4. Bölüm

BEYAZ YALAN

Buket Demir
bukettdem

keyifli okumalar...

 

Zifiri karanlık koğuş koridorunda tek ışık koridorun en sonunda yanıyordu. Üzerimde yine aynı beyaz gecelik ve kolları yırtık bordo hırkam. Sertçe yutkundum “ben kurtulmuştum ama…ben kaçtım” etrafımda dönüp kapıları zorlamaya açık bir kapı bulmaya çalıştım “heeeey” yumruklarımı demir koğuş kapılara vurdum “kimse yok mu?” Karanlık koridorda korkmamı umursamayarak koşmaya başladım “çınaaar” telaşla ne yapacağımı bilemeden koşturup kapıları yumrukluyordum.

Ben koştukça uzayan koridorda nefes nefese baktım. Koridorun bir ucunda yanan ışık yanmaya devam ediyordu fakat benim koştuğum diğer uçta da yanmaya başlayınca şaşkınca etrafıma baktım “çınar nerdesin?” Yine ses gelmeyince ellerimi saçlarıma götürüp karıştırdım “çınar nerdesin?” Gözlerim dolmaya başlayınca çınarı kaybettiğim düşüncesi beynimde alarm veriyordu “füsü” sol tarafıma baktığımda elindeki oyuncaktan bile sayılmayan ip makarasıyla onu gördüm. Derin bir nefes verip bir adım atacaktım ki bir ses durmamı sağladı “kelebeğim” kalbimin ortasına kor alev düştü. Bu hasret kaldığım ses… bu lakap…yavaşça arkamı dönmemle tahminim doğru çıktı “narin” yanağında gamzesiyle bana gülümsedi. Titrek bir nefes boğazımdan geçip ciğerlerimi yaktı “narin” ismi dudaklarımdan o kadar özlem dolu çıkmıştı ki gözlerimden yaşlar anında akmaya başladı. Sağ elimi ona uzatıp bir adım ona atmıştım ki çınarın sesini tekrar duydum “beni bırakacak mısın?” Arkamı döndüğümde yüreğimi ağzıma getiren o görüntüyü gördüm. Çınarın arkasında simsiyah çarşaflarıyla rahibe duruyordu… siyah eldivenli eliyle çınarımın boğazını sıkı sıkıya tutuyordu. Korku ve nefretle bağırdım “çek ellerini ondan” çınars doğru bir adım atmıştım ki narinim sesiyle yine durdum “beni kurtarmayacak mısın?” Gözlerimden akan yaşla bir narine bir de çınara baktım. Ne yapacaktım ben?

Aklıma gelen şeyle ağlamayı durdurup narine baktım “ama sen…” son kelimeyi söyleyemeden ağzımı kapattım. Füsun… bu bir rüya, sen çınarı kurtardın, narin beş sene önce öldü.

 

Narinin hasret kaldığım yüzüne sırtımı dönüp bana onu kurtarsam da hala ihtiyacı olan çınara döndüm. Ben doğru olanı yapıyorum… kasıpan bacaklarımı birden hızla hareket ettirip çınara doğru koşmaya başladım.

 

~

Kapı sessizce açılınca refleksle kalkıp hafifçe çınarı sakladım. Odayan giren barlastı. Gözleri şaşkınca beni görünce hemen kendine geldi "sen uyumadın mı?" Başımı olumsuzca salladım, odaya sessizce girip dolaptan bir iki parça eşya çıkarıp yatağa koydu "madem uyumadın, sen daha fazla donmadan şu kıyafetleri giy" bir kalın kıyafetlere birde barlasa baktım "eylüle sana kıyafet vermesini söylemiştim ama herkesi kendi gibi sanıyor" kıyafetleri yatağın üzerine bırakıp tekrar dolaba dönüp bir iki parça kıyafet çıkarıp bana döndü "biraz işim var, evdekilere uyanınca söylersin" şaşkın bakışlarımla onu onayladıktan sonra odadan çıktı. Üşüdüğümü anlamış olmalıyıdı ki bana kıyafetlerinden veriyordu. Koyu yeşil sweati kaldırıp baktığımda bana büyük olacağını o an anladım. Fazla seçeneğim yoktu ve daha fazla üşümek istemiyordum bu yüzden yatak kalkıp sweati ve gri kalın eşofmanı da giyip aynada kendime baktım. Tahmin ettiğim gibi olmuştu, tabiri caizse içine düşmüştüm. Duyduğun araba sesiyle gittiğini anladım. Daha sabah bile olmadan nereye gidiyordu ki?

Aynadaki kendime bakıp, sana ne acaba füsun diyip çınarın alnındaki bezi alıp soğuk sudan geçirdikten sonra bu sefer boynuna koydum. Ateşi ne çoktu nede azdı. Çınarın bağışıklığı çok düşük bir çocuktu bebekliğinden berisürekli hasta olurdu. Rahibelerede güvenmediğim için çınara hep ben bakardım. O insanlar çınara asla dokunamazdı buna hiç izin vermemiştim. Çınarın odası da benim için bir nevi siperdi. O savaşta kendimi çınarın odasında dinlendiriyordum. Çınarı saçlarını okşayıp yüzünü izlerken gözlerini araladı.

 

Yüzümdeki hafif gülümsemeyle alnından öptüm "çınarım, nasılsın?" Minik elini yanağıma koydu "füsücüğüm" şefkatle yanağını okşadım "söyle birtanem" uykudan hala gözlerini açamıyordu "biz neredeyiz?" Çınara herşeyi olduğu anlatacaktım, ondan birşey saklamayı sevvmiyordum... söylediğim tek yalan ise hücreye atıldığım zamanlar gerçeği söylemek yerine beni ormanların koruyucusu olduğumu bilmesiydi çünkü benim yerimde olan kimse beş yaşındaki bir çocuğa hücreye atıldığını söyleyemezdi "hatırlıyor musun? Senin odan benim siperimdi" başını salladı "işte burası da bir siper" saçlarımı eliyle okşamaya başladı "nasıl yani?" Yutkundum "şöyle, burası sen iyileşip toparlanana kadar bizim siperimiz. Bu evdeki insanlar bizi evlerine alarak iyilik yaptı" kısık sesiyle konuşuyordu "nasıl yani, rahibeler gibi değiller mi?" Başımı salladım "değiller birtanem" başını sallayıp beni onaylayınca ona bizi anne- oğul sanmalarını da anlatmam gerektiğini fark ettim "ama bir şey daha var çınar" beni dikkatle dinlemeye başladı "biliyorsun kimseye nereden geldiğimizi söyleyemeyiz... bu yüzden güvenliğimiz için bir yalan söylemek zorundayız" çınar kaşlarını endişeyle çattı "ama yalan söylemek kötü birşey" bunu ona ben öğretmiştim elbette. Birgün rahibeler benim hücrede olduğum zaman çınarın odasına gelip çınarı korkuttuğunda çınar bana söylememişti bu yüzden ona yalan söylemenin kötü birşey olduğunu anlatmıştım "bu kötü bir yalan değil birtanem. Bizim güvenliğimiz için söylememiz gereken beyaz bir yalan sadece"

"Beyaz yalan mı?"

"Evet birtanem"

"Beyaz yalan ne demek?"

"Beyaz yalan kimseye zarar vermyene yalan demek" durup düşündü "peki hangi beyaz yalanı söyliycez" yutkunup cesaretimi topladım "bu evdeki insanlar bizi anne- oğul sanıcaklar" yüzü biraz düştü, gözlerime baktı ve dudaklarını aralayıp "ama benim annem-" ona izin vermeden hemen onu onayladım "evet birtanem senin annen narin bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez. Fakat bunu dediğim gibi güvenliğimiz için söyliycez" hafifçe başını salladı "tamam o zaman öyle yapalım, herhalde bu beyaz yalan yüzünden annem üzülmez" söylediği kelimeyle gözlerim anında dolup sağ gözümden bir yaş aktı "üzülmez birtanem. Annen özgür olmamızı isterdi çünkü" küçük parmaklarıyla gözyaşımı sildi "ağlama" saçlarını okşayıp alnını öptüm "hadi bakalım biraz daha uyu saat daha çok erken" başını sallayıp bedenini hafifçe sola döndürüp iki elinide yanağının altına koydu.

