
O an, zaman durdu. Işıklar, İstanbul'un parıltısı, Tufan'ın gözlerindeki ışıltı… Hepsi birleşip bir rüyaya dönüşmüştü. Yıllarca süren fırtınanın ardından, beklediğim dinginlik buydu işte. Diz çökmüş Tufan'a bakarken, gözlerimden süzülen yaşlar, ne hüzünden ne de korkudandı. Bu, bir sonun değil, yeni bir başlangıcın habercisiydi. Başımı salladım, evet diyebilmek için. Kalbim, göğsümün içinde coşkuyla çarpıyordu. "Evet," diye fısıldadım, "evet, evet, evet!"
Tufan'ın yüzündeki o rahatlama ifadesi, paha biçilemezdi. Kutuyu açtı ve içindeki tektaş yüzük, ay ışığı altında parladı. Parmağıma takarken, elimin titrediğini hissettim. Bu, sadece bir yüzük değil, aynı zamanda Tufan'la olan bağımızın, birbirimize verdiğimiz sözlerin, zorlu bir yolculuğun ardından gelen zaferin sembolüydü. Bende siz çöküp aynı hizaya geldim ve sımsıkı sarıldım.
"İnanamıyorum," dedim, sesim titreyerek. "Bütün bu karmaşanın sonunda, bu ana gelebildik."
Tufan gülümsedi. "Bu, bizim hikayemizin en güzel bölümü Güneş. Artık kimse bizi ayıramaz. Ne bir vasiyet ne de eski bir sır."
Evlilik hazırlıklarına başlamak, bir zamanlar uzak bir hayal gibi görünüyordu. Ama şimdi, her şey o kadar gerçekti ki. Yoğun iş temposu, annemle olan yeni ve güçlü bağım, Zehra'yla kurduğum dostluk, Beren ve Müge'nin koşulsuz desteği ve Tufan'la olan sonsuz sevgi… Hepsi bir araya gelip hayatımı bir yapbozun parçaları gibi tamamlıyordu.
"Bu arada kafamda bir süredir kendimle ilgili dolanan fikri seninle paylaşmak istiyorum." dedim uzun süreliğine oluşmuş huzur veren sessizlikten sonra.
"Seni dinliyorum sevgili nişanlım." Bu cümle bir süre otuz iki diş sırıtmama sebep oldu.
"Artık kendi markamı oluşturmak istiyorum. Okulun son senesindeyiz malum. İsmail Hoca'yla da konuşup fikirlerini alacağım tabi ki. Bu süreçte yanımda olur musun sevgili nişanlım?" Nazlanarak söylediğim bu cümle Tufan'ın çok hoşuna gitse de sitem edercesine söze başladı.
"Bunu söylemene gerek yok ki. Hep söyledim yine söylüyorum. Ne olursa olsun, nerede, ne şartlarda olursa olsun elimden geldiğince destek verip yanında olacağım. Çünkü Güneş'in olmadığı bir yerde çıkacak tufandan Allah'ım herkesi korusun." dedi gülümseyerek.
Hayatım boyunca kimsenin önünde diz çökmediğime yemin edebilirdim. Tufan hariç... Ve bu diz çöküş, bir boyun eğme değil, bir sevgi gösterisiydi. O an, Tufan'ın önünde durup, ona evet derken, kalbimdeki bütün o eski yaraların iyileştiğini hissettim. Tufan'ın nişanlım lafı kulağımda çınlamaya devam ederken, omuzuna yaslandım. Başımı kaldırdığımda denizin sonsuzluğuna dalıp gitmiştim. Ne tuhaf, ne kadar da karmaşık bir süreçten geçip, sonunda en basit, en güzel ana gelmiştik.
Tufan elimi sıkıca tuttu. "Bak Güneş," dedi. "Kafandaki bütün projelerin, hayallerin tek tek gerçekleştiğini göreceğiz. Ben sana inanıyorum. Senin markan, senin tasarımların, senin adın... Hepsi birer birer hak ettiği yeri bulacak. Ve ben de senin yanında olacağım. Her zaman."
Onun bu sözleri, bana büyük bir güç verdi. Sanki bütün evren, bize şans diledi. O gece, geleceğimiz hakkında uzun uzun konuştuk. Markamın adı, koleksiyonlarımın teması, hayallerimin büyüklüğü... Tufan, her bir fikrime heyecanla ortak oldu. Gözlerindeki ışıltı, benimkinin aynısıydı
***
Düğünümüz, yaz mevsiminde, sahilde bir yerde olacaktı. Hayatımızdaki fırtınalar dinmişti, artık deniz kıyısında, dalgaların huzurlu sesi eşliğinde, kendi masalımızı yazacaktık. Annemle, onun ısrarıyla beraber gelinlik bakmaya gittik. Aynanın karşısına geçtiğimde, yüzümdeki yansıma bana ait gibi değildi. Ne hüzünlü ne de yorgundu. Aksine, ışıl ışıl parlıyordu. Annem, gözleri dolmuş bir şekilde, "Bu, senin hak ettiğin mutluluk Güneş'im," dedi. O an, gerçekten de hak ettiğimi hissettim.
Beren ve Müge de düğün hazırlıklarında en büyük destekçim olmuşlardı. Düğünün nerede olacağından tutun, organizasyonlara kadar her bir detayı inceleyip beğendiklerini bana gösteriyorlardı.
***
İsmail Hoca ile de konuştum. Markamı oluşturmak istediğimi anlattığımda, yüzünde gururlu bir gülümseme belirdi. "Güneş," dedi. "Senin içinde bir cevher olduğunu biliyordum. Bunu herkese kanıtladın da, bu fikri destekliyorum. Hem de bütün kalbimle. Yanında olacağım ve sana elimden gelen her türlü yardımı yapacağım." Okuldan sonra mentorluğuma devam edeceğini söylediğinde gözlerim doldu.
Her şey o kadar hızlı ilerliyordu ki... Sanki zamanın durduğu o andan sonra, bir anda hızlanmış ve beni de peşinden sürüklüyordu. Bir yanda gelinlik provaları, diğer yanda kendi markam için ilk tasarımlar... Hem gelin hem de girişimci adayıydım.
Artık kendi markamı oluşturmak adına gerekli aşamalara başlamak gerekiyordu. Akşam değer verdiğim insanları evime davet ederek onlardan da fikir almak istiyordum. Annem, babam, Beren, Müge ve Zehra...
"Hoşgeldiniz" diyerek Tufan ile kapıda karşıladığımız ilk kişiler annem ve babamdı. Biyolojik annem ve babamı, beni büyüten annemden kalma eve çağırmam büyük bir ironiydi. Babam açısından bakıldığında ise hayatı boyunca sevdiği kadınla ölmüş eşinden kalma bir eve gelmek mutlaka zor olmalıydı. Ama ikisinin de yüzüne baktığımda bu durumu yansıttıkları söylenemezdi.
"Hoşbulduk güzel kızım" diyerek bana sarılan kişi annemdi.
"Hoşbulduk" diyerek babamla da öpüşüp sarıldık. Bunca yıllık uzaklıktan sonra şu basit kapıda karşılama merasimi bile anne babamla alakalı sahici hisler barındırıyordu.
Akşam yemeği masası, hayatımdaki en değerli insanlarla doluydu. Beren, Müge ve Zehra da gelmiş, sohbetin neşesi ve enerjisi odayı sarmıştı. Annem ve babam, Tufan'la tanışmışlardı ve Tufan'ın onlara olan saygılı yaklaşımı, içimi huzurla dolduruyordu. Bu karmaşık aile yapım, Tufan'ın varlığıyla bir anda ne kadar da basit ve anlamlı bir hale gelmişti.
Yemek sonrası, kahvelerimizi yudumlarken konuyu açtım. "Hepinizden bir konuda yardım istemek için topladım sizi," dedim, sesimdeki heyecanı gizleyemeyerek. "Artık kendi markamı kurmaya karar verdim. Okulun bitmesine az kaldı ve bu hayalimi ertelemek istemiyorum."
Annem, elini omzuma koydu. "Canım kızım, ne kadar doğru bir karar verdiğine eminim. Her zaman en büyük destekçin biziz."
Beren ve Müge de hemen atıldı. "Güneş, bu harika bir fikir! Markanın ismi, logosu, tarzı… Hepsini düşünmeye başladık bile!" Beren, cep telefonundan açtığı not defterinde, akıllarına gelen marka isimlerini gösterdi. "Mesela 'Güneş Işığı Tasarımlar' ya da 'Güneşin Dokunuşu' gibi… Nasıl sence?"
Zehra, her zamanki gibi daha gerçekçi bir yaklaşımla söze girdi. "Marka isminden önce, hangi alanda uzmanlaşacağına karar vermen lazım Güneş. Haute couture mu, hazır giyim mi, yoksa ikisinin birleşimi mi?"
Tufan, Zehra'ya destek verdi. "Zehra çok doğru söylüyor. Belli bir vizyonla yola çıkmak en önemlisi. Ama ben Güneş'in her şeyi başaracağına eminim."
Babam ise uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra konuştu. "Kızım, senin bu yolda yürümen beni çok gururlandırıyor. Hayatım boyunca sevdiğim kadını unutmak için çalıştım. Bu konuda zamanında annene çok yanlış davrandığımı biliyorum. Ama şimdi, ikinizin de ne kadar mutlu olduğunu görmek, içimdeki bütün o pişmanlıkları bir nebze de olsa dindiriyor. Sen benim en büyük eserimsin. Her zaman yanındayım."
Babamın bu sözleri karşısında gözlerim doldu. Onca yılın ardından, ondan duymayı en çok istediğim şeyler bunlardı. Annem de elini babamın omzuna koydu ve ikisi arasında uzun zamandır görmediğim bir sıcaklık, bir bağ vardı. Anlaşılan, yılların fırtınası sadece benim hayatımda değil, onların hayatında da dinmişti. Bu duruma şahit olmak, içimde tarifsiz bir mutluluk yaratıyordu.
O gece, herkes kendi fikirlerini, hayallerini paylaştı. Marka adı, hedef kitle, tasarımların ruhu… Bir masanın etrafında oturmuş, hayatımın en büyük projesini, en sevdiğim insanlarla birlikte inşa ediyorduk. O an, Tufan'ın daha önce söylediklerini tekrar düşündüm: "Artık kimse bizi ayıramaz. Ne bir vasiyet ne de eski bir sır."
Haklıydı. Artık sadece biz vardık. Güneş ve Tufan. İki hayat, bir hikaye. Ve bu hikayenin en güzel bölümleri, daha yeni başlıyordu.
Düğün hazırlıkları ve marka oluşturma süreci aynı anda ilerliyordu. Günlerim, gelinlik provaları, kumaş seçimleri ve yeni marka için taslak çizimleri arasında mekik dokuyarak geçiyordu. Sabahları atölyede kumaşlarla boğuşurken, akşamları Tufan'la düğün menüsü için tadım yapıyorduk. Bu yoğun tempo beni hiç yormuyordu, aksine her bir aşama, hayallerime bir adım daha yaklaştığımın kanıtıydı.
Tasarım sürecine başlamadan önce, markamın kimliğini netleştirmem gerekiyordu. Zehra'nın "haute couture mu, hazır giyim mi?" sorusu aklıma takılmıştı. Bu ikisinin arasında bir denge kurmak istiyordum. Özel dikim haute couture parçalarla, günlük hayatta da giyilebilecek şık ve kaliteli hazır giyim tasarımlarını bir araya getiren bir marka… Bu, hem sanatsal vizyonumu sergileyecek hem de daha geniş bir kitleye hitap edecekti.
Markamın adı da üzerinde en çok düşündüğüm konulardan biriydi. Beren ve Müge'nin önerileri çok tatlıydı ama ben daha kişisel, daha anlamlı bir isim istiyordum. Bir akşam, Tufan'la birlikte eski defterlerime bakarken, okulun ilk yılında, Tufan'a hediye ettiğim bir çizimi buldum. O çizimin üzerine, o zamanlar hiç aklıma gelmeyen bir şey yazmıştım: "Artemis."
Artemis, Yunan mitolojisinde av tanrıçasıydı. Güçlü, bağımsız ve aynı zamanda doğayla iç içe bir kadın… İşte benim markam tam da bu ruhu yansıtmalıydı. Modern kadının gücünü, doğanın zarafetiyle birleştiren tasarımlar… Tufan, bu ismi duyduğunda gözleri parlamıştı. "Artemis," diye fısıldadı.
"Bu tam senlik, Güneş. Senin gibi güçlü ve zarif."
Markanın logosu için, İsmail Hoca'dan yardım istedim. O da bana, "Markanın ruhunu yansıtacak bir logo tasarlamalısın," diyerek yol gösterdi. Aklımda hemen, bir hilal ve okun iç içe geçtiği minimalist bir tasarım belirdi. Hilal, Artemis'in sembolü, ok ise onun gücünü temsil ediyordu.

İlk koleksiyonum için, "Yeniden Doğuş" temasını belirledim. Bu, benim hayatımda yaşadığım dönüşümü ve fırtınaların ardından gelen dinginliği simgeliyordu. Koleksiyonda, sade ve akışkan kumaşlar, pastel renkler ve minimal detaylar kullanacaktım. Her bir parça, bir hikaye anlatacak, her bir dikiş, bir umudu fısıldayacaktı.
İlk koleksiyonumun adını ve temasını belirledikten sonra, kendimi bambaşka bir dünyanın içinde buldum. Her bir tasarım, geçmişimden bir parça taşıyordu. Gelinlik provalarım da aynı derecede yoğundu. Annemle, Beren'le ve Müge'yle denediğim her gelinlik, hayatımdaki bu yeni başlangıcın bir sembolüydü. Bir yanda "Artemis"in ilk adımları, diğer yanda ise hayatımı Tufan'la birleştirecek olan düğün... İkisi de beni aynı heyecanla dolduruyordu.
Tufan, yoğunluğumu görüyor, elinden geldiğince bana destek olmaya çalışıyordu. Akşamları atölyeden çıktığımda, beni kapıda bekliyor, birlikte eve dönüyorduk. Yolda, gün içinde yaşadıklarımızı konuşuyor, omuz omuza yürüyorduk. "Yorgun musun, sevgilim?" diye sorduğunda, "Hayır," diyordum, "hiç bu kadar mutlu olmamıştım."
Birkaç hafta içinde ilk koleksiyonumun taslak çizimleri tamamlanmıştı. İsmail Hoca'yla çizimleri gözden geçirirken, onun yüzündeki gururlu ifade beni daha da cesaretlendirdi. "Güneş," dedi, "bu tasarımlar çok güçlü. 'Yeniden Doğuş' temasını her bir çizime o kadar iyi yansıtmışsın ki... Bu koleksiyon, sadece bir giyim sergisi değil, aynı zamanda senin hikayen olacak."
Bu sözler, içimdeki kuşkuları tamamen silip süpürmüştü. Artık yalnızca tasarıma odaklanmıştım. Ancak gelinlik provam ve marka lansmanım için hazırlıklar aynı anda devam ederken, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum.
Sadece benim değil, çevremdekilerin de kendi içinde bir 'yeniden doğuş' yaşadığını hissettim. Tufan'ın babasının ölümünden sonra olanlar, benim babamın bana olan yaklaşımı... Hayat, bazen en beklemediğimiz anlarda en güzel sürprizlerini sunuyordu.
Sonunda, Artemis'in ilk koleksiyonunu moda haftasında sergileme kararı aldık. İsmail Hoca, kendi bağlantılarını kullanarak bana yardımcı oldu. Defile günü geldiğinde, kalbim göğüs kafesimden fırlayacak gibiydi. Sahnenin arkasında, son hazırlıkları yaparken, Beren ve Müge yanıma gelip sarıldılar. "Güneş, bu senin anın!" diye fısıldadılar. Annem ve babam en ön sırada oturuyor, gözleri parıldıyordu. Tufan ise, her zamanki gibi, sahnenin arkasında bana destek olmak için bekliyordu.
Modeller, benim tasarımlarımla sahneye çıktığında, salonda derin bir sessizlik oldu. Ardından, duyduğum fısıltılar, koleksiyonun ne kadar beğenildiğini gösteriyordu. Her bir parça, benim fırtınalı geçmişimden bir iz taşıyor, yeniden doğuşun hikayesini anlatıyordu. Defilenin sonunda, sahnede eğilirken, gözlerim Tufan'ı aradı. O da gülümsüyordu. Gözlerinin içindeki ışıltı, aylarca önce gördüğüm ışıltının aynısıydı.
Defile sonrası verilen kokteylde, etrafım tebriklerle doluydu. Tanınmış modacılar, moda editörleri... Birçoğu İsmail Hoca'nın öğrencisi ya da arkadaşıydı. Bir kısmı da beni İsmail Hoca'yla yaptığımız koleksiyon sayesinde tanımış ve şimdi neler yaptığımı görmeye gelmişti. Herkes, Artemis markasının gelecekte çok parlak bir noktaya geleceğini söylüyordu. O sırada yanıma yaklaşan İsmail Hoca, "Sana inanmıştım Güneş," dedi. "Ve sen de kendin için, en doğru kararı aldın."
O akşam, hayatımın en büyük iki hayali de gerçek olmuştu: Kendi markamı kurmak ve Tufan'la evliliğe ilk adımı atmak. Her şey, o diz çöktüğü andan sonra hızlanmıştı. O an, zamanın durduğu an, aslında her şeyin başladığı anmış.
Düğün günü geldiğinde, hava mis gibiydi. Sahilde, bembeyaz bir gelinlikle duruyordum. Rüzgar, duvağımı hafifçe savuruyor, dalgaların sesi, kalbimin coşkusuna eşlik ediyordu. Gözümden süzülen bir damla yaş, ne hüzünden ne de korkudandı. Bu, bütün zorluklara rağmen, hayallerine ulaşmış bir kadının mutluluk gözyaşıydı.

Nikah memurunun sorusuyla, Tufan'ın elini sıkıca tuttum. "Evet," dedim. Sesim, tüm İstanbul'a yayılsın istiyordum. Tufan da aynı coşkuyla "Evet!" diye bağırdı. Artık resmi olarak da karı kocaydık.
Nikah sonrası, Tufan'la dans ederken, omuzuna yaslandım. "İnanabiliyor musun?" dedim. "Bütün o karmaşanın sonunda buradayız."
Tufan, "Bizim hikayemiz Güneş," diye fısıldadı. "Ve artık kimse bizi ayıramaz. Ne bir vasiyet ne de eski bir sır."
Yüzüne baktım. Gözlerindeki ışıltı, benimkiyle birleşti. O an, hayatımızın bütün zorlukları, karmaşası, fırtınaları, bir anlığına bile olsa gözümün önünden geçti. Ve sonra hepsi kayboldu, tıpkı rüzgarın denize savurduğu kum taneleri gibi.
Güneş ve Tufan. İki hayat, bir hikaye. Ve bu hikayenin en güzel bölümleri, daha yeni başlamıştı. Evlendikten sonra ilk iş, markamızın ilk mağazasını açacaktık.
Bu hikaye, fırtınaların dinginliğe dönüştüğü, umutsuzluğun yerini umuda bıraktığı bir masaldı. Benim masalım. Ve artık, sonsuza dek sürecek bir başlangıcın eşiğindeydik.
Sizce de her son yeni bir başlangıç değil miydi?

Finaline çok az kalan bu bölümü beğenip yorum yapmayı ihmal etmeyin.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 17.14k Okunma |
4.63k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |