12. Bölüm

⚓12. Bölüm⚓

Büş Bckr
busbckr

Sosyal Medya :

İnstagram:Busbuckr/Busras.typwriter

Twitter: Busrastypwriter

Tiktok: Busras.typwriter

Beni buradan da takip edebilirsiniz

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓
12. Bölüm

 

Bölüm Şarkısı: Buray - Gitmem Gerek

Gözlerimi aralamadan önce bilincindeydim farklı bir hayata başladığımın. Ve dünden öncesinin artık çok uzak olduğunun da bilincindeydim. Göz kapaklarımdaki ağırlığın sebebi de bu gerçeği gözlerimle görmek istemememden kaynaklanıyordu. Ancak ne kadar geciktirirsem geciktireyim sonucun değişmeyeceğinin de farkındayım. Gözlerimi araladım. Karşımdaki duvarda asılı duran saat bana bir şaka yapmıyorsa saat 13.42 idi. Ve saatin de işi gücü yokmuş gibi bana şaka yapacak hali de yoktu sonuçta. Aniden yataktan fırladım. Yatakta yalnızdım. Hatta arttırıyorum. Odada da yalnızdım.

Ne yapacağımı bilemeyerek oturdum bir kaç dakika. Ne yapacağıma karar veremiyordum. Elimde iki seçenek vardı. Ya şimdi kalkıp elimi yüzümü yıkayıp hazırlanıp hiçbir şey olmamış gibi aşağı inecektim. Ya da kalkıp elimi yüzümü yıkayıp hazırlanarak aşağı inip mutfağa girecek ve en kör bıçağı bulup Derya'yı katur kutur kesecektim. Ve ikince seçeneğe çok yakındım şu an. Nasıl beni uyandırmadan aşağı inerdi?

Valeria'ya cidden çok üzülüyordum. Bir insan hadi delirip aşık olurdu. Dünya nüfusunun çoğunun yaptığı bir delilikti bu zaten ancak bu kızdaki resmen aptallık! Böyle bir insana aşık olunur muydu ya?

Sen de aptal üstü küpsün o zaman Asu-de'ciğim. Hani sen o adamla direkt evlendin ya...

İlk kez iç sesime hak veriyordum. Bana hakaret etmesine rağmen... Ve arttırıyorum. Ben resmen aptal üstü üç yüz falandım. Üstelik artık müstakbel de değildi. Dümdüz kocamdı.

Burada daha fazla vakit öldürmenin anlamı yoktu. Kalkıp yatağı düzeltmeye başladım. Bir an önce insem iyi olurdu...

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Merdivenlerden inerken sessiz olmaya çalışıyordum. Evden de hiç ses gelmiyordu. Merdivenin son basamağından mutfağa baktım. Kimse görünmüyordu ancak son basamağı inince salonun tam önünde durduğumuz için salondaki herkesi gördüm. Onlar da beni. İki eltim, görümcem ve Mehpare Babaanne öylece bana bakarlarken Yaprak dudaklarını birbirine bastırıp başını diğer tarafa çevirdi. Muhtemelen utanç içindeki ifademe gülüyordu.

"Cünaydun çizum. Dinlendun mu? Yaprak haçen kalk yencena yemak ver." diyen Mehpare babaanne ile utancım arttı. "Yok..." diye ani bir şekilde itiraz edip sonra sesimi düşürdüm. "Zahmet etme sen Yaprak. Ben hallederim." dediğimde Yaprak gülerek ayaklandı.

"Gel yengeciğim gel. İlk gün misafir sayılırsın sen. Hem yorgunsundur da." dediğinde başımla onayladım. Aslında dinlenmiştim ama belirtmeme gerek yoktu sanırım. Bozulmayayım diye kimse bir şey demiyordu zaten.

Mutfağa geçtiğimizde Yaprak anlamsız bir keyifle kahvaltılıkları çıkarmaya başladı. Bu sahne aklıma dünü, haliyle de Derya'yı düşürdü.

"Derya nerede?" diye sordum.

"Gemiye gitti. Akşam yola çıkacaklarmış. Hazırlıkları falan ayarlıyordur." dedi Yaprak imayla. "Evliliğinin ilk gününden ne işi ise bu artık! Bu abimdeki gemi sevdasını hiçbir şey geçemedi vallahi! Kusura bakma da sen de geçememişsin. Oysa biz çok emindik." diye devam ettiğinde tabureye oturup tezgâha yaslandım. "Neyden emindiniz?" diye sordum sesimdeki meraklı tınıyla.

"Sana duyduğu sevginin gemi sevgisini geçtiğine..." diye açıkladığında dudağımın kenarı kıvrıldı. "Ama baksana daha dün bir, bugün bir buçuk gemiye koştu." dedi.

Kahkaha attım. "Eh abinin bir odun olduğunu yeni öğrenmiyorum. Boş ver." diyerek omuz silktim. Yaprak şaşkınlıkla kaşlarını kaldırsa da ben rahattım. O sevginin gemi sevgisi olmadığını ve Valeria'ya kavuşma aracı olduğunu ve Valeria sevgisinin de benim sevgimle kıyaslanmayacak kadar çok olduğunu ben zaten biliyordum. Gerçi bugün gerçekten işe gittiğini ve Valeria ile buluşmayacağını söylemişti. Zaten beni ilk günden yalnız bırakıp buluşmaya gitseydi mahvederdim onu. Bu bir sözleşmeydi ve sözleşmelerde iki taraf da kazançlı çıkardı. Ben burada üç ay kalmayı kabul ettiysem o da o üç ay dişini sıksındı biraz. Benim özgür olabildiğim kadar özgür olacaktı. Kusura bakmasın...

"Abim değişik, sen ondan da değişiksin. Ben böyle bir şey karşısında bu kadar anlayışlı olamazdım sanırım."

Zeytine çatalımı batırırken omuz silktim. "O kadar abartılacak bir şey değil bu bence. Evlilik özgürlüklerimizi kısıtlamamalı diye düşünüyorum." dedim ancak evliliğin hem maddi hem de manevi olarak, yazılı ve yazısız hukukta özgürlüğümüzü kısıtladığı da bir gerçekti. Gelin görün ki bu evlilik gerçek değildi.

"Bilemiyorum. Erkek milleti bu kadar boş bırakılmamalı. Abim olduğu halde uyarıyorum seni." dedi bilmiş bilmiş mimikler yaparak. Oldukça sempatik bir kızdı. Güldüm.

"Güveniyorum ben ona. Hem yapacağı varsa yapar yani. Ne kadar engel olabilirim ben?"

Gülümsedi. Sonra gülümseyişi nedense imalı bir hale büründü. "Doğru diyorsun. Abim seviyor seni. Sorumluluk hissetmese gitmezdi bence de. Hem sabah 'Asude'ye dokunmayın çok geç yattık. Ne zaman uyanırsa uyansın.' derken gözleri parlıyordu."

"Geç yattıklarına göre haklı bir parlama." dedi arkamdan bir ses. İki numaralı eltim Melike... Gelir gelmez farkını ortaya koymuştu. Gözlerindeki parlama, dudaklarındaki hınzır gülümseme benim için tehlike çanlarının çaldığı anlamına geliyordu.

Yaprak kıkırdadı. "En son Derya ne zaman bu kadar neşeli uyandı hiç hatırlamıyorum." diye devam etti Melike...

Ancak ben Derya'yı sabah görmediğim için bilemiyordum. Muhtemelen o kadar tantana bittiği için rahatlamış ve bu rahatlık da ona keyif vermişti. Eğer gözlerimi Galata Kulesi'ne açmış olsam ben de bu kadar keyifli olurdum...

