13. Bölüm

⚓13. Bölüm⚓

Büş Bckr
busbckr

Selamlar arkadaşlar :) Bölümler çok uzun olduğu için Böğürtlen Mucizesindeki gibi 4-5 bölüm birden paylaşamıyorum. Güncele kadar bir- iki bölüm halinde paylaşabilirim. Zaten totelde ya aynı sayfa sayısı oluyor ya da daha fazla :) Bu süreçte hikayemizi arkadaşlarınızla paylaşırsanız ve önerirseniz mutlu olurum. Sizi seviyorum. Sosyal medya hesaplarımı bölüm sonuna bıraktım. Buradan ve oralardan beni takip edebilirsiniz.

Keyifli okumalar kalpkalpkalp

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

13. BÖLÜM

Bölüm şarkıları:

Gökçe- Her Şey Bitmedi Bitemez

Kolpa-Kafam Senden Bile Güzel

Şevval Sam- Ha Bu Ander Sevdaluk

 

"Kimse bilmesin nerde olduğumu, sorarlarsa öldü dersin! Böyle gelmiş bu, böyle de gider... Kafam senden bile güzel!"

Alkol kullansaydım muhtemelen şu an elimde elma suyu yerine şarap olurdu. Üstümde de ambiyansa uygun olarak şortlu pijamam yerine siyah saten bir gecelik... Ancak şu an ben en ev halimle bu lüks otelin boydan camının önünde Galata Kulesine karşı meze eşliğinde rakı ya da dediğim gibi şarap değil, abur cubur eşliğinde elma suyu içiyordum. Şalgam da almıştım ama abur cuburlarımın baharat oranları biraz fazlaymış. O yüzden elma suyu en iyi seçeneğimdi.

Telefonum üç gündür uçak modundaydı ve mesaj uygulaması açık bir şekilde masamın üstündeydi.

Kaptan-ı Yalancı:

-Asude şu telefonu açar mısın? Anlatacağım.

-Asude niye ağladın bari onu söyle.
-Gözlerin kızarmıştı gördüm.
-Yalan söylemedim cidden. Aç bir anlatayım.

En son, havaalanına varıp Melike'ye vardığıma dair haber verdikten sonra bu mesajı atmıştı ve o andan beri telefonum uçak modundaydı. Haliyle başka bir mesaj alamamıştım.

Saat dokuzu geçmişti. Ve ben artık çok sıkılmıştım. Her gece olduğu gibi bu gece de Galata'nın yanına gidecektim ve bugüne kadar yapmadığım gibi yine içeri girmeyecektim. Yine kendime uygun bir yer bulup sokakta çalan gençleri dinleyecektim. Son üç gündür günün en keyif aldığım zamanları dokuzdan sonrasıydı. İstanbul'a ilk geldiğimde gece dışarı çıkmak bir yana akşam ezanı okunmadan yurtta olurdum. Ancak alışmış, alışmaktan öte bunu yaşam biçimi haline getirmiştim. Zira yaptığım iş bunu gerektiriyordu.

Yaptığım iş demişken bir ara bara gidip Caner Abi'yi de görsem iyi olurdu. Öyle yaka paça karakola götürüldükten sonra ortadan kaybolmuşum gibi olmuştu. Bizimkiler açıklamıştı ve o da anlayışla karşılamıştı ama olsun. Yıllarca ekmeğini yemiştik adamın. Patron gibi patrondu şimdi. Yalan söylemeyeyim...

Masayı topladım ve çöplerimi bir poşete koydum. Aslında buraya dünya kadar para veriyordum, temizlerlerdi -ki zaten her halükarda temizliyorlardı da- ama yine de bu kadar pislik bırakıp insanlara yük bindirmek vicdanıma sığmıyordu.

Keşke aynı hassasiyeti dağınıklığın için de göstersen... Şu kıyafetlerine bak!

Öhömm! Neyse...

Üstümü değiştirdim ve beyaz, papatyalı bir tişört ile kot şortumu giydim. Küçük çantamı omzumdan geçirip odanın kartını, cüzdanımı ve telefonumu aldım. Allahtan ilk gün daha uçaktan iner inmez yanıma aldığım tüm parayı bankaya yatırmıştım. Lüks de olsa otellerde hırsızlık vakaları olabiliyordu. Şimdi böyle olunca kafam kulağım rahat olmuştu.

Otel ile Galata'nın arası üç yüz metre ya vardı ya yoktu. Otelden çıktıktan çok kısa bir süre sonra müzik sesleri duyulmaya başlamıştı bile. Hoşuma giden bir şarkının sözlerini duyunca sesin geldiği yere doğru yürüdüm. Genç bir çocuk gitar çalıyor, aynı yaşlardaki bir kız ise şarkıyı söylüyordu. Biraz daha yaklaşınca anladım ki aslında düet yapıyorlardı...

Ben de düet yapmak istiyordum. Diyar'ı özlemiştim. Şarkı söylemeyi özlemiştim... Ancak geldiğim günden beri telefonumu açmadığım gibi hiçbir şekilde onlara da ulaşmamıştım. Dönmeden önce görüşecektim ama şu an yerimi bilirlerse Gözde kesin Melike'ye söylerdi. Bundan daha büyük sorun ise ben yine onlara yalanlar söylemek zorunda kalacaktım ve bu sefer yemin de etsem inanmayacaklardı. Düğünümden üç gün sonra neden evden kaçtığımı açıklayamazdım. Tamam, evden kaçtığımı açıklardım ama kocamdan niye kaçtığımı açıklayamazdım. Dönmek zorundayken hele...

Şarkı, söylemeyi de dinlemeyi de çok sevdiğim bir şarkıydı. Söyleyenler de güzel söylüyorlardı. Şarkı bitince "Bir daha bir daha" nidaları atanlara ben de gür sesim ve coşkulu alkışlarımla destek verdim ve sonuç olarak baştan söylemeye başladılar. Bu kez ben de kendi çapımda eşlik ettim...

"Yıllar gibi geçti günler...
Çok sevmişim seni meğer...
Neden ayrıldık, bilmiyorum
Ne olur geri gel artık yeter.!"

Aşka inanmayan biri olarak nasıl aşk şarkılarını bu kadar seviyorum bilmiyorum. Dinlemek neyse ama nasıl söylerken bu kadar keyif alıyorum? Gerçekten anlaşılması zor biri olduğumu kabul etmekten başka çarem yok. Kendim bile bazen kendimi anlamıyorum. Gitarlı çocuk çemberin halkasında dönerken önümde durdu ve gülümseyerek eliyle dirseğimden tutup nazikçe halkanın içine çekti. Şaşkınlıkla gülümserken kaşlarım havalanmıştı. Başımı iki yana salladım ama kız yanıma gelip ayaklı mikrofonun yanına götürdü beni. İtiraz ediyorsam da içimde çok büyük bir açlık da vardı. Söylemek istiyordum... Direnişim sadece bir kaç saniye daha sürdü ve pes ettim.

"Her şey bitmedi bitemez
Aşkımız kalmasın yarım
Mutlu günler geri gelsin
N'olur hiç ayrılmayalım"

İçimdeki mutluluk Karadeniz ırmakları gibi çağlıyordu. Bu hayatta herkesin illaki bağımlı olduğu bir şey vardı. Benim iki şey vardı. Şarkı söylemek ve Galata Kulesi. Şu an ikisine de doyuyordum. Günler sonra ilk kez bu kadar mutluydum.

"Sevmeseydim keşke seni
Kahretmezdim günlerimi
Ama aşkta gurur olmaz derler
Yalvarırım affet beni
Unutmak zor geçenleri
Sevgi dolu o saatleri
Çıldırırdım belki sevinçten
Bir gün bana dönsen geri"

Babam beni böyle mutlu görse yine karşı çıkar mıydı acaba şarkı söylememe? Galata'nın yamacını kendi memleketim bellediğimi görse ya da... Acaba yine de zorla Ordu'ya sürükler miydi?

Bugün burada anlıyordum ki burası için verdiğim tüm mücadeleye değerdi. O iğrenç iftiralar bile umurumda değildi. İsteyen istediğini düşünebilirdi. Benim yolum doğruydu. Belki yola çıktığım kişi yanlıştı...

"Her şey bitmedi bitemez
Aşkımız kalmasın yarım
Mutlu günler geri gelsin
N'olur hiç ayrılmayalım"

Nakaratı bir kez daha söyleyip bitirdiğimizde alkışlar başladı. Bu da çok özlediğim bir şeymiş... Yokluğunda anlıyor insan bazen aslında önemsediklerini. Meğerse ben alkışlanmayı, yani takdir görmeyi de seviyormuşum.

"Teşekkürler." dedim sanatçılara, gözlerimdeki minnet dilimdekinden çok daha büyüktü. "Ağzınıza sağlık. Muhteşemdiniz her zamanki gibi." dedi kız. Şaşkınca gülümsedim. "Çok kez sizi dinlemeye geldik." diye açıkladığında 'ah' dedim anladığımı belirtircesine.

"Ama ne zamandır yoksunuz? Bıraktınız mı?" diye sordu çocuk. Başımla onayladım. "Bazı durumlar oldu. Bırakmak zorunda kaldım." dediğimde gözleri parmaklarımdaki alyansa değdi.

"Yoksa?" diyen kızın sesinde neşe ve şaşkınlık vardı. Başımla onayladım. "Evlendim." dedim

"Çok tebrikler. Ancak eşiniz karşı çıktı sanırım. Üzüldüm." dedi çocuk. Aslında eşimin daha haberi dahi yoktu. Şimdi günahını almayayım.

"Yok hayır. Öyle biri değil. Şehir dışındayız. O yüzden." diye açıkladım.

"İyi bari. Şarkı söylemeyi bırakmayın." dediğinde içimden çok inançlı bir 'Amin' dedim. İnşallah...

Ancak onlara sadece gülümsedim.

"Siz devam edin. Ben dinleyiciyim bu gece. Hayranlarınız sizi bekliyor." dediğimde keyifle başlarını salladılar ve ben de kenara çekildim. İlk kez değildi birinin beni tanıması ama böylesi bir ilkti açıkçası. Bir saat kadar onları dinledim ve bir tur attım etrafta. Birkaç grubu daha dinledim. Yazları sevmezdim normalde ancak kışın böyle değildi burası. O yüzden yazları sevmesem de heyecanlandırırdı gelişi beni...

Ordu'da olma zamanlarım hariç...

Üç gündür olduğu gibi yine otelime döndüm. Duş aldım. Biraz film izledim. Yine yarısında kapattım ve uyudum...

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Canlılar fıtratları gereği öğrenmelerini genelde deneme yanılma yolu ile gerçekleştirirler. Bir insanın en etkili öğrenme biçimidir yaptığı hatalar. Çünkü her biri altın değerinde derslerdir. Bir yerde insanları üç tip diye sınıflandıran bir yazı görmüştüm sanırım. İzlemiş de olabilirim. Bu teze göre birinci tip insan, hatalarından ders çıkarmayan ve sürekli aynı hatayı tekrarlayan insan, ikinci tip insan ise hatalarından ders çıkaran normal bir insandı. Üçüncü tip insan ise başkalarının hatalarından dahi ders çıkarabilen insan idi...

Ben hangisi miydim? Benim hayatım üç evreden oluşuyordu. Bu hayatın birinci evresinde yani yaklaşık 7-8 yaşına kadar hatalarından ders çıkaran ikinci tip normal insandım. İkinci evresinde yani 16-17 yaşına kadar ise üçüncü tip insandım. Hata yapmamaya özen gösterir, düzgün bir hayat sürerdim. Arada bir yaramazlıklar da yapardım ancak onun hesabını da ergenliğime yazıyordum. Hayatımın üçüncü evresi yani şu ana kadarki evresi ise tamamen birinci tip insan özellikleri gösteriyordum. Sürekli hatalar yapıyordum ve bu hataları daima tekrarlıyordum. Bu hatalar da maalesef küçücük fıçıcık içi dolu turşucuk diyerek sevimlileştireceğim hatalar değildi. Ancak hayatımın evrelere bölünmesine sebep olanların sorunuydu bu, benim değil. Çünkü ben hatalarımla da mutluydum. Ve bu mutluluğu korumak için hatalar yapmam gerekecekse yapmaya devam edecektim. Ancak bugün, bu kadar zamandır yaptığımı fark ettiğim hatamı bir daha kesinlikle tekrarlamayacağıma emindim. Şu otele dünyanın parasını verip öğünleri atlamak tamamen kerizlikmiş... Şu an şu mükellef akşam yemeğini yerken buna emin olmuştum. Ve bu akşam yemeğini de yememe sebep olan kahvaltının muazzamlığı da vardı tabi. İlk o zaman böyle bir düşünce filizlenmişti aklımda. Günlerdir abur cubur yiye yiye kusacak hale geldiğimden de bu kadar güzel geliyor olabilirdi pek tabi ama zaten dünyanın parasını alacakları için güzel olması aslında farzdı. Her neyse şu tavuklu salata muazzamdı. Neyse şimdi salataya da çok yüklenmeyeyim. Ana yemeğim tabakta kalırsa daha çok üzülürüm. Mantar sos ve antrikot dışında tabağımdaki yemeğin ismine dair hatırladığım pek bir şey yoktu.

"İyi ki her şey dâhil paket almışım." dedim ve mantar sosumdaki mantar parçalarından bir çatal aldım ve ağzıma attım.

"Asude Hanım, başka bir isteğiniz var mı? Şaraplarımız gerçekten çok iyidir. Tavsiye ederim." diyen garsona gülümsedim.

"Teşekkür ederim. Tercih etmiyorum. Onun yerine vişne suyu alabilir miyim?" diye sorduğumda garson kibar bir şekilde gülümseyip "Elbette." dedi ve masadan uzaklaştı. Bazen alkol kullanmadığımı söylediğimde bana saçma bir şaşkınlıkla bakan garsonlar da olurdu. Neyse...

Yemeğimi bitirip, yemeğin ortasında gelen vişne suyunun ardında da bir şey bırakmayarak odama döndüm ve hazırlanmaya başladım. Bugün normalde sahne günümüz değildi. Buna güvenerek kafeye gidecektim. Caner Abi ile helalleşmek istiyordum. Yarın da diplomam hakkında bilgi alacaktım okulu arayarak. Eğer diplomam çıkmışsa diplomamı da alıp bir iki güne Rize'ye dönecektim. Kıyamet falan ne kopuyorsa kopsun ondan sonra da kendime iş arayacaktım. İş bulunca da üç ay boyunca katlanmaya başka bir evden devam edecektim. Mükemmel planım buydu.

Siyah mom jean ve siyah bir askılı bence her yere uygun bir kombindi. Bu yüzden saatlerce düşünmek yerine böyle bir tercih yaptım. Duştan çıktığım için en kıvırcık halinde olan saçlarıma köpük uygulayıp elimle hacimlendirmem de saatlerce priz ve ayna ile muhatap olmamı engellemişti. Makyaj en fazla zamanımı alan işlem olmuştu ancak yine her zamanki makyajım olduğu için o da en fazla 15-20 dakika sürmüştü. Eyeliner'ı üç kez silip baştan yaptığım içindi o da...

Örgü siyah mini çantamın iplerini omuzlarımdan çapraz taktım. İçine yine cüzdan ve telefondan gayrı bir şey girmedi. Kulaklıklarımı bileğime doladım. Caf&Bistro buradan çok uzak değildi. Çünkü bu otel de eski evime çok yakındı. Yine de bir vasıta kullanmalıydım. Ve o vasıta neden taksi olmasındı?

Bu yaz sıcağında, turistlerin yoğun olduğu şu günlerde neden otobüse bineyim çünkü?

Taksiyi çağırma işini resepsiyona kitleyip tin tin tinimini hanım kıvamında odamdan çıkarken aklıma parfüm sıkmadığım geldi. Çok gerek yoktuysa da canım istemişti. Kapıyı geri kapatmadım ve koşa koşa gidip okyanus esintisi bilmem nelisi parfümümden bir kaç fıs sıktım. Tekrar koşarak ama bu kez tini mini olmayan bir koşmayla kapıya ulaştım ve kapıyı kapatmadan telefon kılıfımın kenarını kaldırıp oda kartının varlığını kontrol ettim ve kapımı kapattım.

Asansörü çağırırken bileğimdeki kulaklığı çözdüm ve kulaklığı telefonuma takmak için çantamın fermuarını açtım.

"Sen arada sırada uğra banaaaağğ hovardayım diye kıyma bana fikri firardayım uyma bana. Oyuna gelme aman aman aman."

Eh tabi bir yandan da şarkı mırıldanıyordum. Nereden aklıma takıldı bilmiyorum ama acilen bir kez dinleyip dilimden kovmam gerekiyordu. Kulaklığımı telefona takıp fermuarını, köşede kulaklık kablosu için pay bırakana kadar kapattım. Ve hemen Hovarda şarkısını açtım.

Bir milyon tane şarkı ezberlerseniz olacağı bu işte. Telefonumun hafızasının almayacağı kadar GB büyüklüğünde şarkı almıştım zihnime...

Asansörden çıkıp resepsiyona geldim. "Taksi geldi mi? Ben 709 numaralı odadan aramıştım." diye sordum.

Lobi görevlisi kız bir şeyleri kontrol etti. "Çıkabilirsiniz hanımefendi bir dakikaya kadar burada taksimiz." dedi. Gülümseyip otelden çıktım. Gerçekten çok kısa bir süre sonra taksim gelmişti ama bence bir buçuk dakika sonraydı. Bir dakika değil. Aman, İstanbul gibi bir yerde otuz saniyenin lafını yapacak değildim. Geç olsun güç olmasın...

Üff ne bu kaprisler Asu-de? Aranan oyuncu musun? Lafını yapmayacakmışmışmış, lütfedersin!

Bistro'nun olduğu sokağın girişindeki kalabalık yüzünden taksi takılınca ücreti verip indim. Bu noktadan sonra yürüyerek 5 dakika, taksiyle yarım saatti.

Beşiktaş, Beyoğlu'ndan sonra en sevdiğim semt olabilirdi. Gerçi Kadıköy ve Üsküdar da en sevdiklerim arasındaydı. Ancak hiçbiri bir Beyoğlu değildi... Sebebi belli...

"Asu!" adımı duyduğumda kaşlarım havalandı. Resmen basılmıştım... Arkamı döndüğümde Diyar ile göz göze geldim ilk önce... Sonra bakışlarım yanındaki Nazif'e çevrildi. Acaba burada ne işleri vardı?

"Neredesin kızım sen kaç gündür?" diyen Diyar'ın sesindeki öfkenin kaynağının endişe olduğunu biliyordum. Mahcup bir tebessümle omuz silktim. "Buradayım." dediğimde kaşları çatıldı.

Nazif "Hepimiz delirdik korkudan Asu! Hiç senlik işler değil! Ne oldu?" diye sordu.

Gülümsemeye çalışsam da dudaklarımın kenarları mecalsizce düşüyorlardı. "Bir şey olmadı. Bunaldım biraz." diye kaçamak bir cevap verdim.

"Bunalamazsın!" dedi Diyar sert bir ses tonuyla. "Bunaldıysan da en azından kocana haber verip çıkacaksın evden! Evlendin sen Asu! Bir söz verdin, bir imza attın. O adam günlerdir korkudan öldü ya! Bak!" dedi telefonunun ekranını bana çevirerek. En üstte bir numara vardı ve en son araması dün akşamdı. Yanında da (134) arama yazıyordu.

"Beş dakikada bir üçümüzden birini arıyordu. Dün aramayı kesince buldular sandım. Aradım, sana zaman verecekmiş. Sabırla dönmeni bekleyeceğini söyledi. Allah aşkına evlendiğin adama karşı da bu kadar umursamaz olamazsın ya!" dediğinde şaşkınlıktan ağzım bir parça açık kalmıştı. Şaşırdığım Derya'nın yaptıkları değil, Diyar'ın beni bu kadar haşlamasıydı. Derya'yı arayıp kendinden utanmasını söylemek istiyordum. İftira atıp, bana karşı hisler beslediğini söylediği çocuk nasıl da onun hakkını savunuyordu? Üstelik daha beni göreli üç dakika bile dolmamıştı.

Şaşkınlığımı silemesem de halının altına süpürdüm ve öksürerek boğazımı temizledim. "Evde bir kocam olsaydı haber verirdim herhalde! İmza attığımın ertesi günü işe giden kocama elbette hesap vermeyeceğim Diyar'cım. Çok düşünüyorduysa yeni olduğum bir evde beni yalnız bırakmasaydı. Her neyse... Siz ne arıyorsunuz burada?" diye sorduğumda sesimdeki soğukluk onlara değildi. Kurduğum cümlelerin öznesineydi. Ancak o şu an bana zaman vermekle meşguldü. E tabi görünürde... Muhtemelen yokluğumu fırsat bilip beni arama bahanesiyle sevgilisiyle gününü gün ediyordur. Hiç sorun değil, ben de günümü gün edecektim...

Diyar şokla yüzüme bakıyordu. Söylediklerinin bende bir etki uyandırmamasına şaşırıyor olmalıydı. Manyaklığımın boyutunu bilmediğinden bu kadar şaşırmıştı. Oysa bilse ki o kutsadığı evlilik bile sahte, tavrıma hiç şaşırmazdı... Nazif'in de ondan farkı yoktu.

