Başlamadan önce buraya bir ⚓ emojisi bırakalım mı?1
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
10. BÖLÜM
Bölüm Şarkısı:
Pinhani- Dünyadan Uzak
Yolculuklar bana göre bir nevi anahtardı. Yeni hayatlara ve yeni insanlara açılan kapıların anahtarıydılar. Bundan seneler önce kaybolmuş bir anahtar geçti elime. Yanımda annem vardı. O anahtar bize Gürcistan'ın, Batum'un kapılarını açmıştı. Ancak yol arkadaşım o anahtarı elimden alıp beni geldiğimiz yoldan geri göndermişti. O günden sonra kimseyle bir anahtarı paylaşmadım. O anahtar hangi kapıyı açacak olursa olsun ben bir başımaydım. Çünkü dönüş zamanımı kendi başıma belirlememin tek yoluydu yalnız kalmak. Çünkü başkası varsa anahtarı kaybedip yolda da kalabiliyordu insan...
Bugün yıllar sonra ilk kez o anahtarı bir başkasıyla paylaşıyordum. Ve aslında biliyordum ki anahtarı paylaşsam da yine bir başımaydım...
"Üstüne bir şal alsaydın keşke, üşüyeceksin..." diyen yol arkadaşıma baktım. Düşünceli ve kibar cümlesi, ardında başka anlamlar gizliyordu. Dişlerinin arasından çıkan sözcükleri bize o başka anlamlar hakkında ipucu veriyordu çünkü...
"Klimanın havasını biraz azalt." Dedi, o başka duyguların asıl muhatabı olan kişi, yani eltim. Yani gelinliğimi tasarlayan insan...
"Emredersiniz yengeciğim. İsterseniz alevli meyve tabağı da uzatayım arkaya..." diyen Derya göz ucuyla bana bakıp yola dönünce güldüm. Muhtemelen rol yapıyordu. Çünkü bana kıskanç biri olduğunu söylemişti bir keresinde... Sırf insanlar ona 'Ne geniş adam!' demesin diyeydi bu tepkileri...
Ne yalan söyleyeyim az kaldı ben bile inanacağım kıskandığına...
Tabi o kadar da değildi... Sevgilisinin bekâretini bile sorun etmeyen, insanların giyim kuşamına saygı duyan ve bana karşı en ufak bir şey hissetmeyen Kaptan'cığımızın beni kıskanmayacağına emindim... Onun kıskanç biri olması başka konularla ilgiliydi...
Telefonum titredi. Mesaj hemen arkamızda oturan arkadaşımdan gelmişti.
-Daha yırtmaç detayıyla yüzleşmedi ve şu an tek tepkisi straplez olmasına...
Doğru diyordu. İnşallah kalp krizi geçirme rolü falan yapmazdı...
Gelin arabasını Derya kullanıyordu ve ben de yanındaki yolcu koltuğunda oturuyordum. Nilay, Gözde ve Yaprak ise arkamızda oturuyordu. Küçük bir konvoyla Rize'ye yola çıkmıştık. Rize'ye vardığımızda biz Ayder Yaylası'na direkt geçecektik. Diğer arabalar ise direkt düğün evine gidecekti. Düğün salonuna gitmeden iki saat önce biz de düğün evinde olacakmışız ve bu süre kızların hazırlanması için yeterliymiş... Büyük eltim öyle söylemişti...
"Bir şeyler açsana dinleyelim." dediğimde gözleriyle arabanın müzik sistemini işaret etti. "Bağlan telefonuna, kafana göre takıl." diyerek göz kırptı. Pislik, kesin kızları bu hareketlerle tavlıyordu. Bu elindeki gücü kötüye kullanmaktır düpedüz! İyi ki gerçekten evlenmiyorduk! Ben bu dertten kafayı sıyırırdım...
Telefonumun Bluetooth'unu açıp bağlandım ve müzik çalarda kısa bir gezinti yaparken gözüm eski bir şarkıya takıldı. Ve tıkladım.
Arabanın içini dolduran melodi sanıyorum ki herkesi memnun etmişti. Arkamı dönüp kızlara ellerimle işaret verdim. Sahne alışkanlığı işte... Hep beraber şarkıyı söylemeye başladık. Odun müstakbel kocam hariç tabi, o gülerek bizi izlemeyi tercih ediyordu.
Tek bir ümit uğruna yaşıyoruz hepimiz
Mutluluğun ardından koşuyoruz hepimiz
Kimi pulda parada, aşkı arar kimimiz
Düşünür kara kara, ağlar çaresiz...
Derya'ya eğildim ve elimi omzuna koydum. Bakışları yüzüme değince genişçe gülümsedim ve bağırarak nakaratı söylemeye başladım.
Ağlama arkadaş, ağlama aşk için
Şu kısacık hayatta bu yaşlar niçin?
Ağlama arkadaş, ağlama aşk için
Bu günler geri gelmez, gider gençliğin
İkinci nakaratta o da bize katılmıştı. Bağırarak olmasa da mırıldanarak söylüyordu.
Boş ver, boş ver arkadaş, başka bulursun
Bütün kalbin sevinçle, neşeyle dolsun
En kötü günlerimiz hep böyle olsun
Mutluluklar bizimle elem yok olsun
Tüm şarkıyı aynı neşeyle söylerken önümüzdeki araçlardan biri dinlenme tesisine girince mola yapacağımızı anlamıştım. Tam o an son nakaratı söylediğimiz için bu gereksiz ayrıntıya takılmadım. Aman molaysa molaydı. Dururduk iki dakika...
"Bir ihtiyacın var mı? Bak Ayder yaylasında çok zorlanırsın..." diyen Derya'ya başımı iki yana sallayarak cevap verdim. Evden çıkmadan önce tuvalete gitmiştim. Tuvaletim gelmese de. O andan sonra da hiç sıvı tüketmediğim ve bir şey de yemediğim için bu sorunu ortadan kaldırmış olduk. Hem haberi yok ama yırtmaçlı gelinliğim sağolsun o kadar da çile değildi. Uzun eteği azıcık uğraştırıyordu o kadar...
"Ne alayım peki size? Ne yersiniz?" diye sordu genel olarak hepimize. Kollarımı çarpı gibi yaptım... "Bana bir şey alma."
"Sabah da bir şey yemedin!" dedi Gözde sitemle. Bakışlarımı arkama çevirdim. Gözde'yi en şirret bakışlarımla azarlarken Derya iç çekti. "Bisküvi falan alırım. Düşüp bayılacağını hissettiğinde söylersin. Hiç seni taşıyamam valla!"
Bu kez gudubet bakışlarım devreye girmişti ve muhatabı Derya idi. "Canım zaten nasıl taşıyacaksın beni? Sıska bir şeysin sen..."
Kör değildim elbette! Kaslarını görüyordum. Sadece inkâr ediyordum. Aklımı okuyacak değildi ya! Kaslarının benim için yetersiz olduğunu düşünüp dursun artık, napim?
"Oy kıyamam! Düğün gününde bile bizi düşünüyor görüyor musunuz kızlar? Ayaküstü bir stand up gösterisi sundu bize. Güldürdün vallahi..." dediğinde güldüm. Kızlar da güldü. "Ben o zaman sahnemi sana devredeyim. 3/A'dan Derya Balamir bize ben kaslı ve güçlü bir erkeğim şiirini okuyacak." dedim anons eder gibi. Gözlerini devirip sahte bir sinirle tıslayınca dil çıkardım.
"Ay yenge evde bize şenlik var bundan sonra! Şu eğlenceyi her gün izlediğimizi düşünsene!" dedi Yaprak kahkaha atarak.
Oo görümceciğim sen daha dur bu ne! Öyle bir şenlik var ki ufukta! Ne havai fişekler patlayacak, ne torpil atacağız biz. Hele kız kaçıranlar! Artık insanlar ona kaynana kaçıran diyecek. Ohoooo daha neler!
İmalı bakışlarımla tüm bunları Derya'ya anlatıyordum ama diğerleri ne yazık ki anlamıyordu. Derya imalı ifademe güldü. "İn hadi in temiz hava al." diyen Derya'ya gülerken inmek için ayağımı dışarı atmıştım ki omzumdan içeri ittirdi beni.
"Yok, vazgeçtim. İnme. Kal içeride. Üşürsün!" diye söylendi. Ancak derdi elbette açık omuzlarımdı. Hala yırtmaç ile ilgili bir şey fark etmemişti.
"Haziran ayındayız" dedim zorla gülümseyerek. Omuz silkti. "Karadeniz'deyiz. Her mevsim serindir, soğuktur." dediğinde kaşlarım havalandı.
"İyi, inşallah sen de gemideyken tişört falan çıkartmıyorsundur. Malum havalar serin burada!" dedim. Bu bir tehditti. Ve yutkunduğuna göre gayet net anlamıştı. O kıskanç bir kocaysa ben de kıskanç bir eş olabilirdim.
"Tamam, atlet giyerim bundan sonra..." dedi ve kapıyı yüzüme kapattı. Bari kapı açık kalsaydı da hava arabaya girseydi...
Bu da kendini role fazla kaptırdı ha!
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Yaklaşık üç buçuk saatlik yolun sonunda Rize'ye varmıştık. Ancak bizim bir yarım saat kırk dakika kadar daha yolumuz var dedi Derya...
Ay mızmız gelin diye anılmak istemiyorum ama her yer yeşil değil mi? Çek yol kenarına arabayı, çekelim bir kaç selfie işte! Ancak böyle bir şey söylesem kayın ailemden önce Gözde beni bir tepelikten atardı. Zira yeşilin bol olduğu kadar yamaçlar da boldu Rize'de...