     

Sırtımdaki kambur sanki daha fazla kendini belli ediyordu son zamanlarda. Narinin yokluğunda onun oğlunu büyütmek... dünyanın en keder verici şeyiydi. Çınara arkamı dönüp tutamadığım gözyaşlarımı akıtmaya başladım. Günden güne sahipsüzliğim canımı daha çok yakıyordu. Kimsesizdim ve bu çok acı verici birşeydi. Kendimi farklı bir evrende gibi hissediyordum, bu benim hayatım değilmiş gibi. Sanki ben rüyadaymışım ve uyanınca asıl hayatıma dönecekmişim gibi.

 

Kaçtım, o bok çukurundan kaçtım. Fakat dış dünyaya hazır değilim. Gözlerimi açtığımdan beri o kuyuda hapisim ve dış dünya neye benzer, nasıldır bilmiyorum. Hazır değilim ve çınarı bu dünyada nasıl koryacağımı bilmiyorum. Yorganın altına girip saatlerce ağlayıp gözyaşı dökebilirim. Ama bunu yapamam... güçlü olmak zorundayım.

Yatağın karşısındaki dolap aynasından kendime baktım. Mavi gözlerim kızarmış, iki omuzum neredeyse birbirine değecekti. Bir kadın her zaman güçlü olmalı" derdi narin. Benden daha cesurdu daha yürekliydi. Ben onun gibi miyim bilmiyorum ama eğer ortada cesurca yapmam gereken birşey varsa yaparım, özellikle çınar için. Duruşumu dikleştirdim, gözyaşlarımı elimin tersiyle silip kendimi cesaretlendirdim o bataktan kaçan sendin kızım, sen cesursun sakın unutma.

 

Aradan geçen dört saatin ardından saat sekize doğru geliyordu. Çınarın ateşi o duştan sonra düşse de şimdi yeniden alevleniyordu sanki ve öksürmeye de başlamıştı. Ne yapacağımı bilemiyordum, odadan çıkmaya çekiniyordum ama yapıcak başka birşeyim yoktu. Çınarın alnını öptüm "bekle geleceğim" ayağa kalkıp kapıyı açtıktan sonra kokuların geldiği yere yani mutfağa girdim. O kız mutfaktaydı, eylül. Elindeki kabın içinde durmadan birşeyi karıştırıyordu.

Cesaretimi toplayıp sesimi temzileyince su yeşili olan gözleri beni buldu. İlk önce üzerimdeki kıyafetleri fark edince hafif gözlerini kıstı "ateş düşürücünüz var mı? Çınarın ateşi bir türlü düşmüyor da" kabın içindeki şeyi çıkarıp lavabonun içerisine bıraktıktan sonra çekmeceden kepçe çıkarıp kabın içerisine koydu "bizde çocuklar için ateş düşürücü var ama senin ateşini ne dindirir onu bilemem" söylediğini anlamayınca "efendim?" Dedim sorar gibi. Başını sallayıp tavaya elindeki şişeyle birşey püskürttü "birşey demedim. Aç acına olmaz getir çocuğu kahvaltı etsin" söylediği şeyle onun hakkında tam iyi düşünücekken tekrar lafa girdi "senin için hala düşüncem aynı. Ben sadece çocukları severim" hafifçe başımı salladım "anladım" arkamı dönüp odaya tekrar girdikten sonra çınarın yanına ilerledim "hadi kalk bakalım kahvaltı et sonra ilaç içicez" çınar baygın bedenini zar zır ayağa kaldırdı. Ona uzattığım elimi tutup benimle mutfağa ilerledi.

 

Eylül ocağın başında hala uğraşıyordu. Ne yaptığını bilmiyorum ama kokusu çınarın merakını uyandırmıştı. Bana bakıp sorar gibi bakınca bende ona dudak büküp bilmediğimi işaret ettim. Mutfağın diğer kapısında adını hala bilmediğim adam girince gözleri ilk beni daha sonra çınarı buldu. Elindeki çay bardağını tezgaha bırakıp hafifçe gülümsedi "demek çınar bu yakışıklı çocukmuş. Kahvaltıdan sonra unutmayalım da sana benim küçüklük kıyafetlerimden verelim" çınar çekimser davranıp elimi daha sıkı tuttu "otursanıza davetiye mi bekliyorsunuz?" Eylülün uyarısıyla yuvarlak masanın duvar tarafındaki sandaleyesine oturup çınarı kucağıma aldım. Adam da karşımızdaki sandalyeye oturdu "hadi eylül birşyler yiyelim de ormana dönmem lazım" eylül elindeki tabakla masaya döndü "tamam başlayın işte" çınar masaya koyulan yuvarlak kabarık şeye hayranca bakıp bana döndü. Ne olduğunu bende bilmiyordum elbette o çukurda sabah kahvaltısı denen birşey yoktu, sadece bir kepçe çorba.

Eylül çayların koyarken bize baktı "ne bakıyorsunuz başlasanıza. Toprak abi çınara şu pancake yeme şeklini göster" adamın adı toprak, çınarın kokusuna mest olduğu bu şey pancakedi. Toprak başındaki bereyi kulaklarına daha çok çekti "eveeet masada pancake varsa bunu çınarın da öğrenmesi lazım" toprak eline bir pancake alıp arasına kavanozdan aldığı kahverengi şeyi sürüp üzerine bir adet daha pancake koydu "işte, hazır" çınara doğru uzatınca şüpheyle bana baktı. Ona gözlerimle onay verince gülümseyip pancaki büyük bir mutlulukla ısırdı. Eylül ve toprak hayretle çınara bakıyordu "çok mu sevdin?" Toprağın sorusula çınar başını salladı "sevdim"

"O zaman çınar bey için bir tane daha bol çikolatalı geliyor" çınarın gülümsemesi yüzünde daha çok yayılınca eylülle toprak birbirine baktı ve aynı anda "gamzesi vaar" dedi. Bu durum beni soft hale getirse de gamzesini annesinden aldığı gerçeği aklıma gelince içten içe hüzünlendim.

 

Eylülün gözleri üzerimdeydi hissediyordum ama onunla göz göze gelmek istemiyordum. Sessizce öylece oturuyordum. Çınar, toprakla şakalaşarak kahvaltı ediyordu ben ise ekmeğin köşesinden tırtıklıyordum. Beş senedir yaptığım gibi... o hücreye girince verdikleri bir kepçe çorbayı bile vermiyorlar sadece bir dilim ekmek veriyorlardı. Midem aksine alışık değildi, çınarı cezbeden pancake kokusu bile beni cezbetmiyordu. Yemek yemek benim için alışıldık bir şey değildi çünkü.

 

Kahvaltı bittikten sonra oturma odasında oturuyorduk. Çınar, eylülden çekiniyordu bu yüzden yine kucağımda oturmayı tercih etmişti. Elindeki ilaç poşeti ve kaşıkla eylül yanımıza geldi. İlk kutuyu uzattı “şu eteş düşürücü” ikinci kutuyu uzattı “bu da öksürüğü için” kutuları alıp şişeyi kutudan çıkarıp sallamaya başladım tam o esnada toprağın sesi duyuldu “ben çıkıyorum eylül” eylül ona dönüp “barlas abimden haberin var mı? Ona ulaşamıyorum” barlasın bana tembihlediği şey ile lafa atladım “sabah gördüm bir işi varmış bizimkilere söylersin dedi” ikiside ilk bana bakıp daha sonra birbirlerine baktıktan sonra toprak montunu giyip evden ayrıldı.