Nazif "İşe gidiyoruz. Yeni solistin programına göre değiştirdik günleri." dediğine göre Diyar'dan daha çok kendindeydi yine de...

Başımla onayladım. "Yeni solist kim?" diye sordum. "Caner Abi'nin bir tanıdığı. Duygu diye bir kız." dedi düz bir şekilde. Konu bu değildi ve asıl konu da benim konuşmak istediğim şey değildi.

Diyar "Gözde'yi ara. Kız senin kaçırılıp yakıldığını falan düşünüyor." dedi ve yanımdan geçip yürümeye başladı. Arkasından bakarken sanırım dilim tutulmuştu. "Çok kızmış... İlk kez onu böyle görüyorum." dediğimde Nazif bana hayretle baktı. Hayret edilecek bir şey söylememiştim. İlk kez böyleydi gerçekten. Başını iki yana salladı. "Çok korktu Asu, hepimiz çok korktuk. Telefonunu açmadığın için bilmiyorsun ama baban, deden, annen herkes seni arıyor. Ne oldu bilmiyorum ama herkes perişan oldu."

"NE?" diye çığırdım. "Niye?" diye sordum. Gözleri büyüdü, kaşları havalandı ve ağzı açıldı. 'Hah' diye bir nefes bırakıp "Kime ne anlatıyorum ki?" dedi ve o da yanımdan geçip gitti.

"Niye ortalığı velveleye vermişler ki?" diye söylenmeden edemedim. "Çok çok herkesten kaçıp kendime yeni bir hayat kurmuş olabilirim yani ki bu o kadar uzak bir fikir de değil! Benden beklememeleri saçma asıl!"

Asu-de... İç sesin olduğum için yaşadığım utancı tahmin bile edemezsin...

Derin bir nefes alıp verdim. "Hayır dedem ve babam neye korktuysa bu kadar? Alışkınsınız siz evden kaçmama!"

Mekâna doğru yürürken düşünmeden edemiyordum. Tam olarak bu telaşa sebep olan şey neydi? Yani ben olsam umursamazdım sanırım. Namussuz Asude nereye gitmişse gitmiş. Oh kurtulduk derdim. Çünkü ben varken hep öyle bir izlenim oluşturuyorlardı. Yokluğumdan memnun olacaklarmış gibi...

Tamam, Mehpare babaanne, kızlar, Murat Abi ve Duha Abi endişelenmiş olabilirdi ama Melike'ye söylemiştim zaten. Melike onlara mutlaka anlatmıştır.

Mekândan içeri girdiğimde oluşan tanıdık his içimi rahatlattı. Tamam, çalışırken mecburiyetten çalışıyordum, kısıtlanmak hoşuma gitmiyordu ama ben burada çalışırken geçimimi sağlıyordum. Buradan çıkınca Galata'ya bakan evime gidiyordum. Burada arkadaşlarımla birlikte sevdiğimiz işi yapıyorduk. Ben geçmiş hayatımı çok seviyormuşum. Onu anladım...

"Ooo kimler gelmiş kimler... Assolist! Kız nerelerdesin sen?" diyen sese döndüğümde yüzümdeki gülümseme büyüdü. "Ömür Abi!" dedim. Yumruğunu uzattığında hiç bekletmeden yumruğumu değdirdim. Ömür Abi, mekânın güvenlik şefiydi. Çalıştığım yer bir Cafe&Bistro da olsa barların yoğun olduğu bir sokaktaydı ve alkol de alındığı için bazen tartışmalar, kavgalar çıkıyordu. Ömür Abi mekândaki tek güvenlikti ve bu yüzden kendini tanıtırken ben Güvenlik Şefi Ömür Kaya derdi. O da yaptığı işten böyle tatmin oluyordu.

"Uzun mesele ya..." dediğimde güldü. "Evlenmişsin. Valla ne yalan söyleyeyim şok oldum. Ben seni erkek düşmanı sanıyordum." dedi.

Ben de güldüm. "Yani şu an da çok dost olduğumuz söylenemez."

Karşılıklı gülüşerek yürümeye başladık. Beraber Caner Abi'nin odasına doğru yürürken kulise giren Diyar ve Nazif'e takıldı gözüm.

"Atıştınız mı? Sinirli görünüyordu Diyar." diye sorunca omuz silktim. "Diyar işte... Boş ver hallederim ben onu. Sen ne yaptın? Düğün yaptın mı?"

En son bıraktığımda nişanlıydı ve düğün yakındı.

"Yok ya. Cadı anası başlık isteyince Gülizar nişanı attı. Ben parayı vermeye razıydım ama kız haklı olarak 'Ben mal değilim, kimse beni satamaz' dedi. Öyle işte, millet level atlar biz düşüyoruz. Sevgililiğe geri döndük."

"Kaçırsaydın." dedim. Alışmış kudurmuştan beter tabi. Ben de kaçışların piri falandım sanırım.

"Kaçmak da çözüm değil ki... Ailesi sonuçta. En nihayetinde barışacağız. İşleri daha da kötüleştirmenin âlemi yok. Yüzleşiyoruz." diyen Ömür Abi, benim de içime kurt düşürmüştü. Ben genelde kırılan şeyleri onarmak yerine çöpe atan bir tiptim ama insan ilişkilerine de bu şekilde yaklaşmak ne kadar sağlıklıydı emin değilim. Ancak o insanlarla yaşamanın da pek sağlıklı olmadığını belirtmeliyim.

"Haklısın. Allah kolaylık versin abi. Ne diyeyim ki? Ancak kaçmak o kadar kötü bir fikir değil. Yine de düşünün." dediğimde güldü ve elini omzuma dokundurdu.

"Mutlu musun sen? Sanki biraz çökmüşsün." Gülümsediğimde arkamdan bir ses duydum. "Mutlu mu? Hanımefendi kendine mutluluğu haram kılmış abi. Sen de sakın bunu dinleyip kaçıp maçma. Kaçarak evlendiği kocasından da kaçıp buraya gelmiş."

Diyar'a kaşlarımı çatarak baktım. "Sen benim arkadaşımsın. Benim yanımda olman lazım." dediğimde kolunu omzuma attı. "Senin arkadaşın olduğum için diyorum zaten. Kocanı ara. Sorununu çöz. Kaçma." dedi. Anlatamıyordum derdimi. Benim derdim öyle konuşularak çözülecek bir dert değildi. Aşırı güçsüz bir temel üzerine inşa edilmiş bir gökdelen kadar tehlikeli bir şey yapmıştık ve o gökdelen yıkılırsa sadece biz değil herkes altında kalacaktı. Ve gökdelen daha şimdiden sallanmaya başlamıştı.

"Kaçmıyorum. Ben yeni evlendim ve balayı yapıyorum. Tek başıma... Neden? Çünkü kocam bir işkolik. O işkolik diye ben neden hakkım olan bir tatili yapmayayım?" Olayı nasıl da keyfime göre bir yere çekmiştim. Eminim şu an şeytan eli ağzında beni dinliyordu.

Ömür Abi de o da güldüler. Ancak bence çok haklıydım. Yani bu gerçek bir evlilik de olsa yaptığım bu firar çok yerinde olurdu. Bir evlilik ritüelinin en sevilesi, en gereklisi, en kıymetlisi balayı denen tatildi ama tüm o baskıyı ve çileyi çektikten sonra atlaya atlaya bu detayı mı atlayacaktık? Ne şanssız bir kızdım ben ya!

"Yok abi. Bu kızla asla münakaşaya girilmez. Bak ne yaptı etti yine kendini haklı çıkardı. Vallahi haklısın ne diyeyim?" dediğinde gülümsüyordu. Yani barışmıştık. Niye küsüyorsa zaten?

Ömür Abi ile vedalaştık ve Caner Abi'nin kapısını çaldık.

"Müsaade var mı?" diyerek başımı uzattığımda elindeki telefondan başını kaldırıp bize baktı. Yüzünde şaşkınlık yavaş yavaş büyürken "Asu?" dedi. "Hoş geldin kızım." dediğinde gülümseyerek içeri girdim. Caner Abi 43 yaşındaydı ancak taş çatlasın 33 gibi duruyordu. Kızım ve Oğlum çok kullandığı hitaplardı. Bana özel değildi ve başlarda garipsemiş olsam da şu an beni hiç rahatsız etmiyordu.

"Hoş buldum Abi. Naber?" diyerek masasının önündeki berjerlerden birine oturdum. Diyar da karşıma oturunca Caner Abi de masanın ardındaki koltuğuna oturdu.

"İyidir iyidir de asıl senden ne haber? Bir gün kavga çıktı sonra ortadan kayboldun. Çocuklar anlattı, baban seni Ordu'ya götürmüş. Sonra bir duydum ki evlenmişsin. Her zaman değişik bir kızdın da bu kadarını tahmin edemedim tabi."

Dişlerimin sayılabileceği bir gülümseme yer etti yüzümde. "İnan bu kez ben de tahmin edemedim abi. Öyle bir anda oldu her şey." Vallahi siz basit bir romantik komedi hikayesine bu kadar inanamıyorken acaba gerçeklere ne tepki verirdiniz? Resmen fantastik bilim kurgu trajikomik dram ve genç kurgu türlerini aynı anda kapsayacak bir hikâyem vardı.

"Mutluysan boş ver. Nasip işte..." dedi iç çekerek. Başımla onayladım.

"Kusura bakma sen de abi. Seni de zor duruma soktum. Bizimkiler pek tasvip etmiyorlar yaptığım işi. Onların gözündeki konumumu dile getirmeye utanıyorum. Sinirlendiler baya ve dönmek zorunda kaldım. Sonra evlilik işi falan derken her şey birbirine girdi. Kuru bir mesajla durumu bildirmem ayıp oldu."

"Yok be kızım. Anlattı çocuklar. Hem hemen hallettik biz de o işi. İdare ediyoruz. Yine de ne zaman sıkışırsan, işin düşerse burada her daim yerin var."

Gülümsedim. Bu biraz kalbimi kırmıştı. Yedi el yabancının çıktığı kadar arka çıkmamıştı öz ailem bana. Üstelik ben onun mekânında mecburen çalıştığımdan yakınırken...

"Sağ ol abi. Nasip, bakalım." dedim. "Ne içersiniz? Ne söyleyeyim size? Gerçi açsınız-"

"Ben tokum abi. Seni görmeye geldim. Otele döneyim artık." Diyerek ayaklandım

Caner Abi başını hafifçe eğip 'Öyle mi? Sen bilirsin' gibi bir şey yapsa da Diyar "Bizi dinlemeye kalmayacak mısın?" diye sordu. Gülümsedim. "Sizi çok dinledim ben. Düğünümde bile... Hem yerimi başkası almış, keyif alabilir miyim sence?" diye söylendim. Gülseler de ve ben şakaya vurmuş olsam da bu çok kıskanılacak, nahoş bir şeydi...