Sonunda geldiğimizde arabadan inip etrafıma bakındım. Çok güzeldi. Zaten bu yüzden nam salmıştı. Yani ben değil de herhangi normal biri için çekilen çileye değecek kadar güzeldi. Ancak bence gerek yoktu. Ne ben öyle romantik ve sanatsal bir kişiliktim ne de çektiğim bu çilenin altını dolduracak bir sebep vardı... Çünkü sahteydi... Düğünüm de, düğün fotoğraflarım da...
Etraftaki tek tük dikilmiş müstakil köy evleri bu yeşilliğe tezat olsa da bu tezatlık bile mükemmel bir uyum yaratmıştı. Yüksekte olduğumuzdan kulaklarımda biraz basınç vardı ve rüzgâr aşağılara göre daha fazla esiyordu. Eteğimdeki yırtmacı zapt etmek bu yüzden daha da zordu.
"Aslında bu çekimin bir kısmını Avusor Yaylasında yapmak isterdim ancak hem zamanımız kısıtlı hem de kılık kıyafetimiz bu yolculuk için pek uygun değil." dedi Derya. Yüzünde mutluluk vardı. Memleketini çok seviyordu.
Ama sevgilisini daha çok seviyor ki seninle İstanbul'a taşınmayı kabul etti...
Doğru, aşka inananlar diğer her şeyi kolayca elinin tersiyle itebiliyordu. Bense onun tam aksiydim. Âşık olduğum şey biri değil bir mekândı... Evet, Galata Kulesi'ne olan zaafımı bir kenara koyarsak ben genel olarak İstanbul'a âşıktım. Bilemiyorum, belki yine bunun sebebi de Galata'ydı...
O ise etrafına benim Galata'ya baktığım gibi bakıyor olsa da , âşık olduğu kadın için buradan vazgeçmiş hatta vazgeçerken hiç tereddüt bile etmemişti...
"Avusor Yaylasını ilk kez duyuyorum." dedim nefes nefese yürürken. Çekim yapacağımız noktaya gitmek için bu kez tabana kuvvetti çünkü...
"Düğünden sonra getiririm seni." dedi gülümseyerek. Bazen insan bir şey yaparken sonuçlarını hesaba katamıyordu. Olabiliyordu yani bazen ama ben her seferinde yaptığım şeyin yeni bir sonucuyla yüzleşiyordum.
Ben bu işe evet derken Derya ile aynı odada kalacağımı hesap etmemiştim mesela...
Ben bu işe evet derken Derya'nın elini tutmam gerekeceğini ve belki de sarılacak kadar ileri gitmemiz gerekeceğini de hesaba katmamıştım.
Ben bu işe evet derken üç ay boyunca yabancı insanlarla aynı sofraya oturup onların sırlarını paylaşacağımı da hesap etmemiştim.
Ben bu işe sadece evet demiştim ve üç ay sonra özgür bir hayat yaşayacağım detayına öyle takılı kalmıştım ki resmin geri kalanını gördükçe şok geçiriyordum. Çünkü bu tabloda ben sadece mavi gökyüzü var sanıyordum ama bu tablonun geri kalanındada karlı dağlar, bataklıklar, dumanı tüten bir evin de var olduğunu ancak görebiliyordum.
"Sizin yayla eviniz var mı?" diye sordum ve elimle etrafı gösterdim. "Buralarda."
Başıyla onayladı. "Arkada kaldı. Görünmez buradan." Başımla onayladım. Dedemin de vardı yayla evi. Perşembe'de ve Çambaşında iki yayla evi vardı. İkisine de küçükken çok gitmiştim ancak annemle babam boşandığından beri ikisine de ayak basmamıştım. Zaten o zamandan beri sürekli bir kaçış ve uzaklaşma çabasındaydım.
"Sever misin yaylaları?" diye sorduğunda gülümsedim. "Gerçi pek sevecek bir tip değilsin." Gülümsemem genişlerken teessüf eder bakışlar atmayı da ihmal etmedim. "Severim. Yani küçükken severdim. Yine severim herhalde."
Niye sevmeyeceğimi düşündüğünü anlıyordum aslında.
"Hayret, İstanbul'a bu kadar âşık bir kız nasıl olur da yayla sever?"
"Aşka inanan insanlar genelde böyle düşünür. Sevgiyi kısıtlarlar. Oysa bir insan hem şehir hayatını hem köy hayatını sevebilir."
"Konuyu aşkla nasıl bağladın çok merak ediyorum?" diye sordu sesindeki ciddi hayretle.
Omuz silktim. "Aşk dediğiniz şey bir tercih. Bir kişiyi sevince diğerlerini silersin. Elbette bu olması gereken şey. Ama birini sevmek ile 'Şeyleri' sevmeyi karıştırıyor insanlar. Sonra zamanla hem 'o' birinden hem seçtiği o şeyden sıkılıyor. Sonuçta arkasında acıklı bir aşk öyküsü bırakıyor. Sonra da şarkılarda şöyle sözler oluyor 'Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk' Aslında kimse ölmek istemez. İnsanlar ölmeyi bayılmak sanıyor."
"Çok felsefik konuşuyorsun. Sözlerinin en yalın hali şu 'Niye başımı bağlayayım ki şimdi tüm çıtırlar benim.' ama bir gün aşık olursan anlarsın. Aşk için ölmek o kadar da kötü değil... Tabi dürüst olmak gerekirse ben de henüz o seviyeye gelmedim ama..."
Kahkaha attım. "Çıtır ya da kıtırlarla ilgilenmiyorum. Bir gün âşık olmam için aklımı yitirmem lazım. Ayrıca kast ettiğim o değildi. Elbette hayatını paylaşmak istediğin kişi tek olmalı. Demek istediğim insanlar aşkla o kadar kafayı bozmuş ki her şeyi öyle sevmek gerekirmiş gibi davranıyorlar. Kalabalığı seviyorsam yalnız kalmak istemeye hakkım yokmuş gibi mesela. Ya da siyah en sevdiğim renkse ve dolabımda beyaz bir şey varsa hemen parmakla gösterip yargılamaya hazırlar. Of gelmedik mi daha?" son cümlemi bağırarak önümüzden giden fotoğrafçıya söylemiştim. Bizi girişte bekliyorlardı ve on dakikadır beraber yürüyoruz. Gerçi Fotoğrafçı yaklaşık 15 metre önden ilerlerken, Gözde, Nilay ve Yaprak da bir o kadar arkamızda kalırken beraber yürüyorduk denebilir mi, emin değilim...
"Az kaldi celun hanim." dediğinde Derya belime sardı kolunu. "Kural falan çiğnemiyorum korkma. Her an aşağı yuvarlanacakmışsın gibi duruyorsun." dediğinde kaşlarımı çatıp burun kıvırdım.
"Ne güzel kurtulurdun sen de. Herkese aşk acısı çekiyorum diyerek Batum'a kaçar gününü gün ederdin." dedim gülerek. Gözlerini devirse de gülmüştü o da. "Allah korusun. Sen sağ kal ben yine Batum'a kaçmanın bir yolunu bulurum... Eee şey tabi senin yardımınla..." diye fısıldadı kulağıma. Nefesi boynuma değince mi yoksa esen rüzgâr yüzünden mi bilmiyorum ürperdim...
"Şu günü bir kazasız belasız atlatalım da bakarız." dedim. Sonunda fotoğrafçı durduğunda geldiğimiz yere baktım. Fırtına Deresi olduğunu düşündüğüm bir akarsuyun üstüne yapılmış bir taş köprünün yanına gelmiştik.
"Kale Köprüsü." dedi Derya eliyle göstererek. "Hala Köprüsü de denir. Düğün fotoğraflarının olmazsa olmaz mekânı." dediğinde gözlerimdeki hayranlıkla etrafı inceledim. Kendimi bir kartpostalın içine girmiş bir masal kahramanı gibi hissediyordum. Üstümdeki gelinlikle böyle hissetmem hiç de tuhaf değil iç sesim, sakın muhalefet olayım deme...
"Muhteşem gerçekten. Gözde biz de bir iki selfie çekinelim paylaşırız." dediğimde herkes bana tuhaf bir şey söylemişim gibi baktı.
Sanırım zaten tuhaf bir şey söylemiştim. "Yani sen bizi çek. Yani kocamla..." diye düzelttiğimde salak gibi gülümsüyordum. Gülümsemem rol olsa da salaklığım gayet gerçekti... Herkes bana gülünce Derya kolunu omzuma doladı. "Şöyle dudak dudağa bir selfie de fena olmazdı." dediğinde kaşlarım havalandı ve dişlerimin arasından tıslarcasına fısıldadım. "Harika olur, Valeria'ya gönderir fikrini alırız. Nasıl olmuş, profil yapalım mı diye?"
"Yok ben akıllanmıyorum. Boyumun ölçüsünü kaç kez aldı kız ama ısrarla tekrar ölçtürüyorum." diye fısıldadı kendi kendine ve kollarını omuzumdan ayırdı.
"Hadi başlayalım o zaman yolumuz uzun..." dedim ve köprüye doğru yürüdüm. İnşallah köprüden düşmeden bu günü sonlandırabilirdim...
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
"Asude biraz yavaş yürür müsün?" diye arkamdan bağıran aşırı müstakbel kocamı dördüncü kez duymazdan geldim.
"Yürümem! Bir an önce düğün salonuna gidelim ki sana hayır diyebileyim." dediğimde Yaprak ve Gözde açık açık kahkaha attılar, Nilay da dudaklarını birbirine bastırıp gülüşünü engellemeye çalıştı. Onlar sorun değildi de aşırı müstakbel olan ve bir kaç saat sonra müstakbel bile olamayacak kocamın da gülmesi sinirime dokunuyordu.
"Ya şaka yaptım sadece. Seni gerçekten köprüden itecek değildim." dediğinde hala utanmadan gülüyordu. "Biz küçükken çok yapardık düşecekti tuttum şakasını. Kimse sana yapmadı mı?" dediğinde durdum ve arkamı dönüp "Yaptı!" diye bağırdım. O da durdu. Hatta kızlar da gülmeyi kesti çünkü sanırım gözyaşlarım göz pınarlarımdan taşmış yanağımda kendine yol yapmıştı.
"Yaptı ama tutamadı! Düşmeyecektim ama düştüm. Dört yaşında 6 dişim kırıldı. Neyse ki dört yaşındaydım ve 7 yaşından sonra geri çıktı!"
Bu bir fobi değildi. Yüksekten korkmazdım ama insanların fobisi olmasa bile travmaları olabilirdi. Köprüdeki çekim bitince manzaraya bir an bakakaldığımda Derya'nın sırtımdan itip biraz sonra karnımdan tutup çekerek 'Düşecektin tuttum!" şakası yapması zaten sıkıntılı geçen günümün içine etmişti. Hala yüreğim kedinin ağzından zar zor kurtulmuş bir kuş gibi çırpınıyordu.
"Öz- Özür dilerim. Bilmiyordum..." diye mırıldandığında mahcup yüzünü inceledim bir süre ve hiçbir şey söylemeyip yürümeye devam ettim. Çünkü Önemli değil diyemeyeceğim kadar önemliydi ama bilmediği için yüklenmem de haksızlık olacaktı...
Avuçlarımın içinde avuçlarını hissettiğimde de bir şey demedim. Çünkü oyun oynuyorduk ve ben o oyunu böyle davranarak zora sokuyordum. O da toparlamaya çalışıyordu.
Boynumda nefesini hissettiğimde ürperdim yine. "Düşmeyeceksin. Çünkü seni itmeyeceğim gibi kim iterse de ben tutarım. Yanımda olduğun zaman boyunca bunu bil ve korkma." diye fısıldadığında göz ucuyla ona baktım. Diğer elinin başparmağıyla gözlerimin altını sildi. "Ağlama." dedi bu kez yine fısıltıyla. Davranışlarına bir anlam yükleyebiliyordum. Etrafımızda üçüncü kişiler vardı ve rol yapıyordu ama kimsenin duymadığı sözcüklerinin anlamı neydi?
Gözlerimdeki soru işaretlerini görüyor olmalıydı. Çünkü saklamıyordum ama cevap vermek yerine gülümsedi ve elimi daha da sıkı kavradı.
Arabaya varana dek de bırakmadı. Arabanın yanına geldiğimizde kapımı açıp oturmama yardım etti. Otururken de yırtmacım açılmasın diye dikkat ettim. Açıkçası böyle şeyleri sorun eden biri değildim ama yine de birazcık utanıyordum Derya'dan sanırım. Çünkü ara ara bakışları gerdanıma ve omuzlarıma takılıyordu ve o da bakışlarını utanıp kaçırıyordu. Bu haliyle küçük bir çocuk gibi tatlı olsa da eteğimdeki yırtmaç oldukça derindi... Vereceği tepkiden korkmuyordum elbette ama vereceği tepkiden utanıyordum. Tekrar ediyorum sürekli ama ben bu değilim ya...
"Daha iyi misin?" diye soran Yaprak'la dikiz aynasından göz göze geldim. Gülümsedim. Gülümsememin mahcup bir gülümseme olmasının sebebi ortamı germiş olmamdı.
"İyiyim. Sadece bu benim için bir travma." dediğimde Nilay "Kim yaptı peki?" diye sordu. "Erkek kuzenim. Yani ben dört o yedi yaşındaydı o zamanlar. O da çocuktu. Tutamaması ya da büyükleri taklit ediyor olması normal tabi de bu benim travmam olmasına engel olamadı maalesef."
Yaprak kıkırdadı. "Abim de senden üç yaş büyük." dediğinde gözlerimi sürücü koltuğundaki Derya'ya takıldı. Onun da dudağının kenarı kıvrılmıştı ancak daha fazlası olmazmış gibi bir ciddiyeti de vardı.
"Yani Ömer Faruk Abimin o zamanki boyutuyla kıyaslarsak elbette Derya şimdi beni daha rahat tutardı ki zaten tuttu da." dedim.
"Düğüne gelecek mi Ömer Faruk Abin?" diye sordu Derya. "İntikamını alayım." diyerek göz kırpınca tüm utancım ve gerginliğime rağmen kahkaha attım. Göz kırpmasının yarattığı etkiyi göz ardı etmeliydim. "Hayır, 6 ya da 7 yıldır görmüyorum. Hollanda'da yaşıyor."
"Tüh." dedi sahte bir hayıflanmayla. "Bizim evin arka tarafında dere vardı oraya düşerdi, tutamazdık onu." dediğinde Nilay "Aman kalsın, sen bizim kızı atma da suya." diyerek bana arka çıkınca arkama dönüp gülümsedim. Beni sahiplenmişti. Ben ona bakınca bana göz kırptı.
"Vayy demek öyle yenge hanım. Hatırlatırım ama." dediğinde Yaprak "Abi genelde senin işin yengeme düşüyor. Dua et unutsun ve çaktırma." dediğinde hep beraber kahkaha attık. Az önceki gerginliğimiz hepten yok olmuştu.
"Şu bisküvilerden ye Asude." dedi Derya arabanın ön paneline koyduğu bisküvi ve meyve suyu poşetini göstererek. Ancak hala aç değildim. Heyecanın sebep olduğunu bildiğim bir iştahsızlığım mevcuttu.
"Eve gidince yerim." dedim. Çünkü buradan direkt onların eve gideceğimizi biliyordum. Düğün salonuna gitmek için henüz erkendi.
"Keşke kına da yapsaydın." diyen arkadaşıma bakmadım, bunun yerine müstakbel sahte kocama çevirdim bakışlarımı. Bu konuda da annesi çok diretmişti ancak ne elime kına yakardım ne de kalkıp göbek atardım. Bu yüzden kesinkes reddetmiştim ve zaten sahte olduğu için de fuzuli bir masraftan kurtulmuştuk.
"Gözde... Düğünde kalk oyna işte. Çok gereksiz işler bunlar. Hiç hoşlanmam. Yok kızımız avucunu açmıyor aa niye? Çünkü kızımız açgözlü altın istiyor. Ne yapacak? Daha sonra kocasına verecek o da gidip kendine araba alacak. Sonuç kızımız kendi görgüsüzlüğüyle kaldı... Ve neymiş? Ama gelenekmiş..."
"Ay tamam sustum! Ne dertliymişsin sen de bu konuda! Alt tarafı kız kıza iki göbek atacaktık! Yaptığın hesaba bak!" diyerek beni kınadı ve arkada kıs kıs bu halime güldüler ama haklıydım. "Bu konuda sevgili müstakbel karıma katılıyorum. Kınadan hiç haz etmem." diyen Derya'ya çevirdim bakışlarımı.
"Tüh şu an pişman oldum. Keşke yapsaydık." dediğimde hepimiz kahkaha attık. Derya da gülerken gözlerini devirdi.
"Sen üzülme küçük yengeciğim ben sana abimin haz etmedikleri listesi yaparım. Hiç içinde kalmasın." diyen görümceme elimi havaya kaldırarak zafer işareti yaptım.
Derya'nın kızlarla yaptığım ittifaka söylenmeleriyle onların eve-konak da denebilir.- geldiğimizde etrafıma baktım. Merkezde olsak da her taraf yemyeşildi. Evleri bir site içindeydi ve bu sitede başka konaklar da vardı. Konak dememin tek sebebi site girişinde sitenin adıyla birlikte yazan 'konakları' ifadesiydi. Evler daha çok villa gibiydi. Ve inanılmaz güzeldi. Dedemin evi de çok büyük olmasına rağmen bu aile hissiyatını vermiyordu.
"Eviniz çok güzelmiş." dediğimde gülümsedi. "Artık senin de evin." dedi ve yine elimi tuttu. Bence bu kadar vıcık vıcık bir çift pozları kesmemize gerek yoktu ama Derya gerek gördüğü için sesimi çıkarmadım. Onun çöplüğündeydik ve ben henüz bu çöplüğe yabancı bir tavuktum. O yüzden kaptan horozun bir süre kendi çöplüğünde ötmesine izin verecektim. Bu benim koyduğum kuralları biraz esnetse de...
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Evde yemek yemekten kaçınamamıştım zira Nilay, Yaprak, Derya ve Gözde kolay lokmalardı ama gelin görün ki tek başlarına bile kolay lokma olmayan Mehpare Babaanne, Melike ve Diyar koalisyon kurup bana tepeleme bir tabak pancar sarması yedirmişlerdi. Ah tabi bu koalisyonun en çetin ve olduğu gibi görünmeyen gizli bir üyesi daha vardı. Mina...
Sürekli kulağıma 'Amcamın sevgilisi senden uzundu. Yemezsen uzayamazsın amcam seni atıp onu getirir." diyerek beni anlamsızca gaza getirmişti. Umuyorum ki burada gaza geldiğim yer boyumun kısalığına atılan laftı...
İnşallah Asude'cim de pek sanmıyorum...
Senin spekülasyonlarına gelmem canım iç sesim. Git uyu sen. Bu akşam seni çekemeyecek kadar aklım dolu...
Derya ile bu mevzuyu konuşmam lazımdı. Acilen bir psikoloğa görünmeliydim. Kendiyle kavga eden ve kendine düşmanlık güden çok fazla insan var mıdır? Bilemiyorum da bu durum artık beni de korkutuyordu...
Evin mutfağı Amerikan tarzı olsa da direkt salonun geniş kısmına değil, antresine bakıyordu. Bu yüzden kalabalığın sesini çok net duysam da önümden geçmedikleri sürece kimseyi görmüyordum. Yukarı inip çıkanları görüyordum ama herkes yukarı çıkmıyordu neyse ki. Derya mutfağın tezgâhına öbür taraftan yaslandı. "Nilay yengem seni çağırıyor hayatım. Makyajını düzeltecekmiş." deyince acilen masadan kalktım. Çünkü Melike ikinci tabağı doldurmak için önümden kaldırmıştı.
Derya yüzünden azıcık ağladığım için göz makyajım biraz bozulmuştu. Nilay aslında gelir gelmez 'Hadi düzeltelim' demişse de Derya'nın fişteklemesiyle Mehpare Babaanne beni keflemişti. Melike de ona arka çıkınca zorla mutfağa sokulmuştum. Sonra Diyar ve Nazif beni görmeye-ama aslında yabancı oldukları için sıkıldıklarından- mutfağa gelince onlara destek çıkmışlar ve tabağın tepeleme doldurulmasına sebep olmuşlardı. Diyar sürekli 'sen Pancar sarması çok seversin. Utanmana gerek yok' diyerek Mehpare Babaanneyi ve onun maşası olan Melike'yi ateşlemiş ve benim mide fesadı geçirmeme sebep olacak kadar çok yememe yol açmışlardı. Tabi Valeria fanı küçük Mina'yı da unutmamak lazım... O da beni gazlayarak manipüle etmişti.
İçeri girdiğim an gelinliğim herkesin -Ordu'ya gelmeyen herkesin- ağzını açık bırakmıştı. Çünkü bize yakışmaz diyerek istemedikleri ve hatta bu uğurda hastanelik oldukları Valeria kadar açık bir gelin olduğumu fark etmişlerdi. Çiçek Hanım Teyze'cim de tövbe estağfurullahlar çekerek Ayaz bebeği de alıp salona geçmişti. Gelinliğim sadece beni, görümcemi, eltilerimi, Gözde'yi, Gülbeyaz Ablayı, annemi ve her ne hikmetse Mehpare Babaanneyi mutlu etmişti. Sanırım sırf Çiçek Teyze'ye inat olsun diye de beğenmiş olabilirdi. Ya da Derya ile niyetimizi anlamış bize oh dedirtmiyordu. Bilemiyorum.
Derya ile salondan geçerken annemle göz göze geldiğimizde gülümsedi. Gülbeyaz Abla ile yan yana iki sandalyede oturuyorlardı. Çiçek Teyze de önlerine bir sandalye çekmiş konuşuyorlardı. Annemin gülümseyişine yapmacık olduğu muhtemelen belli, hafif bir gülümsemeyle karşılık verdim ve salonun önünden geçip merdivenlere geldik.
"Hazırlanabildiler mi onlar? Melike'nin de kıyafetlerini giymesi lazım." diye sordum. Herkes benim derdime düşmüştü. Benim yüzümden bir şeyleri eksik kalsın istemiyordum.
"Nilay'ın elleri sihirlidir. Koca Rize'de namı var." dediğinde güldüm. Rize o kadar da koca bir şehir değildi ama olsun. Bozmadım. Eltimin yeteneklerine güveniyordum. Rize azdı bile ona bence...
"Hem ne bu minnoş gelin halleri? İllallah ettirecektin, kendini sevdirmeyecektin ama bu ne hikmetse annem hariç herkes kız tarafı oldu. Bilgin olsun diye söylüyorum kız kardeşim ve yengelerim seninle tanışmadan önce Valeria'cıydı." diye sitem ederken aslında şakacı bir tavra sahipti ancak haklıydı. Ve söyledikleri aslında kastettikleriydi.
"Köprüyü geçelim bir. Başta sen herkes benden illallah eder. Bu hep böyle olmuştur. Fazla maruz kalınca çarparım adamı." dedim ve gülümsedim. Ancak anneme sunduğum kadar yapmacık bir gülümseme değildi bu.
Bir kapının önünde durduğumuzda Derya kapıyı tıklattı. İçeriden "Gelin gelin." diye seslenen Yaprak'la birlikte kapıyı açtık. Burasının Yaprak'ın odası olduğu çok açıktı. Çünkü bu oda benim Ordu'daki odamın renk tonları farklı hali gibiydi. Bir de biraz dağınık bir düzeni vardı. Yaprak, sen benim paralel evrendeki siluetim olabilirsin...
İçeri girince istemsizce ıslık çaldım.
"Hah içindeki kıro kişiliği de çıkardığına göre tüm yüzlerinle tanıştım diye umuyorum." dedi Derya alayla. "Kocişkom olmak istiyorsan aramıza en az bir kapalı kapı mesafe koy Kaptan Bey. Zira içimde henüz tanışmadığın ve tanışmamayı dileyeceğine emin olduğum cazgır bir kişilik daha var." dediğimde Derya'nın yüzüne bile bakmamıştım. Gözlerimi eltim ve görümcemin üstünden çekemiyordum.
Yaprak'ın üstündeki bordo tek kol dantel etekli elbise dizlerinin biraz altına geliyordu. Aslında tek kol detayı da omzunun altında kalıyordu. Modadan çok anlamadığım için ne denirdi bilemiyorum ama bordo rengi tam olarak Yaprak'ın rengiydi. Açık tenine çok güzel uymuştu. Kumral ve uçlara doğru rengi açılan saçları dümdüz fönlüydü ve dudağında yine bordo bir ruj vardı. Göz makyajı hafif tutularak dudakları öne çıkarılmıştı. Yine Nilay'ın elbisesi hem tenine hem de tarzına çok uymuş ve terzinin bazen kendi söküğünü de dikebildiğini gösterircesine başarısını gözümüze sokmuştu. Krem rengi ve dantel desenli elbisesinin üstünde siyah tülden bir parça boynundaki siyah kolye gibi bir şeyle tutturulmuş ve elbiseyle bütün oluşturmuştu. O siyah dantel yine etek gibi iki yanından uzanmıştı. Belindeki siyah bir kuşakla da üstüne oturmuştu. Karamel rengindeki saçları düzgün bir topuzla hafif üstten toplanmıştı ve Yaprak'ın aksine gözleri ön plana çıkaracak bir makyaj yapılmıştı. Yeşil gözlerinin makyaja ihtiyacı bile yoktu oysa...
Melike de çok güzeldi. Tarzı da çok cooldu ama Nilay söz konusuyken Murat Abinin ne kadar şanslı bir adam olduğunu düşünmeden edemiyordum. Aralarında tam olarak ne geçti bilmiyorum ama haddim olmayarak çok merak ediyorum. Neden araya başka kadın ve adam girdi?
"Bu durum hiç hoşuma gitmedi." dedim elimle Derya'yı dışarı çıkması için kışkışlarken. Ancak hala yüzüne bakmıyordum. Büyülenmiş gibi eltim ve görümcemi izliyordum. Keşke ben de gelinlik yerine güzel bir elbise giyebilseydim.
Asu'cum... Kurtlusun biliyorsun değil mi? Gelin olmak bile engellemiyor kurtlarını...
Ne alakası vardı? Ben mi istedim gelin olayım diye? Evet, sen istedin... O iş tam olarak öyle değil...
"Sizi kıskandı. Düğünde dikkatlerin hepsini üstüne toplayamayacak ya..." diyen Derya'ya çevirdim bakışlarımı. "Hayır diyorum Nikâh memuru bey." dedikten sonra duraksadım. "Diyeceğim Derya. Mutlu musun? Evlenemeden dul kaldık ikimiz de!"
Kızlar bize kahkahalarla gülerken Bir kapı açıldı ve Gözde o kapıdan çıktı. O da çok güzeldi. "Ya ben de lila giymek istiyorum." dedim dudaklarımı bükerek.
"Aa çattık! Delinin zoruna bak! Kızım sen gelinsin! Başrolsün falan..." diyen Gözde kahkaha attı.
"Gözde keşke bu seninle Nazif'in düğünü olsaydı. Ne güzel ben de lila bir elbise giyerdim. Sen de gelinliğe bu kadar meraklısın madem" dedim ancak alay ediyordum. Biraz kızdırmak istemiştim.
"Üzülme karıcım. Sen hepsinden güzelsin hala." dedi Derya sevimli olduğunu sandığı bir gülümsemeyle bana göz kırpıştırırken. İşin acayip yanı sevimliydi, sandığı gibi...
"Çıkacak mısın artık?" diye sordum gülümseyerek. "Evet diyecek misin?" diye sordu o sevimli sandığı ve sandığı gibi olan bakışlarını sürdürerek. "Çıkarsan yeniden düşüneceğim." dedim ben de katil bebek Chuky ile yarışacak bir sevimlilikle gülümseyerek.
"Aslında ben burada yokum. Kapat gözlerini bir." dedi ve benim kapatmama izin vermeden bir avucunu gözlerime kapattı ve ben ne olduğunu anlamadan kapı açılıp kapandı. Kızlar kahkahalarla gülerken ben de kendime gelince onlara eşlik ettim. Deli...
"Sanırım senin neden yangından mal kaçırır gibi evlendiğini anladım. Ruh eşini bulmuşsun meğerse. Daha önce hayatımda görmedim hem laflarıyla hem de gözleriyle birbirini yiyen bir çift." diyen Gözde'ye alık alık baktım. Şu an inkâr edeceğim şeyler söylüyordu, inkâr edemiyordum ama. Gülümsedim. "Çocuk işte." dedim gülümsemeye çalışarak.
Ne yapacağımı, elimi kolumu nereye koyacağımı bilemiyordum.
"Hay sen çok yaşa Gözde. Ben de diyorum ki nasıl ifade edeyim gözlemlerimi. Ruh eşleri... Kesinlikle!" dedi Nilay da ona katılarak.
Yanlış anlıyorsunuz demem gereken yerdeydik ama yine inkâr edemememle aynı sebepten onu da diyemedim.
"Şu makyajı düzeltsek ya artık." dediğimde Nilay eliyle Yaprak'ın tuvalet masasının pufunu gösterdi. "Geçin bakalım gelin hanım."
Geçtim. Aynadan Gözde'nin elbisesini daha detaylı inceledim. Lila krep elbisesi tek koldu ve o kol da dirseğine kadardı. Elbisenin kumaşı bir tarafta toplanmıştı. Dizlerinin beş parmak kadar üstündeki elbise bedenini tam sarıyordu. Bu elbisesini daha önce görmemiştim. Muhtemelen benim düğünüm için almıştı. Tüm bu insanları özgürlüğümüz için gereksiz bir masrafa sokmuş olmak vicdanımı sızlatıyordu...
"Silahını henüz görmedi o değil mi?" diye sordu Yaprak kıkırdayarak. Dudağımı ısırdım sırıtmamak için. "Çok üstüme geliyor, görmesi çok yakın." dedim.
Doğrusu görse de bir şey yapamayacaktı. Yani ne yapabilirdi en fazla? En nihayetinde gerçek olmadığını ikimiz de biliyorduk. Belki yalandan bir iki laf söylerdi. Kendi kendine kıskanmış gibi saçma sapan hareketler yapardı o kadar.
"Ama dua et annem görmesin o yırtmacı vallahi kalbi kaldırmaz. Zaten gelinliğinin straplez olması bile kadının nevrini döndürdü." dediğinde başımla onayladım.
"Dedemi dilaltı hapını alırken gördüm. Ama Mehpare babaanne bir şey demedi gibi."
Nilay ve Yaprak kocaman kahkaha attılar. Şaşırdım. Seslerine biraz da irkildim açıkçası.
"Babaannem seni duyduğu an kurban kesecekti. Valeria'yı bile mumla arar haldeydi. Başak yani abimin senden önceki sözlüsünden nefret ediyordu. Kız tam bir yılan ya hak veriyorum."
"Bence de. İstemeye Derya gelmedi, kaç kez haber yollattı istemiyorum diye ama inatla yapıştı kaldı. Annemin de canına minnet. Derya'yı ikna edeceğine emin. Kız tam bir görmemişti."
"Gerçi ben hala kuma olarak gelmekte direteceğini düşünmüyor değilim ama..." diyen Yaprak'a güldük ama içime kurt düşmüştü. Tamam o olmasa da bir kuma ilişkisi içindeydim ama iki başka, üç başkaydı... Şimdi Unicorn gibi tek boynuzum vardı. İkinci boynuzu takıp Unicorn'dan geyiğe evrilmenin anlamı yoktu.
"Yok ya. O kadar da değildir. Ne olacak evimiz barkımız ayrı. Ekmeğimizi suyumuzu vermiyor ya..." dediğimde Gelin-görüm yeniden kahkaha atınca kaşlarımı çattım.
"Ay sinirlerim bozuldu." dedi Yaprak eliyle yüzünü havalandırmaya çalışarak.
"Ne var söylediklerimde bu kadar gülecek?" dedim. Biraz bozulmuştum.
"Evimiz barkımız ayrı dedin ya." dediğinde başımla onayladım. "Aynı sitede oturuyoruz. Üç ev ötede oturuyorlar." dediğinde kaşlarımı çattım.
"Ama Derya daha önce görmedim demişti?" dediğimde başıyla onayladı gülerek. "Zaten yeni taşındılar. Sırf bu isteme muhabbeti çıktı diye, kızlarından ayrılmamak için buradan ev aldılar. Ayrıca-" dedi ve yeniden gülmeye başladı.
"Ayrıca?" dedim devam etmesini istercesine.
"Ekmeğimizi suyumuzu mu veriyorlar da dedin ya..." dediğinde. Yine başımla onayladım. "Bu sitenin tek market ve fırınını da onlar işletiyor." dediğinde gözlerim ardına kadar açıldı. "Yok artık!" diye çıkıştım. "Onu da kızları evleniyor diye işletmiyorlardı herhalde..." dediğimde. Başını iki yana sallayarak gülmeye devam etti. O konuşamayınca sözü Nilay devraldı.
"Yok zaten işletiyorlardı. Zaten annem de fırında görmüştü beğenmişti kızı... Ve tabi babası da camimizin imamı." diye devam edince. Başımı iki yana salladım. "Dört bir yandan kuşatma altına almışlar Kaptan'cığımı. Şu hallere bak!"
Vallahi çocuğun tek çıkış kapısıymışım resmen. Beni can simidi olarak görmüş minik kuş... O kadar yüklendim bir de aşkına adamlığına laf ettim... Yazık...
"Ben varım artık. Sıkıyorsa gözüme gözüksün yelloz!" dedim. Gözde elini omzuma koydu. "Şimdiden acıdım kıza. Çünkü Asude'nin pisine denk geldim bir defa." dediğinde güldüm. Okulda kavga etmiştim bir kez...
Ha yok kız kavgası değil, erkek dövmüştüm. Ve hayır, kız olduğum için tolerans göstermemişti. Öyle ki bir şey gösterecek fırsatı dahi olmamıştı...
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Nilay makyajımı bitirdiğinde ayaklandım. O sırada kapı tıklatıldı ve içeri küçük eltim Melike geldi. Onun elbisesi ise krem rengi astar üstüne siyah tül ile tek kolu çapraz bantlıydı ve elbise yanardönerli gibi duruyordu. Sanırım tek kol aralarındaki konseptti. Karakterine yaraşır bir asaletteydi onun elbisesi de. Saçlarını ise sıkı bir atkuyruğu yapmıştı.
Herkes çok güzeldi. Hani gelinler düğünde başrol oluyordu ya!
Kurtlu, başladın yine kurtlarını saçıp dökmeye...
"Damat çok sabırsız hemen gidip evlenelim diyor." diyen Melike bana göz kırptı. "Bir de biz ne bu acele diyorduk. Çocuk üç hafta zor dayandı vallahi... Bizde severek evlendik de bu sevgi biraz beni kıskandırmadı değil elticiğim." dediğinde gülümsedim. Ancak biliyordum ki bu acele benim için değil, sevgilisini özlediği içindi...
Neyse acele etmek benim de işime gelir çünkü bu yol aynı zamanda benim özgürlüğüme de çıkıyordu.
Derya'nın sesi gelince Melike içeri girip kapıyı kapattı ve Gözde'ye kaşlarıyla işaret verdi. "Yolunacak kaz geldi. Hadi bakalım baldız hanım iş sende..."
"Yok ya, saçmalamayın. İş çıkarmayın şimdi. Gidip imzalarımızı atalım."
"Asıl sen saçmalama sanki başından on tane evlilik geçti! Ne bu bıkmışlık ya? Sinirlendirme beni!" diyen küçük eltim Melike beni dumur etmişti. Oysa ondaki bu potansiyeli ilk anda görmüştüm. Eli maşalıydı biraz.
Kapı tıklanınca Melike Gözde'yi kolundan kapının ardına çekiştirdi. Gözde "Kapının kilidi kaybolmuş enişte." diye seslenince gözlerimi devirdim. "Nasıl kaybolmuş? Bu kapıların kilidi kapıya monteli." dedi saf saf, Kaptan Bey müstakbel kocam.
"Kilit takılmış, dönmüyor." dedi bu kez Gözde kıkırdayarak. Kollarımı göğsümde bağladım. Bana ne? Kendi yengeleri kışkırtmıştı.
Bu kez "E ne olacak?" diye sordu saftriğim. Kıyamam...
"Hiç duydun mu bilmiyorum ama her kapıyı açan bir şey vardır." dedi Melike de olaya müdahil olarak. Güldüm. Sinirlerim bozuldu artık.
"Aa tamam anladım. Ama açmazsan nasıl alacaksınız?" diye sorduğunda aslında o kadar da saf olmadığını anlamıştım.
"Kapının altından yolla." dedi Gözde de. "Çok ayıp ya!" dedim yine dayanamadan. Nilay dürttü beni. "Sen karışma." dedi kaşlarını çatarak. Hemen ardından sırıtıp Melike ile göz göze geldi.
"Benim kocam olacak ama! Rızkımızı Gözde mi yesin?" diye sorduğumda kızların dördü de kahkaha attı. Ah derinlerden bir gülme sesi daha geliyordu.
"Aferin sevgilim. Kocanın cüzdanını düşün hep." diyen Derya'yı duyduğumda dudaklarımı birbirine bastırdım. Sesim dışarı mı gitmişti? Ayyy rezil oldum.
"Valla ben söyleyeyim Asu çok pintidir. Bu daha hiçbir şey!" diyen Gözde'ye kaş göz yaptım. Edepsiz! Neler söylüyordu kayın ailemin yanında? Ayrıca hiç de pinti değildim! Kim kıt kanaat yaşasa tutumlu olurdu! Kira ödeyip okul okuyordum ben canım!
O sırada kapının altından bir tutam para girdi içeri.
Gözde eline alıp saydı. Ve Melike'ye baktı. "Yeter mi bu?" diye sorunca "Yeter tabi! Neyine yetmiyor 1000 lira! Bir de bana pinti diyor. Aç gözlü!" diye çıkıştım.
"Bundan bir tane daha yolla." diye bağırdı Nilay.
"Ula sen de kıziştirma da ortaliği para benim cebumdan gideyi." diyen Murat Abi ile kahkaha attım. "Duha veriyi şimdi 1000 daha." dediğinde Melike Gözde'yi itip kapıyı açtı. Hihihi...
"Al karını tamam yeter bu kadar." diyerek kenara çekildiğinde Nilay Gözde'nin elindeki paralara bir bakış atıp başını iki yana salladı. "Neyse artık..." diyerek dışarı çıkınca Derya ile göz göze gelip kahkaha attık.
Melike birden çığlık attı. "Ay durun! Duvağı unuttuk." dediğinde Derya "Boş ver! Gelinliğin neresini kapatacak o duvak. Yüzünü kapatmasa da olur artık." diye sitem edince güldüm.
"Olmaz öyle. " dedikten sonra beyaz bir tülü tokasının yardımıyla topuzuma taktı ve tülü yüzüme kapattı. Üstüne de kırmızı pullu bir örtü örttü.
Derya kolunu kıvırınca koluna girdim. "Eh bu kırmızı şey güzel oldu." Dediğinde koluna girdiğim kolumun dirseğini yan tarafına dürttüm.
Yaprak eline ne zaman aldığını bilmediğim pullu bir mendili sallayarak önümüzden yürümeye başladı. "Son abim damat oluyor. Sıra bu kez hakkatten bana geliyor!!"
Murat Abi ona hamle yapınca Yaprak, Duha Abinin kollarına kaçtı. Derya da başını iki yana sallıyordu. "Geç kaldın!" diye söylendiğinde güldüm. "Hayır gerçekten niyetin olsa neyse. Sırf laf kalabalığı olsun." diyerek devam etti Murat abi.
Odadan çıkarken Yaprak şarkıyı mırıldanmaya devam ediyordu. Aşağı indiğimizde Salonda kimse kalmamıştı. Herhalde herkes arabalara gitmişti.
"Asude." diyen annemle durdum ve Derya'nın kolundan çıkıp anneme döndüm. Bana başıyla gel diye işaret edince "Siz çıkın ben geliyorum." dedim. Diğerleri çıkarken Derya kalmıştı. E tabi, günün öteki başrolü o olduğundan beraber çıkmak zorundaydık. Unutuyorum hep... Annemin yanına gittiğimde duvağımı kaldırdım. Çantasından kare bir kutu çıkardı. Bir takı kutusuydu.
Annem kutuyu açtığında içinden su damlası şeklindeki yakut taşları olan bir set çıktı. Kaşlarım havalandı.
"Babanla evlendiğimizde ikimizin de beş kuruşu yoktu. Malum, dedenin rızası olmadan evlenmiştik. Ama ikinci evlilik yıldönümümüzde, sana hamile olduğumu söylediğim gün, senden daha haberi yokken bana almıştı bu seti. Dedenle barışmıştık ama baban bu seti kendi emeğiyle kazandığı parayla almıştı. Dedenin malını istemediğimi biliyordu. Bana kolyeyi verirken dedi ki 'Bu kolyeyi bir gün kızımız olursa, evlendiğinde ona, oğlumuz olursa evlendiğinde karısına veririz. Ben de karşı çıktım. Dedim ki elin kızına vermem. Kızım olursa veririm. Yoksa torunum kız olana kadar bende kalır diye. Sonra seni söyledim. Kız olmanı diledim. Dilediğim gibi oldu ve sen bugün evleniyorsun. Beni istemediğini biliyorum. Yüzsüzlük edip gelme sebebim bu kolye. Bir de görmek istedim. Görmezsem içimde uhde kalacaktı." dediğinde gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Burnumdaki sızıya bakacak olursak birazdan ben de ağlamaya başlayacaktım. Zorlukla yutkundum ve boğazımı temizledim.
"İstemiyor değilim." diye mırıldandım. "Sen beni istemesen de maalesef ben o kadar acımasız olamıyorum." dedim. Başını iki yana sallarken inledi. "Asude deme öyle yalvarırım. Ben seni nasıl istemem ama-"
"Anne!" dedim isyan edercesine. "Ama diyorsun. Ama diyerek ne söylersen söyle her şeyi anlamsızlaştırıyorsun." dedim ve gözlerimden yaşlar boşalmasına izin vermemek için yukarı baktım. "Özür dilerim." dedi. Gözyaşlarını dikkatle sildi. "Çok haklısın. Bugün senin en mutlu günün. Özür dilerim." dediğinde elimi omzuna koydum. "Anne bugün bu konuları açmanın hiç kimseye faydası olmayacak. Hediyen için çok teşekkür ederim. Gerçekten çok hoş." dediğimde bana sarıldı. O bana sarılınca bir an duraksasam da ben de ellerimi beline koydum. Söylediğimiz yalan yüzünden vicdan yüküm çok ağırdı ve bugün ailelerimize karşı daha fazla kötü bir şey yapmak istemiyordum. Yoksa kırgınlıklarım bakiydi...
Anneme ve babama aynı konularda değilse de aynı oranda kırgındım. Babamla kavga etsem de konuşuyordum. Annemle de aynı şekilde konuşuyordum. Olay buydu.
"Ama elbette ayrı bir takı takacağım." dedi benden ayrılıp gözlerinin pınarlarına parmaklarını bastırırken. "Gerek yok anne." dedim gülümseyerek. Ben de dikkatlice gözlerimin kenarlarını sildim.
"Aa yok! Olur mu hiç öyle şey? Bu başka bir şey. Ama yanlış anlamazsan şimdi vermek istiyorum. İsmimin söylenmesini istemem." dedi. Bunun sebebi kesinlikle dedemdi. Anlayışla karşılayacaktım tabi ki...
Başımla onayladığımda çantasından çıkardığı kesenin ağzını açtı ve içinden altın, pırlanta taşlarla yarısına kadar kaplı yılan figürlü bir bileklik çıkardı.
"Altın takmayı sevmediğini biliyorum. Ancak artık evlendin. Bir süre takman gerekebilir. Malum, adetler gelenekler falan... O yüzden tarzına en çok uyacak sade, şık ve spor bir şey olsun dedim."
"Çok beğendim. Çok güzel. Eğer illa altın takmam gerekirse bunu seve seve takarım." dediğimde mutluluğunu gözlerine taşıyarak gülümsedi.
"Hadi kızım. Bizi bekliyorlar. Gelin olmadan düğün olmuyor tabi." dediğinde gülümseyerek başımla onayladım ve salonun diğer köşesinde bizi bekleyen Derya'ya baktığımda bize doğru yürümeye başladı.
"Damadı da çok beğendim bu arada. Aferin." dediğinde şaşkınca anneme baktım. "Gerçi sen küçükken de zevkliydin. Kemal miydi adı? Yayladaki çocuk..."
"Anne!" diye uyardığımda güldü.
"Gidelim mi artık?" dedi gülümseyerek. Sonra anneme dönüp ayrıca gülümsedi.
"Kızımla aramızda bazı şeyler yüzünden uzaklık var. Zaten sana anlatmıştır." dediğinde bana baktı. Anlatmamıştım tam olarak. Bir şeyler biliyordu ama asıl olayı bilmiyordu. Yine de çaktırmadı.
"Aile arasında olur. Düzeleceğine eminim." dedi. Ve iki kolunu da kıvırdı. Ben sol koluna geçerken annem de sağ koluna girdi ve tekrar duvağımı indirdikten sonra evden çıktık.
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Taç Mahal'e geldiğimizde yolda kaza yapmadığımız ya da vurulmadığımız için şükür duaları okuyordum. Bir ara Derya'yla kavga ettik yolda. Çünkü ona arabayı durdurmasını ve polisi arayacağımı söyledim. O da elbette durmadı ama telefonla birilerini arayıp bağırdı çağırdı. Neyse ki silahlar dursa da bu kez konvoy araba yarışına döndü. Yine telefonumu Gözde'den istediğimde tartıştık Derya'yla ve yine Derya birilerini arayıp bu kez polisle tehdit etti. Neyse ki sağ salim düğün salonuna varmıştık.
Biz Derya ile gelin odasına geçerken diğerleri masa düzenini oluşturmak için salona gitti. Gözde de nikâh masasına en yakın masayı kapmak için gitmişti.
"Valeria bana mesaj attı. Numaramı senden almış." dedim baş başa kaldığımızda. Şaşkın bakışlarına bakılırsa haberi yoktu.
"Ne? Mesaj mı attı? Her ihtimale karşı diye almıştı numaranı benden" diye sordu. Başımı sağa sola salladım, sorun yok dercesine. "Düğüne gelemeyeceğini, garip olacağını söyledi. Teşekkür etti. Arkadaş olmak istediğini söyledi." dediğimde kaşları çatıldı.
"Yani bir kız olarak bu hareketin anlamını biliyorum. Kafasında soru işaretleri var. Beni kendine yakın tutup kontrol altına almak istiyor." dediğimde "Saçmalama. O öyle biri değildir. Gerçekten iyi niyetli söylemiştir." dediğinde gülümsedim. "Öyleyse bu konuyu sana da söylerdi. Bak ben eleştirmiyorum ya da yargılamıyorum. Zaten bu durumumuzu kabul etmiş olması asıl yargılanması ve eleştirilmesi gereken konu. Arkadaş olmamızın saçma olacağını söyleyerek reddettim onu. Sana söylememin sebebi kızın içini rahatlat diye. Belki benden emin olamıyordur. Ona de ki bu dünyadaki tek seçeneği olsam bana bakmaz Asude." dediğimde kaşları önce havalandı sonra çatıldı.
"Neyim varmış benim?" diye sordu imayla. Güldüm. "Sevgilin?" diye cevapladığımda gözlerini devirdi. "Ben konuşurum Valeria ile. Seni kıskandığı falan da yok zaten. Bana güvenir o." dediğinde başımla onayladım.
"Ve şu sözlendiğin kız... Komşunuzmuş. Yani artık komşumuz oluyor. Neden söylemedin?" diye sordum.
"Önemli bir detay değildi. Söylemem mi gerekiyordu?" diye sordu umursamaz bir şekilde. Omuz silktim. "Yani söylesen iyi olurdu tabi. Yarın bir gün karşıma çıkarsa ve bana saldırırsa kim olduğunu ve derdini bileyim bari..." dedim. Güldü. "Yok artık. O kadar da değil..." dediğinde ben de güldüm.
"Siz sözü atınca evinizi basmışlar ya. Niye olmasın?" diye sordum.