Eylül ise karşımızdaki koltuğa oturup bacak bacak üstüne attı “her şeyden de haberin var” eylülün söylediğini umursamadan elimdeki şurup şişesini sallamaya başladım. Çınar gözlerini açamaz halde başını göğsüme koymuştu “çınar” ismini sessizce söyleyince kafasını kaldırdı “bu ilacı içmen gerek birtanem” kaşığa biraz ilaç alıp ona verdikten sonra ilacın kapağını kapatıp ateşini anlamaya çalıştım.

 

Giderek çıkıyordu sanki. Onu kucağımdan indirip başı bacağıma gelicek şekilde koltuğa yatırdım. Eğer çınarın ateşi düşöezse ne yapardım bilemiyorum. Kıvırcık buklelerini parmağıma dolayıp sonra geri bırakıyordum. Eylül ise karşımızdaki koltukta telefonuna bakar gibi yapıp göz ucuyla bizi izliyordu. Beni sevmemişti bunu çok net belli ediyordu zaten. Ama endişelenecek bir şey yoktu, çınar iyileşince gidecektik bir daha bizi görmeyecekti bile.

 

Yaklaşık bir saat sonra çınar hala uyuyor eylül masada önündeki kitaplarla uğraşıyor ben ise öylece çınarı izliyordum. Kapıya takılan anahtar sesi ile o tarafa dönünce gelenin barlas olduğunu gördüm. O da kapıdan içeri girer girmez gözleri beni buldu. Yutkunup arkasından kapıyı kapattı “hoşgeldin kaçak abicim. Sabah sabah nereye gittin?” Ceketini çıkarıp portmantoya astıktan sonra salona girdi “sen abine hesap mı soruyorsun?” Eylül ona dil çıkarıp telefonu eline aldı. Barlas ise önümüzde diz çöküp çınarı süzdü “ateşi düştü mü?” Bana yönelttiği soru ile gözlerine baktım “hayır, pek değil. Hatta sanki daha da artıyor” barlas tam çınara dokunacakken durdu “benim ellerim soğuk ürkütmesin şimdi onu ateş ölçer nerede?” Sehpayı gösterince ateşölçeri alıp çınarın koltuk altına koydu. Büyük bir hayranlıkla çınarı izliyordu “kahvaltı yaptınız mı?” Eylül söze girdi “merak etme abicim misafirlerine iyi bakıyorum” barlas dönüp kardeşine samimi bir gülümseme gönderdikten sonra ayağa kalkıp odasına doğru ilerleyince eylülde masa başından kalkıp koşarak peşinden ilerledi. Büyük ihtimalle ne zaman gideceğimizi soracaktı, ya da başka bir şey yada yanılıyorum.

 

Çınarın koltuk altından ateş ölçeri alıp baktığımda ateşinin otuzsekiz olduğunu gördüm. Elimdekini bırakıp çınarın üzerşndeki ona büyük gelen tişörtü çıkarıp atletiyle bıraktım “birtanem beni duyuyor musun?” Gözlerini aralayıp bana baktı “füsü” allahtan beni duyuyordu. Onu koltuğa yatırıp ne yapacağımı düşünmeye başladım “n’oldu?” Eylülün sesiyle ona döndüm “ateşi yükselmiş yine” aklıma gelen soğuk su kasesi ile harekete geçtim. Odaya ilerleyip kapısını açmamala barlası üzeri çıplak görmem bir oldu “çok özür dilerim” arkamı döndüm “kaseyi alıcaktım şey, ben yani çınarın ateşi çıkmış da”

“Yine mi?” Odanın içindeki yürüyüş seslerinin ardından sesini arkamda duydum “al şu kaseyi soğuk su doldur” ona bakmamaya çalışıp kaseyi aldıktan sonra mutfağa ilerledim.

Musluktan biraz su alıp havlu parçasını içine bıraktım. Tekrar çınarın yanına gidip önünde diz çöktüm. Havluyu sıkıp çınarın alnına koydum. O sırada odada üzeri giyili barlas çıktı.

Az önceki görüntüyü unut

Az önceki görüntüyü unut

 

Üzerindeki mavi kazakla içeri girip çınarın yanaklarına dokundu bir yandan da elindeki telefonla uğraşıyordu “hiç mi düşmedi?”

“Sabaha karşı biraz düşmüştü sonra tekrar çıktı” barlas içeriye doğru ilerleyince arkasından salak gibi bakakaldım ama hızla toparlayıp çınara odaklandım. Havlu parçasını boynuna alnına tutuyordum, irkiliyordu ama gözlerini açmakta zorluk çekiyordu. Barlas tekrar içeri girdiğinde telefonu kulağına götürdü “kardeşim benim arabayı acilen bana getirmen gerek, ama hemen” telefonu kapatıp yanıma geldi “seni duyuyor mu?” Başımı salladım “ama gözlerini açmakta zorluk çekiyor”

 

Çınarın altına soğuk havlu koymaya devam ettim, barlas bir iki kere telefonu çalınca dışarı çıkıp konuşup gelmişti. Eylül ise pür dikkat sessizce bizi izliyordu bir köşede. Çok geçmeden kapı açılınca içeri barlas ve arkasında tanımadığım biri girdi içeri. Eylül ayağa kalkıp abisine bir iki adım attı fakat arkasından geleni görünce durdu. Barlasın arkasındaki adamın gözleri beni bulunca barlasın koluna vurdu “n’oluyor lan” barlas çınara yaklaştı “hadi gidiyoruz” ben daha nereye diye soramadan çınarı kucağına aldı “hırkasını koy omuzlarına üşümesin” dediğini yapıp lacivert hırkasını omuzlarına koyup peşinden kapıya ilerledim. Barlas ayakkabılarını giyerken ben buraya topuklularla geldiğimi hatırlayıp durdum.

Benim ayakkabım yoktu ki

Çınarın da yoktu

Barlas beynimden geçenleri anlamış gibi bana döndü “eylülün ayakkabılarını giy şimdilik” eylüle bakamadım çünkü buna da sinirlenecek hatta laf sokucaktı öyle de oldu “tabi canım evime çömüş ayakkabıma çökse ne olur” utana sıkıla eylülün beyaz ayakkabılarını giyip hızlı adımlarla arabaya giden barlasın peşinden ilerledim. Fakat gözüme çarpan şeyle gözlerimi kıstım. Bu arada barlasla dün gece geldiğimiz araba değildi. Bu arada yüksek bir arabaydı.

Fazla üstelemek istemeden barlasın benim geçmem için açtığı kapıdan ilk ben girip daha sonra çınarı kucağıma aldıktan sonra kapıyı kapatıp direksiyon başına geçti. İşte şimdi sorumu sorabilirdim “nereye gidiyoruz?” Dikiz aynasından simsiyah bakışlarıyla gözlerime kısa bir an baktı. Arabayı çalıştırıp yola koyulduktan sonra sıkıntılı bir nefes verdi “hastaneye” dün gece söylediği şeyle kaşlarımı çattım “kimliğimiz yok bizim barlas” anında cevap verdi “halledicem merak etme” nefesimi sıkıntıyla bırakıp çınara odaklandım, öylece uyuyordu.

 

Barlas arabayı o kadar hızlı sürüyordu ki ağaçlı yollar bir çizgi halini alıyordu sanki, fakat bu hız beni korkutmuyordu.

Araba nihayet ana yola çıktıktan beş dakika sonra arabayı hastane girişinden sokup arabaların olduğu yere park etti. İlk kendi inip arka kapıyı açınca çınara uzandı “ben hallederim” deyince gözlerime ciddiyle baktı “sırası değil” çınarı kucağına aldıktan sonra bende dışarı çıktım. Barlas arabadan uzaklaşmadan sweatin kapüşonunu kafama örttü “açma” dediğini yapıp kapüşonu kafama çekmesine bir şey demedim fakat çınarında hırkasını başına doğru çekince anlamaya çalıştım… neden?

Bölüm : 28.11.2024 16:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...