16. Bölüm

⚓16. Bölüm⚓

Büş Bckr
busbckr

Bölüm geldi bebekler. Yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın çünkü ben de yorumlarınızı okumak istiyorum :D

İyi Okumalar.

 

16. BÖLÜM

Bölüm Şarkıları:

Kenan Doğulu- Aklım Karıştı

Can Ozan-Sar Bu Şehri

"Şu an beni dışlıyorsunuz ama..." diyen Derya ile bakışlarımı İstanbul manzarasından çekip ona çevirdim.

"Anlamadım?" diye sordum yüzümdeki mutluluğu silmeden.

"Kendimi iki aşığın ilk buluşmasındaki üçüncü kişi gibi hissediyorum." dediğinde güldüm. "Öylesin ya zaten!" derken açıkça alay ediyordum onunla. Gülerek başını iki yana salladı.

"Acaba diyorum, yeterince mutluluğunu yaşadıysan hislerini benimle de mi paylaşsan?"

Derin bir nefes alıp ışıl ışıl parlayan İstanbul'u baktım.

"Tam zamanıymış!" dedim dudaklarımdan ziyade gözlerimle gülerek. "Ne bir gün erken ne de bir gün geç değil. Bugünmüş..."

Bir şey söylemek yerine mutluluğumu izledi. Kalabalık yüzünden birbirimize çok yakın duruyorduk.

Bir kolu hala belimdeydi.

"Peki bunun spesifik bir tarifi var mı?" diye sorunca dudağımı büküp omuz silktim.

"Muhtemelen aşk? Bilmiyorum. Çocukluğumu saymazsak aşk, sevgi, hoşlantı gibi şeylerden çok anlamıyorum. His olarak... Nasıl tarif edilir emin değilim. Kazanılmış bir savaş zaferi... En çok beklenen kişinin dönmesi... Yıllardır komada olan birinin uyanması... Yani umudun en az olduğu yerden dirilmesi. Sanırım böyle bir şey."

"Anlıyorum." dedi çok da anlamadığı ayan beyan ortadaydı ama...

Derin bir nefes aldım. Bugün buraya çıkmamın sebebi biraz da oydu. Onun söyledikleri... Benim bu mutluluğumda onun da payı vardı. Her ne kadar sözleri kasıtlı ve art niyetli olsa da...

"Galata Kulesi ile ilgili birçok rivayet var. Mesela Galata Kulesi ve Kız Kulesi'nin birbirine âşık olması ve Galata Kulesi'nin yazdığı aşk mektuplarını Hezarfen Ahmet Çelebi ile Kız Kulesine göndermesi gibi ya da Kuleye ilk kez çıktığın kişiyle evleneceğinle ilgili. Turist çekebilecek güzel hikâyeler ama tüm bunların Rivayet olduğu belli değil mi?" dediğimde güldü. Ben de güldüm. Mutluluk bulaşıcıydı. Sonra bir anda ciddileştim ve devam ettim. O da ciddileşti.

"Benim baba tarafım çok kalabalık. Gördün zaten." dediğimde başıyla onayladı. Neden bunları söylediğimin merakı gözlerindeydi...

Ona hayatımın en büyük gizemini anlatacağımı henüz anlamamıştı.

"Annem ise kimsesiz"

Kaşları havalandı. Başımla onayladım.

"Yetimhanede büyümüş... 18 yaşında yurttan çıktığında..." yutkundum. "Yurttayken başına çok kötü şeyler gelmiş aslında. Çok çok kötü..."

Gözlerim dolmamalıydı. İlk kez öğrenmiyordum bu hikâyeyi. 10 seneden daha fazla süredir biliyordum. Ağlanacak çok şey vardı ama ağlamamın bir faydası yoktu işte.

"Anladım ben." dediğinde göz pınarlarımdan damlamaya çalışan bir yaşı işaret parmağının tersiyle sildi.

"18 yaşına gelince yurttan çıkmış annem. Kimsesiz, sevgisiz, kırık, korkak bir çocuk. Reşit olunca yetişkin olmuyorsun. 24 yaşındayım ve hala yetişkin olduğumu iddia edemiyorum ben. Annem de o zaman bir çocukmuş. Yurt tehlikeli diye bir an önce kurtulayım kafasındaymış ama sokaklar da tekin değil sonuçta. Bir hafta boyunca sokakta kalmış. Çöpte yiyecek aramış. İnsanlardan korkuyor yardım bile isteyemiyormuş. Bir hafta sonra dayanamadığını fark etmiş. Daha doğrusu onun cümleleriyle 'Kabul etmiş.' Bu dünyada onun için bir yer olmadığına inanmış. Galata Kulesi'ni o da çok severmiş. O zamanlar da hareketli, müzikli şenlikli oralar. O kulede askerler olduğunu ve bu insanları koruduğunu sanırmış. Sonra öyle olmadığını anlamış tabi... Ortada asker falan yok diye. İşte ölmek istemiş ve en güzel ölümün Kuleden atlayarak olacağına karar vermiş. Yaşamaya hakkım yoksa da güzel bir şekilde ölmeye hakkım vardı... Bu da onun ifadesi.. Günlüğünü okumuştum... Yirminci yüzyıl Hezarfan Ahmet Çelebi'si..." Alayla güldüm ama alay acımı saklayabildi mi emin değilim... Sessizce ve merakla dinliyordu Derya beni.

"Kuleye girmek istemiş ama girişler ücretli tabi. Almamışlar. O sırada babam da kuleye girmek üzereymiş. Annemi öyle kovulurken görünce üzülmüş 'Beraberiz' demiş ve adamlar annemi itip kaktıkları için biraz hır gür çıkarmış. Sevgilisi gibi davranmış annem küçük düşmesin diye. Gerçi annemin üstü başı perişandır kimse inanmamıştır da bence... İçeri girince annem rahatsız olmasın diye babam uzak durmuş ondan ama onu görür görmez vuruldum der hep. O an da muhtemelen gözlerini üstünden ayıramamıştır." duraksadım. "Kesin ayıramamıştır. Yüzde beş yüz yani.." gülümsedim.