"O başka. Yani ben hatasız olsam da onlar kendilerince haklılardı. Annem umut vermiş." Diye cevap verdi.
Yani... Ev basmak da biraz şeydi yine de...
Kapı tıklanınca konuşmayı kestik. Bir anda gelin odası yolgeçen hanı olunca anladım ki başlıyorduk. Gazamız mübarek olsun...
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
İnsanların gelin ve gelin odasına merakı tam olarak neyden kaynaklanıyor bilemiyorum. Yani içeride onlardan gizli bir şeyler yendiğini mi düşünüyorlar yoksa gelin ve damadı nahoş bir vaziyette basmayı mı umuyorlar anlamıyorum. Gelin odası fazla ayrımcı bir ifade olsa da yine de sadece gelin ve damada ait olmalı. Belki sağdıçları falan ama tüm düğün salonu önce bir buraya uğramamalıydı bence. Tebrik ediyorlar tamam ama zaten düğüne gelerek bunu yapmış olmuyorlar mı?
"Şimdi içeri yürüyoruz ve dans etmemizi söyleyen tüm sesleri duymazdan geliyoruz. Koşa koşa olmasa da koşmaya en yakın adımlarla masaya oturuyoruz." dediğimde Derya alayla bana gülüyordu. Alay edilecek bir şey yoktu. Gayet ciddiydim. Ben kuzenlerimin düğünlerine gittim. Hiç hoş şeyler olmuyor yani...
"Aşka inanmamanı anlamıyorum ama hadi diyelim anladım. Neden romantizmden bu kadar korkuyorsun?" diye sorduğunda kaşlarım havalandı. "Korkmak? Bak, ben Türk korku filmleri dışında hiçbir korku filminde korkmam. Neden? Çünkü Türkler inancımda var olduğuna inandığım konuları işliyor ama hayalet yok, ufo yok, zombi yok, vampir yok. Olmayan şeylerden korkmam. Aşk ve ona dair hiçbir şeyden de korkmuyorum çünkü varlığına şahsım adına inanmıyorum. Romantizm?" dedim ve dudak büktüm. "Romatizma desen bir nebze korkuyorum ondan evet. Malum Karadeniz'de yağmurlu gün çok. Olur da romatizma hastası olursam fena olur..."
Yüzüme hayretle bakıyordu ama bir anda kendine gelip gülmeye başladı. "Sen acayip bir şeysin. Bu iş sandığımdan eğlenceli olacak gibi." Dedi. Gerginken saçmalıyordum, evet. Ben de güldüm halime. "Aa lütfen ama asıl eğlence başlamadı. Sen eğlence görmemişsin." diyerek göz kırptım. Bana cevap verecekti ki kapı tıklatıldı ve ardından açıldı.
Melike "Bir sorunumuz var." diyerek içeri girdi. Derya da "Olmasa şaşardım." diye karşılık verdi. Pek çok konuda olmasa da bu konuda hak veriyordum.
"Ne oldu?" diye sorduğumda içeri Gözde ile birlikte Diyar ve Nazif de geldi. İşte sorunun ciddiyeti belli etmişti kendini.
"Sunucumuz yok ve şarkıcımız yok. Adam ishal olmuş." diyen Melike bize kısa bir an baktıktan sonra arkasına dönüp benim çocuklara baktı. "Gözde halledebileceğini söyledi ama."
"İkisi birden mi ishal olmuş?" diye sordu Derya.
"Aslında ikisi aynı adam olduğu için evet." diyerek yanıtladı Melike de.
"Çözüm ne?" diyerek Gözde'ye dönen bakışlarını benim bakışlarım takip etti. Cidden çözüm ne Gözde? İnşallah bir pot kırılmaz burada.
"Nazif çok zevzektir ve sunucu olabilir. Diyar'ın da sesi çok güzel ve deneyimi var." dediğinde şaşkın bakışlarım Diyar'ı ve Nazif'i buldu.
"Virvir konuşan sensin ama zevzek olan ben miyim?" diyen Nazif bakışlarıyla teessüf ediyordu. Sonra bize döndü. "Virvir kelime kalıbını Mehpare babaanneden sık sık duyuyorum. Anlamını öğrenince- ki bildiğiniz vır vırmış- Gözde'ye demek için fırsat kolluyordum. İyi denk geldi."
"Gördüğünüz gibi." dedi Gözde eliyle Nazif'i göstererek. "İsteyin tek kişilik orta oyunu bile oynar."
"Ben arada kaynamayayım Gözde. Bu konuyu önce bize danışman gerekmez miydi?" diye soran Diyar aşırı sinirli duruyorsa da beyefendi çizgisini koruyordu.
"Sen Asude'yi seversin. Mağdur olmasını istemezsin diye sormaya gerek duymadım." diyerek omuz silkti ama Diyar haklıydı. Onun yerine ben sinirlenmiştim.
"Gözde bu hiç hoş olmamış. Aman sunucu ve şarkıcı da olmasın. Açın Youtube'u milyon tane şarkıcı var." dediğimde Derya "Çok doğru. Takılmaya gerek yok." diye bana katıldı. "Zaten şu an topuklu ayakkabı tıkırtısına oynayacak kapasitede insanlar var. E kemençeyi de bizimkiler getirecekti. Sorun yok yani."
"Ya nasıl sorun yok? Sizin düğün dansınız ne olacak?" diye sordu Melike. Melike göründüğünden daha romantik bir karaktermiş, onu öğreniyorum şu an. Belki de evlilik deformasyonuydu bu. Evlenmemek verdiğim en iyi karardı kesinlikle!
Şu an ne yapıyorsun peki akıl küpüm?
Gerçek değildi sonuçta. Evlenmiyor, rol yapıyordum. Her şeye muhalefet olmana gerek yok.
"Tamam. Ben söylerim." dedi Diyar ama bundan hoşlanmadığı çok barizdi. "Hayır." dedim bu yüzden. "Gerçekten hiç önemli değil. Eğlenmene bak." diyerek göz kırptım.
"Hem sahneye çıkmak gibi değil düğünlerde şarkı söylemek. Prova falan da yapmadın." diyerek bana katıldı Derya da.
Ancak Diyar "Ben alışığım son dakika işlerine. Beş dakikada hallederim. Özellikle tercih ettiğiniz bir şarkı var mı? İlk dansınız-"
"Derya sen söyle ilk dansınızın şarkısını." dedi Melike. Kaşlarım havalandı istemsizce. Ben koşarak masaya oturma planları yapıyordum. Bunlar benim ilk dansımı kurtarmaya çalışıyor! "Saçmalama!" diyerek imayla uyaran Derya'yı eltimin umursadığı yoktu.
"Sen söylemiştin. Bu senin fikrindi. Evlendiğinde ilk dans şarkısını karının gözlerinin içine bakarak söyleyecektin." diyen eltim dünyadan o kadar bir haberdi ki...
O bahsedilen 'Karım' Valeria idi. Asude değil. Gariban Valeria... Onun adına kurulan tüm hayallere konmuştum resmen. Bunu da elinden almak istemiyordum.
"Ay aman yok eksik kalsın. Düzgün dans etmesi yeterli. Şimdi ayağıma falan basar şarkı söyleyeceğim diye... Hatta iki sallanıp otururuz işte." dediğimde bir sessizlik çöktü odaya. "Siz cidden birbirinizi hiç tanımıyormuşsunuz... Sen hiç sevgiline şarkı söylemedin mi Derya?" diye soran Melike şok bir ifadeye sahipti. "Binlerce kişiye söylemişsindir. Cidden sevgiline söylemedin mi hiç?"
Bu kez benim şaşkın bakışlarım Derya'ya döndü. Derya niye binlerce kişiye şarkı söylemiş olsun ki?
"Bilmem hiç konu açılmadı. Ve zaten her şey çok ani oldu ya..." dedi toparlamaya çalışarak. "Aslında bizim hiç sakin bir buluşmamız olmadı." dedim ben de gülümsemeye çalışarak. Ve hala benim, durumu tam olarak anladığım söylenemezdi.
"Derya İstanbul'da senelerce mekânlarda çaldı söyledi. Çok popülerdi hatta. Twitter'ını kapatmadan önce binlerce takipçisi vardı."
Aaa.
Derya benim ek iş meslektaşım mıymış? Ve binlerce takipçisi varmış da ne demek? Ben de şarkı söylüyorum. Niye kimse beni takip etmiyor? Nankörler! Uzun boyum ve yakışıklı bir suratım yok diye mi tüm bu ilgisizlik? Her şey dış görünüş mü canım?
Her şey takipçi sayısı mı peki?
Değildi de... Sussana sen! Bugün benim düğünüm, mutlu olmam lazım ama senin yüzünden olamıyorum.
Memnuniyetsizsin sen, hayatta mutlu olamazsın. Salak!
Derin bir nefes aldım. İç sesle iç ses olmayacaktım. Daha mühim sorunlarım vardı benim. "Anladım. Ama Bence Diyar söylesin. Diyar'ın sesi de çok iyidir. Şimdi dans ederken olmaz hiç." diye direttiğimde Melike şüpheyle yüzümü inceledi.
"Söylerim." diyen Derya'nın baskın ve imalı sesiyle bakışlarımı Melike'den çekip ona çevirdim ve kaşlarımı kaldırarak ona baktım. Ben onu kurtarmaya çalışıyordum. Niye atladı şimdi bu?
"Melike doğru diyor. Benim hayalimdi. İlk dansımızı yaparken karımın gözlerine bakarak şarkı söylemek. Dans etmekte de beceriksiz değilim Asude. Endişelenme." dediğinde bile anlamıyordum ne yapmaya çalıştığını.
"Tamam öyleyse. Bu da Diyar'a biraz daha vakit kazandırır." dedi Nazif araya girerek.
