
Bazı sırlar ne zamana kadar saklı kalabilir? Mezara kadar gider mi, yoksa en olmadık zamanda gün yüzüne mi çıkar? Birilerinden bir şeyler saklamak sizin de göğsünüze taş oturmuş hissi verir mi? Ya da nedir bunun tam adı? Korku, çaresizlik, kararsızlık..
Birilerine bir şey olur mu korkusu ve bunun getirdiği çaresizlik ve kararsızlık. Ortaya çıksa bir türlü, çıkmasa başka türlü olan dertler...
"Kızlar benim beş dakika lavaboya gitmem lazım, idare edin beni olur mu?" deyip kızların bir şey sormasına fırsat bırakmadan kalkıp hızlıca sınıftan çıktım.
Hızlı adımlarla koridoru bitirip merdivenlerden bir üst kata çıktım. Dört katlı okulda bizim sınıfımız üçüncü, kütüphane dördüncü kattaydı. Kütüphanenin önüne geldiğimde kapı birazcık açıktı. Yavaşça kapıyı aralayıp içeri girdim. Öndeki masada ellerini yüzüne tutmuş, dirsekleri masada kara kara düşünüyordu.
"Geldim, ne diyeceksen hemen söyle, ders başladı, gitmem lazım Mert" dedim. Mert ile yan yana görünme fikri beni korkutuyordu.
***
Mert.. Talihsiz bir şekilde tanıştığımız bu hayatta, şanssız olan insanlardan. Esmer, uzun boylu, simsiyah gözleri olan bir arkadaşım kendisi. Dokuz yıl önce çocukken ailesini kendisinin de içinde olduğu bir trafik kazasında kaybetmişti. Araba şarampole yuvarlanmış, kendisi ise açık olan camdan tesadüfen fırlayarak arabadan çıkmıştı.
Yuvarlanmaya devam eden araba ise Mert'ten bayağı bir uzaklaşmış ve belli bir zaman sonra patlamıştı. Mert vücudunun çeşitli yerlerinde toplam dört kırıkla tabiri caizse mumya gibi haftalarca hastanede yatmıştı. Çok zor bir kazadan mucize şekilde kurtulmuştu.
Peki ben bu hikayenin neresindeydim. Bende o gün aynı yolda teyzemin arabasıyla geçiyorduk o yoldan. Sesleri duyunca kayıtsız kalamadık tabi ki. Teyzem hemen polisi aradı, polisle konuşurken bende ağlamaya çalışan Mert'in acı seslerini duymuştum. Ağlamaya çalışan diyorum, çünkü kırıklarının acısından dolayı muhtemelen ağlamaya bile mecali yoktu. Hali gerçekten de çok kötüydü.
"Teyze şurada bir ses var" deyip biraz aşağı doğru gittiğimde acı içinde kıvranan Mert'i gördüm.
"Teyzeciğim sen yukarıda dur, ben bakayım" dedi ve Mert'in yanına gitti teyzem. Mert'in o anki durumu içler acısıydı. O hali şu an bile gözümün önüne geliyor. Teyzem o an Mert'i kıpırdatamayacağını anlayınca mecburen ambulans ve polisi beklemeye koyuldu. O sırada da Mert'e "Az kaldı ambulans yolda geliyor. Sen çok güçlü bir çocuksun" gibi sözlerle moral vermeye çalışıyordu. Kısa süre sonra polis ve ambulans aynı anda geldi. Ambulanstaki görevliler dikkatlice Mert'i sedyeye taşıyıp hızlıca gittiler. Bizde teyzemle polise neler gördüğümüzü anlatıp Mert'i götürdükleri hastaneye gittik. Sonrasında polislerden arabada ailesinin olduğunu öğrenince onu bir daha yalnız bırakmadık.
***
"Güneş iyi görünüyorsun, kendini toparlamana sevindim" dedi tereddütlü bir sesle. Bir şey diyecekti belli ki ama lafa giremiyordu. Umarım kötü bir durum yoktu.
"Daha iyiyim, sağol. Beni bunun için çağırmadın herhalde, değil mi Mert. Bir sorun mu var?" diye sordum. Bir an önce sadede gelmesi lazımdı.
"Aslında evet. Benim biraz paraya ihtiyacım var" dedi neredeyse fısıldayarak.
"Tamam ne kadar, ders arasında vereyim hemen" dedim hızlıca.
"Beş bin" dedi ve başını öne eğdi.
"Ne.. O kadar parayı nereden bulayım Mert, lütfen ama. Babamla olanları biliyorsun. Tam olarak sorun ne peki?" diye sordum.
"Telefon iyice perte çıktı kullanamıyorum artık. Teyzenden bu kadar parayı istemeye yüzüm yok. Günlük işlerden de bu ara ses çıkmıyor. Lütfen Güneş, az kahrımı çekmedin biliyorum. Ama bu parayı senden başka kimseden istemem" dedi mahçup bir ifadeyle.
"Yanımda biraz var, ders arasında onu vereyim. Kalanını da bir iki güne halletmeye çalışacağım." Derin bir nefes alıp verdim.
"Çok teşekkür ederim Güneş. Gerçekten hakkını ödeyemem, çok sağol." Mert kolumu sıvazlayarak gülümsedi
Gözlerimi Mert’ten ayırmadan, kütüphanenin loş ışığında yüzüne düşen gölgeleri izledim. O an, sadece para değil, başka bir şey istediğini hissettim. Belki bir güvence, belki bir sırdaş. Ama ne olursa olsun, bu yükü tek başına taşıyamayacak kadar yorgundu.
“Tamam,” dedim sessizce. “Ama bir şartla. Bu sadece para meselesi değilse, bana dürüst olacaksın.”
Başını kaldırdı. Gözleri bir anlığına benimkilerle buluştu, sonra hızla kaçırdı. “Güneş… O kazadan sonra bazı şeyler hiç düzelmedi. Sadece dışarıdan toparlanmış gibi görünüyorum.”
Kalbim sıkıştı. Mert’in sesi, yıllardır bastırılmış bir acının yankısı gibiydi.
“Ne demek istiyorsun?” dedim, sesim titreyerek.
“Telefonumda bir şey var,” dedi. “O günle ilgili. Kazadan hemen önce babamın bana gönderdiği bir ses kaydı. Arabada tartışıyorlardı. Annem bir şeyler öğrenmişti. Babamın bir ilişkisi olduğunu… O ses kaydını yıllarca dinleyemedim. Ama geçen hafta, telefonum son nefesini vermeden önce açma cesaretini gösterdim. Dinledim. Ve Güneş… O kazanın bir kaza olup olmadığından artık emin değilim.”
Sanki kütüphane bir anda daraldı. Raflar üzerime doğru eğildi, nefesim kesildi. “Ne diyorsun sen Mert…”
Mert başını ellerinin arasına aldı. Gözleri dolmuştu ama ağlamıyordu. Sanki yıllardır içinde tuttuğu bir şey nihayet çatlamış, dışarı sızmaya başlamıştı.
“Ses kaydında annem ‘Artık yeter, her şeyi öğreneceğim’ diyor. Babam ise ‘Bu arabada konuşulacak şeyler değil, sonra pişman olursun’ diye bağırıyor. Sonra bir fren sesi… Sonra çığlıklar. Ve sonra sessizlik.”
İçimde bir ürperti dolaştı. O kazanın sadece bir trajedi değil, belki de bir hesaplaşma olduğunu düşünmek… Mert’in yıllardır taşıdığı yükü hayal bile edemiyordum.
“Telefonun hafıza kartı hâlâ sağlam mı?” dedim, sesim fısıltıya dönmüştü.
“Evet. Ama ekran tamamen gitti. Kartı çıkarıp başka bir telefona takmam lazım. O yüzden paraya ihtiyacım vardı. Yeni bir telefon değil belki ama en azından kartı okuyacak bir şey.”
Bir an düşündüm. Babamın eski telefonları arasında bir tanesi hâlâ çalışıyor olabilirdi. “Benim evde bir telefon var. Hafıza kartı girişi de var. Bu akşam getiririm sana. Ama Mert… Bu kaydı dinlemek bizi nereye götürür bilmiyorum. Hazır mısın?”
"Görüşürüz Mert" hemen kütüphaneden çıktım. Sınıfa doğru hızlıca giderken kafamda birkaç soru işareti vardı. Bir yıla yakın zamandır Mert kendi başına tek katlı müstakil bir evde yaşıyordu. Teyzemin evin kirasina ve masraflarına yardım ettiğini biliyordum. Kendisi de okuldan sonraki zamanlarda ufak tefek işleri de yapıp para kazanmaya çalışıyordu. Ara sıra benden ufak miktarda para isterdi. Ama bu kadar parayı ilk defa istiyordu, bu yüzden biraz şaşırmıştım.
Düşünceli bir şekilde sınıfın kapısını çaldım ve içeri girdim. Coğrafya dersiydi ve öğretmenimiz İrfan Canay masasında oturmuş kitap okuyordu. Lise son sınıf olduğumuz için yaklaşan üniversite sınavlarına hazırlık olması açısından dersin kısa bir bölümü konular anlatılıp kalan zamanda test çözüyorduk. Birçok ders bu şekilde geçiyordu.
"Girebilir miyim" diye sordum.
"Gel bakalım" dedi İrfan Canay gözlüklerinin üzerinden. Sınıf test çözmeye başlamış, kendisi de kitap okuyordu.
"Kendimi pek iyi hissetmiyordum da lavaboya gitmiştim, özür dilerim" dedim sadece. Yalan söylemekten hoşlanmıyordum ama doğruyu anlatamazdım.
"Şu anda iyiysen sorun yok." İrfan öğretmen pek inanmış gibi durmuyordu, ama üzerinde de durmadı ve kitap okumasına devam etti.
"Daha iyiyim, teşekkür ederim. Yerime geçeyim ben" dedim ve sırama oturdum.
Hızlıca test kitabımı çıkardım ve masaya koydum. Ön sıradan Müge bana "neyin var" dercesine kaş göz yapıyordu. Yanımdaki Beren ise kitabın üst köşesine "İyi misin kuzum" yazdı. Bende altına büyük harflerle "Gayet iyiyim" yazdım. Yazımı görünce Beren'de, Müge'de test çözmeye devam ettiler.
Kafamdaki soruları bırakıp önümde duran sorulara odaklanmalıydım. Üniversite sınavına az bir vakit vardı ve hayatımın devamında bu sınavdan alacağım sonuç çok büyük önem arz ediyordu. Bu yüzden çalışmaları ihmal edemezdim.
Yaklaşık yarım saat sonra ders arası olmuştu. Kafamı toparlayıp yanımdaki parayı Mert'e ulaştıracaktım. Yanımdaki yedi yüz yetmiş lirayı bir defterin arasına koyup bahçeye indim kızlarla beraber. Etrafa baktığımda Mert'i köşede bir bankta yanında muhtemelen sınıf arkadaşı olan başka bir çocukla otururken gördüm. Mert stresli bir şekilde arkadaşını dinliyordu.
"Kızlar ben iki dakikaya geliyorum" dedim ve Mert'in ve arkadaşının olduğu banka doğru gittim ve Mert'e yaklaştım.
"Mert merhaba, defterini getirdim. Notlar için teşekkür ederim" dedim bozuntuya vermeden. Gözlerine dikkatlice bakıyor olmamdan, defterin içinde paranın olduğunu anlamıştı.
"Ne demek rica ederim" dedi Mert, defteri aldı. Bende kızların yanına döndüm.
"Hayırdır Güneş, kim o çocuk" diye sordu Müge sırıtarak.
"Mert'le kütüphanede tanıştık geçen sene tesadüfen. Derslerinde başarılı biri ve haftalar önce ondan bazı notlar istedim. Şimdide götürdüm geri verdim gördüğün gibi" Hiçbir şey yokmuş gibi davranmak zorundaydım.
Mert kendisiyle tanışıklığımızı kimsenin bilmesini istememişti. Hatta öyle ki babam bile bilmiyordu Mert'i. Teyzem kocasının erken vefatından sonra yalnızlığını Mert ile dindirmişti. Ona kol kanat germiş, ailesinden birisi olarak görmüştü. Kocasının ölümünden sonra hamileyken kaybettiği çocuğunun yerine koymuştu. Dolayısıyla teyzem ve benim dışımda kimsenin Mert ile olan alakamızdan haberi yoktu.
"Güneş bu çocuğun pek çalışkan bir tipi yok gibi. Emin misin derslerde bir başarısı olmasına" diye sordu Beren. Kendisinin çalışkan biri olması, başkaları hakkında yorum yapma hakkı vermişti.
"Bravo Beren'ciğim sende mi yani. Yalan söylüyorsun de bir de tam olsun. Hem çalışkan tipi yok ne demek ya. İnsanın yüzüne bakınca anlaşılıyor mu" diye çıkıştım.
"Öyle demek istemedim. Yüzünde tuhaf bir şey var anlamadığım. On yedi on sekiz değil de otuz yedi otuz sekiz gibi" dedi Beren kararsız bir halde.
Onca yaşadığı şeyi bilseydin gider tebrik ederdin Beren. Mert tanıdığım en güçlü insanlardan biri. Berbat bir hikayesi var ve tek başına mücadele vermeye çalışıyor. Keşke tam anlamıyla ona destek olmamıza izin verse. Sanırım içten içe gurur duyuyorum onunla.
"Okuldan sonra işlerde çalışıyormuş, belki yorgunluktandır" dedim konuyu kapatmaya çalışarak.
"Aman, hadi neyse içeri girelim" diye lafa girdi Müge. Dersin başlamasına az bir vakit kalmıştı. Son iki ders için sınırlarımıza döndüğümüzde dersimiz matematikti ve yine diğer dersler gibi kısa bir konu anlatımı sonrasında test çözmeyle günü bitirmiş olduk.
Kızlarla beraber bahçeden çıkıyorken birinin bana seslendiğini duydum. Bana seslenen kişi Tolga'ydı. Orta boylu, hafif kilolu, kumral bir çocuktu.
Müge ve Beren adımlarını hızlandırıp bizden uzaklaştılar. Sabah Müge'nin anlattıklarını hatırlayınca Tolga'nın o koca burnundan tutup okulda sürükleyesim vardı. Ama sakin olmalıydım ve olacaktım.
"Merhaba Güneş, nasılsın, ne zamandır görüşemiyoruz" diyerek Tolga yanıma geldi.
"Daha iyiyim, sağol teşekkür ederim." İnsanlara yalandan iyiymiş gibi davranmak sinir bozucuydu.
"Güneş ben bir şey diyecektim" diye söze başladığı sırada çıkış kapısında Mert'in siyah kapüşonlu, görüntüsünden hiç hoşlanmadığım birine para verdiğini gördüm. Benden telefon için para istemişti ve şimdi bu siyah kapüşonlu kişiye para veriyordu.
"Güneş.. Duyuyor musun beni" diye Tolga'nın koluma dokunmasıyla irkildim.
"Kusura bakma Tolga sonra konuşalım" diyerek hızlıca yanından uzaklaştım.
"Güneş nereye" diye kızların arkamdan seslendiğini duymuştum. Cevap vermeden yoluma hızla devam ettim. Ama ben çıkış kapısına koşturana kadar Mert gözden kaybolmuştu.
Bütün zor zamanlarında destek olduğum, yanında olduğum Mert, neden yalan söyleyerek böyle bir şey yapmıştı ki?
Beğenip yorum yapmayı unutmayın...
Soranlar için Instagram: brc_prlk
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 17.14k Okunma |
4.63k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |