19. Bölüm

⚓19. Bölüm⚓

Büş Bckr
busbckr

Beğenip yorum yapmayı unutmayın aşklar...

İyi okumalar...

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

 

19. Bölüm
Bölüm şarkısı: Samida&Yayla Trio- Sevda Yürekten Olur

Sözcükler, anlamın dile getiriliş yoludur. Çok sevdiğimiz bir kelime, bir Fransız için hiçbir anlam ifade etmez mesela. Çünkü Fransız, o kelimenin ne anlama geldiğini bilmiyordur. Öğrendiğinde onun da favori kelimesi olabilir ya da bu kelime yine de aynı hissiyatı vermeyebilir ona. Gün içerisinde ortalama on ile yirmi bin arasında kelime kullanıyoruz. Bu, yaptığımız işe, karakterimize ve cinsiyetimize bağlı olarak değişiyor ancak anlam bakımından bakacak olursak gün içerisinde çok çok bin tane farklı anlam ifade ediyoruzdur.

Derya'nın kurduğu 'Ben bırakmam' cümlesi bir sürü farklı anlama çıkabiliyordu ama 'Aradığımı bulduğumda bırakmam bir daha' cümlesi tek bir anlama çıkıyordu. Bu durumda içinde bulunduğumuz durumun saçmalığı daha çok gözüme battı. Kendimi geri çektiğimde Derya gözlerini yüzüme çevirdi.

"Aradığını bulana kadar her önüne gelene de yapışma ama" dedim ve ayaklandım. Erkek milleti işte! Bir daha yapsın da yumruğumun tadı nasılmış görsün beyefendi!

Ardımdan ayaklanırken "Yapışmadım." dedi. "Ne oldu şimdi ben anlamadım ki?" diye devam edince ona sadece ters bakışlarımla cevap verdim. Derya Efendi'nin gözü doymuyordu! Valeria yetmiyordu, gizemli bir kız vardı. O da yetmiyor olacak ki beni de kolay lokma sanıp bu furyaya katmak istiyordu.

"Beni diğer kızlarla karıştırma." dediğimde aslında aşırı saçma davrandığımın farkındaydım ama buna engel olamıyordum. Hem çok sinirliydim hem de kalbim ağzımda atıyordu sanki.

Derya tavrıma anlam vermeye çalışarak "Diğer kızlar ne alâka şimdi Asude? Konu neden buraya geldi ki?" diye sordu. Ona kolaylıklar diliyordum çünkü neden bu kadar tepki verdiğimi ben de anlamıyordum.

"Mesafe." dedim kararlı bir ifadeyle. "Mesafemizi koruyalım."

Derya'nın kaşları düşerken "Seni rahatsız etmek istememiştim. Özür dilerim." dedi. Onu sapık yerine koymama haklı olarak bozulmuştu. Derin bir nefes almam gerekiyordu. Bu yüzden duraksadım ve o nefesi aldım, yetmedi bir de verdim.

"Özürlük bir şey yok ama kişisel alanıma girersen rahatsız olurum." dedim. Birinin benim mahremiyet alanıma girmesi beni daima germiştir. Hatta eski, gereksiz erkek arkadaşım Gökmen, beni aldatmasına bu huyumu bahane bile göstermişti. Yani aslında yalan söylüyor olmamam gerekiyordu. Gerçekti bu ama söz konusu Derya olduğunda bu, bir şekilde beni rahatsız hissettirmiyordu. Aslında bu durumun böyle olması beni rahatsız ediyordu. Neden Derya beni rahatsız etmiyor ki?

Derya, tüm düşüncelerimden habersiz, mahcup ve üzgün bir şekilde beni onayladığında ondan farkımın olmadığının farkındaydım. Ve bu farkındalık öfkemin hedefine kendimi koymama sebep oluyordu. "Haklısın." dedim dudaklarımı birbirine bastırarak. "Ben bu hâle bir anda gelmedim." Mahcup bakışları meraklı bir hâl aldı. "Ama sonuç olarak bugün bu hâldeyim"

Adımlarımı bu kez ona çevirdim ve birkaç adım yakınlaştım. "İnsan, en güvendikleri tarafından, aynı tarafta durması gereken insanlar tarafından darbe alınca güven bir silaha dönüşüyor o insan için. Kime güvenirse, ona, kendisine zarar verme hakkını verdiğini düşünüyor çünkü. O yüzden sana gözüm kapalı güvenmeyeceğim. Hiç kimseye güvenmem. Kişisel algılama bunu ve bu yüzden incinme lütfen."

Gözlerini yumdu. "Anlıyorum." dedi yumuşak bir tonlamayla. "Anlıyorum ve hak veriyorum Asude. Sözlerime güvenmeyeceğini biliyorum ama yine de söylemek istiyorum. Sana asla zarar vermem. Sana asla güven silahını doğrultmam. Dünümüzü unut, sana bu sözü bugün veriyorum."

Gülümsedim. "Aramızdaki anlaşmaya uyalım. Dürüst olalım birbirimize yeter. Bana ne yalan söylüyorsun bilmiyorum ama dediğim gibi onun bir bedeli olacak. Onun dışında-"

"Onun dışında her şey istediğin gibi olacak." diyerek sözümü kesti. Tebessümüm büyüdü. Onu "En başında konuştuğumuz gibi... İstediğim gibi olmasına gerek yok." diye düzelttiğimde ağır ağır başını salladı.

Arkamı dönüp eve yöneldiğimde adımı seslendi. "Asude..." Sadece başımı dönüp baktığımda "Peki, beni karşıladığın zaman artık öpmeyecek miyiz birbirimizi?" diye sordu masum bir ifadeyle.

Kaşlarım havalandı. Bu soruyu hiç beklemediğim gibi bu detay da aklıma hiç gelmemişti. Birkaç saniye ne diyeceğimi bilemediğim için sessiz kaldım. Kaşları merakla havalandığındaysa omuz silktim.

Tamamen objektif bir tavırla "O, sözleşmeye aykırı değil. Yeni evli bir çiftin bu kadar soğuk olması garipsenebilir. Sadece o devam edebilir." diye cevapladım. Profesyonellik bunu gerektirirdi.

Üff tamam, laf kalabalığı! Asu-de, bari bana yapma! Senin ciğerini biliyorum, malum hemen şu ilerde görünüyor!

İç ses hangi organ kontrolündeydi acaba?

"Tamam." dedi gülümseyerek. "Haklısın." Başka bir şey diyecek gibi durduğu için bekledim ama bir şey demedi. Yeniden önüme dönüp birkaç adım atmıştım ki "Benden rahatsız olduğun her an bunu bana söyle tamam mı?" diye sordu.

İlk yalanımı şu an söyleyecektim. "Tamam." dedim. İlk yalanımdı çünkü beni şu an da rahatsız ediyordu ama bunu ona söyleyemezdim. Çünkü elinden bir şey gelmezdi, çünkü beni rahatsız eden fiziki varlığı değildi, çünkü kafamda bir yerde sanki daima vardı. Ve bu varlığı beni rahatsız ediyordu.

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Sabah gözlerimizi gürültüye açmıştık. Geldiğimizden beri ilk defa herkes bir arada olduğu için bu gürültü açıkçası alışılmadık gelmişti.

"Off susun ya!"

Derya'ya döndüğümde yastığı başına bastırıyordu. Güldüm. Bu Deryalık değil benlik bir hareketi açıkçası ama işe döndüğü için ve merkezden uzak olduğumuz için çok daha erken kalkıyordu, üstelik önceki gün de nöbeti vardı. Bu sebeple muhtemelen çok yorgun olduğu için uyanamıyordu. Bu yüzden yataktan kalkıp dolaptan çantamı aldım ve içinde açılmamış paket kulak tıkaçlarımı çıkarıp yatağa geri döndüm.

"Al bunları tak." dediğimde Derya başını kaldırıp bana baktı. Bakışları yüzümden elime kaydığında ise can simidine sarılır gibi elimdeki tıkaçları aldı.

"Allah razı olsun!" deyince "Cümlemizden." diyerek güldüm. Askılı bluzumu ve siyah keten şortumu alıp odadaki banyoya girdim. Yayla evindeki tek ebeveyn banyolu oda bu odaydı ve ben yeni gelin olduğum için sanırım bu odayı bana vermişti Nilay. Nasıl bir sevaba girdiğini bilmiyordu tabi, ahirette öğrenirdi artık.

Üstümü değiştirdikten sonra büyük salona çıktım. Mina, Duha Amcasıyla evin içinde top oynuyordu. Sesin en güçlü kaynağı onlardı yani. Ayaz bebeğe annesi mama yediriyordu ama belli ki Ayaz'ın gözü de toptaydı, bu yüzden zırıl zırıl ağlıyordu. Yaprak ve Melike de mutfaktaydılar ve hareketli bir Karadeniz türküsü açmış Allah bilir ne yapıyorlardı. Bulunduğum yerden göz ucuyla gördüğüm kadarıyla kahvaltı hazırladıklarını tahmin edebiliyordum ama sabah sabah bu türkü nereden çıkmıştı, hiçbir fikrim yoktu.

"Günaydın." dediğimde ise Murat Abi salondaki ortak banyodan yüzünü kurulayarak çıkıyordu.

"Günaydın Abicim." dedi göz kırparak. "Uyutmadı bu uyku teröristleri bir türlü değil mi?" diye sorduğunda güldüm. "Ben sorun etmiyorum ama Derya belki bugün tersinden kalkabilir."

Duha Abi, Mina'nın attığı topu tutup durdu. "Ula doğru da! Melike, hayatım müziğin sesini kısın. Doktor Bey yorgundur şimdi." dedi ve topu Mina'ya uzatıp "Amcacım, Derya Amcan şimdi uyuyor, sonra dışarıda oynayalım, tamam mı?" diye sordu. Mina başıyla onaylayıp "Tamam amca." dedikten sonra topu alıp dış kapının yanına bıraktı.

Yorgan gitti kavga bitti misali, top ortadan kalkınca Ayaz'ın da ağlaması kesildi. Doktor Bey şimdi rahatça uyuyabilirdi.

Mutfağa geçtiğimde kızlara yardım ettim ve el birliğiyle zaten çoğu hazırlanmış olan kahvaltıyı hazırlayıp sofrayı kurduk.

Melike'nin "Derya'yı uyandırsak mı?" sorusunun muhatabı bendim sanırım. Eşi olduğum için...

"Uyandırmayalım, uyku baldan tatlıdır. Uyusun biraz daha. Ben sonra ona hazırlarım." dediğimde hepsi bana imayla baktı.

Duha Abi yine dayanamayıp "Evliliğin cicim aylarını özledim yemin ederim. Eskiden Melike de böyleydi. Şimdi nerdeee?" diyerek Melike'ye takılınca Melike gözlerini devirdi. "Bebeğim bundan sonra bana örnek olmak adına kalkıp kahvaltıyı sen hazırlarsın, kıyamayıp uyandırmazsın. Ha ne dersin?"

Elbette, Melike kalenin önünde panter gibi dikilen bir kaleciydi. Bu yüzden Duha abi, topu ağlarla buluşturamadı, aksine Melike, kaleden kaleye gol atmış oldu.

Duha Abi "Ellerine sağlık, peyniri çok güzel doğramışsın derim karıcım." deyip peyniri ağzına atınca hepimiz kahkahaya boğulduk.

Duha Abi ve Murat Abi işçilerin yanına çay toplamaya gidince biz de kahvaltıyı toplayıp, evi temizledik. Nilay ve Yaprak çocukları bize bırakıp çay bahçesine giderken Melike ve ben evde durmayı tercih ettik. Melike, Ayaz'ı uyuttu ben de televizyondan Mina için çizgi film açtım. O sırada Derya odadan gözlerini ovuşturarak çıktı. Onu izleyip durmamak adına ayaklanıp "Yüzünü yıka da mutfağa gel. Kahvaltı hazırlayayım sana." dedim.

Gülümseyerek "Hiç zahmet etme. Ben hallederim." deyip göz kırpınca Mina kıkırdadı. Çocuk için masal kahramanı gibi bir şeydik sanırım. Öyle şarkılar markılar, göz kırpmalar!

Gülerek "Zahmet olmaz." derken aklıma evlendiğimiz gece bana elleriyle kahvaltı hazırlaması gelmişti. Murat Abi ve Duha Abi daha 'Erkek adam ev işi yapmaz' modundaydılar ama Derya öyle değildi. Duha Abi de Murat Abi kadar değildi ama aralarında bu konuda en düşünceli olan kişi kesinlikle Derya'ydı. Duha Abi ve Murat Abi üniversiteyi Rize'de okuduğu için öğrenci hayatı yaşayıp kendi işlerini kendileri görmediklerinden olsa gerek ağa paşa modundaydılar. Melike değilse de Nilay, Murat Abi'ye zaten hiçbir şekilde ev işi yaptırmıyordu.

O, odaya geri dönerken ben de mutfağa geçip onun için mutfaktaki küçük masaya kahvaltıyı kurdum. Yumurta kırarken Derya mutfağa girdi.

"Niye zahmet ediyorsun ki? Ben ayakta bir şeyler yerdim."

Söylediklerine cevap vermek için arkamı döndüğümde karın boşluğumda bir acı hissettim. Tam olarak acı da değil galiba. Bilmiyorum. Sanki havuza atlarken karnımın üstüne düşmüşüm gibi bir histi bu. Tam yüzünü gördüğümde gelen bu his ilk defa olmuyordu. Birkaç kez daha olmuştu son zamanlarda...

"Benim yüzümden, ben dedim diye seni uyandırmadılar. Benim yüzümden kahvaltıyı kaçırdın yani."

Kaşları anlamaya çalışır gibi çatılınca "Biraz daha uyuyup dinlen istedim." diye açıkladım. Genişçe gülümseyip "Çok iyi yapmışsın. Bunun için kendini sorumlu hissetmemen lazım." dedi ve masaya oturdu. Yumurtanın altını kapatıp masaya bıraktım. "Sonuçta ihtiyaçlar hiyerarşisinde o an uyku daha üst sıradaydı benim için."

Onun karşısına otururken "Kusursuz sorumluluk diyelim biz buna." dedim. Güldü. "Avukat dili ve edebiyatı frekansına geçtin yine."

Ben de gülüp omuz silktim. "Diğer adı mutlak sorumluluk, kötü niyetim olmasa da sebep olduğum şeyden sorumlu tutulmalıyım değil mi?"

Demliği aldığımda alttaki çaydanlığı da o aldı. Bardağını doldurdum. O da su ekledi. "Kendine de bir bardak alsana" Kararsız kaldığımda "Sen böyle karşımda boş boş durunca yiyemem, al hadi." diyerek karar vermemi kolaylaştırdı. Uzanıp bulaşık sepetinden bir çay bardağı aldım. Demi yeniden elime aldığımda o da alttaki büyük çaydanlığa uzandı. Oldukça senkronize hareket ediyorduk.

"Seni ilk tanıdığımda uyanık biri olduğunu düşünmüştüm." deyince alayla güldüm. "Değil miyim?" O da güldü. "Öylesin ama demek istediğim..." Yanlış bir cümle kurmaktan çekindiği için duraksayınca ben tamamladım. "Dolandırıcı, çıkarcı, insanları kendi menfaati için kullanan..." diye saymaya başladığımda nefesini rahatça dışarı verdi. "Gibi..." dedi yine de tedbirli bir cevap vererek. Gülerek "Ama..." deyip onu teşvik ettiğimde yine ondan önce davranmıştım. O cümlenin devamında bir ama geleceği belliydi çünkü.

"Ama aslında tek derdin kendin için adalet ve eşitlik sağlamak, kimseye haksızlık yapmak gibi bir derdin yok, hatta elinden geldiğince herkesin hakkını gözetiyorsun." diye devam etti. Nedendir bilmem utanmıştım.

Ben de şok oldum şu an Asu-de... Ama utanmana...

Gözlerimi kaçırıp "Avukatım sonuçta..." diye mırıldandığımda başını iki yana salladı. "Mesleğinle değil, karakterinle alakalı bu. Bir de kendince bir adalet terazin var. Bu teraziye göre insanları değerlendiriyorsun. Biri sana zarar vermiş bile olsa eğer terazinde biraz olsun ağırlığı varsa ona dokunmuyorsun ama hiç ağırlığı yoksa anasından emdiği sütü burnundan getiriyorsun."

"Mesela?" diye sordum. Neye dayanarak bunları söylüyordu ki? Daha ne kadar olmuştu biz tanışalı da hakkımda böyle yargıları vardı?

"Mesela eski sevgilinin sana dokunmasına izin vermediğin için seni aldattığı zaman yoluna gitmesine izin vermen gibi... Ya da sen, burada annemin haksız ve hadsiz imalarıyla uğraşırken, benim sevgilimle buluştuğumu ve keyif çattığımı düşündüğün için evi terk etmen gibi."

Belki takılmam gereken yer burası değildi ama... "Görkem'in beni aldattığı için yoluna gitmesine izin verdiğimi nereden biliyorsun ki?" diye sordum. Ona böyle bir bilgi vermiş miydim? Hatırlamıyorum.

İç çekerken ekmeğini yumurtaya bandırıyordu. "İstanbul'dayken... O kavganın başından beri oradaydım. Duydum tüm hikâyeyi." dedi. Doğru, bunu demişti. Beni bir süre gizlice takip etmişti değil mi?

"Ama sonunda yine sana hak etmediğin bir şey yaptıkları için eninde sonunda karşılıklarını verdin. İşte sen böylesin. Uyanık ama asla art niyetli değil."

"Hayırdır? Neden beni övüyorsun. Dün geceden sonra-"

"Asude..." dedi iç çekermiş gibi. "Takdir edilmesi gereken şeyler takdir edilir. Ben ederim. Dün sana 'bir anda bu hâle gelmedin tabi' derken kötü bir halde olduğunu söylemek istemedim. İnsanları kendinden itmen da kötü bir şey değil, en azından insanlar için. Ama sonunda yalnız kalma ihtimalin varken senin için kötü bir şey olabilir. Endişelendiğimden sadece. Yani o bir eleştiri değil, endişe cümlesiydi."

Başımla onayladım. "Sağ ol ama ben mutluyum." dedim. Buradaki 'Mutluluk' kelimesinin altı dolu muydu emin değilim. Bunun cevabını vermek için mutluluğun ne olduğunu kafamda netleştirmem gerekiyordu önce. Oysa şu an netlik en zayıf özelliğimdi resmen...

Boş boş yüzüme bakıp her ne söyleyecekse onu söylemekten de vazgeçip yumurtaya bandırdığı ekmeği ağzına attı. "Bugün ne yapmak istersin?" diye sordu. Ona tuhaf bir bakış attım. "Ne gibi?"

"İzinliyim ve biz yeni evliyiz, kimsenin bizden bir beklentisi yok. Evde kalmana ya da çaya gitmene gerek yok. Gezmek istersen gezeriz ya da ne yapmak istersen işte..."

Güzel olabilirdi ama etik olmazdı. Melike'yi evde iki çocukla bırakıp gidemezdik. Üstelik okuması gereken bir sürü dava dosyası varken.

"Melike'yi çocuklarla yalnız bırakamayız. Buralarda kalalım." dediğimde işaret parmağını bana doğrultarak parmağını şaklattı. "İşte tam olarak bundan bahsediyorum. Bencillik yapman için bahanen olsa da yapmıyorsun. Nasıl mutlu olabilirsin ki? Çizmeye çalıştığın imaja rağmen başkalarını düşünüyorsun hep. Herkesi düşünerek mutlu bir hayat yaşayamazsın." dedi. Ne demek istediğini şu an daha iyi anlamış olsam da maalesef o terazinin ayarını bozamazdım.

"Yapacak bir şey yok. Bu da benim krakerim." dedim Mina'nın da dediği gibi. Derya kahkaha atınca ben de tebessüm ettim.

Derya anlayışlı bir bakışla "Krakerine lafım yok da sadece bir dost olarak söylüyorum. Şimdi 'Nereden dostun oluyorum ?' dersin ama-" derken sözünü "Demem" diye kestim. "Tamam, hayat şartları beni az biraz şaplakçı yapmış olabilir ama öcü değilim. Neyi ne niyetle söylediğini, eğer salim bir kafadaysam anlayabiliyorum."

Derya'nın benden bu kadar çekinmesine gerek var mıydı? Hayır, ortasını bulamıyorduk yani. Ya fazla laubali ya da fazla soğuktuk hep.

"Şimdi bana da hak ver. Senin gibi bir model her zaman karşıma çıkmıyor. Ne desem hata yapıyorum." dedi masum masum. Kabul ediyorum, aşırı sempatikti şu an. Bu düşüncemi anlamasın diye alayla gözlerimi devirsem de dayanamayıp güldüm aynı zamanda.

"Ne olmuş? Kızayım, boş ver. Sen de bana kız. Birileri yargılayacak diye kendin olamayacaksan boşuna yaşayan sensin asıl. Gelmiş burada bana akıl veriyorsun bir de. Düşüncelerini söyleyeceksin elbette. Benim kızacağım bir şey varsa ben kızarım. Yoksa saygı duyarım ki genelde insanların saldırı niteliği taşımayan her sözüne saygı duyarım. Kendi fikrimi de söylerim ama bu kadar."

Kaptan "Tanıyacağız birbirimiz, tanıyacağız." diyerek başını sallayınca ben de onu gülerek onayladım.

İllaki.

Yemeğini yerken birden durup "Çocukları da alıp gezelim mi?" diye sordu. Gezmek istiyordu anlaşılan, kafayı takmıştı. "Gezelim." dediğimdeki gülümsememin birkaç kat büyüğü yüzüne yerleşti.

"Sana büyüdüğüm bu yaylayı anlatmak istiyorum." dedi çayını yudumlamadan hemen önce. "Çok güleceksin."

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Ayaz'ın kangurusunu Derya takmış, Ayaz'ı kucağına oturtmuştu. Mina'nın elini tuttuğumda o diğer elini de amcasına tutturdu. Lay lay lom diyerek çıktığımız yayla gezimiz Mina'nın sorularıyla şenlendi.

"Amca, sen benim yaşımdayken boyun ne kadardı?"

Böyle bir soru nasıl aklına geliyordu? Çocukken ben de böyle alâkasız sorular sorar mıydım acaba?

"Senden kısaydım." diyen Derya'ya ciddi mi diye baktığımda dudaklarını birbirine bastırıp başını aşağı yukarı salladı. Gerçekti!

Güldüm. "Boşuna Nilay koruyucum değildi. Yaşıtlarıma göre küçük olduğum için hep beni dövmeye çalışırlardı. Ortaokulda bir anda boy attım." dediğinde ise gülüşüm kahkahaya dönüştü ama benim durumum da ondan pek farklı değildi, tabi sadece boy olarak. Yoksa kimse beni dövemezdi. Genelde insanları durduk yere döven kişi ben olurdum hatta.

Elimi böğrüme vurup "Sana karışan olursa çekinme, ablana gel" dedim. "Şimdi de ben seni korurum."

Mina kıkırdayıp "Ama sen onun karısısın. Ablası değilsin ki? Ben Ayaz'ın ablasıyım ama... Değil mi amca?" diye sorunca gülerek gözlerimi devirdim. Derya'nın cevabını biliyordum çünkü.

"Evet amcacım. Asude benim ablam değil, karım. Hem bak ben ondan daha kocamanım. Ben onu korurum. Ayaz öyle mi? Minicik! Onu da sen koruyacaksın."

Acaba sen kendini benden koruyabiliyor musun ki beni el âlemden koruyacaksın Kaptan Efendi!

"Evet amca. Ben kardeşimi koruyabilirim." diyen Mina'ya gülerken bir köpek sesi duyduk. Oldukça yakından ve gür bir şekilde gelmişti ses. Gözlerim korkuyla etrafa bakınırken oldukça tehlikeli görünen bir köpeğin rüzgâra meydan okuyarak bize doğru koştuğunu görünce çığlık atıp Derya'nın arkasına doğru koştum. Yetmedi, Derya'yı öne doğru ittim. Madem beni korumaya bu kadar hevesliydi!

Gerçi yavrucak Ayaz da arada kaynamıştı ama...

Köpek bize yetiştiğinde bağırmaya devam ediyordum ama benim anlamadığım Derya ve Mina neden bu kadar mutluydular. Üstümüze köpek saldırıyordu ve bizi parçalayabilirdi. Derya, Ayaz yüzünden yavaşça eğilip köpeği kucaklayınca gözlerim hayretle açıldı.

Bir de "Vay karabaş!" diyerek kucağında köpekle ayaklandı.

"Derya!" diye kızdığımda Mina "Asude yenge minnacık köpekten korktu." diyerek oldukça büyük bir kahkaha attı. Neresi minnacıktı aca-

Bir daha bak istersen Asu-de köpek değil, fare neredeyse bu!

Tamam, kocaman olmayabilirdi ama sesi tüm yaylayı inletti. Ayrıca boya posa bakmayacak insan. Bu köpeğin belli ki bir o kadar da yerin altında var yani!

Olsa n'olur? Fare değil, kedi olur!

"Gel bakalım Karabaş!" diyerek köpeği kollarıyla saran Derya'ya "Adı karabaş mı?" diye sordum. Derya güldü. "Bilmiyorum ki. Siyah diye öyle dedim." diyerek köpeği havaya kaldırıp salladı. "Sen ne güzel bir şeysin Karabaş!" dediğinde köpek yine havladı. İsim konusunda çok marjinaldi cidden!

"Şu kadarcık bir şeyden korktun mu gerçekten sen? Bir de ablammış da beni koruyacakmış!" diye dalga geçince gözlerimi devirdim. 'Şu kadarcık' dediği şeyin dişleri parmaklarım kadardı. Ayrıca en insan irisi adamı da getirse korkmam da köpekten korkuyorum yani. Ne yapabilirim?

"Seni ısırsın da gör sen! Ayaz'dan uzak tut bari! Yiyecek çocuğu!" dediğimde kahkaha atıp Mina'ya doğru uzattı köpeği. "Gel amcacım. Çok tatlı değil mi?"

Bu Mina'ya sorulacak soru mu? Şuraya timsah getirin, Mina ona da tatlı der.

"Çok güzel amca! Eve götürelim mi?" diye sorunca gözlerim ardına kadar açıldı. Ne?

Derya da "Sahibi yoksa götürelim amcacım." dedi bana alayla bakarak. Kaşlarımı çatıp itiraz etmek üzere ağzımı açmıştım ki ince, melodik bir ses "Sahibi var." dedi. Garip bir şekilde tanıdık gelen sese döndüğümde karşımda Başak'ı buldum. Şafak mıydı yoksa? Soru bu değil Asu-de! Bu kız burada ne arıyor? Doğru soru bu!

"Şafak?" diyen Derya'ya gözlerimi kısarak baktım. Demek kızın adını hatırlıyordu.

Kız "Başak!" diye düzelttiğinde ise kısık ve imalı olan bakışlarım duygu değiştirdi ve gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmam gerekti. Hatırlamıyordu!

Derya "Pardon." diye mırıldanıp "Köpek sizin demek." diyerek yere bıraktı. Yere bıraktığı köpek bana doğru koşmaya başladığında o anki ambiyans hiç umurumda olmadı ve yeniden çığlık atıp Derya'ya sarıldım.

Başak "Zeytin! Dur!" diye bağırdığında köpek beni rahat bırakıp Başak'ın yanına gitti. Neden beni sevmediğini anlamış olduk! Allah bilir sahibi benim hakkımda ne çok doldurdu bu bebeği...

Asu-de karar mı versen? Canavar mı bebek mi?

"Kusura bakmayın. Annesi öldüğü için sanırım biraz agresif bir yavru." diyerek köpeği kucağına aldı oda. Tehlike geçtiği için Derya'nın arkasından çıktım. Şimdi beni ciddiye alabilirse tırnaklarımı gösterme zamanıydı.

"Sizin de mi eviniz var burada?" diye sorduğumda yüzünde çok kısa bir an sinsi bir gülümseme gördüm. Eminim...

"Amcamların ev burası... Bizim yayla evi Handüzü Yaylasında." dedi. Yani bizi rahatsız etmek için gelmişti. Kaşlarımı kaldırıp dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladım. Gayet imalı bir 'Anladım' olmuştu bu bence.

"Amca köpeği götüremiyor muyuz?"

O tuhaf ambiyansı Mina'nın hüzünlü sesi bölmüştü. Bir dur yengecim ya! Ortalık karışık şu an! Mahalle yanıyor!

Ve Başak "Üzülme Mina'cım, ben her gün getiririm seversin." diyerek saç tarama rolünü layıkıyla üstleniyor.

"Yok, biz sahipleniriz. Sizi hiç zahmete sokmayalım şimdi." dediğimde ben bile kendime şaşırmıştım o yüzden Derya ve Mina'nın ifadelerini çok görmüyordum.

"Ne zahmeti? Zaten Zeytin'in de canı sıkılıyor gün içinde." diyerek ısrar edeceğinin sinyallerini verdiğinde "Kardeşleri yok mu? Tek mi doğdu bu köpek? Kardeşleriyle oynasın!" diye çıkıştım. Öfkeli tavrım yüzünden geri adım attı. "İyi peki, siz bilirsiniz. İsterseniz kardeşlerinden birini sahiplenebilirsiniz. Birini arıyorduk zaten." deyince de Mina "Alalım. Ne olur amcacığım, Asude Yengeciğim?" diye atıldı, gülümsedim. Yengen senin ağzını burnunu yesin. Alalım tabi. Sen yeter ki el âlemin kızlarının yanında beni böyle poh pohla! Çitlembik seni!

"Tabi!" derken ev benimmiş gibi davranmam zannımca biraz ayıp oluyordu ama yapacak bir şey yoktu.

Kaptan kocam "Asude'ciğim. Evdekilerle mi konuşsak?" dedi uyarırcasına. Kendime gelmemi sağlamaya çalışıyordu ama gayet kendimdeydim. "Kapının önünde büyütürüz işte. Kim ne diyecek? Hem Murat Abi de çok seviyormuş köpekleri. Küçükken varmış köpeğiniz. Anlattı bana." diye direttim.

Kulağıma eğilip "Köpeklerden korkuyorsun Asude!" dedi ama yüzündeki gülümseme bana iltifat ediyormuş gibi bir algı yaratıyordu dışarıya.

Çenemi dikleştirip "Alışırım. Mina üzülsün mü?" dedim ama derdim başkaydı. Mina'nın üzülmeyeceğini Zeytin denen haydut köpekle de yetinebileceğini biliyordum ama o haydudu bahane eden sahibi evimizden çıkmayacaktı. Biliyordum. Yemezdim ben bunları!

Bir cevap beklemeden "Hayatım biz gezimize devam edelim mi?" demem ve hatta bunu kendimi aşarak cilveyle söylemem de tam da bu sebeptendi. Derya'nın havalanan kaşlarına karşın gülümsedim. "Daha bana çocukluk anılarını anlatacaktın ya hani." diyerek gözlerimle gidelim diye işaret verdiğimde beni başıyla onaylasa da kendinde olduğunu çok söyleyemezdim. Bu yüzden koluna girdim ve Mina'yı da "Hadi yengeciğim." diyerek teşvik ettim. Başak'a bakarak yüzüme zafer gülümsememi de yerleştirip "Bir ara uğrar köpeği alırım. Alırız ya da eltilerimle. Malum 'kocam' çalışıyor, zamanı yok. Biz gelinler hallederiz." dedim. Nispet nedir, nasıl yapılır? Benden sorabilirdiniz. Ve daha başlamadım bile diyebiliriz. Mina sevinçle yerinde zıplarken onun omuzlarına sarılıp yürümesini sağladım. "Görüşmek üzere Başak'çım. Bay bay."

Başak'ı geçip yürürken Derya yine kulağıma fısıldadı. "O neydi öyle?"

Dudağımın bir kenarı tehlikeli bir gülüş sergilemek için havalandı. "Adalet terazimi dengeliyorum." diyerek evdeyken bana söylediklerine atıf yaptım. Gülümsedi. "Başak'a geçmiş olsun o zaman." O da benim gibi imayla gülmüştü.

"Amca bana niye söylemiyorsun? Niye fısıldaşıp gülüyorsunuz?" diyen Mina baya bozulmuştu. Derya "Amcacım karı kocaların bazı özel konuşmaları gereken konular vardır. Büyüyünce anlarsın. Yoksa senden bir şey saklamıyoruz." diye açıklayınca, elbette bu, onun için hiçbir şey ifade etmedi. Elimi bırakıp kollarını göğsünde bağladı. Dudağı da sarkmıştı.

"Amcan bana, köpek alırsak adını ne koyalım diye sordu." diye yalan söyledim. O kadar yalanın yanında bence bu hiçbir şeydi. Kötü bir niyetim de yoktu hem.

"Bunda gülünecek ne var?" diye sordu tabi zekâ küpü. Omuz silktim. "Ben de ismini eğer köpek beyaz olursa peynir koyalım dedim. Ona güldük." Bu yalan hem Mina'yı hem de Derya'yı güldürdü. Ben de onlar gülüyor diye güldüm.

"Amcan da bana dedi ki köpek Mina'nın olacağı için ismine o karar versin." diye devam ettim onlar gülerken. Mina gülmeyi kesip heyecanla "Benim mi olacak?" diye sordu. Yani... Sen istedin sonuçta yavrum! Benim mi olacaktı sanki?

"Evet yengecim. Senin olacak." dedim. Mina "Peynir güzelmiş, komik ama yavru köpekler de çok komik, güzel olur bence."

Ah hayır! "Bence daha güzel isimler bulursun sen Mina'cım. Peynir çok güzel bir isim değil, ben şaka olsun diye söylemiştim." dediğimde omuz silkti. Mina'cım Peynir olmaz! Başak onu taklit ettiğimizi düşünür!

"Ben sevdim ama..." dediğinde Derya'ya baktım. Derya ise dünyadan bir haber "Tamam meleğim. Sen ne istersen o olsun. İstersen çökelek koy adını, senin köpeğin o. Yeter ki onu ihmal etme, güzel bak." dedi.

Şimdi nasıl desem... Beterin beteri var dedikleri durumdaydım. En azından Çökelek'ten daha iyi bir isimdi Peynir.

"Bak!" diye heyecanla atılan Derya ile köpek konusu kapandı. "Ne kadar kalabalık... Eskiden yani ben çocukken buralarda hep oyun oynardık. Şimdi turistlerden yer kalmıyor. Kışları gelirdik bazen, sırf karda kaymak için, öyle bir iki günlüğüne..."

Şimdi etrafa baktığımızda hep işletmeler ve sürekli fotoğraf çekinen insanlar vardı. Neyse ki Deryaların evi daha iç taraflarda kalıyordu da sakindi.

"Bir gün poşetimi alıp geldim, buradan kayacağım." Dediğinde eliyle bir tümseği gösteriyordu. Gösterdiği yerde şimdi küçük bir köfteci vardı.

"Çok kalabalığız ama sadece burada evi olanlar değil, eşleri, dostları, akrabaları da gelmiş. Hatta yabancılar bile gelirdi. İşte tepeden vurdum aşağıya, bir kız çıktı önüme." Kaşlarım havalandı. "Önce kıza çarptım ama durmadık, durduğumda üstümde altı kişi saydım. Herkesi önüme katıp götürmüşüm." dediğinde güldüm. "Her tarafım morarmıştı. El bileğim de zedelenmiş bir de, babaannem hamur yoğurup koydu üstüne de öyle geçti."

Yüzümü buruşturdum. "Yazık." dedim alayla. "Kıyamam." Ancak o da en az benim kadar alaycıydı. "Kıyamaz mısın cidden?"

"Küçük, parmak kadar olan Derya'ya, kıyamam. Şimdiki Derya'ya kıyarım, kıyma yaparım." dediğimde gülüp "Eyvallah." dedi

Mina "Ben köfte istiyorum amca." dedi. "Yengem kıyma dediği için canım çekti." dediğinde aslında buram buram köfte kokusu yüzünden canının çektiğinin farkındaydım ama Mina, hiçbir kan bağımız olmamasına rağmen bana benziyordu. Zehir gibi kızdı. Başkasını bahane edip suçu bölüşmeyi tercih ediyordu. Neyse ki şu an ortada bir suç yoktu.

Ayaz olduğu için "Siz bekleyin, ben gidip alırım." dedim. Köfteci'nin masaları doluydu ama her yer bizimdi sonuçta. "Yoruldun sen, oturun siz ben gelene kadar." diyerek gidip sıraya girdim. Bir yer popülarite kurbanı olduktan sonra tüm büyüsünü kaybediyordu. Karadeniz de bundan nasibini almışsa da yine de öyle büyülüydü ki ne kadar kaybederse kaybetsin asla bitmezdi. Sıra bana gelince üç tane köfte aldım. Ayaz'cığıma da uyanmışsa kendi köftemden didikleyerek verirdim artık.

Geri döndüğümde Derya, Ayaz'ı kangurusundan çıkarmış çimlerin üstüne bırakmıştı. Mina da kardeşiyle oynuyor, onu güldürmeye çalışıyordu. Derya ise telefonla konuşuyordu.

Yanlarına geldiğimde köftelerini çıkarıp uzattım. Ayaz'ı da kucağıma oturttum. Şimdi yerde böcek bulup yerdi falan, Allah korusun!

"Anladım dedim ya! Görüşürüz Valeria." dedikten sonra telefonu kapattı. Oldukça öfkeli görünüyordu. Bir şey sormadım ama yine de o "Beni boğuyor." dedi. "En başta sırf rahatlığı yüzünden onunla olmayı kabul etmiştim. Ancak kadınların doğası bu sanırım. Milliyetleri fark etmiyor."

"İnsanların..." diye düzelttim. Bana kaşlarını kaldırarak baktığında ise cevap veremeyeceği bir önerme sundum ona. "Kıskançlık yüzünden işlenen kadın cinayetleri ve erkek cinayetlerini oranlarsak erkeklerin doğası böyle diye bir cümle kurmam bile gerekebilir ama ben cinsiyet ayrımcılığı yapmıyorum."

"Doğru." dedi. "İstatistikler konuşur sonuçta."

Başımla onayladım. "Yine sorun ben miyim?" dediğimde dudak büktü. "Senden bahsetmedi. Bahsederse bitireceğimi biliyor. Beni özlediğini ve görmek istediğini söyledi. Ayrılalı iki hafta bile olmadı. Biz genelde hep ayrıyız, biliyorsun. Bir buçuk sene görüşmediğimiz bile oldu ama hiçbir zaman böyle sorun çıkarmadı."

"Ama şimdi ben varım. Endişeleniyor." dediğimde beni onayladı. "Gizemli kızın onda böyle travmatik bir etkisi olduğunu hiç fark etmemişim."

Aklıma Yaprak ve Nilay'ın ağzından kaçırdıkları geldi. Derya, Valeria başkalarıyla olmasına rağmen onu affetmişti ama bunu ona soramazdım. Kızlar bana sır vermişti. Bilerek bile vermemişlerdi üstelik.

Ama...

"Dün Valeria'nın sana hatası olduğunu söylemiştin, buna rağmen affetmişsin." dedim. Konuya buradan girmek daha mantıklıydı. Tamam, kabul ediyorum. Bana ne?

Aması vardı işte. Merak çok sinsi bir duyguydu. İnsanı yer bitirirdi.

Derya bir süre emin olmaya çalışır gibi yüzüme baktı. Anlatmaktan çekiniyordu. Merakımla başa çıkabilirdim sanırım. "Anlatmak zorunda değilsin. Pardon." dedim gülümseyerek. Başını iki yana sallayıp "Ondan değil." dedi ve çocukları gösterdi. Gözlerimi yumarak onayladım. Mina artık bir şeyleri kavrayacak yaştaydı tabi.

Köftemi açmaya başladığımda Derya'da kendi köftesinin paketini açtı. Ekmeğin arasından aldığım minik köfte parçasını Ayaz'a yedirdim. "Annelik de yakışırmış sana ha!"

Derya'ya başımı kaldırmadan göz ucuyla baktım. Gerekli cevabı bakışlarımdan almıştı sanıyorum.

"Sahi... Hiç öyle hayallerin yok mu?" diye sorduğunda Ayaz'ın ağzından parmaklarımı kurtarmaya çalışıyordum. Güldüm, Derya da halimize güldü.

"Bilmem." dedim omuz silkerek. Sonra daha fazla köfte isteyen küçük obur için bir parça köfte daha koparttım. Şu an Ayaz'ı parçalamamak için zor duruyordum. Bu çocuk neden bu kadar tatlıydı acaba ya? "Hiçbir zaman hedefim evlenip çoluk çocuğa karışmak olmadı."

"Ama evlendin." dedi alayla. Gözlerimi devirip onayladım. "Ama evlendim. Neyse ki numaradan çocuk yapmak gibi bir senaryo imkânsız!" Kahkaha attı. "Deme öyle, ben o potansiyeli görüyorum bizde." dediğinde gülsem de gözlerim irileşmişti. "Daha neler!" Derya omuz silkip "Seninle evlenmeye karar verdiğimiz günün sabahında asla evlenmeyeceğimle ilgili yemin ediyordum." dedi. Aklıma gemide, ben o küçük odada saklanırken babasıyla konuştukları geldi.

"Hayatın bizi getirdiği yere baksana..."

"Evlenmeye mi karşıydın yoksa evleneceğin kişiye mi? Ben seni ilk gördüğümde Valeria ile evlenmek istiyorsun sanmıştım." durdum. Kendimi daha iyi ifade etmem gerekirse "Öyle sandırmıştın beni." diyebilirdim, dedim bu yüzden.

"Zaten yeterince garip bir karşılaşmaydı ve içinde bulunduğumuz durum bir hayli akıl almazdı. O durumda fazla detay veremedim tabi. Olaylar öyle gelişti."

"Aslında detayları verseydin ben direkt kendimi suya atıp Rusya'ya kadar yüzmeyi tercih ederdim." dedim dürüstçe. Güldü ve "İyi ki detay vermemişim o zaman!" dedi arsızca. Cık cıkladım. "Bari yüzüme karşı söyleme. Valeria vardı, Başak vardı. Biriyle evlenmek istiyordun, diğeriyle istemiyordun. Ben bu işe nereden bulaştım ya? Bir de gizemli kıvırcık kızımız çıktı başımıza!" dedim. Mina duymasın diye fısıldaşıyorduk.

"İşte sen anlaştığımız gibi devam. Kalanı benim sorunum."

"Ailene sevdiğin biri olduğunu ve onu aradığını söyleseydin sana kız bakmak zorunda kalmazlardı Derya. Valeria yüzünden seni başkasıyla evlendirmeye çalışmışlar onlar."

Ciddileşti. "Hayır, o mesele başka. Valeria ya da bir başkası, evlenmek istediğim kişiye ben karar veririm. Onların bana saygı duymayı öğrenmesi lazımdı. Valeria fazla sert bir hamle olsa da sen olmasan ben bu teklifi Valeria'ya yapacaktım. Gerçi o da evlenmek istemiyordu. Sen hayatımıza girdikten sonra bir garipleşti."

"Ailen beni de istemedi. Yine hastaneye düştü annen. Değişen bir şey olmadı." dediğimde gülümsedi. "Aslında şu an sadece annem istemiyor seni, diğer herkes bayıldı sana." Sanırım öyleydi...

"Sen de böyle bazen durup düşününce aşırı saçmalamışız gibi hissetmiyor musun?" diye sorduğumda başıyla onayladı. "Ağır saçmaladık hatta ama güzel oldu ya! Aksiyon oldu, hem işe yaradı da bir yerde bence. İstanbul'a gittiğimizde farkı sen de göreceksin."

Bundan o kadar emin değildim. Daha ilk günden falsolu bir evlilik oldu hatta. Kendimi daha özgür de hissetmiyorum.

"İnsan dara düşünce asla yapmam dalını bile tutuyor. Yılana da sarılıyor, kurbağayı da öpüyor. Şimdi salim kafayla düşündüğümde ben o gün neden anneme gidiyordum anlamıyorum. Evden kaçtığım için neden ona sığınmak istedim, şu an ne anlıyorum ne de sebebini hatırlıyorum. Para isteyecektim herhalde. Ve yine Galata'nın yanında tuttuğum eve dönecektim belki de." Duraksadım. "Derya, ben hukuk mezunuydum. Ne demek istediğimi anlıyor musun? Zorla evlendirilemeyeceğimi biliyordum. Neden dedemden korktum ki o kadar? Şikâyet ederdim. Ben 24 yaşındayım. Aklım herkesten daha başımdaydı, nişandan afili bir kaçış planı yapmak yerine hayatımı kurma planı yapabilirdim. Şu an düşündüğümde çok ütopik geliyor ama ikimizin de üst üste verdiği bu saçma kararlar bizi bu noktaya taşıdı."

Derya beni dikkatle dinlemiş, gözlerinde anlam veremediğim bir bakışla yüzümü incelemişti ki buna hâlâ devam ediyordu. Ben ise gerçekten anlamıyordum. Bugün daha mı olgundum yoksa geçtiğimiz şu birkaç ayda ruhum başka biri tarafından ele mi geçirilmişti? Neden şu an düşündüğüm şeyleri o zaman düşünememiştim ki?

"Kader..." dedi Derya kendinden emin bir sesle. "İkimizin kader çizgisi buluşmalıydı çünkü." Kaşlarım havalanırken "İşte neden?" diye sordum. Omuz silkti. "İlla ki cevabını alırız."

Ben de elbette kadere inanıyordum. Ancak onun kadar kadere teslim değildim sanırım. O çok kolay bir şekilde kabul ediyordu olanları ama ben sorgulamak zorunda hissediyordum kendimi.

Heraklitos, 'Aynı derede iki kez yıkanılmaz.' diyordu. Ne insan aynı insan, ne su aynı su ne de zaman aynı zaman olurdu çünkü. Bu farklılığın sebebi, benim iki ay önceki insanla aynı kişi olmamam mıydı yoksa akan su yani çevremin aynı çevre olmaması mıydı?

Ayaz elimdeki ekmeğe ağzını uzatırken içine düştüğüm karambolden sıyrıldım ve yeni bir parça köfte koparıp yedirmeye başladım. Kendimi bilemiyordum ama Derya, ilk gördüğüm Derya değildi. Değişmişti ya da o döneme ve bana özel bir tavır almıştı da şimdi özüne dönmüştü. Sebebini bilmiyordum ama bu değişimi çok net görüyordum.

"Ayaz'ı bana ver de sen de köfteni ye." dediğinde başımı iki yana salladım. "Ben tokum zaten. Sen yemene bak."

Gülerek gözlerini devirdi. "Köfte zaten doymak için yenmez."

"Ne için yenir?" diye sordum. Ses tonum 'Sen çok biliyorsun?' tonlamasındaydı.

Derya kısık ve kasti tahrik edici bir sesle "Haz almak için." deyince sahte bir bıkkınlıkla ofladım. "Şu köfteye de edebiyat yapmayacaksın değil mi" diye sorduğumda köftesinden ısırdı. "Bu köfteye de edebiyat yapılmayacaksa, lise müfredatından kaldırılsın edebiyat valla! Boşa okur çocuklar!"

Bir sayısalcı için edebiyatın değerinin köfteyle ölçülmesine şaşırmadım elbette. "Ayaz'ın dayısı var mı?" diye sorduğumda Derya'nın bakışları kısıldı. Neden böyle bir soru sorduğumu anlayamamıştı.

"Var." Dedi. "Neden?"

"Dayısını tanımadan bir karar vermek istemezdim. Hani erkek çocuk dayıya, kız çocuk halaya benzermiş ya... Ama Ayaz'ın köfte yönünden sana benzediğine eminim. Daha bir yaşında bebeksin sen! Bu ne köfte aşkıdır?"

Güldü. "Tip olarak da bana benziyor bence. Şu yakışıklılığa bak." Havalandı yine...

"Yakışıklı olduğu konusunda sana katılsam da sana benzediği konusunda katılamıyorum maalesef. Bu açıdan kesin dayısına benzemiştir. Çünkü Nilay güzel bir kadın."

Derya sözlerime baya bozuldu. Yalan söylemeyeceğimize söz verdiğim için sırıtıp "Şaka yaptım tamam ya!" dedim. "Hemen de üzülüyorsun." Gözlerini devirerek köftesinden ısırdı. "Ne üzüleceğim? Yalan söylemeyi hiç yakıştıramadım sana sadece." diye saçma bir sebep sununca kocaman bir kahkaha attım. Gülüşüm dikkatleri üstümüze çekmişti.

"Yakıştıramıyor musun? Kocaman bir yalanı yaşarken mi?"

"Yenge ne oldu?" diye sordu Mina şaşkın şaşkın gözlerini kırpıştırırken. Yüzünde, yanında espri yapılmış da konuyu kaçırmış birinin afallamışlığı vardı. Ki aynen durum da buydu.

"Bir şey olmadı yengeciğim, amcan Ayaz'ın kendisine benzediğini düşünüyor da." dedim. Derya bana gözlerini kısıp tehditkâr bir bakış atarken Mina "Ama Ayaz bana benziyor." dedi. Onu tabi ki onayladım. Şimdi Mina başka, Derya başkaydı. Derya ile inatlaşabilirdim de Mina bana maruz kalmak için daha küçüktü. Bir de ufak çaplı bir aşk acısı çektiği için ekstra sinirlendirmek insanlığa sığmazdı zannımca.

"Aynı sen bebeğim. Senin minik, erkek versiyonun sanki. Ben de amcana aynen böyle söyledim işte. Ama amcan birazcık saf, kendisini Ayaz kadar yakışıklı sanıyor."

Mina da bunun üzerine kıkırdadı. "Kocan o senin kocan!" dedi avucunu ağzına bastırarak. "Böyle söylememelisin."

Tabi hocam, siz bilgilisiniz herhalde bu konuda. Ne söylemeliyim?

Derya gülen tarafa geçmişti şimdi. "El kadar çocuk bile biliyor bunu, sen daha öğrenemedin." Dedi. Mina "Amca ben el kadar değilim, benim boyum bir metre on sekiz santim. Doktor söyledi." Dediğinde, Mina'ya kötü örnek olmayayım diye Derya'ya gizlice dil çıkardım.

Ayaz artık köfte yemek istemeyince ve ben de doyduğuna emin olunca onu yere bıraktım. Artık böcekler daha güvendeydi çünkü. Ekmeğimi ısırdığım sırada Derya "Bir yalanı yaşıyor olabiliriz ama biz birbirimize dürüstüz." dedi.

"Ben dürüstüm." diye düzelttim onu. "Sen iki tane yalan söylemişsin bana."

Gülerek gözlerini devirdiğinde acaba itiraf gelir mi diye bekledim ama o "En azından yalan söylediğimi ve kaç kez söylediğimi söyleyecek kadar dürüstüm." diye kendini savundu.

Onunla uğraşamayacaktım. Belli ki hâlâ söylemek gibi bir niyeti yoktu. Şimdi ben de çok merak etmiş gibi davranırsam hiç söylemezdi. Eline düştüğümü falan sanırdı hatta.

Çok merak etmiş gibi davranırsan mı? Çok merak ediyorsun zaten Asu-de?

O kadar da çok değil canım, abartma yani...

"Peki sen bana ne zaman yalan söylemeye başlayacaksın?" diye sordu yüzsüz şey! Kendisi bana hiçbir şey söylemiyordu ama utanmadan soruyordu!

"Keyfim ne zaman isterse!" dedim yapmacık, abartı ve dişlerimin görünmediği bir sırıtmayla. Kesin çok gıcık görünüyordum şu an! Ancak o da güldü. "Mina ile aranızda saysak 7 fark çıkmaz, biliyorsun değil mi?" Muhtemelen zekâ yaşıma laf sokuyordu şu an ama arsızlığa vurdum işi. "Öyle, yaşımdan genç gösterdiğimi söylerler. Bazı mekânlar hala kimlik soruyor da bana..."

Kaptan "Asude... Asude..." derken başını iki yana sallayıp "Ben ne yapacağım seninle?" diye sordu.

"Öpüp başının ucuna koy, diyeceğim ama senin sözelin zayıf, mecaz anlam falan bilmez gerçekten yapmaya kalkarsın diye demiyorum." dediğimde iç çekti. "Sözelimin zayıf olması... Güzel bahaneymiş..."

"Ne bahanesi?" diye sordum. Yine farklı bir frekansa geçiş yapmıştı.

Derya oturduğu yerden kalkarken pantolonunu silkeledi. "Bir şey değil, kalk hadi. Daha çok gezeceğiz."

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Ta daaa son bölümler çok güzel bitmiyor mu ya? Derya'ya çok fena yükseliyorum. Bir zampara olarak onu yazmama rağmen hem de! Ama Derya'nın özünü biliyorum tabi. O yüzden ona yükselmem çok normal.1

Sosyal Medyada aktifim. Bana o şekilde ulaşabilir hikayeler ile ilgili editler, duyuruları görebilirsiniz.

Sizi seviyorum diğer bölüm görüşmek üzere...

İnstagram: busbckr/busras.typwriter

Twitter: busrastypwriter

Tiktok:busras.typwriter

 

Bölüm : 02.11.2024 22:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...