"Ben çıkayım. Artık spontane ilerleyeceğiz." diyen Diyar seri adımlarla odadan ayrıldı. Melike ve Gözde de program planını gözden geçirip onları takip ederken Nazif bana göz kırptı. "Fıstık gibi olmuşsun. Maşallah. Dilini ısır." diyerek omzuma dokundu. Tam odadan çıkarken Derya "Fındık." dedi ve bana baktı. "Ordu fındığı." diye devam edince Nazif'le güldüler ve ben sadece gözlerimi devirdim.
"Esprilerin iğrenç. Artık diretme bu konuda." dedim.
"Gayet kaliteli espri yapıyorum. Kıskanma." dedi ve omzumu dürttü.
Aradan geçen on beş dakikanın ardından Yaprak ve Nilay geldi ve hazırlanmamızı söyledi. Hazırlanacak ne vardı bilemiyordum. Ayaklandım sadece. Bir adım attım. İkinci adımımı da attım ve üçüncü adımımı da at-amadım. Topuklu ile yürüme özürlüsü biri olarak gelinliğimin eteğinin arka kısmına bastım. Geriye doğru savrulurken Derya da beni öylece izledi. Gerçi ne yapabilirdi o an bilemedim... Ama hiç tepki vermemesi de biraz garip geldi. Ben kendimi gerisin geri koltuğa yapışmış halde bulurken Derya kahkahalarla bana gülüyordu.
Güldü, tüm dişlerini sergilerdi.
Gülüşü söndü. Bakışları karardı. Ancak bakışlarındaki kararma bir öfkenin emaresi olmasının yanında daha derin bir şeyler vardı. Çünkü donup kalmıştı. Belim boşluğa geldiği için acımıştı. Doğrulmaya çalışırken gözlerim Derya'nın gözlerinin takıldığı yere takıldı. Ve gülüşünü solduran şeyin ne olduğunu buldum. Bacağım.
Evet, bildiğiniz tam boy bacağım. Çünkü ben düşerken yakam bir yana paçam bir yana dağılmıştı ve elbette düşerken aklıma bacak dekoltemi kapatmak gelmemişti. Ve işte Derya, minik kozumla çok alakasız bir anda karşılaştı.
Gerçi tam olarak nasıl bir anda kullanmam gerektiğini de bilmiyordum ya, neyse...
"Gelinliğin yırtıldı!" dedi şokla. Ben de şok oldum. Ne?
"Şey- bacağın şey olmuş." dedi ve bakışlarını kaçırdı.
"Yırtmaç'cığım bu Derya. Derya'cığım bu da yırtmaç. Ara sıra biz bu hoş detaya bacak dekoltesi de diyoruz." dediğimde Derya'nın kaşları çatıldı.
"Anlamadım?" diye soludu. Anlamıştı. Yedirmeye çalışıyordu. Yengesi bunu ona nasıl yapardı?
"Yüz ifaden anladığını söylüyor ama?" dedim ben de.
"Beynim anlamayı reddediyor. Beynim, neyi anlayıp neyi anlamaması gerektiğini bilecek yaşta çünkü." diye çıkıştığında güldüm.
"Beyninle daha sık muhatap olmayı isterim. Kalbin pek kafa dengi değil." dediğimde ayaklanıyordum. Elini uzatıp doğrulmama yardım etti. Nihayet...
"Kafanın içinde olmadığındandır." dediğinde yapmacık bir gülümsemeyle "Aa doğru. Aklımdan nasıl da çıkmış?" dedim. Şu an idrak etmiş ve utanmıştı. Ve onun utancı beni de utandırmıştı. Ve ikimizde saçmalıyorduk. Ve sanırım benim de beynim bir şeyleri anlamayı reddediyordu şu an...
Kapı yeniden tıklatıldı. Sanırım artık gitme vaktimiz gelmişti. Yırtmacımı düzelttim ve Derya'nın benim için kıvırdığı koluna girdim. Çok zor bir şey değildi. Kalp krizi geçirmeden yürüyüp masamıza gidip oturacaktık.
Dar koridordan geçerken önümüzde ve arkamızda eş dost ve akrabalarımız vardı muhtemelen. Çoğu şık giyimliydi çünkü. Yoksa düğün salonunun elemanları olduğunu da düşünebilirdim. O kadar tanımıyordum ki çoğunu...
Sonra salonun kalabalığının içinden de geçtik ve pistte durduk.
Çok saçma lan masa orada ama oturamıyoruz. Çok saçma! İç sesimin bir, Suskunlar Ecevit'i taklit etmediği kalmıştı. Onu da yaptı. Yapılmadık şey bıraktım demezdim artık...
Nazif mikrofonu eline almıştı ve 'Ses deneme bir ki bir ki' deyip duruyordu. Şam şebeleği
"Evet saygıdeğer misafirlerimiz güzeller güzeli gelinimiz Asude ve idare eder tipte ama doktor damadımızın düğününe hoş geldiniz." dediğinde salonda kahkaha sesleri yükseldi. "Bu gibi mutlu günlerde de bazı aksilikler olabiliyor. Bugün ne yazık ki sunucumuz ve şarkıcımız olan Fikret Adıgüzel abimizin bir rahatsızlığı varmış. Olsun abimize geçmiş olsun dileklerimizi iletelim. Ve bu olayı düğünümüzün nazar boncuğu ilan edelim. Her şerde bir hayır vardır demişler. Bu şerrin hayrı ne peki? Tabi ki benim. Bugün hep beraber kopacağız inşallah. Rahat olun siz o iş bende."
Nazif yine herkesin gönlünü fethetmişti. Şimdi oradan buradan 'Bekar mı? Bize bakar mı?' soruları yığılacaktı başıma. Ve ben de her zamanki gibi 'Başı bağlı, başkasına sevdalı' diyecektim ve kim diye sorarlarsa Gözde'yi adres gösterecektim.
"Şimdi programımızın ilk sırasında gelin ve damadın ilk dansı var ama ondan önce damadımız gelinin duvağını açsın değil mi?" diye sordu ve sanki Derya 'Açmayacağım' demiş gibi alkış tutmaya başladı. 'Aç aç aç' misafirler de ona eşlik ederken kahkaha atıyorlardı. Acaba hata mı ettik onu sahneye koyarak? Gerçi herkes halinden memnun ama...
Gözlerimi kalabalıktan Derya'ya çevirdiğimde göz kırptı. Gülümsedim ama içimde fırtınalar kopuyordu. Duvak dedikleri şey minik bir tüldü ancak kimse bunu sorun etmiyordu sanırım. Derya duvağımı kaldırdı ve başımın arkasına itti. Gözlerine bakmaya çalışıyordum. Olması gereken bu olduğu için... Eğildi... Eğildi... Eğildi. Gözlerimi yumdum. Alnımı öpecekti. Dudaklarını alnımda beklerken dudaklarımda hissedince gözlerimi ardına kadar açmak istedim ama daha çok yumdum sanırım. Tırnaklarımı elime batırdım. Yoksa Derya'nın yüzüne batıracaktım ki bu skandal olurdu. Aynı şu an onun beni öpmesi gibi... Çok kısa olduğunu bildiğim ama saatler gibi gelen o anın ardından salondan büyük bir uğultu çıktı. Şaşkınlık nidaları, sevinç çığlıkları-ki neye sevindiklerini bilemiyorum- dedikodular ve tezehuratlar...
Gözlerimi açtığımda karşımda en az benim kadar şaşkın bir damat beklemiyordum. Sonuçta eylemi gerçekleştiren bizzat kendisiydi. Biz öylece birbirimize bakarken Nazif'in sesiyle bakışlarımı üstünden çektim.
"Evet! Bu heyecanlı dakikaların ardından nihayet damat ve gelin dans edebilir artık ama damat beyin küçük bir sürprizi var. Damadımız hem doktor hem romantik. Gerçi bize gayet net gösterdi değil mi bunu? İlk danslarının şarkısını karısının gözlerinin içine bakarak söylemek istedi. Hadi yine iyisiniz hanımlar eve gidince bol dedikodu malzemeniz olacak." dediğinde salon büyük kahkahaya boğuldu. Herkes evinde dedikodu yaparken muhtemelen herkesin sandığının aksine koklaşmayacaktık. Bence bu gece bizde boks maçı vardı.
"Evet damat bey şarkınızı orkestraya söyleyin de çalsınlar." dediğinde Derya, Diyar'ın yanına gitti ve bir şey konuştular. Kaldım kendi utancımla sahnede... Orkestradaki iki gitarcıdan biri gitarını Diyar'a verdi ve diğer gitarcı ile öne gelip pozisyon aldılar. Derya yanıma gelirken şaşkın gözlerle onu izliyordum. Ne yapıyordu bu Allah aşkına? Ne yani bu şov?
Bir eli belimi bulmadan önce benim ellerimi tutup boynuna doladı. Evet, omuzlarına koymadı, boynuna doladı. Benim şokta olmamdan faydalanıyordu. Göz kırpıp elinin tekini belime doladı. Gitardan tanıdık bir melodi çalmaya başladığında şaşkın bakışlarım Derya'nın eğlence parıltıları taşıyan bakışlarıyla çarpıştı. Şoklar arasında gidip geliyordum.
"Bir yol var ama her yerde tuzak
Bir yol daha var, dönmek de yasak
Derya'ya yakın, dünyadan uzak
Derya'ya yakın, dünyadan uzak"
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Nasıldı canlarım? Derya bizi şok etti değil mi? Niye öyle şap diye öpüyorsun kızı oğlum?
Sosyal medyadan, kullanmıyorsanız da buradan beni takip ederek duyurulardan haberdar olabilirsiniz aşklar. Görüşmek üzere sizleri seviyorum❤...
İnstagram: busbckr/busras.typwriter
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.11k Okunma |
1.07k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |