74. Bölüm

60. Bölüm(Final)

Burcu Parlak Sağsöz
brc.prlk

Evliliğimizin ilk haftaları, balayı telaşından çok, Artemis’in ilk mağazasının hazırlıklarıyla geçti. Tufan, bana bir sürpriz yapmış ve mağaza için İstanbul'un en canlı semtlerinden birinde, boğaza nazır harika bir yer bulmuştu. Belki başka biri olsaydı, bu kadar yoğunlukta çalışmak yerine balayı yapmayı tercih ederdi. Ama Tufan benim için bu hayali bir süre ertelemişti.

Geceleri rüyamda kumaşlar, gündüzleri mağaza vitriniyle ilgileniyordum. Adeta bir maraton koşuyorduk. Tufan her zamanki gibi yanımdaydı, en büyük destekçimdi. En ufak detayda bile bana yardım ediyor, yorulduğumda sırtımı sıvazlayarak "Az kaldı, başaracağız" diyordu.

Açılış günü geldiğinde, kalbim heyecandan göğüs kafesime sığmıyordu. Mağazanın önü, davetliler, gazeteciler ve moda dünyasından önemli isimlerle doluydu. Annem ve babam, Tufan’ın bazı uzak akrabaları, Beren, Müge, Zehra ve tabii ki İsmail Hoca en ön sıradaydı. Herkesin yüzünde gururlu bir ifade vardı. İsmail Hoca, yanıma gelip kulağıma eğildi:

"Bu mağaza sadece tasarımlarını değil, azmini ve inancını da sergiliyor. Seninle gurur duyuyorum Güneş."

Kurdeleyi Tufan ile birlikte kestik. Alkışlar ve flaşlar arasında mağazanın kapılarını açtık. Her bir köşede, ilk koleksiyonum "Yeniden Doğuş" temalı tasarımlar sergileniyordu. Sade, zarif ve hikayesi olan parçalar… Davetliler, tasarımları incelerken ben de bir yandan onlarla sohbet ediyor, bir yandan da hayallerimin gerçeğe dönüştüğünü içten içe kutluyordum.

İlk mağazamızın açılışı, Artemis için bir dönüm noktası oldu. Koleksiyonumuz çok beğenildi ve kısa sürede siparişler yağmaya başladı. Tufan ile her akşam eve yorgun ama mutlu bir şekilde dönüyorduk. Yastığa başımı koyduğumda, o gün yaşadığım her şey film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu. Sanki bütün bunlar, Tufan’ın diz çöktüğü ve zamanın durduğu o andan sonra, bir anda hızlanmış ve beni de peşinden sürüklemişti.

Yemek sonrası kahvelerimizi yudumlarken, Tufan elimi avucunun içine aldı ve başparmağıyla hafifçe okşamaya başladı. Bu küçük dokunuş bile günün tüm yorgunluğunu alıp götürüyordu. Gözlerimi ona çevirdim, gülümsedim.

"Ne kadar da güzel bir gün," diye fısıldadım. "Sanki bütün hayatım bu an için hazırlanmış gibi."

Tufan da gülümsedi. "Öyle de oldu zaten. Fırtınalar, sırrın yarattığı karmaşalar, hepsi bu dinginliğe, bu mutluluğa ulaşmak içindi." O an, aklıma markamın adı geldi. Artemis... O güçlü avcı tanrıça gibi, ben de kendi hayatımı, kendi kaderimi avlamıştım. Zorluklarla savaşmış, sonunda zaferi kazanmıştım.

Mağazanın yoğunluğuna rağmen yeni koleksiyon için eskizler yapmaya başladım. Artemis'in ilk koleksiyonu Yeniden Doğuş'tu. İkinci koleksiyonum için de ona yakışır bir isim bulmam gerekiyordu. Aklıma hemen İris geldi. İris, Yunan mitolojisinde gökkuşağı tanrıçasıydı. Tufan'la olan hikayemizin renklerini, o fırtınanın ardından gelen gökkuşağını temsil edecekti.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordum Tufan'a. O da eskizlere bakıyordu.

"İris... Güneş, bu isim de tıpkı senin gibi. Fırtınalı bir hayattan sonra gelen o rengarenk anları anlatıyor."

İkinci koleksiyonumuz için ilhamımı İstanbul'dan almaya karar verdim. Şehrin tarihi dokusu, boğazın maviliği, gün batımının kızıllığı... Bütün bu renkleri ve dokuları tasarımlarıma yansıtmak istiyordum. Her bir parça, İstanbul'un bir semtinin, bir hikayesinin ruhunu taşıyacaktı.

Mağazanın işleri beklenenden daha hızlı ilerliyordu. Bir süre sonra ilk çalışanımızı da aramaya başladık. Benim gibi düşünen, bu markanın ruhunu yansıtabilecek birini bulmak istiyordum. Kapıdan giren birini gördüğümde gözlerime inanamadım. O kişi Zehra'ydı.

"Ne işin var senin burada?" diye sordum şaşkınlıkla.

"Markanızla ilgili o kadar güzel şeyler duydum ki, ben de sizinle çalışmak istedim. Eminim bu marka gelecekte çok iyi yerlere gelecek ve ben de bunun bir parçası olmak istiyorum" diyerek Zehra gülümsedi.

Bu, benim için büyük bir sürprizdi. Zehra'nın keskin zekası ve pratik yaklaşımı, markanın büyümesi için çok değerliydi. Onun da bizim hikayemizin bir parçası olması beni inanılmaz mutlu etmişti. Zehra aramıza katıldıktan sonra her şey daha da düzene girdi. O, pazarlama ve iş yönetimi konularında bana destek olurken ben de tasarımlarıma daha fazla odaklanabiliyordum.

Günün bir diğer sürprizi bir süredir ihmal ettiğim kardeşim Ada ve uzun süredir konuşmadığım teyzem Dicle'nin beni ziyareti oldu.

"Abla, seni çok özledim." diyerek boynuma sarıldı Ada.

"Bende seni özledim civciv, ne kadar büyümüşsün sen böyle." diyerek Ada'nın yüzünü ellerimin arasına aldım.

"Okul nasıl gidiyor bakalım" dedim kısa süreli bir duygusallıktan sonra.

"Gayet iyi abla merak etme. Teyzem çok yardımcı oluyor bana. Bende senin gibi çok çalışıyorum. Belki bende senin gibi çok büyük işler yapabilirim ileride. Ama çok çalışmalıymışım, teyzem öyle söyledi." Ada'nın cümle içerisinde devamlı teyzem demesiyle, teyzemle göz göze geldik.

"Ada gayet iyi görünüyor, gayet iyi bakmışsın, teşekkür ederim." dedim düz bir tonda.

"O benim yeğenim Güneş, tıpkı senin gibi. Ablamın emaneti o bana." Son söylediği cümle ile adeta kapanmaya çalışan bir yarayı açmıştı.

"Bak, o günleri konuşmak istemiyorum artık. Benim için çok geride kaldı. Artık yeniden inşa ettiğim bir hayatım var. Bu hayatımda gayet mutluyum. Ve mutlu olmanın sırrını affetmekte buldum. Affetmek derken, bununla yaşamayı öğrendim diyelim. Hayatımda bana en büyük zararı en yakınlarım verdi. Ama onlarsız da olmuyor maalesef. Bu yüzden bütün herkesle yüzleştim ve affettim. Seni de öyle."

"Teşekkür ederim Güneş, sen kalbi çok güzel bir kadınsın. Herkesi sığdırdın o kalbe. Kendi adıma ben çok mutluyum." diyerek bir anda boynuma sarıldı.

"Şu an biraz çalışmam lazım, eve de gelin, Ada belki Lal ile vakit geçirmek ister."

"Tabiki geliriz, görüşürüz ablacığım."

"Görüşürüz civciv."

Bir anda belime sarılan Tufan sayesinde Ada ve teyzemin arkasından bir süredir bakakaldığımı anladım.

"İyi misin sevgilim." Tufan bu soruyu son zamanlarda daha fazla sorar olmuştu, fakat anne olduğumdan beridir daha hassas davranıyor olduğumu anlaması lazımdı.

"İyiyim, uzun zamandır teyzemi görmüyordum. Düşünüyorum da sanırım yüzleşmediğim kimse kalmadı. Artık tamamen kurtuldum."

"Seninle gurur duyuyorum. Sen herkesin yapamayacağı şeyleri yaptın. Kolay değildir öyle herkesi affetmek. Senin de hala eskiye dönük kalp kırıklığının olduğunu biliyorum. Ama eskiye bir sünger çektiğini de biliyorum. Çok çalıştın ve şimdi bu çabanın karşılığını aldın. Ve şimdi bu konumda olman, bu zamana kadar yaşadıklarının mükafatı gibi."

"Ona da söyledim, eskiyi artık düşünmek istemiyorum. Dediğin gibi, bu konuma gelmek hiç kolay değildi. Ama artık yeni bir sayfa açtım seninle ve kızımızla. Ve haydi bakalım çok işimiz var" diye gülümseyerek tekrar çizimlerime odaklandım.

Evlilik ve iş hayatının yoğunluğu arasında geçen o hızlı günler, aslında bizi daha da yakınlaştırıyordu. Zehra'nın katılmasıyla birlikte Artemis büyürken, evliliğimiz de tıpkı bir bahar çiçeği gibi açıyordu. Tufan'la olan bağımız, artık sadece aşkla değil, ortak hayallerle ve birlikte yarattığımız bu markayla da besleniyordu. Her ne kadar mağaza ve yeni koleksiyonun hazırlıkları bizi meşgul etse de, birbirimize ayırdığımız özel anlar her zaman önceliğimizdi. Bazen, akşam yemeğinden sonra sadece oturup günün yorgunluğunu paylaşır, bazen de bir el ele tutuşup Boğaz kenarında yürüyerek şehrin ışıklarının tadını çıkarırdık. Bu küçük molalar, bize nefes aldırıyor ve yola devam etmek için gereken enerjiyi veriyordu.

"İris" koleksiyonumuzun hazırlıkları tam gaz devam ediyordu. Her bir parça, İstanbul'un ruhunu yansıtıyordu. Fıstıklı, boğazın yeşilliğinden ilham alarak tasarladığım bir tunikti. Galata, tarihi dokusuyla birleşen modern kesimleriyle bir ceketti. Ve tabii ki, Sultanahmet... Kumaşın üzerine işlediğim lacivert ve altın sarısı işlemelerle gece gökyüzü altındaki camileri anlatan bir elbise. Her tasarımın bir hikayesi, bir ruhu vardı. Zehra, koleksiyonun pazarlama stratejisi için harika fikirlerle geliyordu.

"Her parçanın bir semt ismiyle anılması, insanlarda aidiyet duygusu yaratacak ve koleksiyonun hikayesini güçlendirecek" diyordu. Haklıydı. Bu koleksiyon, sadece giysi değil, aynı zamanda birer sanat eseri olacaktı.

Artemis'in ikinci koleksiyonunun çıkmasıyla birlikte, mağazanın ünü İstanbul'un sınırlarını aştı. Sosyal medyada paylaşılan fotoğraflar, ünlü blogger'ların yorumları derken, markamızın adı artık sadece Türkiye'de değil, yurt dışında da duyulmaya başlamıştı. Paris'ten, Milano'dan, hatta Tokyo'dan bile siparişler geliyordu. Yurt dışından gelen bir e-postayı okurken gözlerime inanamadım. Dünyaca ünlü bir moda dergisi, "İris" koleksiyonumuzu kapağına taşımak istiyordu. Tufan'la birbirimize sarılıp sevinç çığlıkları attık. Birlikte kurduğumuz bu hayalin ne kadar büyüdüğüne inanamıyorduk.

Artemis, sadece bir moda markası değil, aynı zamanda bizim hikayemizin, hayallerimizin ve azmimizin bir yansıması olmuştu. Her bir tasarım, Tufan'la olan aşkımızın, Zehra'nın dostluğunun ve tüm o fırtınaların ardından gelen gökkuşağının birer parçasıydı. Mağazanın kapısından her girdiğimde, içimdeki o heyecan hiç azalmıyordu. Biliyorum, daha yolun başındaydık. Önümüzde daha nice koleksiyonlar, nice zorluklar ve nice başarılar vardı. Ama yanımda Tufan, en büyük destekçim ve yol arkadaşım olduğu sürece, her şeyin üstesinden gelebileceğime emindim.

İris koleksiyonunun dünya çapında yankı uyandırmasıyla birlikte, Tufan ile hayatımız daha da hareketlendi. Mağaza her zamankinden daha kalabalıktı, yeni siparişler gelmeye devam ediyordu ve Zehra'nın işe koyulmasıyla birlikte markanın sosyal medyadaki etkisi de katlanarak büyüyordu. Her şey, hızla ilerleyen bir trenin tekerlekleri gibi tıkır tıkır işliyordu.

Kahvemi yudumlarken e-postalarımı kontrol ediyordum ve gelen bir mail ile durakladım. "Güneş Hanım'la Röportaj Talebi" başlıklı e-posta, Türkiye'nin en köklü ve saygın ekonomi gazetelerinden birinden geliyordu. Gazete, Artemis'in son dönemdeki hızlı yükselişini ve arkasındaki başarı hikayesini merak ediyordu. Markanın sadece bir giyim şirketi olmaktan öte, aynı zamanda bir azim ve inanç hikayesi olduğunu fark etmişlerdi.

Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Bu, markanın halka açık bir şekilde hikayesini anlatma fırsatıydı. Sadece tasarımlarımı değil, Tufan'la birlikte kurduğumuz hayalleri, yaşadığımız zorlukları ve sonunda kazandığımız zaferi paylaşacaktık. Hemen Tufan'ı aradım, sesim heyecandan titriyordu.

"Tufan," dedim, "bir gazeteden röportaj teklifi geldi! Gerçekten inanamıyorum." Heyecandan ayağa kalkmış bir sağa bir sola hızla hareket ediyordum.

Tufan telefonda derin bir nefes aldı. "Biliyordum. Bu koleksiyonun sadece modayı değil, aynı zamanda bizim hikayemizi de anlattığını herkes fark etti. Bu fırsatı kaçırmamalıyız."

Röportaj günü geldiğinde, bir yandan heyecanlı, bir yandan da gergindim. Gazeteci, mağazanın arka bahçesinde, boğaza nazır bir masada bekliyordu. Yanımda, her zamanki gibi Tufan vardı. Derin bir nefes alarak masaya geçtim.

Gazeteci, sorularına başlamadan önce bana dönüp gülümsedi.

"Öncelikle tebrik ederim Güneş Hanım. Artemis'in hikayesi, genç girişimciler için ilham verici bir örnek. 'Yeniden Doğuş' koleksiyonunuzdan 'İris'e, her adımınızda bir hikaye var gibi. Bize bu yolculuğu anlatır mısınız?"

Gazetecinin samimi yaklaşımıyla biraz olsun rahatladım. Başımı hafifçe Tufan'a çevirdim ve konuşmaya başladı.

"Aslında her şey, bir anda duran zamanla başladı," diye söze girdi.

"Markanın adı da bu hikayenin bir parçası. Artemis, güçlü bir avcı tanrıça. Tıpkı benim hayatımı geri kazanmak için verdiğim mücadele gibi. İlk koleksiyonumuz 'Yeniden Doğuş' bu mücadeleyi temsil ediyordu. Sonra 'İris' geldi. O, fırtınalardan sonra gelen gökkuşağı gibiydi, aşkımızı ve yeni umutlarımızı simgeliyordu."

Tufan'la üniversitede nasıl tanıştığını, başta birbirlerine gıcık olduklarını, Kerem'in yalanlarıyla -adınını söylemeden tabiki- nasıl mücadele ettiğini ve Tufan'ın ona olan sarsılmaz inancını anlattı. Anlatırken, gözlerim doldu. Tufan elimi masanın altından sımsıkı tutuyordu.

"Benim için biraz farklı aslında" diyerek lafa girdi Tufan.

"Biz Güneş ile liseyi de aynı okulda okuduk aslında. Güneş'i arkadaşlarıyla görürdüm hep, ama tanımıyordum tabiki. Adını bile bilmiyordum. Kendimce ona kahverengi kıvırcık saçlı kız diyordum. Daha sonra şu anda hayatta olmayan ortak bir arkadaşımızın olduğunu fark ettim. Onunla konuşurken öğrendim adını. Bir isim bir insana ancak bu kadar yakışırdı." Gazeteci Tufan'ın her söylediğini not almaya devam ediyordu.

"Tufan her zaman yanımdaydı," diyerek devam ettim.

"Bu marka sadece benim hayallerimden ibaret değil. O, bizim ortak hayalimiz. O, zor zamanlarda bana inandı ve 'başaracağız' dedi. Bu başarının asıl mimarı o."

Röportajın sonuna doğru gazeteci, "Peki, tüm bu yoğunluğun içinde, evliliğiniz nasıl gidiyor?" diye sordu.

"İş hayatı ve evlilik, bazen denge kurmayı zorlaştırsa da, aslında bizi birbirimize daha çok yakınlaştırdı. Ortak hayallerimiz ve bu markaya olan tutkumuz bizi birleştiren en büyük güç oldu. Bazen, bütün gün mağazanın yoğunluğundan sonra eve yorgun argın dönüyoruz. Ama birbirimizin elini tutmak, Boğaz'da yürüyüşe çıkmak ya da sadece bir fincan kahve eşliğinde sohbet etmek, bize her zaman güç veriyor. Bu işin en güzel yanı da, yarattığımız her parçanın, her koleksiyonun, aşkımızın ve birlikte kurduğumuz hayatın birer yansıması olması." diyerek gülümsedim.

Gazeteci, notlarını toparlarken içten bir gülümsemeyle, "Bu röportajı yazarken büyük keyif alacağımdan eminim. Hikayeniz, sadece modayı değil, hayatı da anlatıyor," dedi.

Ertesi gün kocaman bir başlık beni otuz iki diş gülümsetiyordu.

"KAHVERENGİ KIVIRCIK SAÇLI KIZIN BAŞARIYA GİDEN HİKAYESİ"

Röportajın yayınlandığı gün, mağazaya gelen telefonlar ve e-postalar susmak bilmedi. Yalnızca Türkiye'den değil, dünyanın farklı yerlerinden de tebrik mesajları alıyorduk. İnsanlar artık Artemis markasını sadece şık tasarımlar için değil, arkasındaki o güçlü hikaye için de takip ediyorlardı. Tufan ve ben, bu ilginin ne kadar büyük olduğunu görünce, hayallerimizin ne kadar geniş bir kitleye ulaştığına bir kez daha hayran kaldık.

Birkaç hafta sonra, Paris'ten gelen bir e-postayla heyecandan yerinde duramadım. Paris Moda Haftası'nın organizasyon ekibi, Artemis'i defileye davet ediyordu. Bu, bir moda tasarımcısı için rüyaların en büyüğüydü. Ancak bu davet, beraberinde büyük bir hazırlık süreci ve daha da büyük bir bütçe meselesini de getiriyordu.

Hemen Tufan ve Zehra ile bir toplantı ayarladı. Paris'e gitmek, yeni bir koleksiyon hazırlamak, model seçimi, mekân kirası... Tüm bunlar oldukça büyük bir yatırım gerektiriyordu. Zehra, her zamanki gibi hızlıca bir fizibilite çalışması yaptı.

"Güneş, Paris Moda Haftası'nda yer almak, markamızın global bir oyuncu olmasını sağlar. Bu bir risk, evet, ama aynı zamanda kaçırılmayacak bir fırsat."

Tufan, gözlerimdeki o parıltıyı görünce tereddüt etmedi.

"Paris'e gidiyoruz. Gerekirse her şeyi satarız, ama bu şansı değerlendiririz. Çünkü bu sadece bir defile değil, bizim hikayemizi dünyaya anlatma fırsatı."

Ve bir kez daha, bir maraton başlamıştı. Yeni koleksiyonun eskizlerini çizerken, Tufan finansal planlamayı yapıyor, Zehra ise tüm lojistik süreçleri yönetiyordu.

"Paris" koleksiyonu, adını aldığı şehirden ilham alacaktı. Boğaz'ın renkleri yerini Seine Nehri'nin romantik tonlarına, İstanbul'un tarihi dokusu ise Eyfel Kulesi'nin zarif mimarisine bırakacaktı. Her bir parça, İstanbul'un ruhunu Paris'in zarafetiyle birleştirecekti.

Yoğun geçen aylar sonunda, defile günü gelip çattı. Defile alanı, moda dünyasının en önemli isimleriyle doluydu. Perde arkasında Tufan'ın elini sıkıca tutuyordum.

"Hazır mısın?" diye fısıldadı Tufan. Kalbimin atışlarını dizginlemeye çalışarak başımı salladım.

"Hazırım," diye fısıldadı. "Her şey için hazırım."

Daha önce İsmail Hoca'nın koleksiyonu için bu tempoyu ve heyecanı yaşamıştım. Ama şu an her şey benim kalemimden çıkmaydı. Sonuçları ne olursa olsun ben bu işi yapabilmiştim.

Müzik başladı ve modeller, Artemis'in "Paris" koleksiyonunu sunmak üzere podyumda yürümeye başladı. Işıklar, tasarımların üzerindeki her bir detayı aydınlatıyordu. Koleksiyon, tam da hayal ettiğim gibi, iki farklı şehrin ruhunu bir araya getiriyordu. Defile bittiğinde, davetliler ayakta alkışlıyordu. Tufan'la el ele podyumun sonuna yürüdük. Flaşlar patlarken, gözlerimi Tufan'a çevirdim. Her şey, bir zamanlar hayalini kurduğumuz o mağazadan, dünyanın en büyük moda sahnelerinden birine taşınmıştı. Bu, sadece bir başarı hikayesi değil, aynı zamanda aşkın ve inancın bir eseriydi.

Paris defilesinin ardından hayatımız bir daha asla eskisi gibi olmadı. Dönüş uçağımızda bile Tufan’la birbirimize bakıp gülümsüyor, yaşadığımız o rüya gibi anın gerçekliğini sindirmeye çalışıyorduk. Artemis, uluslararası bir marka haline gelmişti.

İstanbul’a indiğimizde, bizi bekleyen daha büyük bir kaos vardı. Zehra, Paris’teki defilenin ardından gelen e-posta ve telefon trafiğini yönetmekte zorlandığını itiraf etti. Dünyanın dört bir yanından gelen toptan satış teklifleri, ortaklık davetleri ve yeni röportaj talepleri masamızda bir yığın oluşturmuştu. Artık sadece bir butik işletmiyorduk; yönetilmesi gereken, sürekli büyüyen bir organizasyondu bu.

Tufan, geceleri uyumak yerine finansal tablolarla boğuşuyor, Zehra ise yeni lojistik süreçlerini oturtmaya çalışıyordu. Ben de bir yandan tasarımlara devam ederken, bir yandan da markanın vizyonunu korumaya odaklanmıştım. Ancak, tüm bu yoğunluk, beklenmedik bir yorgunluğu da beraberinde getirmişti. Bir sabah, atölyede eskiz yaparken başım dönmeye başladı.

Tufan, endişeyle beni kolumdan tutup doktora götürdü. Muayene sırasında doktorun yüzündeki tebessüm, benim de gerginliğimin yavaş yavaş dağılmasına neden oldu. Odadan çıktığımızda, Tufan’ın eli terlemişti.

“Ne oldu? İyi misin Güneş? Bir şey mi var?” diye sordu nefes nefese.

Gülümsedim. Dudaklarımdan dökülen kelimeler, o anın tüm karmaşasını ve yorgunluğunu silip süpürdü: “Baba oluyorsun, Tufan.”

Tufan’ın yüzündeki ifadeyi hayatım boyunca unutmayacaktım. Şaşkınlık, inanmazlık ve ardından gelen saf, katıksız bir mutluluk. Gözleri doldu, beni kollarının arasına aldı ve o kadar sıkı sarıldı ki, nefesim kesildi. “Paris’ten daha büyük bir zafer bu,” diye fısıldadı kulağıma.

Hamilelik haberimiz, Artemis ekibine ve ailelerimize bomba gibi düştü. Annem ve babam mutluluktan havalara uçmuştu. İsmail Hoca, bizi arayıp tebrik ettiğinde, sesindeki gurur net bir şekilde hissediliyordu. Artemis, artık sadece benim hayalim değil, üç kişilik bir ailenin başlangıcıydı.

Bu yeni dönem, markamın üçüncü koleksiyonu için ilham kaynağım oldu. Hayatın bana verdiği en büyük armağan, en mucizevi başlangıç... "Nefes" adını verdim bu koleksiyona. Koleksiyonun ruhu, yumuşak dokunuşlar, akışkan kumaşlar ve anneliğin zarafetiydi. Eskizlerimi çizerken, her bir ipliğin yeni bir hayatı simgelediğini hissediyordum.

Tufan, tam bir "müstakbel baba" moduna girmişti. Artık atölyede değil, Zehra’nın masasının başında, işleri en aza indirmek için planlar yapıyordu. "Sen artık sadece dinlenecek ve yeni hayatımıza odaklanacaksın," diyordu. Zehra ise, bu haberle birlikte işine daha da sıkı sarılmıştı. Onun pratik zekası ve enerjisi olmasaydı, bu tempoya dayanamazdık.

Hamileliğimin altıncı ayında, bebeğimizin cinsiyetini öğrendik: bir kızımız olacaktı. Bu haberle birlikte Tufan’la aramızdaki bağ daha da güçlendi. Akşamları, işten yorgun argın döndüğümüzde, birlikte boğaz manzarasına karşı oturur, bebeğimizle konuşur, geleceğe dair hayaller kurardık.

Kızımızın dünyaya gelme haberiyle birlikte hayatımız, Artemis markasının geldiği uluslararası başarının bile ötesine geçen, yepyeni bir heyecanla dolmuştu. Tufan, "Baba oluyorsun" sözümle yaşadığı o saf mutluluk anından sonra tam anlamıyla bir 'koruyucu baba'ya dönüşmüştü. Zehra'nın lojistik ve pazarlama konusundaki yeteneği sayesinde ben artık atölyede daha çok vakit geçirebiliyordum. "Nefes" koleksiyonu, hamileliğimin altıncı ayında, içimdeki o mucizevi duygunun her bir yansıması olarak ortaya çıktı.

Kumaşların dokusunda anneliğin yumuşaklığını, kesimlerde ise hayatın verdiği o zarif gücü anlatıyordum. Tufan, atölyeye gelip beni izlerken, bazen elimi tutar, bazen de karnıma eğilip bebeğimizle konuşurdu. "Sen annenin en büyük ilham kaynağısın küçük hanım," derdi.

Doğum yaklaşırken, Tufan ve Zehra bana büyük bir sürpriz hazırladılar. Artemis'in ikinci mağazası açılıyordu! Üstelik bu sefer Boğaz'a nazır değil, Zehra'nın titiz araştırmaları sonucu Londra'nın en prestijli alışveriş caddelerinden birinde, uluslararası pazara açılan ilk pencere olarak. Zehra, "Global marka oluyorsak, koleksiyonlarımızın nefes aldığı bir yer de olmalı," diyerek beni kucaklamıştı. Bu, Tufan'ın "Gerekirse her şeyi satarız" sözünün ne kadar ciddi olduğunun kanıtıydı.

Kızımız, baharın ilk günlerinde, adeta yeni bir başlangıcın habercisi gibi dünyaya geldi. Ona "Lal" adını verdik. Lal, değerli bir taş, kıymetli ve nadir. Tufan'ın elini sıkıca tutarken, kollarımın arasındaki o minicik bedene baktım. Hayatımın en büyük eseri, en değerli parçası oydu. O an, Artemis'in isminin bende yarattığı o güçlü avcı tanrıça hissinin, yerini bambaşka bir güce bıraktığını hissettim: Anaçlık.

Lal’in doğumuyla birlikte, aylar süren yoğun çalışma temposunun ardından ilk kez tam anlamıyla yavaşlamıştık. Tufan, işten gelir gelmez ne yorgunluk dinler ne de e-postaları kontrol ederdi. Hemen Lal'i kucağına alır, onunla konuşur, gülüşünü izlerdi. "Boğaz'ın tüm ışıkları, onun gülüşünde sönük kalıyor," derdi her seferinde.

Lal'in ilk aylarında, Artemis'in dördüncü koleksiyonu için ilhamım da netleşmeye başladı. Markamızın hikayesi artık sadece benim "Yeniden Doğuş" mücadelemi ya da Tufan'la olan "İris" gökkuşağımızı değil, Lal ile başlayan yeni, ortak bir mirası temsil etmeliydi.

Koleksiyonun adı aklıma hemen geldi: "Miras."

Bu koleksiyon, geçmişimizin zenginliğini, geleceğe taşıyacaktı. Kumaşlarda ve renklerde İstanbul'un tarihi dokusu ile Paris'in modern zarafetini birleştirecektim. Lal'in uykuda olduğu huzurlu anlarda eskizlerimi çiziyordum. Her bir dikişte, her bir desende, Tufan’ın bana olan sarsılmaz inancını, Zehra’nın dostluğunu ve İsmail Hoca’nın o ilk günden bugüne süregelen desteğini hissediyordum.

Zehra, "Miras" koleksiyonu için harika bir pazarlama planı hazırladı. Londra mağazası, koleksiyonun lansmanının yapılacağı yer olacaktı. Bu, Artemis'in artık uluslararası moda dünyasında kalıcı bir iz bırakacağının göstergesiydi.

Lansman günü geldiğinde, Londra'nın o kalabalık caddesi, İstanbul'daki ilk açılış günümüz gibi hareketliydi. Fakat bu sefer, benimle birlikte yanımda sadece Tufan değil, küçük bir beşikte huzurla uyuyan Lal de vardı.

Tufan elimi tuttu. "Bak, senin Miras'ın," diye fısıldadı. "Sadece bu tasarımlar değil, yarattığın bu dünya."

Mağazanın vitrininde, "Miras" koleksiyonunun en çarpıcı parçası, "Lal Elbisesi" adını verdiğim tasarım duruyordu. Yumuşak, ipeksi bir dokuya sahip, anne ve kız arasındaki o güçlü bağı anlatan, iki parçalı bir tasarımdı.

Davetliler arasında gezinirken, bir kadın yanıma yaklaştı. İngiliz aksanıyla, "Sadece tasarımlar değil, bu markanın arkasındaki hikaye inanılmaz. Avcı tanrıça Artemis'in, şimdi nasıl bir annenin zarafetine dönüştüğünü görmek harika," dedi.

Gülümsedim. Artemis, avcılığı ve gücü temsil ediyordu; ama artık benim için, hayallerini avlayan, zorluklarla savaşan ve sonunda kendi mirasını yaratan bir kadının hikayesiydi.

Lal, pusette mışıl mışıl uyurken, Tufan elini omzuma koydu. Birlikte, Londra'nın hareketli caddesinden yayılan ışıklara baktık. Aramızdaki sessizlikte, kelimelerden daha güçlü bir anlaşma vardı. Fırtınaların ardından gelen gökkuşağı, şimdi bir Miras yaratıyordu. Bu sadece bir mağaza, bir defile ya da bir koleksiyon değildi; bu, bizim ortak hayatımız ve ebedi aşkımızın bir kanıtıydı.

Biliyorum, önümüzde daha nice zorluklar, daha nice koleksiyonlar vardı. Ancak artık biliyordum ki, her zorluğun üstesinden gelecek güce sahiptik. Çünkü biz, sadece bir iş ortağı değil, aynı zamanda birbirinin en büyük Miras'ı olan bir aileydik.

Lal’in doğumu ve “Miras” koleksiyonunun Londra’daki görkemli lansmanı, Artemis’i uluslararası moda sahnesine sağlam bir şekilde yerleştirmişti. Londra mağazası, kısa sürede markanın Avrupa’daki ana üssü haline geldi. Zehra, artık sadece bir iş ortağı değil, markanın global vizyonunu yöneten, vazgeçilmez bir CEO gibiydi. Onun keskin zekası, finansal tablolarla boğuşmaktan yorulan Tufan’ın omuzlarındaki yükü büyük ölçüde hafifletmişti.

Lal altı aylıkken, hayatımızın ritmi yeni bir dengeye oturmuştu. Sabahları atölyeye erken gidiyor, Lal uyanana kadar çizimlerimi bitiriyor, günün geri kalanını ise kızımla geçiriyordum. Tufan, artık her ne kadar sık sık Londra ve diğer Avrupa şehirleri arasında mekik dokusa da, her dönüşünde sanki aylardır görmemiş gibi Lal’e sarılırdı.

Bir akşam yemeği sonrası, Lal uyuduktan sonra, Boğaz’a nazır terasımızda oturmuştuk. Tufan elinde iki fincan kahveyle yanıma geldi. Yüzünde, uzun bir düşüncenin ardından gelen bir ifade vardı.

"Güneş," dedi, kahvesini yudumlamadan önce. "Büyüyoruz. Ama bu büyüme bizi bir sonraki adıma zorluyor. Zehra, Amerika pazarına girmemiz gerektiğini söylüyor. Özellikle New York ve Los Angeles'ta büyük bir potansiyel var."

Amerika... Bir zamanlar, sadece bir hayalden ibaret olan Paris Moda Haftası'ndan sonra, şimdi de okyanus ötesi bir kıta kapımızı çalıyordu. Kalbim hızla çarpmaya başladı.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordum, heyecanı gizleyemeyerek.

"Düşüncem net. Gideceğiz. Ama bu sefer, acele etmeyeceğiz. Artemis, artık bir butik değil, büyük bir organizasyon. Bu hamle, çok daha büyük bir yatırım ve çok daha detaylı bir planlama gerektiriyor."

Ertesi gün, Zehra, Tufan ve ben, New York hamlesinin ilk toplantısını yaptık. Zehra'nın hazırladığı sunumda, rakamlar ve grafikler, Amerika pazarının Artemis için bir sonraki "Yeniden Doğuş" olacağını gösteriyordu.

"Güneş, bu koleksiyonun adı 'Arayış' olmalı," dedi Zehra. "Kendi kimliğimizi, Amerika pazarında arayışımız. Ama aynı zamanda, Amerika'da yaşayan her kadının kendi zarafetini arayışı."

Koleksiyonun ilhamı, New York'un mimarisinden, Los Angeles'ın güneşli enerjisinden ve Amerika'nın o dinamik, sürekli hareket eden ruhundan gelecekti. “Miras”taki anne-kız temasını devam ettirerek, her parçada kadın gücünü ve kendine ait olmayı vurgulayacaktım.

“Arayış” koleksiyonunun tasarlama süreci, Lal’in çevrede emeklemeye başladığı döneme denk geldi. Atölye, artık sadece kumaş ve ipliklerle değil, Lal’in kahkahalarıyla da doluydu. Tufan, İstanbul’daki işleri Zehra’ya devrederek, New York’a odaklanmıştı. O, Amerika’daki potansiyel mağaza yerleri ve finansal ortaklıklar için mekik dokurken, ben de çizimlerime devam ediyordum.

Yoğun bir çizim gününün ardından, Tufan'dan gelen bir görüntülü aramayla masadan kalktım. Yüzü gergin görünüyordu.

"Bir sorun mu var Tufan? New York'ta bir aksilik mi çıktı?" diye sordum telaşla.

"Hayır, hayır Güneş. Her şey yolunda," dedi, sesinde garip bir tını vardı. "Sadece... Sana bir şey göstermem gerekiyor."

Telefonu çevirdi. Ekranda, modern, cam bir binanın önünde duruyordu. Bina, New York'un en prestijli caddelerinden birinde, Beşinci Cadde'deydi.

"Burası..." diye fısıldadım.

"Evet, burası," diyerek gülümsedi. "Artemis'in New York'taki ilk mağazası olacak. Ama asıl sürpriz bu değil. Burayı, sadece kiralayabilirdik. Ama biz... satın aldık."

Nefesim kesildi. Beşinci Cadde'de bir bina satın almak... Bu, sadece bir ticari başarı değil, bir efsaneydi. Bu, Tufan’ın bana verdiği o ilk mağaza sürprizinin, uluslararası bir arenadaki yansımasıydı.

"Tufan, sen inanılmazsın," diyebildim sadece, gözlerim dolarak.

"Biz inanılmazız Güneş," diye düzeltti. "Ve bu bina, Lal'in mirasının bir parçası olacak. Ama şimdi asıl konuya geliyorum. Bina anlaşmasını bitirdik. New York'ta kalıyorum. Ve... Zehra da Los Angeles'taki lojistik ağı kurmak için bir ay içinde yola çıkıyor. Yani, bu 'Arayış' sadece markamız için değil, aynı zamanda bizim için de yeni bir hayata geçiş demek."

O an, içimde bir yerlerde o ilk heyecan, o ilk mağaza açılışındaki telaş yeniden canlandı. Lal ile birlikte New York'a taşınmak... Yeni bir başlangıç, yeni bir macera... Ama bu sefer, arkamızda koca bir başarı hikayesi ve yanımızda Lal’in varlığı vardı.

New York'a taşınma süreci, Zehra'nın lojistik dehası sayesinde şaşırtıcı derecede pürüzsüz geçti. Beşinci Cadde’deki mağazanın restorasyonu devam ederken, biz de Manhattan’daki yeni evimize yerleştik. Tufan, her zamanki gibi her detayı düşünmüştü. Boğaz manzarasına alışık bir İstanbul kadını için, Central Park’a nazır, huzurlu bir daire bulmuştu.

“Arayış” koleksiyonunun lansmanı, Beşinci Cadde mağazasının açılışıyla birlikte planlandı. Bu, Artemis'in Amerika'ya merhaba deyişi olacaktı.

Lansman gecesi, mağazanın önü, New York sosyetesi, moda editörleri ve uluslararası basının temsilcileriyle doluydu. Tufan, kapıda Lal'i kucağında tutuyordu. Lal, geceye özel tasarladığım, “Arayış” koleksiyonunun minyatür bir parçası olan, gökkuşağı tonlarında bir tulum giymişti.

Mağazanın içinde, her tasarım New York'un ruhunu yansıtıyordu. Keskin, geometrik hatlara sahip, Manhattan silüetinden ilham alan ceketler; Central Park'ın yeşilini yansıtan zarif ipek elbiseler... Her parçada, Amerika'daki o "kendini arama", "kendini bulma" temasını işliyordum.

Mikrofonu elime aldığımda, gözlerim önce Tufan'a, sonra kucağındaki Lal'e kaydı. Boğaz'da başlayan o küçük hayalin, buraya, New York'un kalbine ulaştığını görmek, tarifi imkansızdı.

"Bu koleksiyonun adı 'Arayış'," diye söze başladım. "Ama bu arayış sadece kıyafetlerde değil, aynı zamanda hayallerimizde de var. Ben, Tufan’ın inancıyla, Zehra’nın desteğiyle ve sevgili kızım Lal’in bana verdiği yeni nefesle kendi kimliğimi aradım ve buldum. Artemis, artık sadece bir marka değil, fırtınalarla savaşan ve her seferinde daha güçlü doğan bir ailenin hikayesidir."

Konuşmam bittiğinde, alkışlar yeri göğü inletiyordu. Tufan, yanıma gelip elimi tuttu ve kulağıma fısıldadı:

"Sana bir sürprizim daha var Güneş. New York'a gelmeden önce, İsmail Hoca'yı aradım."

Şaşkınlıkla ona baktım. "İsmail Hoca mı? Neden?"

"Bize katılıyor," dedi Tufan, gözleri parlayarak. "Bunca yılın ardından, artık akademik kariyerinin sonuna geldiğini söyledi. Artemis'in 'Sanat ve Kültür Danışmanı' olarak, Amerika operasyonunda bize destek olacak. Hem de Lal'e dedelik yapacak."

Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. İsmail Hoca'nın ilk günden beri süregelen o sarsılmaz inancı, şimdi bu yeni maceranın bir parçası oluyordu.

Artemis, Beşinci Cadde'deki yeni eviyle, Amerika'da hızla yükselirken, biz de yeni bir şehirde, daha büyük bir aile olarak hayatımıza devam ediyorduk. Zehra Los Angeles'ta operasyonu kurmuş, İsmail Hoca Manhattan'daki dairemizde Lal'e masallar anlatmaya başlamıştı.

Artık biliyordum ki, aşk, azim ve inançla örülmüş bu hikaye, yeni kıtalarda, yeni şehirlerde, daha nice harika koleksiyonlarla devam edecekti. Çünkü biz, sadece bir iş kurmamıştık; biz, bir Miras yaratmıştık.

 

 

..........

Geldik sona...

Bayağı bir düşündüm son bölüm hakkında. Kaç kere okudum, kaç kere yazdım bilmiyorum. Son hali bu oldu umarım beğenirsiniz.

O kadar yaşadığı şeyden sonra Güneş mutlu sonu hak ediyordu diye düşünüyorum.

Ben bu hikayeyi ilk olarak Wattpad de yazdım. Daha sonrasında malum orada yazamayınca burada devam ettim. Orada başladığım tarihten bu yana tam bir yıl sekiz ay onyedi gün geçti. Tıpkı Güneş'in hayatının en zorlu dönemini geçirdiği gün gibi. Umarım yaşadığımız her zorluğun mükâfatını en iyi şekilde alırız. Sizleri seviyorum..

Bölüm : 16.10.2025 12:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Burcu Parlak Sağsöz / Dönme Dolap (KİTAP OLUYOR) / 60. Bölüm(Final)
Burcu Parlak Sağsöz
Dönme Dolap (KİTAP OLUYOR)

17.14k Okunma

4.63k Oy

0 Takip
67
Bölümlü Kitap
TANITIM...KARAKTERLER...1.Bölüm - Davetsiz Misafir...2.Bölüm - Hayal Kırıklığı...3.Bölüm - İkili Oynamak...4.Bölüm - Karar Zamanı...5.Bölüm - Geçmişten Gelen...6.Bölüm - Bazı Sırlar...7.Bölüm - Zor Cevaplar...8.Bölüm - Eskiye Özlem...9.Bölüm - Bir Gelin, Bir Damat, Bir Bank...10.Bölüm - Zoraki İşler...11.Bölüm - Karmaşık Bir Gün...12.Bölüm - Küçük Bir Kaçamak...13.Bölüm - Bir Nefes Kadar...14.Bölüm - İz Peşinde...15.Bölüm - Sobe...16.Bölüm - NKA17.Bölüm - Kötü Biten Gece...18.Bölüm - Yeni Bir Soru...19.Bölüm - Senin Yüzünden...20.Bölüm - İlk İtiraf...21.Bölüm - Sürpriz...22.Bölüm - Kilit...23.Bölüm - Okulda Son Gün...24.Bölüm - Eski Sevgili...25.Bölüm - Bela Geliyorum Dedi...26.Bölüm - Belirsizlik...27.Bölüm - Kaybetme Korkusu...28.Bölüm - Ağır Kayıp...29.Bölüm - İtiraf...30.Bölüm - İşler Çözülüyor...31.Bölüm - Baskın...32.Bölüm - Bir Mektup...33.Bölüm - Hayatımın Gerçeği...34.Bölüm - İşler Sarpa Sarıyor...35.Bölüm - Babamın Gerçeği...36.Bölüm - Baş Belası...37.Bölüm - Kontrol Delisi...38.Bölüm - Ummadık Taş Baş Yarar..39.Bölüm - Yeni Bir Bela...40.Bölüm - Dertleşmek...41.Bölüm - Heyecan...42.Bölüm - Davetiye...43.Bölüm - Sona Yaklaşıyoruz...3k için teşekkürler❤️❤️4k için teşekkürler ❤️❤️5k için teşekkürler ❤️44.Bölüm - Kaçırılma...45.Bölüm - Büyük Yüzleşme(Ara Final)...46.Bölüm - Önemli Kararlar...10k için teşekkür ederim ❤️❤️❤️47.Bölüm - Yeni Bir Başlangıç (Part1)48. Bölüm Yeni Bir Başlangıç (Part-2)49. Bölüm - Küçük Kıvılcımlar...50. Bölüm51.Bölüm52. BölümBölüm 5354.Bölüm55.Bölüm56. Bölüm57. Bölüm58. Bölüm59. Bölüm60. Bölüm(Final)KİTAP OLUYOR!!!!!
Hikayeyi Paylaş
Loading...