"Yarın boş gün, gel sen söyle. Kafan dağılır." diyerek göz kırpan eski patronum çok cazip teklifler öne sürmekle meşhurdu her daim. Yine öyle bir teklifle aklımı çeliyordu. Kendimle verdiğim meşakkatli savaşın sonucunda derin bir nefes verip başımla onayladım. Dönmeden önce yapacağım bazı işler vardı. Onlara yarın gece şarkı söylemeyi de ekleyebilirdim. Çünkü yarından sonra bu kadarını hak etmiş olacaktım...

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Bir şeyi yaparken izin almayıp, yaptıktan sonra itiraf ettiğimi söylemiştim daha önce. Bir şey daha vardı. Ben bir şey yaparken de düşünmez, yaptıktan sonra sonuçlarını kabul ederdim. Bunu da söylemiş olabilirim. Bir şey daha söylemeliyim. Az önce Görkem'e, Orçun'a ve Daniela'ya mesaj atıp görüşmek istediğimi söylemiştim. Kapanmayan hesaplarımı kapatmadan dönmeyecektim. Ancak bu işin sonu nasıl olurdu, kestiremiyordum. Üçüne de mesajı bireysel olarak atmıştım. Eğer aralarındaki aşk üçgeni devam etmiyorsa birbirlerinden haberleri yoktu.

Olsa da önemli değildi. Benimle buluşmaya geleceklerdi...

Okula gidip diplomamı alacaktım. Geçen hafta diplomalar hazırlanmıştı Gözde'nin söylediğine göre. Evet, gece otelden onu arayıp buluşmak istediğimde söylemişti. Diyar ve Nazif'e yakalandığım için Gözde onlardan eksik kalsa arkadaşlığımızı bitirebilirdi. Ve zaten artık yalnızlıktan cinnet geçirecek duruma da gelmiştim. Hem Diyar'ın söyledikleri de vardı. Gözde eminim ki bu konuda daha bilgi sahibiydi.

Plan şuydu. Gözde ile buluşacaktık ve beraber okula gidip diplomalarımızı alacaktık. Oradan Gözde'yi atlatabilirsem onsuz, atlatamazsam onunla birlikte Görkem, Daniela ve Orçun üçlüsüyle buluşacaktım.

Canlı bir kırmızı rengine sahip askılı badimi giyip göbeğimin üstünde yanda düğüm yaptım ve koyu jeanimi giydim. Kalın hasır topuklu kırmızı kemerli ayakkabımla kısmen hazırdım. Islak saçlarımı da yeniden köpükle şekillendirip yarısını tepemden tokayla tutturdum. Kıvırcık saçın böyle bir artısı vardı. Çok fazla müdahaleye gerek duymadan istediğim şekli verebiliyordum. Eh tabi gün aşırı sürmüyordu hacmi... Kırmızı üçgen küpelerimi de taktığımda artık tamamen hazırdım. Yine siyah örgü çantamın içine cüzdanımı ve telefonumu koydum ve kulaklıklarımı bileğime doladım

Sadece rimel ve kırmızı ruj sürmüştüm. Kırmızı ruj tek başına tam bir makyaja bedel olduğundan yetmişti...

Otelin telefonundan Gözde'yi aradım. Ve bir saat sonra öğrenci işlerinde olacağımı söyledim. Muhtemelen kırk beş dakikaya orada olurdum ama gecikme payı da bırakmıştım. Hava güzeldi. Erken gidersem biraz yürürdüm okulda. Otelden çıkıp otobüs durağına kadar salınarak yürüdüm. Okulun oradan üç otobüs geçiyordu. İlk hangisi gelirse ona binmeyi düşünüyordum. Öyle de yaptım. Ancak biraz daha bekleyebilirmişim zira herkes bu otobüsü bekliyordu sanırım. Durakta bir arbede oldu ancak neyse ki minyon bedenim aradan sızıp kendine bir köşe bulabildi.

Otobüs trafikte dura kalka ağır ağır giderken çoktan yarım saat olmuştu. İstanbul'a âşıktım ancak her güzelin bir kusuru gerçekten vardı. İstanbul'un kusuru da bu kalabalıktı. Sadece trafikte değil her açıdan sorun oluyordu bu kalabalık. Mesela otobüsün içi de bitpazarı gibiydi.

Daha fazla dayanamayınca stop düğmesine bastım. Hava hem sıcak hem de nemliydi. Nefessizlikten ölmek üzereydim. Zorlukla kendimi durağa attım.

"Lanet olsun ya!" diye söylenerek okula doğru yürüdüm. Zaten iki durak kalmıştı ve eminim yürüyerek daha erken varırdım.

Otelden çıkalı 50 dakika olmuştu okula vardığımda. Öğrenci işlerine doğru yavaş yavaş yürürken etrafa bakındım. Bu okulda beş sene okumuştum. Ki beşinci senemde çok nadir geldiğim için sayılır mıydı emin değilim ama hiçbir anım yoktu neredeyse. Bazen Gözde ile çimenlere otururduk. Bazen dolaşırdık ama genelde İstanbul'un sokaklarını dolaşırdık. Söylememe gerek var mı bilmiyorum ama en çok Galata'nın yakınlarında olurdu bu geziler...

Gözde ve Nazif Galata'ya çıkmamama anlam veremezlerdi haklı olarak ama onlar çıkmışlardı. Gözde bana oradan fotoğraflar da çekmişti ama bakmamıştım. Galata ile kavuşursak işin büyüsü bozulur gibi geliyordu. Böyle uzaktan bakmak iyiydi işte... Onlara böyle söylemiştim..

Gözde bunu da saçma buluyordu. 'Kavuşmayacaksan niye seviyorsun? İyi ki aşka inanmıyorsun ha!' demişti bir keresinde. Gülüp geçmiştim. Bu yüzden aşka inanmıyordum. Aşk beklentiydi. Aşk samimi değildi. Birini, o da beni sever beklentisiyle sevmek, olmayınca vazgeçmek... Ne bileyim, samimi gelmiyordu işte...

Öğrenci işlerinin önündeki banka oturup Gözde'yi beklerken kulaklığımdan müzik dinliyordum. Yanıma biri oturunca başımı kaldırdım ve ona çevirdim.

Orçun?

"Selam!" dedi gülümseyerek. Çatık kaşlarımı bozmadan 'Selam?" diye karşılık verdiğimde "Çok şaşırdın. Sen çağırmıştın hâlbuki." deyip güldü. "Hatta dur gece saat dörtte şey yazmıştın değil mi? 'Yarın okula gel, konuşmamız gereken bir şey var.' Çağırmamışsın, resmen buyurmuşsun." dedi ve yine kahkaha attı.

Ben Orçun'u bu kadar neşeli hatırlamıyordum. Eminim o da seni bu kadar suratsız hatırlamıyordur.

"Saat öğleden sonra üçte dediğimi de hatırlıyorum ama..." dedim ve koluma baktım. "Saat henüz bir." Tebessüm etti.

"Evet, aslında yaz okuluna geliyorum. Alttan dersim vardı. Seni görünce bir selam vereyim dedim." dedi. Başımla onayladım.

"Gözde'yi bekliyorum. Diplomamızı alacağız." dedim karşılık olarak.

"Valla helal olsun. Hem çalıştın hem mezun oldun."

"Öyle başarılı bir öyküm yok. Ekstra iki dönem uzattım sonuçta." güldü. "Ben dört dönem uzattım. Çalışmadım da." Güldüm ben de.

"Sana göre başarılı sayılırmışım demek." diye cevapladım.

"Ne konuşmak istiyordun?" diye sorunca kaşlarımı kaldırdım. "Saat üçte konuşacağım. Fen-Edebiyat kampüsünde. En uygunu orası."

Yüzündeki gülümseme silindi ve tedirgin bir merak kapladı yüzünü. "Merak ettim. Kötü bir şey mi oldu?"

Olmuştu. Çok kötü şeyler olmuştu hem de.

"Konuşuruz." dedim Gözde'yi gördüğümde. Ben hareketlenince Gözde'nin geldiği yöne baktı.

"Tamam. Görüşürüz." dedi buruk bir tebessümle ve Gözde'ye de bir baş selamı verip uzaklaştı.

"Orçun değil miydi o?" diye soran Gözde'ye sarıldım.

"Ben de seni çok özledim Gözde'cim. Eksik olma çok iyiyim." diyerek sırtına vurdum sarılırken de. İğnelerimden de nasiplendirmeyi eksik etmiyordum. Birazdan çuvaldızı yiyeceğimi göz ardı ederken...

"Çok iyisin tabi." diyerek geri çekildi Gözde. Orçun'u çoktan unutmuştuk. "Niye iyi olmayasın? Bizim gibi meraktan ve korkudan ölüp ölüp dirilmedin sonuçta!" Gözlerimi devirdim ama bunu yapma sebebim gözlerimi kaçırmaktı.

"Ya Allah aşkına sen ne yapıyorsun Asu? Niye sürekli bizi yeni bir şoka sokuyorsun? Üç günlük bir gelin niye evden kaçıyor?" diye sorduğunda kaşlarımı kaldırdım. "Üç günlük gelin niye evden kaçırtılıyor peki Gözde? Bir şey bilmiyorsun belli. Lütfen konuşmayalım."

Kaşları çatıldı ve bizi banka doğru sürükledi. "Hayır, hayır. Lütfen konuşalım. O ne demek? Kim kaçırttı seni?"

"Boş ver! Döneceğim zaten. Biraz kafa dinlemek istedim. Derya da yoktu. Sıkıldım buraya geldim." diye açıkladım.

"Derya yana yakıla seni arıyordu." Gözlerimi bu kez alayla devirdim. Eminim yanıp kül olmuştur...

"Asu! Lütfen düzgünce anlat şu olanları." dediğinde gözlerindeki ısrara kayıtsız kalamadım.

"Derya düğünün ertesi günü Rusya'ya açıldı gemiyle. İş için. İşte Kaynanam zaten sürekli laf sokuyordu ama çok önemsemedim. Hatta benden önce Derya'yla zorla nişanladıkları kızın evine falan gidiyordu. Sürekli ondan bahsediyordu yine duymazdan görmezden geldim ama sonunda kız bizim eve geldi saçma sapan konuştu gitti. Meğer kaynanam yatak oda muhabbetlerimi yapıyormuş onunla. Çarşafta kan görmemiş diye namussuz oldum. Kalsa mıydım?!" Son cümleme kadar sakindim ama son cümlem ünlemli bir soru işareti cümlesiydi.

