyesi olan zarif broşu kutusuna geri koydum. Belki bir gün, onun affedilmeye değer olduğunu hissettiğimde takardım. Ama o gün bugün değildi. Tufan'ın elini sıkıca tuttum. "Hadi," dedim gülümseyerek. "Şu meşhur mantıcıya gidelim. Açlıktan ölüyorum."
Tufan'ın gözleri parladı. "Süper fikir! Benim de canım çekti zaten."
Akşam yemeğinde, mantıların buharı ve kahkahalarımız birbirine karışırken, Kerem'in ziyareti aklımızın ucundan bile geçmedi. Konuşmamız projeden, Ada'nın okul hayatından ve hafta sonu planlarımızdan ibaretti. Tufan'la olan her an, bana geçmişin karanlık anılarını unutturacak kadar doluydu.
"Güneş... Artık sence de birilerini tekrardan görmek gerektiğini düşünmüyor musun? En azından Beren ve Müge. Onlar senin en iyi arkadaşların değil miydi? Onlarla alakalı eski anılarını anlattın. Sence de artık görmek gerekmiyor mu?"
"Bilmiyorum... Seninle kurduğumuz bu düzene o kadar alıştım ki, başka bir şeye ihtiyacım yokmuş gibi hissediyorum. Bazen kızları özlediğimi hissediyorum, acaba ne yapıyorlar diye düşünüyorum. Ama daha sonra cesaretimi kaybediyorum. İki yılı geçti görüşmeyeli, beni görünce tekrar eskisi gibi olmazsa diye korkuyorum. Beni eğer sevmiyorlarsa ve bunu anlarsam çok üzülürüm."
"Bence onlar da seni özlüyor ve merak ediyor. İster misin hazır bir işimiz yokken gidelim yanlarına." Tufan bir yandan elimi tutarak bana güç veriyor.
"Şimdi mi? Ben... Bilmiyorum." Hazırlıksız yakalanmak ne yapacağımı şaşırtmıştı.
"Gidelim hadi, ne kaybedersin ki." diyerek beni cesaretlendirdi.
"Hadi gidelim" diyerek mantıcıdan çıkıp Beren'in evinin yolunu tuttuk. Yaklaştıkça gördüğüm bazı noktalarda yaşadıklarımız, konuşmalarımız aklıma geliyor ve gülümsüyorum. Liseli Güneş'e, Beren'e ve Müge'ye kendi içimde selam verip en sonunda Beren'in evinin önüne geliyoruz. Ama tuhaf bir şey oluyor. Bir zamanlar dinlemeyi ve söylemeyi en sevdiğim şarkı Beren'in evinin bahçesinde çalıyordu. Hem merakla hem de biraz ürkekçe kapıdan içeri baktığımda ufak bir kalabalık görüyorum. Bir süre izledikten sonra Beren ve Sinan'ın nişanı olduğunu anlıyorum. Hayatımın kazığını yediğim gündü Beren ve Sinan'ın nişanı. O gün onlar için hazırlanırken kaçırılmış ve sonrasında hayatımın gerçeğini öğrenmiştim. Daha sonra da bir ölü gibi geçirdiğim bir yıl sekiz ay on yedi gün yaşamıştım.
Bazı durumlar gerçekten çok ilginç olabiliyordu. Bir zamanlar seni seven birisi şimdi en yakın arkadaşınla nişanlanıyor. Ve ilk dans şarkıları ikisinin de bildiği gibi benim en sevdiğim şarkı. Kafamda hiç bir yere koyamıyorum.
"İyi ama onlar yıllar önce nişanlandı. Nasıl olur?" diye mırıldandım. Sanki sesim bana ait değilmiş gibi, boğuk ve inanamayan bir tondaydı. Tufan'ın elini daha sıkı tuttum, tırnaklarım avucuna batıyordu ama o sanki hissetmiyordu bile. Gözleri benimkiler kadar şaşkınlıkla dolu, bahçedeki kalabalığa bakıyordu.
"Nişanlandılar mı? Emin misin Güneş? Belki başka bir şeydir? Bir parti falan?" Tufan’ın sesi endişeliydi. Oysa ben o kalabalığın içinde, Beren’in üzerindeki beyaz nişanlığı, Sinan’ın takım elbisesini ve masanın üzerindeki nişan pastasını çok net görmüştüm. Ve evet, çalınan o şarkı… O anıları, o acıyı içimde tekrar tekrar yaşatıyordu.
"Hayır, Tufan. Bu onların nişanı. Ben bu anı daha önce yaşadım," dedim fısıltıyla. " O gün onlar için hazırlanırken kaçırıldım. Hayatımın kazığını yediğim gündü."
Kafam allak bullaktı. Zaman mı geriye sarmıştı? Yoksa bu sadece korkunç bir kabus muydu? Beren ve Sinan'ın nişanı, benim için bir dönüm noktasıydı. O günden sonra her şey değişmişti. Yıllar önce yaşanan bir olayın birebir tekrarını görmek, aklımı yerinden oynatacak gibiydi. İçimdeki tüm iyileşen yaralar kanamaya başlamıştı sanki.
Tufan beni kendine çekti, sıkıca sarıldı. "Sakin ol Güneş. Beren ile konuştum birkaç gün önce, senin klinikten çıktığını ve yeniden kendine şans verdiğini anlattım. Sevgili olduğumuzu da biliyor. Bana anlattığı kadarıyla o gün senin nişana gitmemen onu kötü etkilemiş. Anlatmak istemediği senin bildiğin bir konu yüzünden ona kızdığını düşünmüş. Bir anda çıkmış gitmiş evden. Nişan da olmamış haliyle. Sinan ile bir süre ayrı kalmışlar. Daha sonra tekrar denemeye karar vermişler. Ve şimdi seni getireceğimi biliyor. Kaldığınız yerden arkadaşlığınızın devam etmesini istiyor. Şimdi söyle bakalım sence seni ne kadar seviyormus?"
Ama ben hareket edemiyordum. Gözlerim hâlâ o nişan töreninde, Beren'in mutluluğuyla parlayan yüzünde takılı kalmıştı. Onu mutlu görmek beni mutlu etmeliydi ama o günün anısıyla birleşince, içimdeki acı dayanılmaz oluyordu. Bu bir şanssızlık mıydı, yoksa kaderin bir oyunu muydu? Neden tam da ben geçmişi geride bırakmaya çalışırken, geçmiş bütün ağırlığıyla üzerime geliyordu?
"Tamam, hadi girelim o zaman" diyerek Tufan'ın elinden tutarak bahçeye giriyoruz.
Tufan'ın sıcak elini tutarak bahçeye adım attığımda, müzik sesi bir anda yükseldi. İçerideki kalabalık bize döndü. Beren'in gözleri beni bulduğunda, yüzündeki gülümseme dondu kaldı. Sinan'ın da bakışları üzerimizdeydi, şaşkınlıkla karışık bir ifadeyle bize bakıyordu.
O an, sanki tüm dünya durmuştu. Yılların ağırlığı, içimde biriken her şey, bu tek bakışta ortaya çıkmıştı. Beren'in nişanlığı üzerindeydi, tıpkı o kabusumda olduğu gibi. Ama bu sefer, o acı veren detayların ötesinde, gözlerinde bambaşka bir şey gördüm: pişmanlık ve özlem.
Beren, yavaşça yerinden kalktı ve bize doğru yürümeye başladı. Her adımında, yılların mesafesi kısalıyordu. Karşımıza geldiğinde, gözleri dolu doluydu. "Güneş," dedi fısıltıyla, sesi titriyordu. "Sen... Sen gerçekten geldin."
Konuşamıyordum. Boğazım düğümlenmişti. Sadece başımı sallayabildim. Tufan, elimi hafifçe sıkarak bana destek verdi. Beren, bir an tereddüt etti, sonra bana sıkıca sarıldı. Yılların özlemiyle dolu, içten bir sarılıştı bu. Kokusu, sıcaklığı... Her şey eskisi gibiydi, ama aynı zamanda çok farklıydı.
Sanki o an, geçmişin tüm hayaletleri dağılmış gibiydi. Sarılmanın ardından Beren geri çekildi, gözleri hâlâ nemliydi ama yüzünde içten bir gülümseme vardı. "Çok özledim seni, aptal kız," dedi.
Sinan da yanımıza gelmişti. Yüzünde gergin bir ifade vardı. "Güneş, hoş geldin," dedi. Sesi kısık ve gergindi. "Biz... Biz seninle çok konuşmak istedik."
Beren, Sinan'a dönerek koluna hafifçe vurdu. "Saçmalama, Sinan. Şimdi sırası mı?" Sonra tekrar bana döndü. "Her şeyi sana anlatmak istiyoruz Güneş. O gün olanları, ondan sonra yaşananları... Sensiz geçen her şeyi."
Gözlerim istemsizce nişan pastasına kaydı. "Peki bu... Bu nişan neyin nesi?" diye sordum, sesimde hâlâ bir parça inanamama vardı.
Beren ile Sinan birbirlerine baktılar. Beren, derin bir nefes aldı. "Bu," dedi, sesi yumuşaktı, "eskiden yapamadığımız, ertelediğimiz bir şeydi. Ama bu sefer, senin de burada olmanı istedik. En baştan başlamak için."
Sinan da başını salladı. "O gün, sen gidince... Her şey altüst oldu. Birbirimize bile küstük. Ama sonra anladık ki, bazı şeyleri düzeltebilmek için önce kendimizle yüzleşmemiz gerekiyordu. Ve seninle."
Tufan'ın varlığı, o anki tüm şaşkınlığımın ve karmaşanın ortasında bir dayanak noktasıydı. Elimi hâlâ sıkıca tutuyordu. İçimde tuhaf bir his vardı. Acı ve geçmişin hayaletleri hâlâ oradaydı, ama yanlarında yavaş yavaş umut ve affetme tohumları da yeşeriyordu.
"Güneş... Sen misin gerçekten?" diye yanımıza gelen Müge'nin sesiyle irkildim. Gözleri şaşkınlık ve özlemle doluydu. Beren'in kollarından kurtulup Müge'ye döndüm. Yüzünde, Beren'de gördüğümden farklı bir ifade vardı; daha çok şok ve sanki bir hayalet görmüş gibi bir bakış.
"Müge," diyebildim sadece. Sesim hâlâ titrek, içimdeki duygular karma karışıktı. Onu en son gördüğümde her şey çok farklıydı. Şimdi, nişanlı bir Beren'in yanında, Müge'nin o eski enerjisi yerini daha temkinli bir duruşa bırakmış gibiydi.
Müge, bir an tereddüt etti, sonra birden bana sıkıca sarıldı. "Tanrım, Güneş! İnanamıyorum..." Sesi, ağlamanın eşiğindeydi. Gözlerimi kapatıp onun kokusunu içime çektim. Bu koku, gençliğimin, kaygısız günlerimin kokusuydu.
Sarılmanın ardından geri çekildiğinde gözleri dolu doluydu. "Seni çok merak ettim," dedi.
"Çok şey oldu Müge," dedim, iç çekerek. "Çok..."
Sinan yanımıza yaklaştı, yüzündeki gerginlik biraz olsun azalmış gibiydi. "Hadi içeri geçelim, soğukta kalmayalım. Her şeyi enine boyuna konuşuruz."
Tufan, elimi nazikçe sıkarak bana destek verdi. Bahçedeki diğer misafirler de bize merakla bakıyordu. Müge ve Beren'in aile üyeleri, hatta bazı eski lise arkadaşları bile vardı. Herkesin gözünde aynı soru işareti:
"Güneş geri mi döndü?"
İçeri geçtiğimizde, nişan töreninin samimi atmosferi etrafımızı sardı. Müge ve Beren beni kollarımdan tutarak bir masaya yönlendirdiler. Tufan da yanımızdaydı. Masanın üzerinde çeşit çeşit ikramlar, nişan pastası ve rengarenk çiçekler vardı. Ama benim gözüm, Beren'in yüzündeki o ışıkta ve Sinan'ın ona olan bakışlarındaydı.
"Öncelikle," diye başladı Beren, sesi yumuşaktı, "bu nişan... O gün sen hazırlık yaparken ansızın ortadan kayboluşun, bizim için büyük bir şok oldu Güneş. Sinan'la ilişkimiz de bundan çok etkilendi. O gün nişan falan olmadı. Hatta bir süre ayrıldık bile. Sonra düşündük, konuştuk... Senin yokluğunda, bizim de kendimize gelmemiz, hatalarımızı görmemiz gerekiyormuş."
Sinan başını sallayarak onayladı. "Evet Güneş. Senin yaşadıklarını sonradan çok parçalı da olsa duyduk. Beren'le aramızdaki sorunları çözdükten sonra, bu nişanı tekrar yapmaya karar verdik. Ama bu sefer, seni de yanımızda istedik. Tufan'la senin geldiğini görünce ikimiz de çok sevindik."
Müge de söze katıldı. "Ben de ilk başta çok kızdım sana Güneş. Neden haber vermedin, neden kayboldun diye... Ama sonra, senin için endişelenmek, kızgınlığın önüne geçti. Her gün düşündüm seni, iyi misin diye... Oraya kendini kapatıp kimseyle konuşmaman hepimizi çok üzdü"
Gözlerim doldu. Onların sözlerindeki samimiyet, içimdeki buzları eritmeye başlamıştı. Onlara haksızlık etmiştim. Onları bir anda hayatımdan çıkarmıştım.
"Ben... Ben çok özür dilerim," dedim, sesim titreyerek.
"Çok zor zamanlar geçirdim. O kadar dağılmıştım ki, kimseyle görüşecek halim yoktu. Sizden de uzaklaşmak zorunda kaldım."
Beren elimi tuttu. "Önemli değil Güneş. Önemli olan şimdi buradasın. Tufan'la birlikte, iyisin. Bu bizim için yeterli."
Tufan da bana destek verircesine sırtımı sıvazladı. "Güneş çok mücadele etti. Ama artık her şey yolunda. Yeni bir başlangıç yapıyor."
Birkaç saat boyunca eski günlerden, yaşadıklarımızdan, birbirimizin hayatındaki değişikliklerden bahsettik. Beren, nişan törenini yeniden yapmalarının aslında bir nevi temiz sayfa açma ritüeli olduğunu anlattı. Sinan'ın, benimle olan geçmişinden dolayı hissettiği mahcubiyeti ve pişmanlığı gözlerinde görebiliyordum. Müge ise o eski neşeli hallerini yavaş yavaş geri kazanmaya başlamıştı, fıkralar anlatıp bizi güldürüyordu.
Geçmişin tüm ağırlığı üzerimden kalkmış gibiydi. Kerem'in son ziyaretiyle kapanan bir kapı, şimdi Beren ve Müge ile yeniden açılan başka bir kapı olmuştu. Arkadaşlık, sevgi ve affetme... Bunlar benim için ne kadar da değerliydi.
O gece, uzun zaman sonra ilk defa, geçmişin gölgeleri olmadan huzurlu bir uyku çektim. Yanımda Tufan'ın sıcaklığı, zihnimde Beren ve Müge'nin sesi vardı. Her şey yoluna girmiş gibiydi.
Ertesi sabah, Tufan'la birlikte odayı toplarken, telefonuma gelen bir mesajla irkildim. Mesaj Kerem'dendi. "Umarım doğum günün güzel geçmiştir. O broşu ne zaman takarsın bilmem ama benim için bir veda ve yeni başlangıçtı."
Telefon elimde donakaldım. Kerem’in mesajı, tam da her şey yoluna girmişken, beklemediğim bir dalga gibi gelmişti. İçimdeki son tortuların temizlendiğini düşünmüştüm ama anlaşılan o ki, bazı şeyler daha derine işlemişti. Burukluk, tarif etmesi zor bir duyguydu; ne hüzün ne de öfke, sadece bitmemiş bir senfoninin son notası gibi...
Doğum günümü Mert'in ölümüyle kutlamayı bıraktığımı Kerem'inde aslında tahmin edebiliyor olması lazımdı.
Tufan yanıma geldi, elindeki tişörtü katlarken bana baktı. "Ne oldu Güneş? Yüzün düştü bir anda."
Telefonu ona uzattım, Kerem’in mesajını okudu. Yüzünde kısa bir anlık gerginlik belirdi, sonra derin bir nefes aldı. "Anlıyorum," dedi nazikçe. "Bazı vedalar kolay olmaz. Ama önemli olan, senin nasıl hissettiğin. Bu mesaj seni geriye mi çekiyor?"
Başımı iki yana salladım. "Hayır, artık değil," dedim dürüstçe. "Sadece... tuhaf hissettiriyor. Sanki geçmişi tamamen kapattığımı düşünürken, küçük bir aralıktan tekrar kendini gösteriyor gibi."
Tufan gülümsedi. "Öyle de olsa önemli değil. Çünkü artık sen o küçük aralıklardan içeri sızacak kadar zayıf değilsin. Artık kocaman bir kapın var, Güneş. Ve o kapı, sadece senin istediğin kişilere açık." Elini omzuma koydu. "Hem, o broşu takmak zorunda değilsin. Ya da takarsın, ama bu sefer kendi hikayen için takarsın."