Ben "Tüm o angarya bittiği için keyiflenmiştir bence." derken Yaprak önümdeki bardağa çay dolduruyordu. O çayı doldurunca şekersiz çayımdan bir yudum aldım.

"Bence ondan değil." dedi Melike kaş göz ederek ancak ne demek istediğini anlamamıştım. Başka ne onu keyiflendirebilirdi ki?

"Neden peki?" diye sordum merakla ona bakarken. Yaprak kahkahasını dudaklarını birbirine bastırmak suretiyle kesip ocağa döndü ve çaydanlığı ocağa bıraktı.

Melike bir şey söylemeden imayla gülerek yüzüme bakınca kaşlarım çatıldı. Burada hoşuma gitmeyecek bir ima vardı ama ne olabi-

Ne? Yok canım! Değildir.

Öyle gibi...

Gözlerim ardına kadar açılınca Yaprak ve Melike aynı anda yüksek bir kahkaha attı.

"Ya!" diye itiraz edecek oldum ama ne diyecektim? Zaten olması beklenen ve olması gereken şeyin olmadığını ve olmayacağını nasıl ifade edecektim ki? Yüzümün yandığını hissediyordum. Bu sıcaklık gerdanıma kadar sirayet etti.

"Kızlar! Çok ayıp! Uğraşmayın kızla." diyerek içeri girdi kurtarıcı meleğim büyük eltim. Bir insanın eltisi olacaksa Nilay gibi olmalıydı. Melike'ye ters bakış atmaktan başka bir şey yapamazken kahvaltıma geri döndüm.

"Kıyamam ya nasıl utandı minik tavşanım. Utanma kız hepimiz bu yollardan geçtik." diyerek işi uzatmaya karar vermiş görünüyordu Melike.

Aklıma isteme günü, Melike'yi ilk kez gördüğümde bana verdiği izlenim geldi. Soğuk, asil ve burnu havada... Şimdi gördüğüm Melike bu profilden çok uzaktı. Bunun, o gün benim yerime Valeria'yı seviyor olmasıyla da alakası olabilirdi. Gerçi bugün de hangimizi tercih edeceğini bilemiyordum...

"Susar mısın Melike? Aramızda bekâr kız var." dedim başka ne diyeceğimi bilemeyerek.

"Ay sanki o bekâr kız hiç bilmiyor." diye söylendi ve çatalımı alıp peynirden bir tane ağzına attı.

Yaprak kıkırdadı. "Melike yengem kendini unutmuş sanırım Nilay Yenge. Hatırlıyor musun ilk günden işe gitmişti utançtan." dediğinde Nilay ile birlikte kahkaha attılar. Gülerek Melike'ye döndüğümde o utanmak yerine bize katılıp güldü.

"Öküz Duha boynumu morartmıştı. Fark etmemişim iş yerinde de rezil oldum."

Söylediği şeyle gülüşüm dondu ve muhtemelen kıpkırmızı kestim. Melike yüzüme bakıp kahkaha attı. O an anladım ki elim boynuma gitmişti.

Elim neden boynuma gitmişti? Ne bileyim Asu-de? Nasıl bir fantazi dünyan varsa hayal ettin zaar..

Etmedim. Etmedim tabi ki de sanırım refleks olarak şey oldu. Bir şey olmadı ki kontrol etme gereği duyayım...

"Ya bunlar mahrem şeyler! Niye anlatıyorsunuz be?" diye çıkışıp masadan kalktım ve onların kahkahaları arasında salona kaçtım. Mehpare babaannenin yanında konuşamazlardı ayıp şeyleri...

"Nasisun çizum? Eğer ağrin sizun varsa odana cit dinlen." dedi Mehpare babaanne. Ağrım sızım neden olsun anlamadım.

Bence anladın...

Yok canım? Koskoca kadın bunu söylemez herhalde. Sen fesatsın.

Sen bilirsin...

Ben bilirdim tabi.

"Yok babaanne. İyiyim." dedim ve gülümsedim. Mehpare babaannenin çizgi halini alan dudakları ve fırıl fırıl dönen gözleri imalı tebessümü iç sesimi haklı çıkarırcasına belirdiğinde bakışlarımı kaçırdım. Bunlar ailecek fenalardı. Derya'nın böyle olmasına şaşmamak gerekirdi.

"Maşallah cüzel çizuma. Sonunda bizim hamsi akılli iyi bir iş cördi." dediğinde gülümsedim. Valeria'yı neden istemediğini biliyordum ama Başak'ı neden sevmedi bilemiyorum. Onun sinsi olduğunu düşünüyordu. Acaba Başak ne yapmıştı da Mehpare Babaanne onun hakkında böyle düşünmeye başlamıştı.

Kapı çalınca kızlardan biri kapıyı açmaya gitti. Bir kaç saniye sonra Çiçek Teyze homurdanarak içeri girdi. "Sonunda piremsesumuz cüzellik uykisindan uyanmiş. Cünaydınlar olsun." Kaşlarım havalandı.

İlk günden kaynanacılık. Bayılırım.

"Günaydın Çiçek Teyzecim." dedim arsız arsız sırıtarak. Yüzüme ters bir bakış atıp Mehpare Babaanneye döndü.

O sırada kızlar da salona girmişti.

"Haçan çok köti oldi. Hüseyin Abi yüzüme bile bakmadi. Ha Cemile de ordaydi. 'Utanmadan ekmeğimizi almaya celmiş bi de' deduler. Haklilar tabi. Kizcağuzu rezul ettik." dediğinde gözlerimi kıstım ve kaynanamın bana imayla değen bakışlarına öyle karşılık verdim.

"Anne sen de ne diye gidiyorsun oraya? Kim sana ekmek al dedi. Murat Abi ya da Duha gelirken ekmek getirirler. Biz gideriz alırız başka yerden. Sen de yani!" dedi Melike ciddi bir ses tonuyla.

"Ha ekmek de olmasin onlar bizum komşumuz da."

"Yere batsun gomşiluğu. Hemen yapiştilar zaten. Daha oğlani cörmemişler ev aldilar." diyen Mehpare Babaanneye gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Başak'ın ailesine de gıcık olmuştu.

"Ha cörecekleridu eğer baziları araya cirmeseydu." diyerek bana kısa bir bakış attı. Kızlar bana tedbirli ve endişeli bir bakış atarken ben oldukça rahattım. Dudağımın bir kenarı kıvrıldı.

"Bir ara olabilmesi için iki taraf olmalı Çiçek Teyzecim. Ha sizin bir aranız olabilir o kızcağızla ama ben zaten sizin aranıza girmedim. Sen de benimle kocamın arasına girmezsen iyi olur."

Mehpare Babaanne kıkırdadı ama kızlar hala gerginlikle bizi izliyordu ve sessizlerdi.

"Ha edepsuze bak! Ben niye cireyum sizun aranuza?" diye çıkışan kaynanama baktım. Allah'tan gerçek bir evlilik değildi bu. Gerçek olsa Derya'ya olan sevgimden ya da her ne ise ondan sesimi çıkaramazdım...

"Böyle gidip gelip o kızın mevzusunu açarsanız girersiniz. O kıza bir ayıp yapıldı mı? Evet ama bu ayıbı ne ben ne de Derya yaptık. Siz yaptınız. Kendi suçunuz yüzünden bize gelip feryat etmeyin lütfen. Oğlunuzu benden iyi tanıyorsunuz. Huzurumuz bozulmasın." dediğimde hırsla ayaklandı.

"Ha daha ne huzuri kaldi? Oğlan sabah erkenden yüzüni bile cörmeden kaçti işe ciddi. Bir hafta da celmeyecek."

İşte bu yüzden kızıyorum Derya'ya... Ne diyeyim şimdi ben bu kadına? Terbiyesizlik yapmadan nasıl savunayım kendimi?

"Sen merak etme Çiçek Teyze biz vedalaştık, gelince hasret de gideririz. Bu bizim için bir sorun değil, sizin için de olmasın."

Salonun çıkışına yöneldi. "Çiçek Teyze'ymuş. Öbürü en azindan baa anne diyeydu."

"Ovvv" dedi Nilay. "Çok kızdı." diye devam etti. Bakışlarımı ona çevirdim. Kaynanasının ardından bakıyordu şaşkınlıkla. Melike ile göz göze geldiğimizde bana göz kırpıp gülümsedi.

"Ha ağzina sağlık güçük celun. Birisinin ona doğrileri soylemesi cerekiydi." diyen Mehpare babaanneye yorgun bir gülümseme sundum.

İşte cadı gelin rolüm başlıyordu.

Rol mü? Emin misin?

Susar mısın?

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Akşama doğru evin erkekleri geldiğinde Derya'yı beklemiyordum ancak o da gelmişti. Tuhaf bir şekilde onu görünce aklıma kızların yaptıkları imalar geliyordu ve kendimi yüzüm ısınırken buluyordum. Yüzümün de kızardığına emin olduğum için mümkün mertebe başka yönlere bakıyordum.

Akşam yemeğini kalabalık bir sofrada yemiştik. Herkes çok neşeliydi. Öğleden sonra yaşadıklarımıza rağmen Çiçek Teyze bile...

"Gördünüz mü bak? Romeo dediğiniz kaynınız hepimizden odun çıktı." dedi Duha Abi. Bakışlarım yanımda oturan Derya'ya bir an değip yeniden Duha abiye döndü. "Ula daha yirmi dört saat olmadi!" dedi Murat Abi de kızıyor muydu gülüp alay mı ediyordu anlamıyordum. Ve Murat Abi Karadeniz ağzını kullanınca aşırı sempatik oluyordu ve belli ki bunun farkındaydı çünkü çok sık kullanıyordu.

"Yani annemin bulduğu o kızla evlensen diyeceğim evden kaçıyorsun diye ama sen tutturdun Asude'yi alacağım diye."

"Asude'yi alacağım ne demek Duha?" diye çıkıştı Melike yine o ciddi tavrına bürünerek. "Asude mal mı?"

"Abartma be Melike." diye araya girdi Murat Abi ricacı bir tavırla.

"Abarttığımı düşünüyorsanız biz de bundan sonra öyle konuşuruz." dedi ve bana döndü. Yok vallahi ben de manyaktım da bu Melike çok başka boyuttaydı.

"Asude bu odunu aldığına pişman mısın balım?" diye sorduğunda bir an donup kaldım. Sonra söylediklerini idrak edince kıkırdadım.

"Daha beterini gördüğüm için şükrediyorum diyelim." dediğimde Derya ağzımın içine doğru eğildi. "Aşk olsun karıcım." dedi imayla. "Biz bu konuyu konuşmuştuk." dediğinde gülümsedim. "Bu konudan bahsetmiyorum ki... Öyle genel." dedim ve samimiyetsiz abartı bir gülümsemeyle yüzüne baktığımda masadan yeniden gülüşmeler yükseldi.

"Yoksa balayımızda bir işinden izinli olup diğer işine gitmeni asla yargılamıyorum." dedim. Sesim, söylediklerimin aksini kastettiğimi haykırıyordu. Kaşları havalandı.

Gülümsedim ve yemeğime döndüm. Masada gülüşmeler ve konuşmalar devam etti ancak ortada bir gerginlik oluşunca bir daha bize ilişmediler. Sofrayı el birliğiyle topladıktan sonra Derya "Hayatım, bir gelsene." dedi ve yukarı çıktı. Konuşmak istiyordu...

Odaya girdiğimde odanın içinde volta atıyordu. Beni görünce ağzı açıldı ancak konuşmasına fırsat vermeden "Annenle tartıştık bugün." dedim sessizce ve ardımdan kapıyı kapattım.

Ağzı bir süre açık kaldı ve sonra ağzını kapatırken başını anladığını belirtircesine salladı ama bir şey anlamadığı açıktı.

"Biz bir anlaşma yaptık ve bunun sonucunda bir oyun oynuyoruz Derya. Sana karışamayacağımı özgürlüğünü kısıtlayamayacağımı biliyorum. Sana bir kota koyuyor da değilim." dedim.

Soracağı sorulara hatta daha fazlasına cevap verdiğim için sessiz bir merakla beni dinledi.

"Ancak bu oyunda ben üç ay özgürlüğümün kısıtlanmasını kabul ettim. Senin de karşılığında bir şeylerden feragat etmen gerekiyor. Mesela ben buraya alışana kadar yanımda durmak gibi... Çünkü bu yaptığın herkesin dikkatini çekti. Çünkü normal değil. Hangi âşık evlendiğinin ertesi günü işe, uzun süren bir işe gider ki?"

"Haklısın ancak bu iş gerçekten çok önemli ve tarihi aylar önce ayarlandı. Bizim düğün işi buna denk geldi. Senden kaçmıyorum. Ve için rahatlayacaksa evlendiğim sen değil de Valeria da olsaydı ben bugün gitmek zorundaydım."

Bir süre yüzünü inceledim. "İçim niye rahatlasın? Senden bir şey beklemiyorum. Sadece insanlara -özellikle annene- bana saldırması için cepheler açma. Ben annenle savaşırken savunmasız kalmayayım."

Yüzünde hınzır bir gülümseme oluşurken yatağa oturdu. "Kimseden çekinmediğini sanıyordum. Çok iddialıydın. Ne oldu? Annemle tartışınca gözün mü korktu?"

Kaşlarım havalandı ve küçümser bir bakış attım. "Sence? Derya bak... Ben tanımıyorum. Kimseyi tanımıyorum. Sınırlarımı bilmiyorum bu yüzden. Sen söyledin. Annen ve Mehpare babaanne hastanelik oldu diye. Ben kendimden bezdiririm ama sevgilin değilim, karınım. Sevgilin yüzünden hastanelik oldularsa benim yüzümden mezarlık olsunlar istemiyorum. Neyi ne kadar kaldırabilirler bilmiyorum. Bir laf ederim kalbine iner kadıncağızın."

Haklı olduğumu fark ettiğinden olsa gerek derin bir iç çekti.

"Niye tartıştınız annemle?" diye sorarken omuzları düşmüştü.

"Sanırım fırına gitmiş, o kızın ailesi laf etmiş. Geldi benim araya girdiğimi falan ima edince ben de suçlu tek kişinin o olduğunu ve bu konuda aramıza girmemesini söyledim."

"Doğru söylemişsin." dediğinde gözlerimi devirdim. "Bu, onun o taraftan da bizden de laf yediği gerçeğini değiştirmiyor. Üzülüyorum da bir yandan. Hata -daha doğrusu büyük bir yanlış- yapmış tamam ama tüm okların hedefi o. Beni gözüne kestirdi sandı ve okların yeni hedefi yapmaya çalıştı ama maalesef ben o tarz bir gelin değilim. Bilmiyorum üzüldüm. Daha da üzüldüğüm kadın benden çekecek. Çok üstüne gitmek de istemiyorum. Sevmesin, benden nefret etsin yeter. Kadını hastanelik etmeyeyim bir de."

Derya gülümsedi. "Haklısın ama bir kaç gün idare et. 4 bilemedin 5 gün. Gerçekten önemli ve kesinlikle bir kaçamak değil. Valeria'yla olmayacağım. Tamamen iş." dediğinde başımla onayladım. Ne dersem diyeyim gitmek zorundaydı sonuçta. En azından aklı kalmasın...

"Teşekkür ederim. Telafi edeceğim." dediğinde başımla onayladım yeniden.

Beş gün sinek taktiği kullanacaktım. Rahatsız edip edip kaçacaktım. Zarar vermeyip mide bulandıracaktım. Kavgayı büyütmeyecek, Derya gelene kadar kadını hastanelik etmeyecektim.

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Derya ve Dursun Amca çıktıktan sonra Çiçek Teyze ile fazla yüz göz olmamak için odama çekilmiştim. Bu hareketimin bile beni kötü bir gelin yaptığının bilincindeydim. Ancak umursamak zorunda değildim.

Kendi kendime odada takılırken telefonuma mesaj geldi.

 

Kaptan-ı Derya(21.08):

 

-Ne yapıyorsun?

Bu da iyice aramızdaki ilişkiyi gerçek sandı ha...

 

Ben(21.09):

 

-KOCAMAN YATAĞIMDA ayaklarımı uzatmış keyif yapıyorum. Sen?

Nispet yapmak istemezdim ama yapmamam için bir sebep yoktu. O gemi köşelerinde perişan olurken ben en azından yatağımda rahat olacaktım.

 

Kaptan-ı Derya(21.09):

 

-Asdfghjk kaç yaşındasın sen 4 mü? Bizim gemide de çok rahat yataklar var bi kere...

 

Ben(21.10):

 

-Harika 2 yaş gençleşmişim. Önceden da 6 yaşında olduğumu söylemiştin. Şimdi 4. Tahminen ne zaman anne karnına dönerim?

 

-Ayrıca bilemem gemideki yataklarınızın rahatlığını. Malum ben 1 metre karelik malzeme odasından başka yerde uyumadım...

 

Kaptan-ı Derya(21.11):

 

-Bu benim suçum değil. Yerini kendin seçmişsin. Gelip bana söylesen sana güzel bir oda verirdim...

Şaka mı yapıyordu? Denizin içindeki canlıların hafızasının kötü olduğunu biliyordum da üstündekilerin de hafızası gidiyordu herhalde...

 

Ben(21.11):

 

-Beni bulduğunda denize atmakla tehdit etmemiş olsaydın samimi gelebilirdi bu cümlelerin. Ama yok Bizımla değılsın ve hatta kuş öldü beybi...

 

Kaptan- Derya(21.12):

 

-Aa şey... Şaka yapmıştım. Atacak değildim tabi ki seni.

Gözlerimi hem gerçek hem de emoji olarak devirdim. Gözlerimin gerçeğini görmedi ama emojilerimi gördü

 

Ben(21.12):

 

-😒😒😒

Bir süre ikimiz de bir şey yazmadık. Tam beş dakika sonra yeniden mesaj geldi. Bir süre mesajı açmadan bekledim. Mesaj bekliyormuşum gibi şey etmesin diye.

Beklemiyorsun çünkü...

Beklemiyordum tabi ki...

 

Kaptan-ı Derya(21.17):

 

-Yola çıktık. Sabaha doğru Rusya'ya varmış oluruz. Bir şey olursa mesaj atarsın. Ben gördüğümde sana dönerim. Anneme çok aldırma. Öyle rastgele konuşur o. Sen hakkından gelirsin de söylediklerini ciddiye alma...

Gülümsedim. Söylediklerim onda bir anlam ifade etmiş olmalıydı. Sanırım tüm olumsuzluklarına rağmen iyi ki bu yola onunla girdim dediğim yerdeydim. Herkes-Çiçek Teyze hariç- bir şekilde memnundu ve biz de artık kendi işimize bakabilecektik.

 

Ben(21.21):

 

-İyi yolculuklar. Ve saate bak :) Biri seni düşünüyor.

 

-Ve asla ben değilim

 

-İyi geceler uyuyacağım...

Neden öyle yazdığımı bilmiyorum diyemeyeceğim çünkü saat ve dakika aynı olunca dile getirmek benim takıntımdı. Eğer fark ettiysem... Hem Derya'yı düşünecek değildim. Çok istiyorsa o beni düşünebilirdi.

 

Kaptan-ı Derya(21.21):

 

-Saati ilk sen gördüğüne göre biri seni düşünüyor...

 

-Seninle konuştuğuma göre ben olabilirim.

 

-İyi geceler. Güzel rüyalar gör...

İnternetimi kapattım ve son attığı mesajları bir daha okudum. Annem eşlerin birbirine benzediğini söylerdi. Muhtemelen kast ettiği fiziksel benzerlikti ancak bizimkisi gerçek bir eşlilik durumu olmadığından sadece deliliğimiz benziyordu. Resmen iki deli bir araya gelmemeliydik ama gelmiştik. Neyse ki birbirimizi o manada sevmemiştik.

Romantik komedi filmlerini izlemeyi çok severdim. Aslında genel olarak bir tarzdan hoşlandığımı söyleyemem beni saran her filmi severdim ve türü çok da önemli değildi. Romantik komediler de öyle. Ben bir şeyler öğrenmek için film izlemezdim ama izlerken iyi kötü bir şeyler öğrenirdim. Aynı durum kitaplar için de geçerliydi. Şarkılar ve arkadaşlıklar için de...

Hayattan keyif alırken öğrenirsem ne âlâ ama öğrenmek için keyif almadığım şeyleri yapmak istemezdim ama yapardım bunu bazen ki İstanbul'da yaşamak için hukuk okumam da tam bu yüzdendi. Bazen öyle olurdu ama dış etkenler yokken ben istediğimi yaşarken öğrenmek isterdim.

Nereden ne alacağınız belli değildir. İnsanların küçümsediği romantik komedilerde bile belki bir cümle, bir replik onu izleyenlerden birine öyle değerli bir şey öğretirdi ki o kişinin hayatı değişebilirdi. Ya da ona teselli olurdu, umut verirdi...

İşte romantik komedi tadında bir hayat yaşarken bu yolda bir şeyler öğreneceğimi biliyordum. Hayatımın DRAM evresini geride bırakmıştım. Ve o kısmından çok şey öğrenmiştim. Geçinmeyi, kendimi savunmayı, hakkımı aramayı, ekmeğimi taştan çıkarmayı...

Bugünden sonra neler öğrenirdim bilmiyorum. Yepyeni bir hayata adım atıyordum ve şimdilik bu hayat o kadar da kötü görünmüyordu...

Telefonuma gruptan mesaj geldi.

 

Yaprak(21.45):

 

-Bahçede çardakta çay ve dedikodu var.... Çay benden...

Gülümseyip yataktan kalktım. Çay ve dedikodu çok umurumda olmasa da kızlarla muhabbet etmek iyi gelecekti biliyorum...

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Bugün Rize'de dördüncü, Derya olmadan geçirdiğim ikinci, evliliğimin ise üçüncü günüydü. Hayat gayet sıradan ve normal işliyordu. Çiçek Teyze arada bana kötü kötü baksa da dokunmuyor. Bazen bir şey diyecek olsa da vazgeçip uzak duruyordu. Ben de kendi halimde evde takılıyordum. Duha Abi ve Murat Abi ise sabahtan şirkete gidip akşam karanlık çöktükten sonra geliyorlardı. Ev resmen kadınlara kalmıştı.

Mina benden hâlâ pek haz etmiyor gibi duruyordu. Çirkinliğim onu hayal kırıklığına uğratmış olmalıydı. Büyüyüp genç kız olduğunda eğer hala bir alâkamız olursa ya da olmazsa bile bir yerde denk getirip karşısına çıkacak ve ona çirkin olduğunu söyleyecektim. Hatta stalk yapacak ve sevdiği çocuğun sevdiği kız olursa onunla da kıyaslayacaktım onu. Kinimin diri kalacağına emindim de inşallah şartlar böyle olgunlaşırdı...

Kahvaltıyı bahçedeki çardağa kurmuştuk. Mehpare Babaanne öyle istemişti bugün.

"Ha mısir ekmağini de ceturun." diye seslenen Çiçek Teyze ile birlikte elimdeki mısır ekmeğiyle bahçeye çoktan çıkmıştım bile. Beni görünce ters bir bakış atıp çardağa ilerledi. Gözlerimi devirip onu takip ettim. Ancak adımlarımı aşırı aşırı yavaş atıyordum. Kızlar gelmeden o masaya oturmak istemiyordum.

Neyse ki kızlar fazla gecikmeden gelmişlerdi de ben masaya henüz oturmadan yetişmişlerdi.

"Çay taşmıştı. İki saattir tezgahı siliyorum." dedi Yaprak otururken.

"Cözini telefondan ayirmassan olacaği bu. Soylenme!" dedi Çiçek Teyze agresif bir sesle. Yaprak da annesine cevap vermek yerine duymazdan gelmeyi tercih etti. Mantıklı karardı.

"Celun hanim. Doldir bakalim çaylari da." diyen Mehpare babaanne kaynanamın aksine gayet güler yüzlüydü. Ben de aynı enerjiyle başımı salladım ve gülümseyerek çayları doldurdum.

Mehpare Babaannenin önderliğinde bir sohbetle kahvaltımızı ederken araya giren ince bir ses sohbetimizi böldü.

"Afiyet olsun. Çiçek An- yani şey Çiçek Teyze ben bu bohçaları getirmiştim."

Benim boylarımda, belki biraz daha kısa ama ayağındaki topuklular yüzünden bunu göstermeyen, kahverengi dalgalı saçları olan güzelce bir kız çardağın dışında ellerinde tuttuğu beyaz bir bez sarılı bohçayla bana bakıyordu. Muhatabı ben değildim ama gözleri benim üzerimdeydi.

Kimsenin bizi tanıştırmasına gerek yoktu. Eminim ki benim gibi bu kız da baktığı kişinin kim olduğunu biliyordu. Gözlerindeki hırs ve meydan okumaya aynı kararlı bakışlarla karşılık verirken çayımı yudumlamayı da ihmal etmedim.

Aslında şu an üstünlük taslayacak bir pozisyonda değildim ancak kendimi bir nevi gardiyan gibi hissediyordum. Derya'nın yanındaki yerim emanet olabilirdi. Ancak ben emanetime sahip çıkacaktım.

"Hayırlı olsun." dedi küçümseyici bir tavırla. Aslında o 'Hayırlı Olsun' altında yatan anlamlar bakımından beddua idi.

Gülümsedim. Aynı küçümseyici ifade ile. "Teşekkür ederim. Hayırlı oldu inşallah." Dedim. Eminim Valeria bu olayı benim kadar dert etmezdi...

Bir ara sinirden çenesinin titrediğine eminim ama o an Çiçek Teyze konuşunca çok kısa bir an gördüm bu siniri.

"Cel çizum. Kahvalti et." diyen Çiçek Teyze'ye çevirdim bakışlarımı. Hayretler ediyordum ancak şu an bakışlarımda kocaman bir hiç vardı. Bu teklifin ardından Başak'ın bana çevrilen bakışlarının görebildiği tek şey de bu hiçlik oldu. Oysa benim duygularımı görmek istiyorsa diğerlerinin yüzüne bakması yeterliydi. Zira herkesin ağzı beş karış açıktı.

"Yok, ben gideyim Çiçek An- Teyze. Size afiyet olsun."

Çiçek Teyze üzgün bir şekilde Başak'a bakınca sinirden kahkaha attım. Ancak onlar kahkahamla ne hissetti bilmiyorum.

"Yok yok, lütfen oturun. Oturmazsanız Çiçek Teyze yeniden hastanelik olacakmış gibi bakıyor size." dediğimde Çiçek Teyze bana öfkeyle bakıp "Terbiyesüzlük etme!" diye çıkıştı. Kaşlarım havalandı.

"Terbiyesizlik? Sizin buralarda birilerini sofraya çağırmak terbiyesizlik mi? Ben... Bilemedim. Yani sen de yaptığın için pardon." dedim öfkeli bir gülümsemeyle.

Melike elini sırtıma koydu. "Lütfen. Sakin ol. Uzatma." diye kulağıma fısıldadı. Ben ise gözlerimi kaynanama dikmiş bir cevap bekliyordum.

Çiçek Teyze öylece öfkeyle yüzüme bakarken Başak "Neyse... Ben gideyim artık. Geçmiş olsun Çiçek Teyze senin adına üzüldüm." dediğinde bakışlarım Başak'a çevrildi. "Hanım hanımcık, namuslu, terbiyeli bir gelin istemiştin sadece. En azından terbiyeli olsaydı." dediğinde kaşlarım çatıldı ancak benden önce başka bir ses girdi araya.

"Sen ne diyorsun be? Terbiyeymiş! Acaba kelime anlamından haberdar mısın? Defol git evine! Ne yüzsüzsün ya!" diyerek çayını Başak'a doğru sıçratan Yaprak bile bakışlarımın odağını değiştirememişti. Başak ise yüzüme alayla gülüp çaydan kaçındı ve arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı.

"Ah anne!" dedi Nilay dişlerini sıkarak. Başak gözden kaybolana kadar gözlerimi ondan ayırmadım. Hatta bir süre de öylece boşluğa baktım.

"Asude?" diye bana seslendi Nilay.

"Boş ver sen onu." diye söze girdi Melike de. "Zaten azıcık gurur olsa onu istemeye bile gelmemiş, hatta istemeyi boş ver söze bile gelmemiş adamın peşinde dolaşmazdı."

Bakışlarımı Çiçek Teyze'ye çevirdim. "Ne demek istedi?" diye sordum buz gibi bir sesle.

Çiçek Teyze bir cevap vermek şöyle dursun öfkeyle yüzüme bakmaya devam etti.

"Çiçek Hanım!" diye bastırdım sesimi. "Ne demek istedi o kız? Söyleyecek misiniz peşinden gideyim mi?"

"Hah bir bizi rezul etmeduğun kalmişidi. Onu da yap!" diyen Çiçek Hanım'a -Evet, teyze denmeyi bile hak etmiyordu şu an- "Ben mi?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak. Alayla da olsa dudaklarım kıvrılmıyordu.

"Anne!" diye uyardı Melike. Tavrı Nilay'dan da sertti.

Elimi tahta masaya hızla vurdum. Öyle ki tabak çanak sıçrayıp ses çıkartmıştı. "Çiçek Hanım, namuslu olmadığımı nereden çıkardı bu kız?" diye sordum bağırarak. Kim duyarsa duysun. Hem gemileri hem de limanları yakmıştım.

"Bağurma baa!" diye oda bağırdı. "Terbiyesüzlük edersen babanun evine dönersin!" dediğinde ağzımdan 'Hah' diye bir gülüş çıktı. Fazlasıyla alaylı ve öfkeliydi bu ses.

"Höst!" diye bağırdı Mehpare Babaanne. "Babaun evunden mi cönderiysun! Senin kocanin evuyse onun da kocasunun evi! Ne fışki anlattın sen o yılanın başına?"

Çiçek Hanım'ın gözleri bana çevrildi. Ağzını açtığı an Melike "Anne hayır! Sakın!" diye uyardı. Ona baktım. "Hayır, söyleyecek! Her ne ise zaten dış kapının mandalına söylemiş. Bana da söyleyecek!" dedim.

Gözlerimin dolduğunu biliyordum ancak önemli değildi. Gerekirse gözyaşlarımda boğardım herkesi. Ancak her ne dönüyorsa öğrenecektim.

Çiçek Hanım tekrar ağzını açınca Nilay "Anne! En azından içeri geçelim." dedi. Mehpare babaanne "Her işe purnini sokmasa olmayi! O ince uzun, piçimsiz purnini illa her şeye sokacak!" diye söylenip bastonundan destek alarak ayaklandı.

Çiçek Hanım hırsla içeri girerken derin bir nefes aldım. Aklımdan bin bir türlü soru geçiyordu. Barda çalıştığımı mı öğrenmişlerdi? Nereden ve nasıl öğrenmişlerdi? Bu yüzden ahlaksız mı olmuştum? Üstelik kendi çocukları da bu işi yapmışken...

"Asude sen anneme bakma lütfen." dedi Yaprak korkudan titreyen bir sesle. "Bir hata yaptı ancak kabul etmek yerine kendini haklı çıkaracak şeyleri kazıyor. Ne derse desin öyle biri olmadığını biliyorsun sonuçta." diye devam etti.

Ayaklandım ve onu da arkamda bırakarak içeri girdim bir hışım. Benim başım dik alnım aktı. Hiç kimse benim namusuma laf edemezdi.

Salona girdiğimde Mehpare Babaanne bir berjere o bir diğerine oturmuşlardı. Oturmak yerine ayakta kaldım. "Dinliyorum." dedim titremesine engel olamadığım bir sesle. Sesimin titremesinin tek sebebi cinnetin eşiğinde olmamdı.

"Biz o cavur kizi niye istemeduğ?" diye sordu öfkeli bir savunma ifadesiyle. Ona istediğini vermeyecektim. "Niye istemediniz Çiçek Hanım? Her şey benim dediğim gibi olacak egosu yüzünden mi?"

Laf dokundurmamı görmezden geldi. "Onun bunun altına yattiği için. Cöti memesi meydanda olduği için. Bir de tüm bunlari bize yüzsiz yüzsik anlatacak kadar terbiyesiz olduği için! Ha senin ondan ne farkin var?" diye bağırdığında ona doğru yürüdüm. Yaprak önüme çıktı. "O kadar da değil Asude yavaş ol!" dedi buz gibi bir sesle. Onu önümden hırsla ittim.

"Saçmalama! Anneni dövecek değilim!" dedim ve Çiçek Hanım'ın tam önünde durdum. "Kimin altına yatmışım?" diye sordum kaşlarımı çatarak. "Kimin altında gördünüz beni Çiçek Hanım?" diye sordum yine dümdüz bir sesle. Kulaklarıma inanamıyordum.

"Ne bileyum ben? Onu da sen deyecesun!" dedi geri adım atmayan bir sesle.

Çıldırmak üzereydim. Gerçekten şu an cinnetin eşiğindeydim.

"BİLMİYORSAN NE KONUŞUYORSUN?" diye çığlık attım.

"Çarşafıni cördüm!" dedi o da ayağı kalkarak. "Tertemuzidu! Derya'ya sordiğimde o iş oldi dedi. Ama çarşaf tertemuzidu"

Gözlerimden yaşlar boşalırken sinirden kahkaha atmaya başladım. Nilay koluma girdi. "Asude sakin ol lütfen." dediğinde silkelendim.

"Eee" diye bağırdım ağlayarak. "Kan görmedin diye ben namussuz muyum?" diye sordum. Ancak artık bağırmıyordum. Aksine fısıldıyordum.

Ona ilişkiden sonra bazen yırtılma olmayacağını, haliyle kan gelmeyebileceğini söyleyebilirdim. Ancak öyle sinirime dokunmuştu ki. Bam telim kopmuştu.

"Evet haklısın. Evlenmeden önce bir ilişkim oldu." dedim. Birden eli kalbine gitti ve geriye, berjere düştü.

"Anne!" diye hep bir ağızdan herkes başına toplandığında çığlık attım. Umursamayıp arkamı dönmek istiyordum. Ne olursa olsun diyordu bir yanım ama diğer, lanet olası vicdanlı yanım "Derya ile! Derya ile oldu!" diye bağırdı.

"Namussuz muyum? Tamam. Ama ben tek başıma değildim. Bu namussuzluksa, oğlun da namussuz Çiçek hanım. Bunu kabul ediyorsan ben de edeceğim." dedim ve bana şaşkınlıkla bakan gözler arasında önce salondan sonra da evden çıktım.

Bu kez Derya'yı öldürecektim. Gerçekten! Mübalağa falan değil, gerçekten yapacaktım bunu!

Gözyaşlarım dinene kadar bahçede yürüdüm. Asla sakinleşemiyor, düşündükçe daha da çıldırıyordum. Gözyaşlarım dinince Derya'yı arayacaktım ve tüm bu yaşananların hesabını soracaktım ancak sakinleşemiyordum. Şu an burayı bırakıp gidebilirdim ama elim kolum bağlıydı çünkü Derya'yı dinlemeliydim en azından. O orada çalışırken her şeyden bir haberdi ve böyle olacağını tahmin edememiş olması normaldi. Ancak bu tüm suçun ona ait olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

Nilay bahçeye çıkınca arkamı dönüp yaşlarımı sildim.

"Daha iyi misin canım?" diye sordu omzumu tutarken. Başımı sallayarak onayladım.

"Keşke hiç takılmasaydın. Öyle o konuşur konuşur susardı" dediğinde öfkeli ama ağlamaktan muhtemelen kanlanmış gözlerimi açarak Nilay'a baktım.

"Bana namussuz dedi!" dediğimde gülümsedi. "Değilsin ve bunu sen biliyorsun. Boş ver."

Başımı iki yana salladım. "Nasıl boş vereyim? Bir de gitmiş o kızla dedikodumu yapmış! Çıldıracağım." dediğimde başını onaylamaz bir şekilde iki yana salladı.

"O konuda ne diyeceğimi bilmiyorum ben de. Babam döndüğünde bu olanları duyunca her şey çok fena olacak. Derya ne yapar kestiremiyorum bile." dedi.

Omuz silktim. "Ne yaparlarsa yapsınlar ya da hiçbir şey yapmasınlar. Umurumda bile değil. Dönsünler bir burada durmam artık. Derya çok istiyorsa annesinin yanında kalabilir." dediğimde gülümsedi.

"Şimdi çok öfkelisin. Sakin kafayla oturup düşün. Çiçek Anne de böyle fevri bir insan. Çoktan pişman oldu. Özür dilemez muhtemelen ama pişman olduğuna eminim." dediğinde başımı iki yana salladım. Yetmedi ellerimi de salladım "Özür falan istemiyorum. Bir daha konuşmam. Derya bir gelsin de..."

Üç ay falan duramazdım burada. Başka bir çözümü olmalıydı. Üç ay illa ki Rize de kalması gerekiyorsa ben giderdim o da üç ay sonra gelirdi. Ha en kötü ayrı ev tutardık. O evde tek de yaşasam sorun değildi. Derya evinden ayrılmak zorunda değildi.

Biraz sakinleştiğimi fark ettiğimde Derya'yı internet üzerinden aradım. Ancak açmadı. Mesaj attım. O da tek tik oldu. Yani şu an interneti kapalıydı.

 

Ben(11.58):

 

-Mesajı görünce beni ara.

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Bu hayatta evlilikler üzerine eminim yüzlerce tez yazılmıştır. Hatta bu araştırmalara 'TEZ' denmediği taş devrinde dahi araştırmalar ve önermeler vardır. 'Aşk evliliği mi? Mantık Evliliği mi?' bu soru, araştırmaların en temel sorusu olabilir.

İnsanlar neden evlenir? İnsanlar evlilikten ne bekler? İnsanlar nasıl birini ister evlenmek için? Eminim bunun üzerine tonlarca literatür vardır ancak bence insanların evliliğinin en temel dayanağını ya da dayanaksızlığını aileler oluşturuyor. Çünkü aileler çocuklarına malıymış gibi bakıyor. Aileler malı üzerinde sonsuz bir söz hakkı olduğuna inanıyor... Bu nedenle evlilikler bir dayanağa bağlı kuruluyor ve bu dayanağın keyfi istemezse evlilikler de bozulmaya başlıyor.

Eğer bu evlilik gerçek bir evlilik olsaydı, bugün benim evliliğimi bitirme kararı aldığım gün olurdu. Çünkü ben böyle bir anneye katlanamazdım. Ben kendi annemle bağımı koparmışken kan bağımın bile olmadığı bir kadına daha fazla katlanmak zorunda değildim. Ancak zaten içinde bulunduğum durum bana herhangi bir zorunluluk sunmuyordu. Şimdi dedemin evinde olsam kendimi odama kapatma hakkım bile dedemin ve babamın keyfine kalırdı. Kapımı kilitlesem bile beni isterlerse rahat bırakmazlardı. Neyse ki burada öyle değildi. Ayrı bir evimiz olmasa da bana ayrılan bu oda benim dokunulmazımdı. Murat Abi ile Duha Abi işten geldikten sonra bir şeyler duymuş olmalıydılar ki önce Melike'yi sonra Nilay'ı sonra da Yaprak'ı yollayarak konuşmak istemişlerdi ancak ben kabul etmemiş ve yalnız kalmak istediğimi dile getirmiştim. Sonra aramışlardı ikisi de yarım saat arayla çok dil dökmüşlerdi ancak tüm ricaları duvarlarıma çarpıp yere çakılmıştı. Kızdığım tek kişi Çiçek Hanım'dı ancak acısını hepsinden çıkarıyormuşum gibi algılıyorlardı muhtemelen ancak öyle değildi. Ben boğuluyordum. Ben kapana sıkışmıştım ve elimi uzatabileceğim hiç kimsem yoktu. Çünkü gerçekleri kimse bilmiyordu ve bilmemeliydiler. Derya ise hala bana bir dönüş sağlamamıştı. Tam 10 saat olmuştu. Saat gece yarısına geliyordu ama ondan bir ses yoktu.

İlk kez namussuzlukla suçlanmıyordum. Bizzat kendi ailem, kan bağımın olduğu kişiler de bunu yapmıştı ancak bunu yaparken kastettikleri şey barlarda şarkı söylememdi. Ve tek önermeleri buydu. Ferman'ın dahi benim aslında başkalarının altına yatan biri olduğumu gerçekten düşünmediğini biliyordum. Öyle düşünse zaten benimle evlenmek istemezdi. Ve zaten ben bunu yaptığımı ima ettiğimde de öfkeden çıldırıp bana hakaret etmişti. Ben onların eline bir koz vermiştim ve onlar da bunu ağırlaştırarak kullanıyorlardı. Ve sırf bu yüzden ben evden kaçmış hatta sahte bir evlilik yapmıştım.

Ancak bu sahte evlilikte de aynı şey başıma gelmişti. Hayır, aynı değil, bin beteri... Üstelik bunu ima eden kişi normal şartlarda anne yerine koymam gereken biriydi ve bu bilgiyi gidip dış kapının dış mandalı ile paylaşmıştı. Ve bu dış kapının mandalı bu bilgiyle bana hedef alıp ateş etmişti. Ağzımı açıp tek kelime edememiş olmamın sebebi olanlardan bir haber olmamdı. Daha önceden ne kadar haddi olmasa bile gelip bana sorabilirdi. Çünkü başkasıyla paylaşmak sadece had bilmezlik de değildi. Düpedüz iftira atıp bunu yaymaktı.

Telefona baktım. Sonunda Derya mesajımı okumuştu. Ancak bir şey yapmamıştı. Tam yarım saat önce çevrimiçi olmuştu.

Aradım. Açmadı. Mesaj attım.

 

Ben(11.14):

-???

İletildi. Yani interneti açıktı. Yeniden aradım. Açmadı.

Beş kez aradım ama açmadı. Sinirleniyordum. Bülbül sesini özlediğimi sanıp nazlanıyor muydu? Ben de onunla konuşmaya meraklı değildim. Bu kadar ısrar ediyorsam önemli bir şey olmuş olmalı değil mi?

Yine mesaja attım.

 

Ben(11.22):

 

-Eğer şimdi açmazsan bir daha hiçbir telefonuna çıkmam. Ve olacakların sorumluluğunu tek başına alırsın.

Bir kaç dakika bekledim. Çevrimiçi oldu, sonra mesajımı okudu.

Bu kez görüntülü aradım. Bülbül sesini sakınırken gül cemalinden de olacaktı...

Açtı ancak görebildiğim tek şey elinin kırmızımsı karanlığıydı. Elini kamerayla kapatıyordu. Kaşlarım havalandı.

"Elini çek Derya." dedim emreden bir tonla.

"Ne oldu?" diye sordu. Kaşlarım havalandı. Sesi buz gibiydi.

"Elinin körü oldu Derya. Şu an gördüğüm tek şey de o zaten. Hemen açmazsan elini telefonu kapatacağım ve mesajda yazdıklarım aynen geçerli."

"Asude müsait değilim." dediğinde "Kapatıyorum." dedim.

Benden bir şeyler saklıyordu apaçık ve ben ne sakladığını korkarım biliyordum.

Elini kameradan çekti. Üstünde hiçbir şey yoktu. Kaşlarım havalandı.

"Ne oldu?" diye sorduğunda sesindeki telaş ve soğukluk dümdüz bir ifade takınmama sebep oldu. Derin bir nefes verdim ve "Ben-" dediğim gibi sözüm kesildi.

"Honey, I'm hungry. Shall we order hamburger?"*

(*Balım, açım. Bir şeyler sipariş etsek mi?)

Ben bu sesi tanıyordum. Sonra kameraya oldukça net hatırladığım yüz de dahil olunca emin oldum. "Hi Aşude. Whats up?"**

(**Merhaba Asude Naber?)

Üst dişlerimi alt dudağıma bastırdım.

"Pardon." dedim ve yutkunup derin bir nefes aldım. "Müsait değilim derken kast ettiğinin bu olduğunu düşünmemiştim. En azından sözünün erisin sanıyordum. Neyse iyi eğlenceler. Dönünce konuşuruz." dedim ve "Asude-" derken lafını tamamlamasına müsaade etmeden telefonu yüzüne kapattım.

Dönünce konuşurduk ama o dönünce değil, ben dönünce. Ve en az onun kadar eğlendiğime de hakkaniyet açısından emin olmadan dönmeyecektim. Bu sürede isterse önce namus bekçisi annesiyle namus meselesini konuşabilirdi. İhtiyaçları vardı bu konuşmaya bence.

Yeniden beni aradı. Görüntüsüz aramasını meşgule attım ve internetimi kapattım. Hemen bilet alma uygulamasına girip en erken İstanbul uçağına bilet ayırttım. Neyse ki banka kartımda bir miktar para vardı.

Sonra paraların bir kısmını ve birkaç parça kıyafetimi toplayıp sırt çantama koydum ve herkesin uyuduğunu sandığım evden çıkmak için önce odamdan çıktım. Ancak kapının önünde Melike ile karşı karşıya geldiğimizde herkesin henüz uyuması için erken bir saat olduğunu fark ettim. Bana şaşkınlıkla bakan sahte ama bunu bilmeyen küçük eltime gülümsedim.

"Evi mi terk ediyorsun?" diye sordu hayretler içinde. Dudaklarımı büktüm. "Öyle görünüyor." dediğimde kaşları çatıldı.

"Fevri kararlar veriyorsun Asude. Bir kaç gün- hayır hayır en azından bir gün durup düşün lütfen." dediğinde sesi yükselmişti. İşaret parmağımı dudağıma koyup sessiz olmasını istedim.

"Fevri karar... Benim hakkımda da fevri kararlar verildi. Bence bunu benim yapmamda da hiçbir sakınca yok."

"Derya ile konuştun mu? Bana sana bakmamı söyledi." dediğinde kaşlarım havalandı. "O mu seni aradı?" diye sordum fısıltıyla konuştuğum için o da bana o şekilde karşılık veriyordu.

"Hayır, aslında mesaj attı. Ne oldu? Anlattın mı ona?" diye sordu sesindeki anlayışlı tınıyla. Arayamazdı tabi ki... Kimin yanında olduğu ortaya çıkarsa açıklayamazdı. Melike ona anlattığımı düşünüyordu muhtemelen. Zaten anlatmak için aramıştım ama...

"Hayır. Gelince annesinden öğrensin. Ve umuyorum ki sen de söylemezsin gittiğimi." dedim ısrarcı bir tavırla. En azından ben gidene kadar öğrenmesini istemiyordum.

"Nereye gideceksin?" diye sorduğunda bıkkınlıkla nefesini verdi.

Omuz silktim. "İnsanların olur olmaz beni yargılamayacağı bir yere." dedim. Bu gideceğim yeri söylemeyeceğimi yeterince belli etmişti sözlerim.

"Asude lütfen bak... Anlıyorum seni. Gururun incindi ve haklısın da. Asla yargılamıyorum ama yapma. Daha yeni evlisin. Evlenince öyle kolay gidilmez. Gidilmemeli... Hem Derya'nın ne suçu var?" diye sordu.

Derya'nın suçunu ona söylersem boşanmak zorunda kalırdık. Çünkü Derya'ya da söylemiştim. Yakalanırsa ve bu bana iletilirse ondan boşanırdım. Aldatılan bir eş olarak aynı hayatı paylaşacak biri olmadığımı rastgele yanımdan geçen bir yabancı bile anlardı.

Ancak ben şimdi bir şeyleri kabul ederek çıkmıştım bu yola ve Derya'nın suçu sevgilisiyle buluşmak değildi. Bana yalan söylemekti. Annesi beni olmayan bir gerdekte gerekli kanıtı bırakmadığım için namussuzlukla suçlarken onun, annesinin beni suçladığı şeyi hiçbir suçluluk duymadan yapmasıydı.

"Beni anlıyorsan engel olma lütfen Melike! Çünkü eminim sen de bu şekilde suçlansaydın bu evde bir dakika bile durmazdın. Ama ben döneceğim. Derya geldikten sonra döneceğim. Ondan sonrasını o zaman konuşuruz. Ama şimdi tutma beni. Derya gelene kadar burada olamam."

Kabullenmişçesine omuzlarını düşürdü. "Ama bu saate nereye gidiyorsun?" diye sorduğunda "Melike kimsenin bilmesini istemediğim bir yere gideceğim. Sana söylersem ya bana ihanet edeceksin ya da diğerlerine yalan söyleyeceksin. En iyisi bilmemen. Ben döneceğim. Lütfen..."

"Bu saatte tek başına olmaz ama." dedi yine endişeyle. Çantamın yan cebindeki minik şişeyi çıkardım.

"Biber gazım var." ardından arka cebime sıkıştırdığım makası çıkarttım. "Savunma silahım da." dediğimde başıyla hoşnutsuz bir tavırla onayladı.

Melike normalde ölse gitmeme izin vermezdi ama haklı olduğumu ve aynı şekilde davranacağını o da biliyordu. Melike, meslektaşım olduğundan mıdır yoksa genetik olarak mıdır bilmem benim gibiydi. O yüzden gitmeme izin verecek ve fark edilene kadar da kimseye bir şey söylemeyecekti. Eminim...

Beni kapıya kadar geçirmesine bir şey demedim. Bir taksi çağırdım ve taksi gelene kadar da sitenin girişinde beni bekledi. Taksi gelince plakasını aldı ve "Kendine dikkat et. Gideceğin yere varınca da beni haberdar et olur mu?" diye sordu. Başımla onayladım. Havaalanına varınca ona haber verecektim...

"Kendine dikkat et ve takılma lütfen. Annem hırsının kurbanı oldu. Yanlış yapanın kendisi olmadığını kanıtlamaya çalışıyor." dedi. Başımı umursamaz bir şekilde iki yana salladım. "Çok büyük yanlış yaptı. Önce değilse de şimdi, Oğluna değilse de bana..." dedim ve taksiye bindim. Kapıyı kapatırken Melike yüzüme oldukça mahcup bir ifade ile bakıyordu. Gülümsedim ve bakışlarımı yola çevirdim.

"Gidebiliriz." dediğimde taksici "Nereye ablam?" diye sordu. Babam yaşlarında bir adamdı. "Git sen abi ben ileride söyleyeceğim." dedim. Melike ağzımı okusun da istemiyordum. Taksi hareket edip Melike'yi gerimizde bıraktığında derin bir iç çektim.

"Havalimanına lütfen." Taksici şaşkınca başını sallayıp aynadan bana baktı. Şaşırdığı gideceğimiz yer değil iç çekişimdi. Soğuk bakışlarım camdan dışarı çevrildi. Karadeniz'in serin yaz akşamı bakışlarımla daha da soğudu sanki. Tüylerim ürperdi.

O sırada telefonum çaldı. İnternetim kapalıydı ama arayan yine de Derya'ydı. İçim rahatlamalı mıydı? Ücretli arama yapmayı göze alarak beni araması bana verdiği bir değer miydi bilemem ama meşgule attım ve aramalarını sessize aldım.

Ona soracağım bir hesap vardı ancak bunun da vakit kaybı olduğunu biliyordum. Hakkımı aramak yerine hakkımı daima elimde tutacaktım. Sıkıysa bir daha yesinler...

Kafamı boşaltıp önüme baktım. Adil olan buydu. Adil olan ikimizin de sözleşme yapma nedeninin yanında olmasıydı. Bu yüzden Galata'ma gidiyordum. Bana iyi gelen tek şeyin yanına...

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Nasıl buldunuz bölümü? Kızgınlığınızı hissediyorum. Ben öyleyim...1

Sonraki bölümde anlayacağınız üzere Asude İstanbul'da olacak. Özlemişizdir İstanbul sahnelerini sanıyorum. Tahminlerinizi alayım bakalım buraya...

Ah Derya Ah... Ne yaptın sen? Şimdi Asude'yi tutabilene aşk olsun...1

Bölüm : 21.09.2024 21:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...