"Annem bir süre boş boş şehri izlemiş. İstanbul'un bu kadar büyüleyici görünmesine şaşırmış. Kötülükler şehri sanırmış. Ancak izlerken büyülenmiş. Akşama doğru harekete geçmeye karar vermiş. Çünkü durdukça fikri değişiyormuş. Balkonun ucuna yanaşmış ve dizini balkon demirlerine koymuş. Düşünürsem tereddüt ederim, tereddüt edersem vazgeçerim diye düşünüp kendini bırakacakken babam annemi kucaklayıp geri çekmiş. Sence de gözünü ayıramamıştır değil mi? Akşama kadar beklemiş, kendini atacakken sarılmış koynuna çekmiş. İzlemese nasıl kurtaracaktı? Sonra işte babam annemin elini tuttuğu gibi Ordu'ya getirmiş. Sonrasını tahmin edersin. Hır gür kıyamet. Dedem ortalığı mahşer alanına çevirmiş. Annemin başına gelenlerin onun kendisinin suçu olduğunu, annemin kötü kadın olduğunu falan söylemiş. Kötü olmasını bırak kadın bile değil, çocukmuş o zaman. Annem gitmek isteyince babam da onunla birlikte kaçmış. Dedem öylece elini kolunu sallayıp çekip gitmesine izin verecek biri değildir. Kaçmak tek çareymiş yani... Evlenmişler. Ben olmuşum sonra. Dedemle barışmışlar. Keşke hiç barışmasalardı da neyse... Öyle işte aşka inanmıyorum çünkü annemle babam ayrıldı. Ama Galata Kulesine inanıyorum çünkü 18 yaşındaki bir çocuğa umut oldu. Evet, annemle babam birlikte buraya çıktılar. İkisinin de ilk seferiymiş ve evlendiler de ama yine de bu benim için hala rivayet. Ama şimdi buradan şehre bakınca bile içim umut doluyor. Buradan tüm kötülükler ufacık görünüyor ve güzellikler kötülükleri yenmiş gibi hissediyorum. Her şeye rağmen yaşamak güzel demiyor musun buradan manzaraya bakınca?" diye sordum yüzüne bakarak. Dönüp manzaraya bakmadı ama gülümseyip başıyla onayladı.

"Yaşamak güzel..." diye tekrarladı beni. "Çok güzel hem de..."

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Otele döndüğümüzde hala ayaklarım yere basmıyor gibiydi. O anın çok özel olacağını hep biliyordum ama bu kadarını ben bile beklemiyordum. Abartıyordum çünkü kendi miladımdı bu. Ben bugün tüm aşklara, tüm aşıklara inanmıştım. Ben bugün onlara hak vermiştim. Önemli olan aşktı çünkü. Önemli olan kimi ya da neyi sevdiğin değildi. Beklemekti, sabretmekti, değer vermekti...

Benim Galata Kulesi'ne karşı hissettiklerimi biri bir insana karşı da hissedebilirdi elbette, buna inanmıştım. Sanki bunca zaman platoniktim ama bugün sevgilim olmuştu.

Kapı tıklanınca yataktan kalkıp gülerek kapıyı açmaya gittim. Oda servisi falandı herhalde.

Kapıyı açtığımda karşımda duran kişinin mesleğinin otel ile uzaktan yakından alakası yoktu... Belki mavi tur falan olursa olabilirdi... Çünkü o bir Kaptan'dı.

Ona soran gözlerle baktığımda kaşlarıyla bir yeri gösterdi. Eğilip gösterdiği yere baktım. Dünkü kızdı bu. Adı İlknur muydu Songül mü ne?

Derya kıza bakıp el salladı ve beni hafifçe itip içeri geçti.

Kapıyı kapatırken "İyi geceler." dedi kıza ben de eğilip baş selamı verince kız da gülümseyerek karşılık verdi ve "İyi geceler." diye de ekledi.

"Ne oluyor?" diye sorduğumda kapı tamamen örtülmüştü.

"Telefon görüşmem bitince dedim yukarı çıkayım. Aynı asansöre bindik. Kız sanırım kaçak bu otelde ve koridorda yaşıyor. Asla odasına girmedi."

Burnumdan derin bir nefes verdim.

"Bari inip odanı kapattıralım. Boşa para veriyoruz. Senden de kurtulacağım yok malum. Yarın akşam döneriz Rize'ye." diyerek kendimi yeniden yatağa bıraktım. Heyecanım biraz geçse kalkıp üstümü değiştirecektim ama şu an takatim yoktu.

"Ciddi misin?" diye sorunca omuz silktim.

"Dün de koltukta ikimiz uyumuştuk. Tek başına da gayet uyuyabilirsin bence." dediğimde güldü. "Onu demiyorum. Dönme konusunu diyorum." deyince yatakta doğrulup oturma pozisyonuna geçtim.

"Ciddiyim ama o evde kalmak istemiyorum. Bu konuda da çok ciddiydim."

"Tamam sorun değil. Eve gidelim. Bakalım bizimkiler yaylaya gitmişse evde kalırız. Gitmemişlerse de biz gideriz. Zaten yayla sezonu bitene kadar da sözleşmem dolmuş olur ve İstanbul'a geliriz. Tamam mı?"

Tamam olup olmadığını gidince görecektik. Zira bizim aldığımız kararların pek sallandığı söylenemezdi.

"Bakarız." dedim sadece. Ardından bu konuyu konuşmak istemediğim için "Hadi yine masa kuralım. Yarın gideceksek torbaları boşaltalım bari." dedim ve ayaklandım.

"Tamam. Ben de odanın anahtarını teslim edip geliyorum." dediğinde başımla onayladım. İstanbul'dan asla ayrılmak istemiyordum ama sanki kaldıkça gitmek istemeyecekmişim gibi geliyordu ve bizim eninde sonunda dönmemiz gerekiyordu. Ve dönünce yüzleşmem gereken önemli konular vardı. Buraya gelme sebebim yüzleşmekten kaçmak niyetiyle değildi. Ben buraya Kaptan'a kızdığım için gelmiştim. Sözünde durmadığından. O gününü gün ederken annesini idare etmeyeceğimi ve evliliğimizin gidişatının bu olmadığını göstermek niyetiyle gelmiştim. Benim hiç kimseden korkum yoktu. Ben sadece seslerin yükselmesinden, hır gür çıkmasından hoşlanmıyordum. Ve tabi karşımdaki güruhun beni, ne yaparsam yapayım, anlamayacağını bildiğim için uğraşmak ve enerji tüketmek de istemiyordum.

Dedeme karşı asla haklılığımı ispatlayamazdım mesela. Çünkü onun dogmaları vardı ve ben onun gözünde yoldan çıkmış, terbiyesiz bir çocuktum. Babam için öyle olmasam da babama da dedemle uğraşmaktansa benimle uğraşmak kolay geliyordu. Çiçek Hanım da öyleydi işte.

Ben kendimi anlatmasına anlatırdım da karşıya bu ileti kavuşur muydu emin değilim. Karşı bu iletiyi değerlendirmezdi bile bence...

Çünkü karşı istiyordu ki bu mesajlar; Yemek tarifleri, kaynana yağlama, temizlik, bahçe toprak işleri falan içersin. Hak, adalet, hukuk, eşitlik gibi mesajları okumadan geç yapıyordu bu karşı taraf.

Karşı kusura bakmasındı ama ben de onun istediği mesajları okumadan geçiyordum...

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Sabahın erken saatlerinde yine aynı odada açmıştık gözümüzü sahte kocamla. Neyse ki bu kez koyun koyuna değildik. Birazcık vicdan azabı çeksem de dalyan gibi çocuğu iki kişilik koltuğa yatırmıştım. Hak ettiğini savunarak vicdan azabı seviyemi 'birazcık' kategorisine düşürebilmiştim işte.

Tutulmuş olacak ki acıyla inleyerek doğrulmuştu sabah uyandığında. Yazık... Bir Valeria olamadık yatağımızı paylaşalım seninle! Kusura bakma artık!

Kahvaltıyı otelin açık büfesinde yaparken boynunu ve belini kütletmeye devam etmişti ancak tek kelime söylenmemişti de şimdi. Hakkını yemeyeyim.

Galata Kulesini bir de gündüz gözüyle görmek istemiştim gitmeden önce o yüzden yeniden Galata Kulesine çıkmıştık.

"Gündüz mü daha güzel yoksa gece mi?" diye sordu ben manzaraya bakarken. Bu sorunun bende bir cevabı yoktu. Aslında genel olarak bu sorunun bir cevabı yoktu çünkü bu tarz sorular bence anlamsızdı.

"Güzel olan güzeldir Kaptan. Mesela Valeria sence gece mi daha güzel yoksa gündüz mü?"

Güldü. "Bu biraz müstehcen bir soru oldu gibi ama..."dediğinde gözlerimi devirdim. "Senin için fesat. Anladın neyi sorduğumu! Valeria, Valeria sonuçta. Gece de gündüz de aynı kişi, değil mi?"

"Neden bana silah olarak sürekli Valeria'yı kullanıyorsun. Hep onunla vurmaya çalışıyorsun beni." dediğinde kaşlarım havalandı. Birincisi ben silah kullanmıyordum, ikincisi onu bir şeyle vurmaya çalışmıyordum.

"Çünkü Galata'dan bahsediyoruz ve Galata Kulesinin sendeki karşılığı Valeria."

Bakışlarını kaçırır gibi manzaraya dönmüştü. "Valeria... Emin değilim. Evet, onunla rahat rahat buluşabilmek için bu oyuna girdim ama onun için demek iddialı olurdu. Ben evlenme baskısından kurtulmak için de bu oyuna girdim. Yani Valeria tam olarak Galata Kulesi'nin muadili mi emin değilim."

Şaşkındım. Hem de zirveye ulaşacak kadar şaşkındım. Şu an bana Valeria'ya o kadar da önem vermiyorum mu diyordu bu çocuk yoksa ben mi yanlış anlıyordum? Flört işlerinden biraz olsun anlasam şu an daha rahat analiz edebilirdim. Yine de bu söyledikleri çok saçmaydı... Valeria onun sevdiği, aşık olduğunu söylediği kişiydi.

Bir yorum yapmam doğru olur muydu emin olmadığımdan başka bir şey söyledim.

"Sonuçta o da bu oyunun yapı taşlarından biri oldu. Ve benim sana kendimi anlatabilmem için vereceğim tek örnek. Neyse biraz sabırlı olalım. Üç aydan az kaldı. Özgürlüğümüze kavuşunca birbirimizle bu kadar muhatap olmamıza gerek kalmayacak zaten."

Bakışları manzaradan ayrılmamışken başıyla onayladı. "Haklısın." dedi düz bir sesle. Ardından ellerini demir askılıklardan çekip "Ben aşağıdayım. İneceğin zaman ararsın." diyerek göz kırptı ve bir şey dememe fırsat tanımadan içeri girdi.

"Ne oldu şimdi?" diye mırıldandım. Valeria ile araları bozuktu herhalde...

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Günün geri kalanında bizimkilerle buluşmuş, Gözde'den eski evimden aldığı eşyalarla birlikte diplomamı almıştım. Caner Abi akşam yeniden çıkmamız için aramışken döneceğimizi söyleyince baya üzülmüştü. En yakın zamanda tekrar beklediğini ısrarla vurgulamıştı. Orçun gideceğimizi nereden duymuşsa 'İyi yolculuklar' temalı bir mesaj yazmıştı. Görkem İnstagramdan yeniden takip etmişti. Elbette geri takip yapmamıştım. Daniela'nın bir kaç arkadaşı bana işbirliği mesajı atmıştı. Ve bunların içinde bizim kavga görüntülerimizi paylaşan ve Dani'nin en yakınları olan Sinem, Arın ve Bella da vardı. Özellikle Bella sırf teklifini kabul edeyim diye Daniela ile ilgili kötü şeyler bile yazmıştı. Hepsini görmezden gelmiştim. Zira ben artık tüm bu olanlardan uzak durması gereken evli barklı bir kadındım. Bu gereklilik ne ev ne de barkla alakalıydı. Ev ve barkın bir illüzyon olmasıyla alakalıydı.

Havaalanına geldiğimizde ikimiz de sessizdik. En son otelden çıkarken konuşmuş, onda da tartışmıştık. Çünkü benim otel odamın parasını dün kendi odasının hesabını kapatırken ödemişti.

Savunma olarak da 'Tatilini mahvettiğim için' demişti. Ben sürekli bu şekilde itham ettiğim için karşı da çıkamamıştım ama surat asıyordum tabi.

"Bari uçak biletlerini ben alsaydım." dediğimde çok hafif gülümsedi. Ve çok kısa sürdü bu tebessüm.

"Tatilini benim yüzümden yarıda kestin." dediğinde gülümseyip gözlerimi devirdim.

"O zaman sen de kendi tatilini benim yüzümden bitirip buraya gelmiştin." derken omuz silkmiştim. O da omuz silkti. "Benimki tatil değil, işti." diye karşılık verdi. Yüzündeki gülümsememeye çalışma çabasını görmezden geldim. Yoksa ben de gülümseyecektim.

"Orasını bilemeyeceğim. Bana pek öyle gelmemişti çünkü." diyerek laf soktum. Yüzünü buruşturup gözlerini devirdi ama cevap vermedi. Beni az da olsa tanımış olmalıydı. Haklı olduğuma inandığım bir konuda son sözü kimseye bırakmazdım ve evet, yine haklıydım.

Son yarım saat kala uçağın kapıları açılınca ellerimizdeki küçük çantalarla bilet kontrol noktasına gittik. İkimiz de sessizdik. Aslında bu sessizliğin en temel nedeni gerginliğimizdi. Çünkü yüzleşmeye gidiyorduk. Annesiyle aynı evde kalmayacağımı söylemiştim ama illaki yüzleşecektik. Yüzleşebilirdik, benim yüzleşmek için bir yüzüm vardı. Bunu karşı taraf düşünsün ve endişelensin...

Uçağa bindiğimizde çantalarımızı kabinlere yerleştirmiştik. Cam kenarına elbette ben geçtim. Çünkü tek başıma dönsem cam kenarında otururdum. O da başka bir cam kenarı seçebilirdi hem. İllaki yanıma oturmak zorunda değildi. Yine de o cam kenarı yerine yanıma oturmayı tercih etmişti. Sabah uyandığımızda beraber Check in yapmıştık. Söylemiştim cam kenarı seçebilirsin diye. O ise yüzüme bakıp gözlerini devirerek yanımdaki koltuğu seçmişti.

"Asude..." dediğinde sesi sıkıntılı çıkmıştı. Gözlerimi pencereden çekip yüzüne baktım. Uçaklar iyi hoştu da erken binmiştik sanki...

"Tepkilerinde, yaptıklarında ve söylediklerinde sonuna kadar haklısın. Değil annemin, kendi annenin bile haddi olmayacak şeyler söyledi sana. Ancak annemin rahatsızlığını biliyorsun. Ben onunla konuştum. Yine konuşacağım, senden özür dileyeceğinden emin olacağım."

Lafı bu kadar dolandırmasına gerek yoktu. Anneme yüklenme demek istiyordu ama ben zaten bu kadarını düşünebiliyordum. Yoksa o gün de işi uzatıp daha kötü sonuçlanmasına sebep olabilirdim.

"Annenin üstüne gitmeyeceğim Derya." dedim dümdüz bir sesle. "Özür de beklemiyorum. Birine çarparsın, anlık bir gafletle sesini yükseltirsin, bir eşyasına istemeden zarar verirsin işte o zaman özür dilersin. Özrün o zaman bir anlamı olur. Özür kusur demektir. Bir insanın günlerce yaptığı bir şey kusur olmaz, kötülük olur. Kötülüğün de özrü olmaz. Sen istedin diye annen benden özür dilemesin. Bir gün gerçekten ama gerçekten kendi iradesiyle benim hakkımdaki düşünceleri değişirse dinlerim onu. Ama onun dışında üzgünüm..."

Başıyla onayladı. Üzgün ve mahcup duruyordu.

"Keskin sınırların var Asude... Yaklaşmak çok zor, iletişimde kalmak çok zor. Etrafına sardığın duvarların ardına sesimizi duyurmak çok çok zor."

Sesi de kısık ve hüzünlüydü. Onu üzüyordum... Ancak beni tanımıyordu. Üzüldüğümde üzdüğümü, kırıldığımda paramparça ettiğimi ve o anlarda gözümün hiçbir şeyi görmediğini bilecek kadar tanımamıştı beni...

Tanımasına da gerek yoktu. Aramızda, bunları bilmesini gerektirecek bir samimiyet yoktu çünkü.

"Samimiyetle kurulan cümlelere kulaklarım sağır değil Kaptan... Tepki vermiyor oluşum duymadığımdan değil çoğu zaman. Ancak bir cümle samimi de olsa bazen duymazdan gelinmesi gerekebiliyor. Şartlar bunu gerektiriyor."

"Islanmış kuralların..." dediğinde gülümsedim. Dün geceki konuşmaya atıf yapıyordu. Şarkı sözleri...

"Belki de bu oyuna daha kolay biriyle girmeliydin. Zor bir karakter olduğumu inkâr edemiyorum."

"Ben partnerimden memnunum da partnerime layık olamamaktan, onu koruyamamaktan dem vuruyorum."

Tebessüm edip başımı iki yana salladım. "Partnerin kendini de seni de korur. Rahat ol sen. İnsanlar layık olmazlar, özgür olurlar. Layık olmak bir kettir, insanların önlerine koyulan. Kalıplardan biridir bu kavram da... Sevmem o yüzden... Her şeyin en iyisine layık olmak mesela... Kim belirliyor bunu? Bu da bir nevi sınıflandırma değil mi? Senin açından bakacak olursak... Ben kimim ki sen bana layık olacaksın? Ya da benim açımdan sen kimsin? İstediğin hayatı yaşa Kaptan! Ben öyle yapacağım çünkü."

Hostes gelip bize talimatları verirken kemerimizi bağladık. Uçak hareket etmeye başlamıştı.

"Bu güne kadar fazlasıyla toplumun kalıplarında şekillendik bence... Kendi şeklimi merak ediyorum artık!"

"Katılar kalıplarla şekil almazlar Asude... Kim sana şekil verebilir ki?" diye sordu sevimli bir tebessüm dudaklarına yerleşirken. Ben de tebessüm ettim. Sayısalcı olabilirdi ve sayısal bilgilerini kullanarak beni alt ettiğini düşünebilirdi. Ancak ben eşit ağırlıkçıydım. Sözel konusunda ondan daha iyiydim.

"Yanılıyorsun. Katılar daha acımasızca şekillendirilirler Kaptan. Sıvılar bir arada tutularak şekil alırlarken katılar kesilir. Kurabiye kalıpları buna en iyi örnek. Yani katıların şekillendirilmesi sıvılara göre daha acımasız oluyor..."

Bir süre gözlerimiz konuştu. Ne dedi gözleri ben bilmiyorum ama gözlerim anladı. Bilinçaltımda bir yerlerde sakladı gözlerinin söylediklerini... Uçak havalanırken iç çekişini duydum.

Derya benimle atışmaya devam ettikçe daha çok iç çekerdi ama o da inat hususunda az değildi... Sadece benim adım çıkmıştı!

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Rize-Artvin Havaalanına indiğimizde bagaja çanta bırakmadığımız için beklemek zorunda kalmadan hemen çıkmıştık. Saat gece yarısına gelmek üzereydi. Bir taksi bulup bindik. Derya'nın bana baktığını hissedince başımı ona çevirdim.

"Yorgun görünüyorsun." deyince başımı iki yana salladım. "İyiyim."

"İstersen bu gece otelde kalabiliriz." dedi bu kez. Sanırım düşündüğümden daha fazla endişeliydi ve bu kez endişesi annesi için değil benim içindi. Ancak ona gerek yok demiştim. Birilerinin beni düşünmesine ihtiyacım yoktu.

"Yok. Bir an önce olsun bitsin. Hem zaten eşyalarımın çoğu hala sizin evde." dedim. Başıyla onayladı. Evde değillerse evde kalacaktık evdeyseler de bu geceyi orada geçirip erkenden yaylaya gidecektik ve ben nedense evde olduklarına eminim...

Taksi siteye gelene dek ikimiz de ağzımızı açmadık. Taksi durunca bu kez ondan atik davrandım ve taksiciye yüz lira uzattım. Taksimetrede Seksen küsur bir şey yazıyordu.

"Üstü kalsın" dediğimde Derya öylece bana bakıp bir şey dememeyi tercih etti.

Çantalarımızı aldığımızda çantama uzanmıştı ama vermedim. Zaten oldukça hafifti.

Sitenin bahçesine girerken bir anda, hiç beklemezken elimi tuttu. Yüzüne anlamsızlıkla baktığımda ise gülümsedi. "Karımın yanında olduğumu göstermem lazım." diyerek göz kırpınca ben de güldüm.

"Haklısın, bu şova ihtiyacımız olacak. Zira düğünün ertesi günü bırakıp işe gittiğin karının yanında olduğuna inanmaları zor olacak!"

Gözlerini devirip başıyla onayladı. "Bir eşeklik ettim, katlanacağım bu taşlara. Tamam..."

"Estağfurullah ama evet, çünkü ben taşlamaya devam edeceğim." dedim. Güldü.

El ele eve doğru yürürken içimde tuhaf bir his peyda olmuştu. Heyecan desem değil, gerginlik desem değil...

Elimdeki elin sıkı tutuşu bu hissi kuvvetlendiriyordu. Kapının önüne geldiğimizde içerideki gürültüler kendini belli etmeye başladı. Endişeli bakışlarım Derya'ya döndüğünde onun da kaşlarının çatıldığını gördüm. Zili çaldı. Kapı üçüncü çalışımızda Yaprak tarafından açıldığında yüzündeki ifade endişemizi büyütmüştü.

"Abi..." dedi ve bakışları bana çevrildi. Derya hızla içeri girdiğinde elimi bırakmayı unuttuğu için ben de arkasından onu aynı hızda takip etmiş bulundum. Salona girdiğimizde ise gördüğüm manzara ağzımın ardına kadar açılmasına sebep oldu.

"Dede?" dediğimde dedem beni duymadı. Onun yerine bağırmakla meşguldü. "Baba?" dedim bu kez ve o an babamı sakinleştirme çalışan annemi gördüm.

Burada tam olarak ne oluyordu Allah aşkına?

"Siz benim kızımın namusuna dil uzatamazsınız efendim! Önce o serseri oğlunuzun kırıklarına bakacaksınız! Boy boy resimleri her tarafta!"

"Ha benim çocugim erçeç haliyle sizin çizunuzdan daha efendi Sinan Bey!" diyen Çiçek Hanım ise anladığım kadarıyla hala bana kin bağlamış haldeydi. İnanın zerre kadar umurumda değildi.

"Çiçek Hanım lütfen haddinizi bilin. Başka birisi olsa, mesela ben! O söyledikleriniz yüzünden saçınızda tek tel saç bırakmazdım." diyen annemin ilk kez bu yüzüyle karşılaşmıştım.

"Ha ağzin bal yesun çizum." dedi Mehpare babaanne de annemi savunarak.

Çiçek Hanım bu kez kocasına döndü ve "Benum kaynanaluğumu sorgulayana geder anana dön bak Dursun Bey!" dedi. "Bana yaptuklarını unutmadum!" diyerek anneme döndü.

"Ha benum da elim armut toplamaydu hanumefendu!" diyerek anneme cevabını verdi.

"Şimdi senin kızına biz de namussuz dersek eliniz armut toplamasın tabi ki!" diyen anneme doğru atıldım ama Derya beni durdurdu.

Yaprak'a özür dilercesine baktığımda başını 'Sorun değil' der gibi iki yana salladı.

"Ha benum kizum evlenmeden kimsenun koynina girerse dersunuz Hanumefendi!" diyen Çiçek Teyze'ye ben bir tepki gösteremeden Derya "Anne!" diye bağırarak hem tepkisini gösterdi hem de gürültüyü bıçak gibi kesti.

"Sus artık anne! Allah rızası için artık yeter! Evlendiğimde de kurtulamıyorum senden! Asude haklı olmasına rağmen özür dile diye yanına getiriyorum, söylediklerine bak! İlla yüzüme hasret mi bırakayım seni!" diye devam ettiğinde salonun içine doğru elimi bırakmadan yürümeye devam etti.

"Kafanda bir şeyler kuruyorsun ve o kurduğun dünyayı gerçek sanıyorsun! Asla haksız olduğunu kabul etmiyorsun!" Başını bana çevirdiğini hissettim ama Derya'ya bakmak yerine annesine gözlerimi dikmiştim. Çünkü o da bana bakıyordu.

Yüzümdeki ukala gülümsemenin onu çıldırttığını biliyordum. Bilerek yapıyordum.

"Kafana göre gidip kız isteyip söz veriyorsun mesela ve bizim seni koşulsuz şartsız takip edeceğimize inanıyorsun. Etmediğimizde de ortalığı birbirine katıyorsun. Aynısını Murat Abim ve Nilay Yengem'e de yaptın! NE OLDU PEKİ?" diye aniden bağırdığında yerimden sıçradım. Mesele başka bir yere gidiyordu ve bu aile içi bir meseleydi. Bizim buna şahit olmamız ne kadar doğruydu, emin değilim.

"Senin yüzünden kaç hayat mahvoldu! Akıllanmıyorsun! İflah olmuyorsun!"

"Derya.." diye fısıldadım gözlerimi annesinden çekip Derya'ya doğru eğilerek. Beni uyarmıştı ama şimdi o kendini kaybetmişti. Annesi iyi görünmüyordu çünkü.

"Tamam, ileri gidiyorsun." diye devam ettim fısıldayarak. Ancak o beni duymadı.

"Ben karımı sana emanet ettim giderken! Ben gitmek zorundaydım ama yine de hata yaptım Ben gider gitmez karımı sıkıştırman ne demek? Daha evleneli bir hafta olmamış, annem yüzünden karım evi terk ediyor! Affetmem anne! Ben Murat Abim kadar vicdanlı değilim. Yüzümü bir daha göremezsin!"

Kadının rengi gitmişti. Bir an tökezleyince Derya'nın tutmadığı elimi uzatıp kolundan yakaladım. O sırada diğerleri de müdahale etmişti. Derya ise buz gibi bakıyordu.

"Yapma!" dedim tekrar. "Beni uyardın, şimdi sen yapma!" dediğimde başını iki yana salladı.

"Senin dilediğin gibi insanlar olmadığımız için hastalanamazsın anne. Konuşup bir orta yol bulabiliriz gibi komik bir beklentim vardı diye geldik buraya ama hataymış. Ayrı eve çıkmak tek çözümmüş. Siz de kusura bakmayın Sinan Amca. Rıfat Dede, Ceren Hanım. Çok utanıyorum şu an gerçekten."

Annemle Çiçek Hanım sanki üç dakika önce birbirlerini yemiyorlarmış gibi annem Çiçek Hanım'ın koluna girmişti. Derya'nın bu yüzünü ilk kez görüyordum. Hatta böyle bir yüzü olabileceği ihtimalini hiç düşünmediğimi de şimdi fark ediyordum.

"Hadi Asude, bu gece otelde kalalım. Yarın ben ev işini halledeceğim" diyerek arkasını döndüğünde elini çekiştirip durdurdum. Yüzüme baktığında ise başımı iki yana salladım. "Annen iyi görünmüyor!" dediğimde alayla güldü. "İşine gelmiyor sadece!" dediği gibi beni çekiştirdiğinde önce bir gümbürtü ardından bağırtılar duyduk. Ayaklarım olduğu yere çivilenirken Derya da durmuştu ama arkasına bakmıyordu. Ellerimi sıkan elleri ne halde olduğuyla alakalı bir ipucu veriyordu ama.

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Hastane koridorunda beklerken herkes hala gergindi ancak kimseden tek kelime çıkmıyordu. Duha Abi ve Melike kantine çıkmış herkes için çay getirmişti. Nilay evde çocukların yanında kalmış, Murat abi de oradan oraya koşturmuştu. Derya ise sessiz ve de tepkisizdi. Olanlardan dolayı kendini suçladığını sanıyorum ancak sert ifadesinden de taviz vermiyordu. Doktor odadan çıktığında Dursun Amca ve babam doktora doğru hareketlendi.

Dursun Amcanın "Durumu nasıl doktor?" diye soran sesi yaşadığı endişe hakkında çok açık bir kanıt sunuyordu.

Ben de ayaklandım. Derya'nın tek bir yere sabitlenmiş bakışlarına bakacak olursam kalkmayacağı barizdi.

"İyi iyi Dursun Amca. Dilaltı hapı verdik. Tansiyonu fırlamış yine. Çok sık gelmeye başladı bu ara yalnız." dediğinde bakışlarımı derin bir nefesi burnundan gayet seslice veren Derya'ya çevirdim.

"Her şeye karişursa alacaği budur oğlum!" dedi Mehpare babaanne. Aslında o da çok endişelenmişti ancak doktorun söylediklerinden anladığım kadarıyla bu durumun sık tekrarlanmasından mütevellit bir bıkmışlık da vardı.

Alaylı bir gülüşle "Kanka sanıyorum ki yine senin yüzünden buradasınız." diyen doktorun bakışları bana çevrildi. "Bu arada hayırlı olsun yenge düğün günü nöbetim vardı." diyerek devam edince bir an ne diyeceğimi bilemedim ve Derya'ya baktım. Arkadaşına gülümsüyordu ancak o ifadede bir bezginlik de vardı.

"Teşekkür ederim." diyerek gülümsedim doktora. Derya ile hemen hemen yaşıt gibi duruyordu. Doktor geçmiş olsun dileklerini iletip giderken Derya'nın omuzuna destek verircesine dokundu. "Bir şey lazım olursa biliyorsun." diyerek göz kırpınca Derya da "Eyvallah." diyerek sessizlik yeminini bozdu.

"Bu hastane de mi çalışıyorsun?" diye sordum hazır konuşmuşken. Başıyla onayladı yalnızca. Yeniden yemin etti sanırım. Başka da bir şey demedim.

"Asude, anneciğim bir baksana." diye seslenen anneme çevirdim bakışlarımı. Bir kaç metre ileride durmuş, başıyla bana koridorun sonunu işaret ediyordu. Derya'ya son bir kez bakıp ayaklandım ve annemi takip ettim. Camın yanına geldiğimizde annemin karşısında durdum ve sorularımı gözlerimle sordum.

"Bana ne olduğunu tam olarak anlatır mısın?" diye sordu uzlaşmacı ses tonuyla. Kaşlarım havalandı.

"Neden?" diye sordum. Gerçekten neden kendi evliliğimi anlatayım ki , beni evliliği için terk etmiş bir kadına?

Annem afalladı. "Ne demek neden Asude? Annenim ben senin! Sorunlarını başka kimle paylaşacaksın?" İşte ben de buna şaşırıyordum. Nasıl bu kadar şaşırıyordu tepkime?

"Ne oldu? Benim medeni halim değişince mi aktif oldu annelik itemin? Ha ama merak etme şu an ne bir çocuğum var ne de çocuğumu terk edecek bir sorunum. Baş edemeyeceğim bir durum yok yani."

Kaşları aşağı düştü. Acıyla yüzünü buruşturdu. Benim ise ifadem oldukça sabitti.

"Ben seni terk etmedim!" dediğinde gülerek başımı iki yana salladım.

"Terk etmek doğru bir ifade değil mi? O zaman sen beni kovdun dersem daha mı doğru olur?"

Acıyla inledi, bu inleyiş bir itirazdı da aynı zamanda. "Kızım! Ne diyorsun Allah aşkına? Ne kovması?"

"Sizin jenerasyonda bir problem var sanırım. Hatta bir kaç yüz önceki jenerasyonda bile var. Kendi hayatınızı zehir etmek size yeterli gelmiyor, bir sonrakine de zehir edeyim diyorsunuz. Neler olduğunu anlatmamı istedin ya... Problemim tam olarak bu. Ancak sen de beni uzaktan da olsa iyi bilirsin ki bu benim baş edemeyeceğim bir sorun değil. Benim bir anneye ihtiyaç duyduğum zamanları çok geçtik. Gerçi o zamanlarda bir annem yoktu. Sorun değil. Olmayınca da olduğunu gördüm. Takılma buna sen. Evine dön! Çünkü evinde hala bir anneye ihtiyaç duyduğu zamanlarda olan bir çocuğun var."

Donmuş yüzüne bakmadan arkamı döndüğümde sesiyle duraksadım. "Dedene benzemişsin."

Kaşlarım havalandığında topuğumun üstünde geriye döndüm. Ardından bakışlarımı kısıp kurduğu iki kelimelik cümleyi açıklamasını bekledim.

"Nasıl acıtman gerektiğini biliyorsun. Şirin dilli bir kızdın sen..." Gözleri dolmuş hatta bir kaç damla akmaya meyletmişti.

Dudaklarımı birbirine bastırıp başımla onayladım.

"İnsan acıyla bilendiği zaman... Acıtır. İnsan koruyacak kimsesi olmayınca kendi kendini korumayı öğreniyor. Eğer sen de dedemle savaşırken kaçmak yerine kendini korumayı öğrenseydin bugün bu konuşmayı yapmamız gerekmezdi."

Gözyaşları ardı ardına damladı. Bir şey söylemek için ağzını açtı ama sonra pişman olup geri kapattı. Sonra başını iki yana salladı. Tam önüme dönecektim ki "Sen de kaçtın! Sen de kaçtın ve evlendin. Şimdi dedenin bana yaptıklarını kayınvaliden sana yapıyor ve sen yine kaçıyorsun! Yargılarken bunları da göz ardı etme!" diye ağlayarak itiraz etti.

Duraksadım. Söylediklerinde haklıydı. Dışarıdan görünen tam olarak buydu ama gerçekler böyle değildi. Ben evi terk etmemiştim. Benim niyetim sahte kocam anlaşmayı ihlal ederken sahte kayınvalidemle uğraşmamaktı. Evliliği bitirmek bir an aklımdan geçmişse de o kadarla kalmıştı. Çünkü ortada bitireceğim bir evlilik aslında yoktu. Bitecek olan evlilik değil anlaşma olurdu çok çok!

"Ben kaçarken arkamda bana muhtaç kimseyi bırakmadım ama anne. Ayrıca benim kaçarken niyetim dedeme ve babama meydan okumaktı. Beni asla bulamazlar diye düşünmedim ki! Öyle de yaptım. Kendi bildiğimi okudum ve kendi seçtiğim adamla evlendim. Ve ben kocamı bırakmadım. Kaynanamın kalbini kırmamak ve bugün burada olma sebebi olmamak için gittim. Kocam geldi, elini tutup döndüm. Senin anlamadığın da bu işte!" diye bir anda çıkıştım. Sonra açıklama yapıyor olmama sinirlendim ve sesim daha da yükseldi. Bakışların bize dönmesine sebep olacak kadar hem de... "Ben senin boşanmana kaçış demiyorum! Sen benden de kaçtın! Kendi çocuğundan... Şimdi de annelik triplerine girmene katlanamıyorum. Hala sana bu kadar öfkeli olmaya da katlanamıyorum. İçimde hala sana duyduğum mecburi sevgiyle kavgalıyım ben! Bunu bana yapma anne!" dedim sessiz bir çığlıkla. Annemin de zor bir hayatı olduğunu biliyordum. Tam da bu yüzden daha çok kırgın ve de kızgındım ona. Annesizliği bu kadar iyi bilen biri nasıl kendi çocuğunu annesiz bırakabilirdi?

Çok uzun zamandır kontrolü bu kadar kaybetmemiştim. Her şey öyle üst üste geldi ki artık kaldıramıyordum. Böyle bir konuyu açıklıyor olmak, açıklama yapmak zorunda kalmak, bunu kendiliğinden anlamaması beni çıldırtıyordu. Bu şekilde çok aciz ve sevgiye muhtaç hissediyordum. Ben ne acizdim ne de aptal sevgilerine muhtaç!

Yanağımda hissettiğim avuç beni çekip sert bir bedene hapsedince donakaldım. "Şşş tamam. Ağlama." diyen ses günlerdir en çok duyduğum sesti. Son bir saat boyunca sessizlik yemini etmiş olmasına rağmen...

Ve ben, o söyleyince ağladığımı fark etmiştim.

Bir avucu hala yanağımın üstünde, diğer kolu bedenimi sarmış başım göğsüne kapanmıştı. Sonra babamın sesini duydum.

"Ne oluyor burada? Asude? Ceren?" Ben bunun üzerine elimde olmadan hıçkırırken annemin uzaklaşan adım seslerini duydum. Ardından babam "Geliyorum şimdi." diyerek yanımızdan uzaklaşmıştı.

Derya "Tamam..." dedi başparmağıyla yanağımı okşayıp gözyaşlarımı silerken. "Sakin ol... Bir şey yok. Buradayım ben..."

Burada olması sanki beni daha çok tetiklemiş gibi daha çok ağladım. Ağlamak kusmak gibiydi. Vücudun kabul etmediği besinler ağız yoluyla dışarı atılınca adı kusmak olurken ruhun kabul etmediği her şey gözyaşlarıyla dışarı atılınca adı ağlamak oluyordu. Ve her ikisi de rahatlatıyordu...

Ben çok uzun bir süredir rahatsızdım... Ruhum çok uzun bir süredir kabul edemediklerini kaldırıyordu. Bir süre göğsünde ağlamaya devam ettim. İşin aslı kafamı kaldırıp gözlerine bakacak cesaretim yoktu. Utanıyordum ve onunla yüzleşmeye cesaretim yoktu.

Gerçekten kısa denilemeyecek bir süre o şekilde kaldık. Bizim hakkımızda ne düşünüyorlardı bilmiyordum. Ve son günlerde sıkça olduğu gibi bunu da umursamıyordum.

"Özür dilerim." diye mırıldandığında iç çekiyordum. Hayatımın hiçbir evresinde bu kadar dağılmamıştım. Annemle babamın boşandığı dönem yaşadığım yıkım bile bu kadar şiddetli değildi.

"Neden?" diye sordum burnumu çekip ondan yavaşça uzaklaşarak. Elleri bir an belimde gerginleşti ve uzaklaşmama izin vermedi ama sonra bıraktı. Başımı eğip parmak uçlarımla gözyaşlarımı silmeye çalıştım. Sanki az önce hıçkırarak ağlamamışım gibi, gözyaşlarımı gizlice siliyordum.

"Her şey için." dediğinde gülümsedim. "Annemle olan kavgamda neden sen özür diliyorsun? Başkalarının adına özür dilememelisin. Kendi annenin adına da..."

Başını iki yana salladı. "Bu özür kendi adıma. Çünkü bu kadar gergin olmanın sebebi benim. Sana verdiğim hiçbir sözü tutamadım. Annemin söylediklerine rağmen hala buradasın. Ailen de burada. Bizim yüzümüzden sıkıntı çekiyorsun." diye devam ettiğinde camın pervazına doğru yürüdüm ve pervaza yaslandım.

"Sıkıntılı ailelerimiz var." dedim sakin bir sesle. Başıyla beni onaylarken gözlerini kaçırmıştı. Sanırım şu an ikimiz de birbirimizden utanıyorduk. Ben ağladığım için o da buna sebep olduğuna inandığı için...

"Biz bunu ilk günden beri biliyorduk ve zaten bu sebeple böyle bir yola girdik. Ayrıca benim senden önce de ailemle bambaşka problemlerim vardı. Annemle olan kavgamız başka. Evliliğimizle ya da annenle de bir ilgisi yok."

Yanıma geldi ve o da pervaza yaslandı. "Anneni çok seviyorsun Asude... Sen anlattın. Galata'ya olan tutkun ve sevginin sebebi bile o..."

İnkâr edemezdim. Keşke inkâr edebilseydim ama annemi de babamı da çok seviyordum. Her şeye rağmen. Ama...

"Çok sevince çok daha fazla yaralanıyorsun. Yaran ne kadar büyükse acın o kadar büyük oluyor. Acı ne kadar büyükse de sesin o kadar çok çıkıyor. Yapabileceğim bir şey yok." dediğimde omzum koluna değdi. Ne ara bu kadar yakınlaştık onu da anlamadım.

"İnsanların yaptıkları için bir sebebi her zaman olur. Annenle konuşsanız aslında..."

"Hiçbir sebep evladını terk etmenin günahını silemez Derya... Annene bir daha yüzümü göremezsin dediğin için biz şu an buradayız. Yine de sana sahip çıkan bir annen var senin... Annem, 8 senede kaç kez gördü acaba yüzümü? Annem olduğu için her şeye rağmen düğünüme çağırdım. Çünkü ben onun hayallerini hala hatırlıyorum ve ne olursa olsun bunu onun elinden almak istemedim. Sahte bir düğün de olsa, üstümde herkesin gelinlik olarak gördüğü şey beyaz bir elbiseden ibaret olsa da gelip kızının düğününü yaşasın istedim. Verdiği hediyeleri kabul ettim ama bu kadar! Buraya gelip arkamı kollayamaz, bana neler olduğunu soramaz ve kimseye diklenemez. Hayatıma, hiçbir şey olmamış gibi elini kolunu sallayarak giremez."

"Kararlarına ve düşüncelerine saygı duyuyorum ve seni anlıyorum. Gerçekten... Ama annen için değil, kendin için onunla konuşmalısın. Sonucunda ne durumda olursanız olun."

Başımı iki yana salladım. "Hayat felsefemi öğrenme zamanın geldi. Sahte de olsa evliyiz sonuçta. Hak etmeyen hiç kimseye olması gerekenden fazla ne enerjimi harcarım ne de zamanımı. Hele ikinci bir şans..." Başımı iki yana salladım. "Asla!"

Bir süre yüzümü inceledi. Sonra beklemediğim bir cümle kurdu. Soru cümlesi...

"Annem de senin için bitti değil mi?" Bunun üzerine ne diyeceğimi şaşırdım. Çünkü sorduğu sorunun cevabı 'evetti' ama annesine ne söylemiş olursa olsun aslında annesini seviyordu ve duymak istediği cevabın 'evet' olmadığını biliyordum.

Cevap vermek yerine "Ne önemi var ki?" diye sordum silik bir tebessümle. "Annen için çok önemli biri değilim. Benim için varmış, yokmuş umursamaz. Çünkü o zaten beni yok sayıyor."

"Öyle değil." diye girdi araya itiraz etmeye hazır ses tonuyla gözlerime bakarak. Gülümsemem genişledi.

"Öyle... Evli olmamızı bile umursamıyor ki... Umursasa gidip o kıza evliliğimizi ve yatak odamızı anlatmazdı. Yani bunu yapması zaten yanlış ama bunu beraber yaptığı kişi... Yanında değil beş kuruş, iğne ucu kadar değerim yok. Ancak bu benim senin annenle olan problemim Derya... Eğer gerçekten evli olsaydık senin de problemin olabilirdi. Benim için annenin üstüne bu kadar gitmemeliydin. Merak etme ben durumu idare edebilirim. Çözmeye çalışma sen, karışma. Çözülecek bir sorun değil ama idare edilebilir."

Yüzüme hayretler içinde bakmasına anlam veremedim.

"Ne demek benim problemim değil Asude? Gerçeğin ne olduğunun bir önemi yok çünkü onun bildiği gerçek evli olmamız ve bu saygısızlığı benim karıma yapıyor. Ve gerçek ya da sahte ne olursa olsun sen benim evimdeydin. Benim yüzümden tüm bu muameleye maruz kaldın. Ve karışacağım. Çözmeye de çalışacağım ama çözülmese bile bertaraf edeceğim. Annemin burada olmasının sorumlusu ben değilim. Kendi zihniyeti! Benim hayatıma bu kadar müdahale edemez. Kimsenin hayatına bu kadar müdahale edemez. Farkındaysan herkes sadece gergin. Endişe yok..."

Vardı... Kendisi de endişeliydi ama kabul etmiyordu.

"Babana bak ve tekrar et bu cümleni..." dediğimde oradan oraya koşturan Dursun Amcaya baktım. O da babasını izledi. Yüzündeki gülümseme o kadar sıcaktı ki...

"Babamı sayma... Nasıl olmuşsa anneme âşık olmuş bir kere... Annemi hıçkırık tutsa panik atak geçirir... Ha, kavga da ederler bol bol ama birinden birine bir şey olsa öteki aklını yitiriyor."

Annemle babam da evliyken öyleydi...

Gülümseyerek başımı salladım. "Dursun Amca sert mizaçlı aslında ama böyle içinde pamuk şekerden biri var gibi... Benim babam da çok yumuşak yüzlüdür dışarıya karşı ama içinde dikenli bir kaktüs var artık. Kimse bilmez pek... Boşandıktan sonra oldu. Konu bensem hele..."

Anneme olan öfkesi o kaktüsün güneşi, suyu, besiniydi...

O sırada babam merdivenlerden çıkıyordu. Direkt gözleri bizim üzerimizde, agresif olduğu ayan beyan ortada bir halde yanımıza doğru yürüdü.

Yanımıza gelince "Biraz konuşalım mı Asude?" diye sordu. Başımla onayladığımda Derya "Ben bir abime bakayım." dedi. Biz sessiz kalınca da yanımızdan uzaklaştı.

"Korkarım bu konuşmanın akıbetini biliyorum." dediğimde seslice nefesini dışarı verdi.

"Asude annen perişan oldu! Kızım senin dilinin bir kemiği yok mu Allah aşkına? Bin kere söyledim sana bu durumumuzun sorumlusu annen değil!"

Güldüm. Aşk mı? Bu aşksa evet babam hala anneme âşıktı. Ancak aşkı hiçbir işe yaramamıştı. Dedemin karşısına geçirip 'Dur' dedirtmemişti mesela o aşk. Boşanmak isteyen anneme 'Kal her şey daha iyi olacak' sözünü de verdirtmemişti. Öfkesi aşkından büyüktü hep...

"Sensin baba. Farkındayım. Senin suçun iyi bir koca olamamak ve bu benim değil onun meselesi. Beni ilgilendirmez ancak onun iyi bir anne olamaması da benim meselem. Lütfen sen bu konudan uzak kal." Kendisinin de süper bir baba olmadığı aşikârdı ama yine de başından atmak yerine arkamı her daim kollamıştı. Çoğu kez bunu yaparken beni boğsa ve istemediğim şeyler yaptırmaya çalışsa bile...

"Bu meseleyi de anneni kırıp dökerek halletmeye mi karar verdin yani sen de?"

Başımı iki yana sallarken gülüyordum. "Ben meseleyi halletmeye çalışmayarak hallediyordum zaten. Zorlayan kendisi."

"Mesele çocuğu değil mi?" diye sordu. Gözlerimi devirip arkamı döndüm ve camdan dışarıyı izlemeye başladım. Konu saçma sapan bir yere gidiyordu.

"Mesele senin o çocuğu aslında kıskanman." diyerek yanıma geldi ve camdan dışarıyı izlemeye başladı benim gibi...

"Saçmalama... Bana ne o çocuktan? Nereden çıkardın şimdi bunu?" diyerek hafifçe sesimi yükselttim. Ebeveynlerim saçma sapan konuşuyorlardı hakikaten.

"Seni gönderdikten sonra o çocuğu doğurmasına içerledin aslında sen. Tanıyorum ben seni... Haberi aldıktan sonra yataklara düşmüştün. Çünkü dışarıda sağanak kıyamet yağmur yağarken evden kaçıp saatlerce dışarıda kalmıştın. Ateşler içinde yanarken de annen gelir sanmıştın. 17 yaşında bir bebektin o zaman..."

Burnumun direği yeniden sızlarken "Hayır!" dedim dişlerimi sıkarak. Öyle bir şey yoktu. Yağmurda dolaşmak istemiştim o gün sadece.

"Beni tanıyormuşsunuz gibi konuşmayın lütfen olur mu? Kimseyi kıskanmıyorum, beklemiyorum ve istemiyorum da. Evlendim. Kendi hayatımı kurdum. Şimdi sadece biraz huzur ve özgürlük istiyorum." dediğimde babam kolumdan tutup beni kendine çekti ve sarıldı. Bu kez ağlamayacaktım. Kendimi kasma sebebim aptal burun sızımdı. Şu an duygusallaşacak ne vardı? Alt tarafı yalan dolan ve duygu sömürüsü işte!

"Seni evlendirmek isteme sebebim de buydu ya... Evlenirsen istediğin gibi özgür olursun sandım. Ama ne benim seçtiğim hayat ne de senin seçtiğin hayat bunu sağlamadı. Ferman kesinlikle yanlış kişiydi ama Derya doğru kişi mi kızım? Daha bir hafta olmadı ama maruz kaldığın muameleye bak!" dediğinde sesinde sitem vardı. Elimi göğsüne koyup geri çektim kendimi.

"Doğru seçim olacak Sinan Amca." dedi arkadan bir ses. Derya ne zaman geri gelmişti bilmiyorum. Ne kadarını duymuştu onu da bilmiyorum. Ancak ifadesi ve ses tonu konuya hakim olduğunu gösteriyordu.

"Ben Asude'nin istediği hayatı yaşaması için önündeki engelleri aşacağım, boşlukları dolduracağım. Size ve kendi aileme rağmen... Merak etmeyin!"

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Sosyal medyadan ve buradan takip ederek duyurulardan alıntılardan edit ve videolardan haberdar olabilirsiniz.

Sizi seviyorum görüşmek üzere, sağlıcakla kalın

İnstagram: Busbckr/Busras.typwriter

Twitter(X): Busrastypwriter

tiktok: busras.typwriter(En çok editi burada paylaşıyorum)

 

Bölüm : 08.10.2024 20:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...