Gözde şaşkınlıkla gözlerini büyüttü. "Sadece atıştınız sanıyordum. Yani Yaprak öyle dedi. Senin fevri davrandığını sandım ben. Hani gelemiyorsun ya böyle şeylere. Bilmiyordum böyle olduğunu. Peki Derya ne dedi? Ona da kızmışsın belli."

Derin bir nefes aldım. Burası yalan söylemem gereken yerdi. Gülümsedim sinirle. "Ne mi dedi? Telefonlarıma dönse eminim beni sakinleştirecek şeyler söylerdi. Şimdi de ben dönmüyorum telefonlarına. Çıldırıyor mu? Çıldırsın. Balayımı annesinin kahrını çekerek geçirecek değilim."

Üstelik ona pek çok açıdan kızgındım. Mesela, neden annesine birlikte olduğumuzu söylemişti?

"Haklısın canım. Peki, Derya çarşaf meselesine ne dedi?" diye sordu. Kaşlarım çatıldı. "Ne çarşafı?" diye sordum.

"Kan yoktu dedin ya... Sorun etmedi mi? Belki o yüzden dönmedi telefonlarına..." dediğinde bir süre bön bön baktım yüzüne. Canım sen çok başka yerlerde yüzüyorsun ya...

"Birlikte olmadık Gözde. İstemedim. Hazır değildim. Ama tabi annesine sinirliydim diye evlenmeden önce olduğunu söyledim. Aslında başkalarıyla oldu diyecektim ama baktım kadın cidden gidiyor böyle çevirdim. Öf aman boş ver. Sinirlerim yeni yatıştı. Oğlu kaç kızla yatmış kalkmış hala gelmiş benim namusumu sorguluyor hadsiz kadın ya!"

Elini omzuma koydu ve omzumu sıktı. "Tamam canım. Sakin ol sen. Boş ver. Öyleler işte ne yapacaksın. Sizinkiler de öyleydi. Eski kafalılar yapacak bir şey yok."

Güldüm. "Var." dedim ve kendimi gözlerimle işaret ettim. "Gördüğün gibi. Evden kaçmak da bir çözüm."

"Öyle de sadece kocanla kaynananı değil herkesi cezalandırmışsın." dedi tebessüm ederek. Dudağımı büküp omuz silktim.

"Belki de hepsi cezalandırılmayı hak etmiştir. Ailem de çok övünülecek şeyler yapmadılar. Bir vefa borcu duymuyorum açıkçası. Kayınlarım ve eltilerim biraz arada kaynadı o kadar. Bir de Mehpare Babaanne... Ne yapalım artık?"

Elini yanağıma koydu ve başparmağıyla okşadı. "Ah canım arkadaşım benim. Güzel kalbini kırmaya meyilli ne çok insan var. Eminim Derya pişman oldu. Gerçekten çok endişeliydi. Onu bir ara bence."

Gülümsedim. Aramayacaktım. En çok ona kızgındım. En çok ona kırgındım. Güvendiğim ve yola çıktığım kişi daha baştan böyle yapıyorsa böyle devam edemezdim.

"Hadi gidip diplomaları alalım. Sonunda bitti." dediğimde başıyla onayladı.

"Öyle valla. Birinci sınıftan beri veremediğim tek dersi sonunda verince ben de öyle dedim. Sonunda! Ne lanet ya! Böyle olacağını bilsem illa Mimar olacağım diye tutturmazdım. Vize-final- proje derken elli taneden fazla maket yaptım ya bu ders için!"

Güldüm. "Bana bakma. Biliyorsun ben olsam çoktan bırakmıştım. Allah'tan hukukta yok öyle kesme biçme şeyleri. Ezberle geç! Zaten saçma sapan eski kanunları da niye öğretiyorlarsa? İşe yarasa eski olmazdı. Aman neyse ne bitti gitti şükür. Bir iş de bulabilsem bir süreliğine."

Binadan içeri girdiğimizde Gözde "Niye hemen iş arıyorsun ki? Biraz evliliğinin tadını çıkart." dedi. Güldüm. "Bu evliliğin çıksa çıksa suyu çıkar canım. Ne tadı? Boş ver ben çalışayım en iyisi." dediğimde o da güldü.

"Sen de haklısın, ne diyeyim?"

"Denecek bir şey olsa derdim zaten. Umursamamak en iyisi. Herkes kafasına eseni yaparken sen onların kafasını takip etmeyeceksin. Senin de kafan var ona ne esiyorsa onu yap. Yoksa bu hayat böyle yaşanmaz ya!"

"Yanlış bölüm okumuşsun. Sen yaşam koçu falan olmalıymışsın." diyen Gözde'ye hak veriyordum. Yaşam koçu olup tüm ezilenleri, baskı altında tutulanları, hor görülenleri örgütleyip isyan çıkartmak çok daha bana göre bir işti.

"Bizim bölüm üst katta. İşlerimizi hallettikten sonra haberleşiriz." dediğinde "Haberleşemeyiz canım. Telefonum uçak modunda. Aşağıda buluşuruz. İşin bitince aşağıda bankta bekle." dedikten sonra işaret parmağım ve başparmağımı birleştirerek yuvarlak yaptım ve 'Okey mi?' anlamında başımı salladım. O da 'okey!' anlamında başını sallayınca ayrıldık. O üst kata çıkarken ben kendi bölümümün olduğu koridora doğru yürüdüm.

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

"Ben de öyle dedim zaten. Hayır, Nazif benim sevgilim değil tabi ki ama sen nereden biliyorsun? Yanında ben varım değil mi? İnsan bir çekinir. Acaba der... Üstelik biz dans bile ettik. Çok sinirlendim vallahi. Senin akrabalarındanmış. Yaprak tanımıyorum, bizden olsa tanırdım dedi. Kusura bakma ama çok salak akrabaların varmış."

Hamburgerimden aldığım büyük lokmayı hızlıca yutmak için soğuk çayımdan büyük bir yudum aldım ve başımı salladım. "Yok, ne kusura bakacağım? Öyleler zaten. Nazif de düğünde çok sempatikti ayrıca. Şimdi âşık olmaları normal- bakma öyle aşka inandığımdan değil, siz aşka inananlar öylesiniz hemen lop diye âşık oluyorsunuz ya ondan- ama yani yanında bir kız varken dansa kaldırmak ne? Sonra da ben barda şarkı söyledim diye ne namusum ne ahlakım ne şerefim kaldı. Bunların anası babası yok mu? Dur ben bu konuyu bir ara babama söyleyeyim de kendi akrabalarına baksın önce." dedim. Gözde de başıyla beni onaylarken ağzına patates atıyordu.

"Nazif de dünden razıydı. Pis abaza köpek!" dediğinde gülmemek için yine içeceğimden içtim. "Ama sanki Yaprak'la ilgilendi biraz. Yaprak da öyle samimiydi, gülüyordu." dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Öyle mi? Hiç dikkat etmedim. Yaprak öyle genelde de güler yüzlü samimi bir kız. Nazif de öyle. Bence yanlış anlamışsındır. Takılma..." dediğimde kaşları havalandı ve panik bir şaşkınlıkla "Hah, ne takılacağım? Bana ne? Yaprak'a yazık olur." deyince gülümsedim.

"Bana sana yazık olurmuş gibi geliyor. Aşkını kabul etmezsen pişman olduğunu kabul etmek zorunda kalacaksın."

"Ya başlama yine aşk meşk! Bu da aşka inanmıyor sözde!" dediğinde güldüm. "Ben inanmıyorum ama sen inanıyorsun. Belki benim âşık olma yeteneğim yoktur diye inanmıyorum. Ben inanmıyorum diye sen âşık olmayacak değilsin herhalde?"

Aşk...

İllaki insanlar birbirlerine bir şeyler hissediyorlardı ancak ben o duygunun o kadar güçlü ve kutsal olduğuna inanmıyordum. Gelip geçici olduğunu bildiğim bir şey yüzünden de aklımı kaybetmeye niyetim yoktu. Birilerinden hoşlanabilirdim ama anlık bir şey olduğunu biliyordum. Bu yüzden abartmıyordum. Takıntı yapmıyordum. Aşka inanmıyorumdan kastım buydu her zaman. Ben olan bir şeyi inkâr etmiyorum. Olan şeyi küçümsüyordum. İnsanlar abarttıkça takıntı haline getirip acı çekiyorlardı. Tamamen psikolojik bir şeydi yani...

"Sen niye evlendin o zaman âşık olmadıysan?" diye sorduğunda omuz silktim. "Evlilikler illaki aşk ile yapılacak diye bir kanun yok. Mantıklı geldi. Derya da hoş bir çocuktu. Âşık değilsem de hoşlandım yani. Evlenilecek bir adam gibi gelmişti diye de evlendim ama şu an o kadar da emin değilim." dedim. Gülüyorduk ama ciddiydim. Neyine güvendim de onunla böyle bir yola çıktım sanki ben?

"Öyle deme ya. Çocuk belli ki değer veriyor sana ama senden çekinen bir hali de var. Bilmiyorum. Seviyor bence baya."

Kahkaha attım. "Benden hemen önce çok sevdiği bir sevgilisi vardı." dediğimde o gülmedi. Bahsedilen sevgili ise hala vardı. Hala çok seviliyordu ki uğruna yalanlar söyleniyordu...

"O yüzden biraz daha beklemeniz gerekiyordu." dedi ciddi bir tonla. Yine umursamaz imajımı takındım ve omuz silktim.

"Onunla olmazsa sapığın tekiyle evlenecektim. Gerçi ölürdüm de evlenmezdim ama ölmek için de çok genç ve güzel değil miyim sence? En azından anlayışlı ve yakışıklı bir kocam var ve sapık da değil. Gerçi pek anlayışlı sayılmazmış ama hala yakışıklı ve sapık değil." dedim gülerek.

Gözde'nin ciddiyeti de yumuşadı.

"Söz verdin bak arayacaksın Derya'yı!" diye yine araya sıkıştırdı diyeceğini. Ofladım. "Öyle bir söz vermedim Gözde." dediğimde "Asıl sana of. Ya ara ve iyiyim döneceğim de kapat. Yazık." dedi.

"Ay sanki ayrıldığımızda sen arayıp demeyeceksin Gözde!" diye söylendim. Sessiz kaldı. Ben tanıyorum arkadaşlarımı. Adım kadar eminim Diyar da haber vermişti iyi olduğumu. Ancak yerimi söylememişlerdir diye düşünüyorum. O kadar da değildir en azından.

"Hadi kalkalım. Benim biraz daha işim var." dediğimde omuz silkti. "Gitmiyorum. Beraber halledelim işini." Dedi. Çocuk gibi mızmızlanıyordu. Derin bir nefes verdim.

"Ama hiç hoşuna gidecek bir iş değil." dedim. Kaşları çatıldı. Bir cevap beklediğini bilsem de bir şey söylemedim.

"İyi madem... Gel..." dedim ve ellerimi ıslak mendille silip ayağa kalktım.

O beni merakla takip ederken "Telefonunu versene bir." dedim. Şüpheyle baksa da telefonunu uzattı. Hem yürüyüp hem numara yazmak zordu ama numaraları yazdım ve Daniela, Görkem ve Orçun'a buluşma yerini belirten bir 'Geliyorum' mesajı attım ve Gözde'nin telefonundan mesajları sildim.

"Nereye gidiyoruz? Okuldan çıkmayacak mıyız?" diye soran Gözde'nin koluna girdim. "Çıkarız illaki. Hele bir işimi halledeyim de. Bu arada diplomam çantanda bak unutma Ayrılırken bana hatırlat."

İtinayla konu değiştirilir. "Ay bende kalsa ne olacak? Rize'ye dönmeden önce illaki görüşürüz. Veririm o zaman."

Doğru...

Fen-Edebiyat kampüsüne geldiğimizde henüz kimse gelmemişti. Okulun en sosyal alanı burasıydı ancak okullar kapandığından kimse yoktu şu an. Yaz okulunu da en geç açan fakülte genelde Fen-Edebiyat oluyordu diye aklımda kaldığı için burayı tercih etmiştim. Ayrıca burada bir koruluk vardı ve muhteşem bir intikam alma alanıydı. Evet, itiraf ediyorum. En çok bu yüzden burayı tercih ettim.

"Ay ne ürkütücü bir yer. Gerildim." diyen Gözde'ye sinsi bir gülümsemeyle baktım. "Bu bakışın daha da korkutucu. Bakma öyle." dediğinde kahkaha attım.

"Ya Asu! Yapma diyorum." Kahkahamı durdursam da yüzümdeki gülümsemeyi silmedim. "Sen korkma." dedim. "Korkması gerekenler henüz gelmediler."

"Kim gelecek?" diye sorduğu an sorusunun cevabını görsel olarak aldı. Çünkü Görkem ve Daniela öfkeli bir şekilde bize doğru yürüyorlardı. On beş yirmi metre arkalarından ise Orçun geliyordu.

Orçun onları görmüş olmalıydı ama onların Orçun'dan haberleri yok gibiydi. Öfkeleri sadece bana mıydı yoksa birbirlerine de öfkeliler miydi bilmiyorum ama ikisinin de kaşları oldukça çatıktı. Bu beni daha da gülümsetti.

"Asu sen ne yaptın?" diye fısıldadı Gözde. "Yarım kalan hesabımı kapatmak istedim." diye cevapladım daha düz bir sesle.

O sırada Daniela ve Görkem yanımıza gelmişlerdi.

"Sen beni ayağına çağıracak haddi nereden buluyorsun ya?" diyen Daniela'ya küçümseyerek baktım.

"Senin, benim yüzüme bira fırlatma haddini bulduğun yerden." diye cevapladım sakin bir tebessümle. Ama aslında yüzümdeki alaylı ifade seçiliyordu.

"O zaman kedi gibiydin, şimdi mi aslan oldun? O zaman çıkartsaydın sesini!" dediğinde Orçun da yanımıza gelmişti. Gülümsedi. Görkem'e baktım. Dikkatle yüzümü inceliyordu.

Daniela'ya döndüğümde sinirden kızardığını fark ettim. Bu daha hiçbir şeydi. Dur bakalım...

"O zaman rahat dursaydınız bugün ben burada aslancılık oynamayacaktım Daniş... Siz dur durak bilmediniz. Ben hayatım mahvolmasın diye yaptıklarınıza göz yumdukça beni rahatsız ettiniz." Görkem'e baktım. "Kabul, seni zerre kadar sevmedim. Elimi tutmak istediğinde midem bulandı. Seninle sırf başka birine gıcık olduğum için ve o seni çok istediği için çıktığım da doğru. Ancak bunu zaten sen de biliyordun. Çünkü elini bile tutmayan, buluşmalara gelmeyen birinin seni sevmediğini anlaman için IQ'nun bir olması bile yeterlidir. Benden sen ayrıl diye bekledim. Tüm yaptıklarımın üstüne terk eden olmak istemedim ama sen benden ayrılmak yerine beni aldatmayı tercih ettin. Ona da tamam dedim. Belki senin gözünde hak ettim. Ona da tamamdım. Sonra Gözde'nin gazına geldim ve Orçun'un teklifini kabul ettim. Orçun'un niyetinin nispet yapmak olduğunu bildiğimden... Ancak hemen pişman oldum ve nispet yapmak istemediğimi fark ettim. Yine de Orçun'a borçlu hissettiğim için bazen çağırdığında gittim. Beni sevmediğini bildiğimden seninle olmaktan daha rahattı onunla olmak. En azından bir beklentisi olmuyordu. Sonra asıl aldatanlar siz olmanıza rağmen rahat durmadınız. Çalıştığım yerde doğum günü kutlamak istediniz. İstediğimiz şarkıları çalacaksınız dediniz. Ona da TAMAM dedim." dedim biraz sesimi yükselterek.

"Seninle o gün biz konuştuk Orçun. İstemediğimi söyledim. Tamam dedin. Sondu o gün. Değil mi?"

Başıyla onayladı. "Ama siz kavga etmeye başladınız. Benim olayla hiçbir alakam yoktu. Siz bu kız için kavga ederken kavga bana nasıl sıçradı anlamıyorum!" dediğimde Görkem gözlerini kaçırdı.

Orçun ise gülümsedi.

"Ben beladan uzak durmaya çalıştıkça beni büyük bir belaya çektiniz. Sizin yüzünüzden korktuğum başıma geldi ve babam beni Daniela'nın fenomen arkadaşlarının çektiği ve yayınladığı videolarda gördü. Tek istediğim İstanbul'da kalmaktı. Bunu bile bana çok gördünüz. Yaptıklarınıza sesimi çıkarmama sebebim babamın kulağına gidecek herhangi bir skandal yaratmamaktı. Ama zaten en kötüsü oldu. Niye bunu yanınıza bırakayım ki?" dediğimde Daniela güldü alayla. "Ne yapacaksın? Yüzüme bira mı fırlatacaksın?" dediği an estetikli burnuna yumruğumla yeni bir estetik masrafı çıkartacak bir müdahalede bulundum ve o burnunu tutarak başını kaldırdığı an yüzüne tükürdüm.

"Biradan daha küçük düşürücü biliyorum. İki aylık faizi say." dedim ve Görkem'e döndüm. Bana merakla bakarken "Elimi tutmak, beni öpmek istiyordun değil mi?" diye sorduğum gibi elini tuttum ve ayağına basıp elini ters çevirdiğimde acı dolu bir feryat dudaklarından döküldü geri çekilmeden önce diğer kolumun dirseğini çenesine geçirdim.

Gözde'nin çığlıkları da onun acı dolu inlemelerine karışmıştı. Orçun'a döndüğümde ise bir adım geri çekildi.

"Ben sana bir şey yapmadım." dedi ellerini havaya kaldırıp gülerek. Sevimli bir çocuktu ancak yanılıyordu. Yapmıştı.

"Mekândaki o kavgayı sen başlattın Orçun. Daniela'ya hesap sorduğunu gördüm. Eğer o gün sen onunla konuşmasaydın bu kavga çıkmayacaktı." dediğim gibi kaval kemiğine sert bir tekme attım. Onun hak ettiği bence bu kadardı.

"Beni dava edebilirsiniz. Sizinle hukuki olarak da savaşabilirim." dediğimde Orçun "Daniela'ya hesap sormuyordum." diye araya girdi. Eğilmiş bacağını ovalıyordu.

Kaşlarım havalandı. "O bana hesap soruyordu." dediğinde Daniela'yı üstüme uçarken gördüm.

"Sen kimsin?" temalı bir konuşmayla ellerini sürekli sallayarak bana vurmaya çalışıyordu ve rahat durmadığı için ben onu zaptedemiyordum. Görkem Daniela'yı arkasından yakalayıp geri çekti.

"Yeter Dani!" dedi. Bugün çok sessizdi. Görkem genelde sessiz biri değildi.

"O kavga da..." dedi Orçun bakışlarım yeniden ona döndüğünde gülümsüyordu. "Dani için değil, senin içindi." dediği an söylediği şeyin şokunu yaşayamadan kasığıma yediğim tekmenin acısını yaşamaya başladım. Daniela'nın kolları Görkem'in elinde olsa da uzanıp tekme atamıştı bana. Kendi adımı farklı isimlerden duyarken bir tane isim vardı ki bu kadar büyük bir acı yaşarken bile ayırt edebilmiş ve bu sesi duymanın şokunu yaşayabilmiştim. Bir kaç saniye sonra bedenimi kollarının arasında hissedinceye kadar ise hayal olduğuna kendimi ikna etmiş sayılırdım.

Derya'nın burada ne işi vardı?

"İyi misin?" diye sorsa da cevap veremiyordum.

Herkes susmuştu ve hatta Daniela bile donup kalmıştı.

"Nasıl?" diye bir soru sözcüğü döküldü dudaklarımın arasından ancak bu sorunun muhatabı kimdi, bilmiyorum.

"Ne arıyorsunuz burada?" diye sordu ancak benden bir cevap alamayacağını çünkü hala kullanım dışı olduğumu anlayınca Gözde'ye döndü. Gözde ise "Bilmiyorum." dedi bir çırpıda.

"Daniela ona tekme attı." diye devam etti. Ancak ondan öncesinde ben de pek hoş şeyler yapmamıştım. Onları söylememişti Gözde.

"Gördüm. Daniela kimsin, nesin bilmiyorum ama dua et ben buradayım. Hayatının geri kalanında bana dua et." dedi.

"Sen kimsin be?" diye çıkıştı Daniela çekimser bir cazgırlıkla. Derya'nın eli yanaklarıma dokundu. Kasıklarımdaki ani ağrı büyük oranda gitmişti ama hala yüzeysel bir ağrı vardı. Gözlerimi yumdum. "İyiyim." derken yüzüm buruşmasa daha ikna edici olurdum belki ama neyse...

Gözlerini gözlerimden ayırmadan "Ben, bu minik aslanın kocasıyım." dedi. Gülümsemesi sinir bozucu gelirdi normalde. Şimdi neden böyle saçma salak bir şekilde güzeldi bilmiyorum. Acaba kasıklara vurulunca da beyinde bir hasar falan mı oluyordu?

Bakışlarımı çekince o da çekti. Gözde de dâhil olmak üzere tüm yüzler şaşkındı.

"Evlendin mi?" diye sordu Görkem büyük bir şokla. Sonunda aktiflik gösteriyordu ama zamanlaması çok garipti. Yine de başımla onayladım. Sonra gülümsedim. "Sayenizde." dediğimde gözlerini kırpıştırdı.

"Tanıştırayım, şerrinizden bulduğum hayır, Derya... Yani kocam."

Kocam nereden çıkıp gelmişti? Beni nasıl bulmuştu? Ne zaman gelmişti? Aklımda tonla soru varken nispet yaparcasına gülümsüyordum. Hesaplar tam kapanmamıştı ancak bu da yeterdi. Kasığıma yediğim tekmenin de hesabını sonraya bırakacaktım. Daniela'ya salladığım parmakla bunu ona da söylemiş kadar oldum.

Hemen buradan gitmeli ve yalnız kalmalıydık. Çünkü an itibariyle yeni bir hesap açılmıştı. Madem beni bulmuştu ve zahmet edip gelmişti. O hesabı da kapatmalıydık. Bakışlarımı Derya'ya çevirdim. Ve imayla gülümsedim.

"Hayırlı kocam..." dediğimde o da gülümsedi. Ancak bu gülümseme ürkek bir gülümsemeydi. Zira gözlerimin içindeki öfke, açıkta kalan 32 dişimle bile kamufle olmuyordu.

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Derya'nın kiraladığı arabaya binmiş, götürdüğü yere gidiyorduk. Yerimi Diyar mı söylemişti acaba? Bana çok kızgındı. İhtimal vermesem de yapmış olabilirdi.

"Diyar söyledi değil mi yerimi?" diye sorduğumda 'Hah' diye bir gülüş çıktı dudaklarının arasından. "Hayır, sadece iyi olduğuna dair bir mesaj atmış. Kalbim temiz ya. Allah çıkardı seni önüme." dedi. Gözlerimi kısıp şüpheyle onu süzdüm.

"Cidden nereden buldun?" diye sordum. "Dedim ya Allah çıkardı seni önüme. Demek ki seviyor beni." dedi. Gözlerimi devirdim.

"Allah'ın yalancıları sevdiğini sanmıyorum pek." dedim. Arkada Gözde oturduğu için bir şey belli etmek istemiyordum ama içimde tutamamıştım. Yine de bir pot kırmasın diye devam ettim. "İyi günde kötü günde dediğimiz günün ertesinde çıktın gittin." dedim gözlerimle arkayı işaret ettim. Dudaklarını birbirine bastırdı ve direksiyona hafifçe vurdu.

"Yalan söylemedim Asude. Eğer dinleseydin-" Bu zırvaları duymak istemiyordum. "Ağzından çıkanlarla yaptıkların pek uyuşmadığı için zaman kaybı olacağını düşündüm." dedim ve başımı yanımdaki cama çevirdim.

"Nereye gidiyoruz?" diye soran Gözde içimi yiyen soruyu sonunda sormuştu.

"Otele gidiyorum." dediğinde gözlerim büyüdü. "Oteli nereden biliyorsun?" diye sordum. Alayla gülümsedi. "Ne zaman buldun beni?" diye sordum bu kez şüpheyle.

"İki gün oldu." derken o gülse de ben apışıp kalmıştım.

"Niye?" diye sordum saçma sapan. Sonra saçmaladığımı fark edince soruyu düzelttim. "Niye karşıma çıkmadın?"

Sırıttı. Hala sırıtacak yüzü vardı demek...

"Durum tespiti yapıyordum. Yakışıklı yüzümü riske atmak istemedim." dedi pişkin pişkin...

"Bir kere o kadar da yakışıklı değilsin." diye yalan söyledim. Daha az önce kabul etmiştim yakışıklı olduğunu çünkü.

"Çarpılacaksın şimdi." dedi alayla. Başımla onayladım sakince. "Çoktan çarpıldım. Allah beni de seninle cezalandırıyor işte. Yani karşına çıkmam sana ödül değil bana ceza muhtemelen."

Aynadan kıkırdayan Gözde'ye baktı. "Görüyorsun değil mi? Ağzımızı açamıyoruz. Hemen lafı geri tıkıyor. Olsun böyle sevdik. Yapacak bir şey yok..."

Bana diyordu bir de... Şu profesyonelliğe bak. Yalan söylerken teklemiyor bile. Nasıl da pişkin pişkin sırıtıyor!

"Valla olayı anlattı bana... Çok haklı. Bir kadından tehlikeli bir şey varsa haklı bir kadındır der Nazif. O biraz cinsiyetçi bir arkadaş ama şu durumda haklı gibi duruyor."

"Sen çek bir sağa." dedim sinirle. Hala bu yalancıyla aynı arabada duran kendime de şaşırıyordum.

Yalancı mı? Yeni mi öğrendin bunu? Beraber yalan söylüyorsunuz ya Asu'cum? Ay pardon Asude... Şimdi ona da kızarsın sen...

İç sesime göz devirdim. Beraber yalan söylüyorsak da birbirimize söylememeliydik ya hani?

"Ya tamam gidiyoruz işte. Susacağım söz. Konuşalım artık." dediğinde kemerimi çıkarmıştım. "Sen git. Ben seninle konuşmam. İşim var hem... Arkadaşlarımla buluşacağım." dediğimde Yine dikiz aynasından Gözde'ye baktı. Ondan medet umuyordu ama benim arkadaşımdı Gözde... Boşa bakıyord-

"Diyar'ların çıktığı mekâna gidiyoruz. Sen de gel istersen." dediğinde hızla arkama döndüm. Hayal kırıklığı yüklü bakışlarımla üstünde kurduğum baskıyla gözlerini kaçırdı.

"İstemezsin. Git nerede kalıyorsan orda otur. Bar'a falan gelirsen sonra hesabını veremezsin! Ayrıca annen kızar, benim gibi bir namussuzla takılmana." dediğimde iç çekti. "Asude... Lütfen!" diye inlediğinde bakışlarımı yanımdaki cama çevirdim. Olanlardan elbette haberi vardı. Kaç gün olmuştu birileri illaki anlatmıştır.

"Durdur arabayı." dediğimde kavşaktan döndü. Şaşkın ve anlamsız bakışlarımı ona çevirdiğimde çenesini kasmış yola bakıyordu. Bir kaç dakika sonra mekânın önünde durduğunda "Nereden biliyorsun sen burayı?" diye sordum.

Bir an yüzüme baksa da cevap vermeyip arabadan indi. Biz de peşinden indiğimizde anahtarı Vale'ye verdi. Vale'yi tanımıyordum. Değişmişti.

Kolunu tutup "Derya cevap versene! Nereden biliyorsun buraya geleceğimizi!" diye sordum.

"Dün de geldin." dedi. Kaşlarım havalandı. "Dün de geldim?" diye yineledim. Yanlış anlıyordum herhalde. Dün de geldim demiştir. Dün gelmiştir, Diyar'ları görmüştür.

"Evet Asude. Seni takip ediyorum. Dün buraya geldiğini de seni takip ederken gördüm." dediğinde sinirle gözlerimi yumdum. Gözde burada Asu-de... Sakin ol. Yüzüne yumruk atarsan elin acır. Hayır, kafa da atamazsın boyu uzun... Boş ver Asu-de bu öküzü. Gir içeri... Uğraşmaya değmez...

İç sesim yıllar sonra ilk kez benim tarafımdaydı ve haklıydı...

Yönümü mekâna çevirdim. Dur biraz daha namussuzluk yapayım da gör sen... Koş git annene de anlat ki eski nişanlınla dedikodumu yapsınlar!

"Asude biraz sakin mi olsan?" diye fısıldayan Gözde'yi de duymazdan geldim. Pis hain satmıştı beni...

Mekâna girdiğimizde henüz saat erken olduğu için elbette sakindi. İki masada toplam 5 kişi vardı. Onlar da bir şeyler yiyorlardı.

Caner Abi ile göz göze geldiğimizde gözleri kocaman büyüdü. Ben ona gülümserken o yüzündeki büyük hayretle bize doğru gelmeye başladı.

"Derya!" dediğinde tam yanımıza ulaşmış ve Derya'ya hasretle sarılmıştı. Ne oluyordu burada?

"Caner Abi? Nasılsın?" diye sordu Derya... O kadar da şaşkın görünmüyordu. Nereden tanışıyorlardı ki? Hayır ne alaka yani?

"Ben iyiyim. İyiyim de sen nasılsın asıl? Nerelerdesin oğlum? Bir gittin pir gittin. Bayramdan bayrama mesaj atıyorsun sadece..."

Gözde ile göz göze geldiğimizde pot kırmamak için ifadesizliğimi korudum ama Gözde bana kaş gözle ne olduğunu soruyordu. Bilmiyordum ben de ne olduğunu ve bilip bilmemem gerektiğini de algılayamıyordum.

"Senin burada ne işin var?" diyen Caner Abi'nin sesiyle konuya döndüm. Arada başka şeyler konuşulmuştu sanırım ve ben kaçırmıştım şoktan.

"Yolumuz düştü diyelim." dedi bana bakarak. Gözlerimdeki soru işaretlerini gördüğüne eminim ama gülümsemekten başka bir şey yapmıyordu.

"Siz tanışıyor muydunuz ya?" diye soran Caner Abi'ye biz cevap veremeden Gözde konuştu.

"Tanışmak ne demek Caner Abi? O aşamayı geçeli çok oldu. Evlendiler bile. Asıl sen Derya'yı nereden tanıyorsun?" sanırım Gözde bizim sessizliğimiz yüzünden sonunda çatlamış ve müdahale etmişti.

"Ciddi misin ya? Nasıl yani?" dedi Caner Abi büyük bir hayretle. Sonra kahkaha attı. "E Derya sizden önceki grubun solistiydi. Hatta sizin geldiğiniz gün son kez sahne almışlardı. Şu işe bakar mısınız? İki solistim evlenmiş. Kaderin işine bak sen! O zaman tanışıyor muydunuz?" diye sorduğunda hayretler içindeydi. Çok hoşuna gitmişti bu durum ancak biz daha büyük hayretler içinde gibiydik bence.

What the hell?

Gözde ile göz göze geldik gözlerini kısmış bir şey düşünür gibi bana ve Derya'ya bakıyordu. Sonra parmaklarını şaklattı ve gözlerini büyüterek işaret parmağını salladı.

"Hatırladım. O yakışıklı çocuklar! Tıpçılar. Evet! Kesinlikle doğru hatırladım." dediğinde bakışlarımı kaçırıp kısa bir an Derya'ya baktım. Kaşlarını çatmış yüzüme bakıyordu.

"Ama?" dedi Gözde farkındalıkla. Evet... Ama...

Gönder gelsin Gözde'cim.

"Ama sen Derya'yı o zaman tanıyor muydun ki? Öyle demiştin. İstanbul'a ilk geldiğinde tanıştığınızı söylemiştin."

Yalanımızın ayağımıza dolandığı ilk an...

Başımla onayladım. "Yani o biraz abartıydı. Daha sonra tanıştık." diye mırıldandım. "Sonra konuşuruz." diye erteledim. Bir şey bulmam gerekiyordu.

Gözde'nin aklı karışmıştı. Ancak şu an onu düşünecek değildim. Benim de aklım karışıktı.

"İki solistim derken abi? Asude de mi?" diye sordu Derya şaşkınlıkla. Derin bir nefes aldığımda Caner Abi elini ensesine attı. "Ben pot mu kırdım?" diye sordu yüzünü buruşturarak.

Şu an maalesef bunu sorun edemeyecek kadar büyük bir sorunumuz vardı.

Başımı iki yana salladım. "Yok abi... Öyle konusu açılmayınca söylemedim sadece. Özellikle sakladığım bir şey değil." dediğimde Derya'ya baktım. "Kendisi de aynı işi yaptığı için bu konuda sorun çıkarmaz zaten. Değil mi?" diye imayla sorduğumda kaşları çatıldı. İma yapmamdan hoşlanmamıştı.

"Elbette." dedi bastırarak. "Niye sorun olsun bu? Hem seni de mekânını da biliyorum abi. İçim oldukça rahat bu konuda." dediğinde çaktırmadan gözlerimi devirdim. Sanki Caner Abi'yi bilmese ne yapabilir?

Yakınlardaki bir masaya geçip oturduğumuzda Caner Abi "Ee anlatın nasıl oldu bu?" diye sordu. Ona da herkesin bildiği hikâyeyi anlattık ancak Gözde hikâyeyi bu şekilde dinleyince bir şeyler fark etmiş gibi durup durup şüpheyle yüzüme bakıyordu.

Sonunda Derya 'Düğünün ertesi günü işe gittim diye biraz bozuştuk' diyerek hikâyeyi bitirince Caner Abi "Ayıp etmişsin. Asu sonuna kadar haklı." diye karşılık vermişti. Ah bir de gerçeği tüm çıplaklığıyla bilsen Caner Abi! Yüzüne gülerek bakıp durmadan övdüğün şu Kaptan bozuntusu, doktor kırıntısı Derya'yı tek elinle boğardın.

"Doğrudur abi. Bilemedim." dedi. Pis yalancı. Bilememişmiş! Valeria seni kaçırdı sanki? Anneni hiç tanımıyordun ya da!

"Abi bu gece affet beni. Söz verdim biliyorum ama çıkmayayım." dediğimde kaşları çatıldı.

"Valla affetmem kızım! Söz verdin sözünü tut. Bu gece Duygu yok. Ve biz canlı müzik olacak diye duyuru paylaştık" dedi. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve pek sık yapmadığım bir şeyi yaptım. Kalleşlik!

"Derya çıksın." dedim çok harika bir fikir bulmuş gibi. Gerçi çok harika bir fikirdi bence...

Caner Abi Derya'ya baktı. Derya bir süre gözlerini yüzümde tuttu ve Caner abiye döndü. Ve şu ara çok sık yaptığı bir şeyi yaptı. Kalleşlik!

"Tek bir şartla! Karımla beraber çıkarım ancak!"

Gözlerim yuvalarından fırlarken "Yok artık!" dedim.

Caner Abi heyecanla atıldı. "Var artık! Vallahi harika fikir! Bayıldım." Ben de birazdan bayılacağım Caner Abi...

"Yok abi olmaz." dediğimde başını sallayarak "Olur olur. Çok güzel de olur." dedi. Masanın altından Derya'nın ayak bileğine tekme attım.

Masanın üstünden de başımı tehditkâr bir şekilde sallıyordum. Tam olarak 'Akşam eve gidelim seninle görüşeceğiz' diyerek çocuğunu korkutan bir anne gibi olduğumun farkındaydım.

"Olmaz abi ya..." dediğimde Caner abi sırıttı.

Başımı iki yana salladım. "Olmaz." dedim gülümseyerek.

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Şu ara neden olmaz dediğim her şey oluyordu bilmiyorum. Üstümdeki uğursuzluğun sebebinin ne olduğunu bilmediğim gibi...

"Abi sen kadere bak be!" diyen Nazif'e ters bakışlarımı gönderdim. "Demek bizden önce sen çıkıyordun burada?" diyerek Derya'ya döndüğünde Derya gülümsedi.

"Öyleymiş." dedi. Hemen konu kapanmalıydı. Onları da şüphelendirmek istemiyordum. Çıkalım mı artık? İyice kalabalık oldu bence." dedim.

Diyar başıyla onayladı. Onlar ilk şarkıda sadece destek olarak çalacaklardı. Derya Beyefendi'nin seçtiği ve illa bunu söyleyeceğiz diye tutturduğu şarkıyı ikimiz de gitar çalarak söylemeye karar vermiştik.

Sahneye çıktığımızda eğer hala eski müşterilerimizden olanlar varsa çok şaşıracaklardı muhtemelen. Uzun zamandır yoktum ve bir anda hop diye beliriyordum.

Kulisten çıkan Diyar ve Nazif yerlerini alırken ben de Derya ve kendim için iki tane gitarı Caner Abinin odasından aldım. Eski gitarlarıydı. O da çalmayı çok severdi ancak sesini beğenmediği için söylemezdi.

Derya'nın gitarını ona uzattım. Kulisten çıkıp sahneye geçeceğimiz zaman bana elini uzattı. Ona anlamsız bakışlarla baktığımda ise genişçe gülümsedi. Başımı iki yana salladığımda gülümsemesi kayboldu ve somurtup gözlerini devirdi. Ben tam sahneye çıkacağım an gitarı tutan ellerimden birini çekti ve avuçlarına hapsetti.

"Evliliğimiz hayranlarımızı çok sevindirecek karıcığım." dedi sırıtarak. Hala oyun peşindeydi. Sanki buradaki insanların da çok umurundaydı evlenmemiz. Şahsen taraflardan biri olarak benim bile pek umurumda değildi.

Sahneye çıktığımızda eminim o da benim gibi alkış bekliyordu ancak gelen bir kaç alkış sesi de hemen kesildi ve ortamda uğultular oluşmaya başladı. Şaşkın bakışlarım mekânda dolaşırken insanların da bizim kadar şaşkın olduğunu fark ettim.

Bir süre devam eden uğultu bir anda alkışlar ve ıslıklar ile el değiştirince benim de şaşkın yüzüm gülümsedi. Derya'nın elimi sıktığını hissedince ona baktım. Göz kırptı.

Biz yerlerimize geçerken ellerimiz ayrılmıştı. Islık ve alkışlara adımızın geçtiği tezahüratlar da karışınca yüzümdeki gülümseme iyice büyüdü. Demek ki Derya'yı tanıyacak kadar eski müşterilerimiz de vardı. Ve öyle çoklardı ki eskiden bunu da fark edememişim...

Derya gitarın tellerine dokununca Diyar ve Nazif de pozisyon almıştı. Ancak Nazif bu şarkıda bateri değil de klavye çalacaktı. Çat pat biliyordu ancak zaten arada bir şarkıyı destekleyecek kadar dokunması yeterli olacağı için halledebileceğini biliyordum.

Hemen her Karadeniz Türküsünün girişinde söylenen Hey Gidi Karadeniz'i söylemek bana düşmüştü. Ya da Derya Bey Paşa Hazretleri öyle buyurmuştu da diyebiliriz. Benim ise neden onu dinlediğim hâlâ bir muammaydı...

Gerçi onu değil Caner Abi'yi dinliyordum ben... Yoksa asla çıkmazdım sahneye...

Derya gözüyle işaret verince şarkıya girdim.

"Hey gidiiii Kaaarraaadeeeeniiizzz doldi da taşamadiiii
Etmeyaluuummm sevdaaaaluuukkk
Edenler yaaaaşaaamadiiiii...
Etmeyaluuuummmm secdaluuukkk
Edenlerrr yaşaaamadiii..."

Derya'ya bakmasam iyi olurdu sanki... Öylece yüzüme bakınca biraz utanmıştım. Sesimin güzel olduğunu biliyordum ve çok beğenildiğinin de farkındaydım ama böyle de hayran hayran bakılmazdı, ayıptı. Üstelik dip dibe otururken daha da ayıptı...

Ben susunca gitarındaki notaları değiştirdi ve birkaç nota çalıp şarkıya girdi.

"Ha bu akan dereler denizlere dolacak
Söylesana güzelum sonumuz ne olacak"


İki satır o, iki satır ben söylüyordum. Gözlerini üstümden, yüzümden ve yüzümde de gözlerimden çekmiyordu. Sinir olmuştum.

"Ha bu akan dereler denizlere dolacak
Söylesana güzelum sonumuz ne olacak

Ah duman karaduman sardi dört yanumuzi
Ander kalsun sevdaluk oy alacak canumuzi"


Sevdaluğu bilmem ama Derya Ander kalabilirdi. Ne istiyordu benden? Bu insanlara birbirimize âşık olduğumuzu inandırmak zorunda değildik! Ne yapmaya çalışıyorsun acaba Kaptan?

"Ah duman karaduman sardi dört yanumuzi
Ha bu ander sevdaluk oy alacak canumuzi"

"Dere akar taş ile gözüm doldi yaş ile
Nerelere gideyim ha bu garip baş ile"

"Dere akar taş ile gözüm doldi yaş ile
Gurbete mi gideyim bu sevdali baş ile"

"Oy gidi Karadeniz sardi dört yanumuzi
Ander kalsun sevdaluk oy alacak canumuzi"

"Oy gidi Karadeniz sardi dört yanumuzi

Ander kalsun sevdaluk alacak canumuzi"

Son nakarata geldiğimizde beraber söylemeye başladık. Bakışlarımı kaçırmak istiyordum ama o kadar inatçıydı ki gözlerini yüzümden değil çekmek, içimi deşmek ister gibi bakıyordu. İnat ediyor, ben de bakışlarımı çekmiyordum.

Bu bakışmanın başka bir anlamı kesinlikle yoktu... İnat etmiştik hepsi buydu...

Oy gidi Karadeniz sardi dört yanumuzi
Ander kalsun sevdaluk oy alacak canumuzi

Ha bu ander sevdaluk oy alacak canumuzi

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

İnstagram: busbckr/busras.typwriter

Twitter: busrastypwriter

Tiktok: busras.typwriter

Bölüm : 05.10.2024 13:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...