O gün, Kerem'in mesajının üzerimde yarattığı hafif gölgeye rağmen, hayat devam ediyordu. Beren ve Müge ile yeniden kurduğumuz köprüler, içimi tarifsiz bir sevinçle doldurmuştu. Onlarla yeniden bir araya gelmek, geçmişin ağır yükünü üzerimden atmama yardımcı olmuştu.
"Güneş, bu akşam bize gelin. Eski günlerdeki gibi pizza yapalım, film izleyelim!" dedi heyecanla Beren, telefonla arayarak.
Müge de telefona atladı. "Evet, evet! Hem Tufan da gelsin, onu da daha yakından tanıyalım!"
Tufan'a baktım, o da gülümsüyordu. "Harika fikir!" dedi.
Akşam Beren'lerin evinde, üçümüz mutfakta pizza yaparken kahkahalarımız tavanı inletti. Tufan da bize katıldı, onun mizah anlayışı ve samimi tavırları kızlarla hemen kaynaşmasını sağlamıştı. Sanki hiç ayrılmamışız gibiydik. Film izlerken, Müge başını omzuma yasladı, Beren ise elimi tuttu. Bu sıcaklık, bu aidiyet hissi, uzun zamandır özlediğim bir şeydi.
Ertesi gün üniversiteye gittiğim sırada İsmail Civa'nın beni odasına ciddi bir tavırla davet etmesi kalbimde ufak bir çarpıntıya neden olmuştu.
"Kötü birşey olduğunu sanmıyorum, derin bir nefes al, rahatla. Ben derse geçiyorum, gelirsin" diye göz kırparak Tufan yanımdan ayrıldı. Bende İsmail Civa'nın kapısının önüne geldiğimde Tufan'ın da söylediği gibi derin bir nefes alıp kapıyı tıklatıp içeri girdim.
"Gel bakalım Güneş, otur şöyle" diyerek İsmail Civa koltuğu işaret etti.
"Sanırım artık ilk geldiğim günkü konuşmamız gereken konuyu konuşacağız." diyerek İsmail Civa'nın gösterdiği koltuğa oturdum. İçimdeki heyecan tarif edilemez bir türdendi.
"Ben umut vadeden insanı bir kerede anlarım Güneş. Bazısı bu iş için yaratılmıştır, bazısı da önüne kopya bıraksan yapamaz. Senin bu işi kapabileceğini ilk senede anlamıştım. Fakat..."
Bu kadar güzel başlayan cümlenin sonu fakat ile bitiyorsa o işte bir olumsuzluk var demektir.
"Ben... Anlıyorum... Yani uzunca zamandır yoktum tabi... Tekrar baştan başlamam gerekiyor bence de" dedim. İçimdeki ağlama hissini odadan çıkana kadar tutmalıyım.
"Dur bir kızım... Bir devam edeyim, bekle." diyerek lafımı böldü İsmail Civa.
"Fakat senin özel durumunu bildiğim için senin için düşündüğüm yoğun tempolu bir sınav takvimi ile diğer arkadaşlarınla aradaki farkı kapatabilirsin. Projemize karşı verdiğin özverili çalışma da sana artı olarak dönecek."
İsmail Civa'nın bana bir şans vermiş olması havalara uçmama sebep olmuştu.
"Çok teşekkür ederim" dedim gözlerim dolu bir şekilde.
"Bence durumun ağırlığının farkına varmalısın öncelikle. Sana olan inancımı boşa çıkarmazsan bana teşekkürü o zaman etmiş olursun."
"Merak etmeyin, ben o arayı kapatacağım."
"Harika! O zaman sana güveniyorum Güneş. Çalışmalarına hemen başlayabilirsin." İsmail Civa'nın sözleri, içimde yeni bir ateş yakmıştı. Odanın kapısından çıkıp Tufan'a doğru yürürken, yüzümdeki gülümseme istemsizce büyüdü.
"Ne oldu? Ağlamaklı çıktığına göre kötü bir şey oldu herhalde," diye takıldı Tufan.
"Tam tersi! Bana bir şans verdi, Tufan! Yoğun bir sınav takvimiyle aradaki farkı kapatabileceğimi söyledi!" Sevinçle Tufan'ın kollarına atıldım. O da beni sıkıca sarıldı.
"Süper haber! Ben sana demiştim, senin azmini o da fark edecektir," dedi Tufan, saçlarımı okşayarak. "Eee, şimdi ne yapacağız? Kutlama yemeği mi?"
"Kesinlikle!" dedim. "Ama önce kütüphaneye gidip bir ders çalışma programı hazırlayayım. İsmail Hoca'nın güvenini boşa çıkarmak istemiyorum."
Tufan'ın da desteğiyle hemen çalışmaya başladım. Gündüzleri üniversitede derslere giriyor, boş zamanlarımda kütüphanede soluğu alıyordum. Akşamları ise butikte çalıştıktan sonra Tufan'la birlikte yemek yiyor, bazen Beren ve Müge'yle buluşuyorduk. Onlarla yeniden kurduğum bağ, bana inanılmaz bir güç veriyordu. Beren ve Müge'yle ise liseli günlerimize dönmüş gibiydik. Onların kahkahaları ve bitmek bilmeyen enerjisi, benim de içimdeki neşeyi tekrar ortaya çıkarıyordu.
Çekmecemi açtığımda Kerem'in hediye ettiği broşu gördüm. Çekmeceyi açana kadar varlığını dahi unutmuştum. Elime aldım. Zarif işçiliğiyle gerçekten güzel bir parçaydı. Eskiden bu broşu takmak, içimde buruk bir his yaratırdı. Ama şimdi, Tufan'ın dediği gibi, kendi hikayem için takabilirdim. Belki de affetmek, önce kendini özgür bırakmaktı.
Broşu dikkatlice elime aldım. Parmaklarım metalin soğukluğunu hissederken, zihnimde Kerem'in gözlerindeki o samimiyet canlandı. Gerçekten değişmek istediğine dair bir işaret miydi, yoksa sadece bir veda mıydı? Artık önemi yoktu. Tufan'la kurduğum hayat, Beren ve Müge'yle yeniden yeşeren arkadaşlığım, İsmail Hoca'nın bana verdiği şans... Bunlar benim yeni gerçekliğimdi.
Broşu kutusuna geri koydum. Belki bir gün takardım, belki de takmazdım. Çünkü artık taksam da takmasam da, o broşun temsil ettiği geçmiş, benim yeni hikayemin gölgesinde kalacaktı.
Üniversitedeki yoğun tempom devam ederken, İsmail Hoca'nın bana verdiği şansı boşa çıkarmamak için elimden gelenin en iyisini yapıyordum. Kütüphane ikinci evim olmuştu. Tufan her zaman yanımdaydı, bana destek oluyor, motive ediyordu. Beren ve Müge ile olan arkadaşlığımız da eskisinden daha sağlam temeller üzerine kurulmuştu. Onlarla geçirdiğim her an, bana geçmişin karanlık anılarını unutturacak kadar doluydu.
Bir akşam, üçümüz Beren'in evinde ders çalışıyorduk. Ortak bir ders üzerinde beyin fırtınası yaparken, Müge aniden konuyu değiştirdi.
"Kızlar, hatırlıyor musunuz lisede en çok sevdiğimiz kafeyi? Şu bizim serseri tayfanın takıldığı yer..."
Beren gözlerini kıstı. "Ah, evet! Oradaki sandviçleri çok severdim. Ama orası artık yok sanırım."
"Hayır, hâlâ var! Geçen gün önünden geçtim, tabelası bile duruyor," dedi Müge heyecanla. "Hatta bu hafta sonu gidelim mi? Eskileri yad ederiz."
İçimde bir sıcaklık yayıldı. O kafede ne çok anımız vardı. İlk aşk dedikodularımız, sınav sonrası kutlamalarımız, kavgalarımız, barışmalarımız... Oraya gitmek, zamanda bir yolculuk yapmak gibi olurdu.
"Süper fikir!" dedim. "Hem Tufan'ı da götürürüz, bizim liseli halimizi görsün."
Hafta sonu, eski kafemizin yolunu tuttuk. İçeri girdiğimizde, zaman tünelinden geçmiş gibi hissettim. Duvarlardaki çizikler, köşedeki eski radyo, hatta o meşhur ahşap masa... Her şey aynıydı. Menüde bile pek bir değişiklik olmamıştı. Sandviçlerimizi yerken, kahkahalarımız birbirine karıştı. O gün, geçmişi yeniden yaşadık ama bu sefer acı olmadan, sadece güzel anılarla.
Beğenmeyi ve yorum yapmayı ihmal etmeyin, yorumlarınız benim için çok kıymetli ❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 17.14k Okunma |
4.63k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |