
Herkese merhabalar. İkinci bölümle geldim. İlk kez yayınlıyormuş gibi çok heyecanlıyım valla.
Lütfen yorumlarınızı ve oylarınızı esirgemeyin. Burada devam etmemin tek sebebi oy ve yorumlarınız. Özellikle yorumlarınız. Burada okurken ödediğiniz tek ücret bu oluyor. O yüzden kendi özelimde değil insanların emeklerinin karşılığını verin. Teşekkür ediyorum şimden ve sizi hikayeyle baş başa bırakıyorum 💜
İNSTGRAM: Busbckr/ Busras.typwriter
X: Busrastypwriter
Tiktok: Busras.typwriter
Telegram: Cherrange sohbet grubu
⚓⚓⚓⚓⚓⚓
2. Bölüm
Duştan çıktığımda elimdeki havluyla saçlarımı kurutuyordum. Bu kadar şanssız olmamın sebebini irsî algılıyordum çünkü başka bir açıklamam yoktu. Ha belki de mumumun hala yanıyor olması da bir sebep olabilirdi zira yatsıyı geçeli çok olmuştu.
"En çok babama yemin edemeyeceğime üzülüyorum." dedim tekli koltuğa oturup ayaklarımı toplarken.
"Ne yemini?" diye sordu Nazif ancak cevapla çok ilgileniyormuş gibi değildi zira gözleri kapanmış başı arkaya düşmüştü. Yine de cevap verdim. "Yakalanınca, babam beni öldürmeden önce ağzıma bir damla içki koymadım diye yemin edecektim ama bu gece bir damladan biraz daha fazlası ağzıma girmiş bulundu."
Diyar kahkaha attı. "Beğendin mi bari?"
Gözlerimi devirdim. "Ne olduğunu bile bilmiyorum."
"Biraydı." dedi Nazif gözleri yarı açılmıştı. "Nerede görsem tanırım."
Artık ben de nerde görsem tanırdım.
Gözde üçlü koltukta başını Nazif'in dizlerine koymuş uyuyordu. Gerçi bizi duyuyor gibiydi. Çünkü arada mırıldanıyordu.
"Kötü oldu." dedim iç çekerek. "Çok fazla görüntü kaydımız oldu. Bizimkilerin kulağına giderse yandım."
Gözde, gözlerini açmadan konuştu. "Daniela'nın bir buçuk milyon takipçisi var. Sinem, Arın, Bella da beş yüz binden fazla takipçiye sahipler. Dua edelim bir yerde paylaşmasınlar..."
"Of!" dedim dirseğimi koltuğun kenarına koyup yanağımı avucumun içine aldım. Saat sabahın dördüydü. Ve uykusuzluk, açlık bir yana başım çok fena ağrıyordu. Karakoldan, kimseden şikayetçi olmadığım için diğerlerine göre erken de çıkmıştık ama yine de oldukça geç bir saatti.
"Biz kalkalım artık. Hadi Nazif, kızlar yatsın." dedi Diyar ayaklanırken. Nazif mırıldandı ama kalkmadı.
"Kalın burda, sabah oldu zaten. Yarın sınavınız var." dedim. Nazif'in hala alttan üç dersi vardı ve o benden de beterdi lakaytlıkta. Diyar'a göre ise 8 sene okumak Mühendisliğin şanındandı.
"Evet kalalım." dedi Nazif ve bu az önce Diyar'ı duymazdan geldiğini kanıtlıyordu. Güldüm.
"Evin zaten küçük. Siz rahat rahat yatın. Zaten zor bir gündü."
"Gözde hadi kalk benim odama gidelim." dedim. Ardından Diyar'a döndüm. "Bir yorgan getireyim. Biriniz yerde yatın biriniz koltukta."
Ben ve Gözde benim yatağımda yatardık. Hiç de rahatsız olacağımız bir düzen değildi bu.
Diyar'ı düşündüren ilk kez benim evimde kalıyor olmaktı çünkü hiç böyle bir teklifim olmamıştı. Ancak hiç böyle bir gün de yaşamamıştık.
"Sorun olmayacağına emin misin?" diye sorduğunda gözlerimi devirdim. "İyi sabahlar." dedikten sonra Gözde'nin kolundan tutup kaldırdım ve yatak odama götürdüm. Gözde kendini yatağa atarken ben de Nazif ve Diyar için yastık pike ve yorgan çıkardım. Yorgan yerde kim yatacaksa onun altına sermesi içindi. Diyar elimdekileri alırken bir pikeyi alıp koltuğun üstüne serdim.
"Sen git uyu. Ben hallederim." dediğinde tebessüm ettim. "Yarın sınavınız var Diyar. Beni düşünmen sence de biraz şov değil mi? Bu kadar da centilmen olmana gerek yok."
O meşhur çarpık gülüşü yüzünde yer edindi. Ensesini kaşıdı. "Centilmenlikten değil. Yük olmak istemiyorum." diye mırıldandı.
"Utandın sen..." dedim yastığı koltuğun üstüne atarken. "Hem siz bana asla yük olmazsınız."
Omuz silkti. "Utanmadım. Hem gitsene artık odana. Uyumam lazım."
Utanmıştı utanmıştı...
"Kapatsanıza artık lambayı!" diye söylenen Nazif'in yüzüne pikeyi attım. Sırtını koltuğa yaslamış yerde uzanıyordu. Şapşal...
"Alarmını kur Nazif. Sakın geç kalayım deme!" dediğimde kapalı gözlerini açmadan gülümsedi. "Merak etme gidip şerefimle kalacağım."
"Eşek!" dedim gülerken. Diyar yere serdiği yorganın üstüne uzanırken Nazif'in ayağını çimdikledi. "Geç yat hadi paşam. Hizmetkarlarınız hazırladı yatağınızı."
Nazif gözlerini zorlukla açarken ayaklandı. "Bir rahat vermediniz ha!" diyerek koltuğa yüzüstü uzandı ama bir bacağı yerde kaldı diğerinin de yarısı koltuğun dışına taştı.
Gülüp omuz silktim ve kendimi odama attım ve olduğum gibi yatağa devrildim. Muhtemelen yatsı okunana kadar uyurdum...
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Kâbuslarımın arasında duyduğum yüksek sesli müzikle bir anda halatsız Bungee Jumping yaparak kendimi yerde yatağın kenarında bulduğumda oflayarak oturur pozisyona geçtim ve babamın aramasını cevaplandırdım.
Evet, o yüksek müzik sesi telefonuma, arama ise babama aitti. Nerede kiminle olursam olayım bu müziği duyunca mutlaka cevaplardım. Çünkü yediğim haltlar bunu gerektirirdi.
"Efendim baba." diyerek açtığım telefondan bir süre ses gelmedi. Ekranı kontrol etme gereği duydum. Yanlışlıkla kapatmış olabilir miyim diye... Maazallah.
"Neredesin sen?" diye sorduğunda gözlerimi kırpıştırdım. Yalancıların piri isimli kitabıma göre şu an yurtta olmadığımı bildiğini anladığım için restore edilmiş doğruları söylemem gerekiyordu. Saate baktım. Akşamüzeri olmuştu. Uyuduğumu sesimden anlayan babamın nedense yurtta olmadığımı bildiğini bir şekilde biliyordum.
"Kütüphanedeyim baba. Ders çalışırken uyumuşum öyle." ayağa kalktım. Gözde tek gözü açık bir şekilde beni dinliyordu. Güldü.
Ben de gülümsedim
"Eminim kütüphanedesindir kızım? Hangi kütüphane bu? Çıldırtma beni! Biliyorum ben kütüphanelerini senin."
Evet... An itibariyle mumum sönmüştü. En azından bu geceki yatsıya kadar yansaydı. Zira hala uykusuzluktan ölüyordum.
"Neredesin baba? Geleyim yanına konuşalım." Böyle konuşan bir babanın baskına gelmiş olduğunu anlamak için dahi olmak gerekmiyordu.
Elbette kaç milyon takipçili hesapları benim lanet akrabalarım görecekti ve babama gösterecekti. Benim neyime ümit etmek?
"Sen zahmet etme kızım. Ben gelirim hangi pavyondaysan. Bir pezevenkliğimiz eksikti onu da oluruz. Babayız ya o da görevimiz herhalde!"
Burnumun kemerini sıkıp yatağın köşesine oturdum. "Baba pavyon değil orası." diye inledim ama bir anda kulağımı patlatacak kadar kükredi. "Başlatma babana! Yurda gel eşyalarını topla. Doğru Orduya gidiyoruz. Yolda verirsin hesabını!"
Ve telefonu yüzüme kapattı. Affınıza sığınarak söylüyordum ki fışkıyı yemiştim.
"Of ya! Of of of of!" diyerek kendimi yatağa sırt üstü bıraktım.
"Gözde sence yarım saat içinde ülkeyi terk etmem mümkün mü?" diye sorduğumda Gözde de doğruldu. Açıklamama gerek yoktu zira babamın sesinin kabak gibi duyulduğuna adım kadar emindim.
"Gidip beraber konuşalım." dediğinde yüzümü sıvazladım kendime gelmek adına. Zira hala uyanabilmiş değildim. Çok normal bir durum değildi bu çünkü ben az uyumaya alışkındım kesin ağzıma kaçan bir yudum bira beni çarpmıştı. Ya da akşamki rezalet!
"Babamın şu an konuşabilme yeteneğinin olmadığına eminim. Ve şimdi mekânın adresini aradığına da eminim. Gidip başlarına yıkmazsa bir şey bilmiyorum. Çünkü adamda 'suç benim kızımda' mantığı yok. Var da aile içinde var. Dışarıya karşı ben 3 yaşında bir çocuğum da herkes beni kandırıp zarar vermeye çalışıyor sanıyor."
Ama Ordu'ya gittiğimizde bir anda 24 yaşına gelecektim ve yaptıklarımı bana bir bir ödetecekti. Yani iyi ihtimalle... Zira beni dedeme havale ederse ölüm en iyi ihtimalim olurdu.
"Saçmalama ya! Abartıyorsun şu an. Baban sana çok düşkün. Kaç kez fındık, kaymak bal falan yolladı adam sana."
O başkaydı canım! Sen de hiç bilmiyorsun bu işleri Gözde'cim.
"Ah Gözde ah! Hem severim hem döverim lafı var ya! Hıh işte bu o. Tamam, dövmez ama ben babama kaç kez verdiği cezanın yerine beni dövmesini teklif ettim bilmiyorum. Muhtemelen bu kez öldürmesi için yalvaracağım. Çünkü adam beni yurtta kalıyorum sanıyor ve 'PAVYON'da çalıştığımı öğrendiği için hesap sormaya geldi. Ah hayır, Ordu'ya götürüp orada hesap sormak için götürmeye geldi. Üstüne yurtta değil de bu evde kaldığımı öğrenirse var ya... Hayal gücümün sınırlarını aşıyor. Öyle diyeyim."
"Yeni bir yalan buluruz." dediğinde umutsuzlukla baktım. Babama 'Aslında amansız bir hastalığım vardı tek ilacım o sahnede şarkı söylemekti' desem dönüp bana 'Adabınla ölümü bekleseydin' derdi.
"Dün gece için herhangi bir umudum yok. Onu geç ama yurtla ilgili acilen bir yalan bulmam lazım." dediğimde ellerini birbirine vurdu. "Buldum. Dün son sınavın değil miydi?"
"Evet."
"Tamam, dersin ki yurttan çıkışımı aldım. eşyalarımı topladım arkadaşımda kaldım. Haftaya Ordu'ya gelecektim. Zaten her halükarda götürecek bari bunu kullan. Orada ikna edersin babanı ve dönersin."
Gözlerim yaşardı ve Gözde'ye sıkıca sarıldım. "Sen çok iyi bir arkadaştın Gözde. Bu kadar sene bana çok iyi yoldaşlık ettin. Teşekkür ederim. Muhtemelen bu bizim son günümüz. Babamın yanında rahat veda edemem diye şimdiden edeyim dedim de." diyerek geri çekildim.
"Çok güzel bir yalan buldun. Bunun için de teşekkür ederim. Sana kattığım bu yetenek için de özür dilerim ama çok iyi kapmışsın yani." dediğimde güldü. "Saçmalama Asu. Hem sen gelemezsen de ben gelirim seni ziyarete."
Başımla onayladım. Bir kaç ay telefonumla da vedalaşmayı göze almıştım açıkçası ama şimdi Gözde'nin de hevesini kırmak istemedim ve babamı aradım. Ona arkadaşımda olduğumu ve oraya gelmesini söyledim. Neyse ki evde bana dair bir işaret yoktu. Babam gelene kadar sadece valizimi topladım. Yeni gelmişim gibi bir imajım olsun diye.
Ve ecelimi sükûnetle beklemeye başladım...
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Babamı beklerken olmaması gereken bir şey oldu ve Nazif ile Diyar sınavdan çıktıktan sonra tekrar bana geldiler. Onlara olanları hızlıca anlatıp evden kovmaya çalışırken babam merdivenlerden çıkıyordu ve ne yazık ki bizi görmüştü.
Sandığımın aksine sakince başını salladı ve başıyla içeriyi işaret etti. Ve komple içeri girdik. 24 senelik hayatımın son beş yılı her türlü zorluğa ve uykusuzluğa rağmen muhteşemdi. Aynı hayatımın ilk beş yılı gibi...
Şimdi salonumdaki üçlü koltukta biz dördümüz oturmuştuk babam da karşımızdaki tekli koltukta bizi izliyordu.
"Sormaya korkuyorum ama bu evin asıl sahibi hangi arkadaşın?"
Vay anasını sayın seyirciler... Demek ki hala, yapmamam gereken şeylerden yapmadıklarım varmış.
Gözde elini kaldırdı. "Asıl sahibi demeyelim de aylık belli bir meblağ karşılığında oturuyorum diyelim Sinan Amcacım."
Gözde'nin yaptığı şirinliğe karşın babam ters ters baktı. "İyi bari hepten kaybetmemişiz seni!" dediğinde bakışlarımı halıya çevirdim. Evet babacım hala bir yanım masum. Söylediğim doğru şeyler de var. Mesela...
Aklıma gelmedi ama illaki vardır.
Ha evet, hatırladım. Hukuk okuduğum doğru...
"Demek okuyacağım, çalışacağım kendimi kurtaracağım dediğin pavyonda şarkılar söylemekmiş. Allah'ın işi bu ya karşımıza çıkarıyor. Her tarafta boy boy videoların geziyor. İçkilerle yıkanmalar falan oh ne güzel!"
Yalancının mumu yatsıya kadar yanar dedikleri yer işte. Sanırım benim için yatsı vakti geç de olsa gelmişti. Ancak direnecektim. Vazgeçmeye niyetim yoktu.
"Baba bak açıklayabilirim." dediğimde elini kaldırıp beni susturdu.
"Beş senede açıklayamadığını şimdi de ben sana açıklatmıyorum kızım." Babam sinirliyken Ordu ağzıyla konuşur normalde ancak arkadaşlarım yanımda olduğundan sanırım hala İstanbul Türkçesini bozmamıştı ama nedense daha fazla dayanamayacağını hissediyordum.
"Ben saa artık inanmıyim gızım."
Demiştim. Ancak kendisi de fark edince İstanbul Türkçesine geri döndü. "Artık söylediklerinin benim için geçerli hiçbir tarafı yok. Ben, kızım avukat olsun, hâkim olsun diye İstanbul'a gönderdim. Bir yığın para da gönderdim ki rahatça derslerine odaklansın diye. Benim kızım pavyonlarda şarkı söylüyor."
Adamın lügatinde bar bile yok. Gözde abarttığımı söylüyor ama bence az bile söylüyorum.
"Baba ne pavyonu?" dememe kalmadan yine eliyle susturdu. "Kalk hazırlan derhal Ordu'ya dönüyoruz. Madem okumakta gözün yok evinin hanımı olursun."
Gözde ile göz göze geldim. "Baba mezun oldum ben. Yani inşallah. Son sınavım iyi geçti." dediğimde babam oralı bile olmadı. "İyi kocan isterse çalışırsın yanında."
Bu koca lafı nereden icap ediyordu? Hem yanı ne demekti?
"Yanında?" dediğimde Diyar girdi araya. "Efendim yanlış anladınız. Asu yanlış bir şey yapmadı."
"Asude... Adının Asu olmasını isteseydim Asu koyardım. Onun adı Asude. Yanlış ve doğru buna babası olarak ben karar veririm." dediğinde Diyar sustu.
Yok alttan alarak olmayacaktı. Elimi masaya vurdum.
"Ben gelmiyorum Ordu'ya falan! İlla düğün yapacağım diyorsan da sen evlen! Fırsat kolluyorsundur!" dediğimde bağırdı.
"Haddini bil!" boğazı yırtıldı sandım. Gerçekten bıkmıştım. Korkuyordum evet ama zaten bu değil miydi beni İstanbul'a bağlayan. Onlardan uzak durma ihtiyacım değil miydi?
"Ben kaçtım baba, anlıyor musun? Senden, dedemden, o şehirden! Beni boğuyorsunuz!"
Yüzüme öyle bir baktı ki söylediklerimden azıcık pişman oldum ancak burnumu da indirmedim.
"İyi, elimizi çabuk tutarız isteme, nişan, düğün tez vakitte olur. Bizden de Ordu'dan da kurtulursun!"
Kaşlarım çatıldı. İsteme düğün derken? Burnuma kötü kokular geliyordu. Ben öylesine ihtimallerden bahsediyoruz sanıyordum.
"İsteme derken?" dediğimde babam ayaklandı.
"İsteme kızım, bildiğin isteme. Her şey ayarlandı. Kocan hazır bir sen eksiktin. Dönüşünü bekliyorduk zaten."
Ellerim buz kesti dilim tutuldu. Neler diyordu bu adam? Ne oluyordu Allah aşkına? Planlarını şimdi anlamıştım. Dön ısrarını...
Anlamadığım babam nasıl bu işteydi? Kendisi değil miydi bu yüzden evden kaçan?
Bu bakışlarındaki kararlılık neydi?
"Ölsem evlenmem baba! Bu kadar açık söylüyorum! Gidebilirsin sen, gelmeyeceğim." dedim ancak henüz şoktaydım. Ne dediğimi de ne demem gerektiğini de bilmiyordum.
"İyi, ben iyi niyetimi gösterdim. Bu andan sonra dedenle uğraşırsın." dediği an duraksadım.
"Ben başkasını seviyorum." diye uydurdum. Allah'ım! Mitomani olmuşum yalan söylemeden duramıyorum.
Gözde, Diyar ve Nazif bana şaşkınlıkla bakarken onlara bakmamaya çalıştım.
Babam onları kastederek alayla güldü. "Sevgi değildir o! Unutursun, ipsiz sapsız-" Nazif ve Diyar'dan birinden bahsediyorum sanmıştı.
"Öncelikle arkadaşlarım ipsiz sapsız değil ve biz pavyonda şarkı söylemiyoruz baba şu tavrı bırak lütfen. Sevdiğim kişi de onlardan biri değil. Başkası." dediğimde babam yüzüme çaresizce baktı ancak kafasında yaptığı muhakemede dedemin baskıları baskın gelmiş olacak ki "İki seçeneğin var,ya pılını pırtını topla benimle gel, ya da deden seni aldırsın!"
Tek elimi alnıma kapatıp ardından başımı kaşıdım. Düşünmeme gerek bile yoktu ancak kendime yedirmem gerekiyordu.
"Geliyorum!"
Dedeme asla güvenmiyordum! Babamı ikna edip kendi tarafıma çekme ihtimalim dedemi ikna etme ihtimalimden bir milyon kat falan daha fazlaydı.
Elimdeki ekmek kırıntısı kadar umutla babamı seçtim ama işim çok zordu. Zira babam buraya ani bir kızgınlıkla gelmiş olsa da söyledikleri planlı şeylerdi. Ve ben yakalanarak onların ekmeğine hem bal hem kaymak sürmüştüm belli ki. Hala şoktaydım çünkü her şeyi ama her şeyi bekliyordum ancak evlilik?
Şu andan sonra ne olurdu bilemiyordum ve kestiremiyordum ancak emin olduğum tek bir şey vardı. Planladıkları her ne ise o olmayacaktı. Koca diye bahsettikleri her kimse onunla evlenmeyecektim. O yüzden kim olduğunu da sormayacaktım. Çünkü bu soruyu sormam teslimiyet bayrağı sallamam anlamına geliyordu. Odama gidip bavulumu ve çantamı aldım.
Çocuklar hala sessizdi. Onlara teskin edici olduğunu sandığım bir bakış atıp babama döndüm.
"Gidelim baba." dedim ve çenemi dikleştirip kapıya yöneldim. Madem beni o cehenneme hapsedeceksiniz şeytanlıklarıma da katlanacaksınız. Zira bu konuda baya tecrübe edindim.
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Yol boyunca gergin, belirli ve sınırlı bir muhabbetin dışında sessizdik. Muhabbetimiz de 'yemek yiyelim', 'Aç değilim', 'Olsun bir şeyler ye, yol daha uzun' ve 'Yemeyeceğim dedim.' den ibaretti.
Bir de babam ara ara kendi kendine ama aslında bana söylendi. Ben de kulaklıklarımı takıp başımı yoldan dışarı çevirdim. Ve suçlu olmama rağmen atarlı taraf olarak yolculuğuma taframla devam ettim. Ancak bu daha fragmandı.
Evlilik ne demekti ya? Ne sanıyorlar? 1950 yılında olduğumuzu falan mı? Hem babamın bizzat kendisi bile görücü usulü evliliğe karşı çıkıp evden kaçmışken...
Diyecek sözüm yok!
Fatsa'ya geldiğimizde mavinin tüm ferahlığı göğsümde bir baskı yaratmaya başladı. Görsel olarak güzel olduğunu bildiğim memleketimden nefret ediyordum. Birileri yüzünden...
Üç katlı ve geniş bahçeli villanın bulunduğu sokağa girdiğimizde babama çevirdim bakışlarımı. "Seni affetmeye çalışıyorum ama ne o ne de sen buna izin vermiyorsunuz." dediğimde babam da bana baktı. Otomatik bahçe kapısı açılırken "Ben affedilmesi icap edecek bir şey yapmadım." dediğinde gözlerimin içine anlayış beklercesine bakıyordu.
"İşte tam da bu yüzden affedemiyorum. Bir insanın babasından ve annesinden nefret etmesi ne kadar yorucu biliyor musun?" dediğimde araba henüz durmuştu ki kemerimi çıkarıp kapımı açtım.
"En büyük eksikliğin empatiden yoksun oluşun Asude." dedi babam da arabasını kilitleyip arkamdan gelirken.
"Genetik bir şey bu, DNA'mda yok. Zira ne annem ne de babam beni bir kez anlamaya çalışmadı."
Kolumu tuttuğunda durdum. "Asi tavırlarını dizginle küçük hanım çünkü yalanlarını konuşacağız. Ve üste çıkamayacaksın bu kez. Sana tanıdığım tolerans tükendi."
Babamın gözlerinin içine baktım. "Bana tanıdığın tolerans zaten promosyon ürünleri gibi hep tek kullanımlıktı. Eminim bir hata yapmamı dört gözle beklemişsinizdir dedemle. Ekmeğinize bal sürdüm ben de. Ama baba ne var biliyor musun? Ben senin gibi bir evlat değilim. Sen babanın sözünden çıkmıyor olabilirsin ama ben sen değilim. Evlilik ya da her ne haltsa unutun. Ceza mı? Harika! Ayaklarıma beton döküp götür Karadeniz'in ortasına bırak beni. Ama beni asla evlendiremeyeceksiniz." dedikten sonra kolumu çekip cehennemin kapısına yürüdüm. İçerideki büyük şeytanla karşılaşmak için çok sabırsızdım(!)
Ayağımla kapıya vurdum. O ihtiyarın en nefret ettiği şeydi. Ve bunu benden başka yapan yoktu. Bir nevi destur çekiyordum. Eminim dedem de beni aynı hevesle bekliyordu...
Kapıyı dedemin benden de eski yardımcısı Gülbeyaz Abla açınca gülümsedim. O benim aksime gülümsemekle yetinmeyip üstüme atladı ve Ordu Ağzının anasını ağlatırcasına "Neredesin gız sen. Ula hepten ni gittin uralara?" dediğinde sarılırken yanlarsan dürtüklediği için kahkaha attım. "Güllü kız az dur da auburdayım! Geldik ya!" dediğimde geri çekildi. "Hee geldin. Ben biliyim nassı geldin! Allah seni tepeun üstüne dike! Deden au orda seni bekliyi. Tepesu atmış valla."
Burun kıvırdım. "Onun tepesu ne vakit yerinde durdu ki!" Babam arkamdan ittirince içeri girdim. Babam beni geçip salona giderken Gülbeyaz ablanın ergen oğlu Musa'ya anahtarını attı. "Oğlum şu Goruk'un* eşyalarını arabadan getir de odasına kurulsun." dediğinde gözlerimi devirdim. Musa yanımdan geçerken bana gülüp saçımı çekti. Küçükken ben de hep onun saçını çekerdim. Şimdi boyu benden uzun olduğu için kavga etmek pek yemiyordu. Ergendi malum. Sağı solu belli olmazdı.
(Goruk: İçi boş fındık-ceviz.)
Gülbeyaz abla elini belime koyunca beraber büyük salona çıktık. Büyük salon girişin üstündeki kattı. Dedem genelde vaktini büyük salonda geçirirdi. Zira olaylara böylece tam hakim olabiliyordu. Herkesin işine karışır, herkes adına kararlar alırdı. Kendisine ise kimse ağzını açamazdı. Ancak ben onun emir erlerinden biri değildim. Otur dediğinde oturacak, yakala dediğinde dilimi sarkıtarak bekleyecek bir köpek hiç değildim. Ondan dolayıdır ki benden pek haz etmez bizim ihtiyar.
Salona girdiğimde babam dedemin karşısına oturuyordu. Ben de yanına oturmak için hareketlendiğimde dedem elini uzattı. Bakışlarım bir an yüzüne kaydıktan sonra tekrar eline baktım ve bıkkınca uzanıp öpüp başıma koydum.
"Hoş geldin güccük hanım." diyen dedeme yapmacık bir şekilde gülümsedim. "Hoş bulmayacağımı biliyorum ama hoş buldum dede."
Ametist, gümüş imameli tespihini tek eliyle çekerken hiç değişmediğini düşündüm. Her gördüğümde aynı adamdı...
"E tabi sen daha başga şeyleri hoş buliyin." Gözleri kısılırken kurduğu cümleden öfkesi bana ulaşmıştı. Ancak ben de onun aile ağacının bir dalıydım ve aynı öfke bende de mevcuttu.
"Doğrudur. En azından kendi kendime takılıyorum. Kendi kararlarım kimseyi ilgilendirmiyor."
"Asude!" diye uyardı babam beni. Sustum ben de.
"O işler ole olmiyi işte. Sen bir Boztaş kızısin senin yaptıglarin bana değiy babana değiy."
Soyadımı mı değiştirmemi istiyorlardı? Hay hay! Ama asla evlenerek değil.
"Senin şanın Fatsa'yı geçmiyor dede. O işler ole olmiyi asıl. İstanbul'da Asude'yim ben. Boztaş falan yok."
Dedem sinirle, oturduğu tekli koltukta dikeldi ve öne eğildi. "O yuzden mi sabahtur telefonum susmiyi? Ha bütün Garadeniz aradı senin güccük torun pavyona düşmüş diye."
Abartın? Genel evdir o! Nasıl aklınıza gelmemiş acaba bu?
"Size ne deseydin dede? Bütün Garadeniz'i ne ilgilendirirmiş? Cahil cahil konuşuyorlar! Cafe orası! İnsanlar iki kafa dinlemeye, eğlenmeye geliyor oralara! Ne pavyonu Allah aşkına?"
Babam öksürdü. Bu da uyarıydı ama dinlemedim. Onların karşısında susmak benim elimi kolumu bağlardı ve ben daha ne olduğunu anlamadan çocuğumu okula yazdırmış olurdum.
"Ne fark ediyi? O zıkkımı içiyler mi içmiyler mi? Hepsi ayyaş dee mi? Sen de içiymisin?" diye sordu ters ters.
Yani dün geceye kadar ağzıma bile sürmemiştim de. İstemeden de olsa içmiş bulundum. Şimdi bunu söyleyecek değildim tabi.
"İçmim dede! Ben 24 yaşındayım. Ne yapıp ne yapmayacağıma kendim karar verebilirim. İstersem içerim istemezsem içmem. Beni ne duruma düşürdünüz arkadaşlarımın yanında? Resmen zorla tuttun getirdin!"
"Sürüklemedim ya seni! Kendi ayağınla geldin!" dedi babam kaşları çatık yüzü asıktı.
"O duruma düşmeyeyim diye kendi ayağımla geldim. Tehdidini unutmadım. Ama sen de, siz de bunu unutmayın! Benim yerim yurdum İstanbul. Ordu'yu sevmiyorum. Gideceğim!"
"He belli yerin yurdun orası olmuş. İçki de içiydir senin bu kızın, adamlarla da fingirdiydir!"
"Dede!" diye bağırıp ayağa kalktım. Sinirden gözlerim dolmuştu. Hakaret etmemek için öyle zor tutuyordum ki kendimi! Bir kendisi doğruları biliyordu, bir kendisi iyiydi sanki!
"Asude!" diye tekrar bağırdı babam, daha yüksek bir tonda.
"Ne var? Asude! Asude! Asude! Niye beni uyarıyorsun? Kızına neler söylüyor? Onu uyarsana!" diyerek elimle dedemi gösterdim.
"Kötülüğünü istemiyor sakin ol!" dedi babam daha kısık ama yine uyaran bir tınıyla.
"Ne istiyor peki? Benden ne istiyor?" diye dedeme dönüp bağırdım. "Benden ne istiyorsun Rıfat Boztaş?"
"Evlenmeni! Ordu'yu sevmiysin madem git Samsun'da yaşa! Biz senin feşelliklerinden bovaldık*"
(Yaramazlıklarından usandık)
"Ben de bovaldım dede! Her şeyime karışmanızdan, istediğimi yapamamaktan Ordu'dan... Gerçekten ben de bıktım usandım. İşte salın beni! Siz de ben de rahat edelim. Hem Samsun ne alaka? Ne peşindesiniz, ben anlamıyorum ki!"
Babam da ayağı kalktı. "Kendin diyorsun Asude. Artık büyüdün. Ve artık biz seninle başa çıkamıyoruz."
Benimle başa çıkmanız gerektiğini size düşündüren ne peki?
"Eee?" diye sordum bunun yerine.
"Artık evlenme zamanın geldi. Tüm kuzenlerin yuvasını kurdu. Çocuklarını eline aldı. Bir sen kaldın." diyen babama gözlerimi ardına kadar açarak baktım.
"Benimle baş edemiyorsunuz diye evlenmeliyim yani?" diye sordum inanamazcasına. İnanmıyordum da...
"He artık seninle gocan uğraşsın." diyen dedeme döndüm.
"Kim uğraşın benimle peki?" diye sordum gözlerimi kısarak.
"Senin gibi bir afatla uğraşabilecek adamı bulması kolay deel. Uğraşsa uğraşsa Ferman uğraşır dedik."
"Ferman?" diye sordum son bir umut. Olamazdı çünkü. Mümkün değildi.
"Bizim Rıza'nın güccük oğlanın böyük oğlu Ferman. lojitik bir şeyin patronuymuş'"
Dedem, kardeşinin torunu, benim ezeli düşmanım, çocukluğumu cinnetle hatırlatan Ferman'dan bahsediyordu...
"Dede!" diye bağırdım o cinnet haline bürünerek!
"Bağırma kulağımın dibinde Goruk!"
Saçlarımı çektim. "Ferman Abi olmaz! Kimse olmaz! Çıldırmışsınız siz!" dedikten sonra babama söylediğim yalan geldi aklıma. "Benim zaten sevgilim var hem!"
"Bak hele ben saa ne dedim Sinan? Gör gızını!"
Babam bana kararsızlıkla baktı.
"Odana git. Bu konuyu sonra konuşacağız Asude."
"Sonra monra yok. O nikah gıyılacah!" diyen dedeme döndüm.
"Ya dede Ferman Abi de evlenmez benimle! Senin derdin yine bir bağ bahçe değilse ben de bir şey bilmiyorum. Unut, kurma bahçe hayalleri falan. O evlilik olmayacak!" diye bağırıp ne diyeceğini dinlemeden ikinci kata odama çıktım. Buradan kesinlikle gidecektim. Ya İstanbul'a ya da tımarhaneye ama kesin gidecektim!
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Dün hem açlıktan hem de sinirden gözüme uyku girmemişti. Tüm yorgunluğuma rağmen açlıktan ve sinirden dönüp durmuştum. Sabaha karşı açlık hissim kaybolmuş ve uykuya dalmıştım. Bu ev beni bu yaşımda tansiyon hastası edecekti. Eminim tansiyonum fırlamıştı çünkü baş ağrısı uyumama izin vermemiş ve bir iki saatlik uykunun ardından uyandırmıştı beni.
Tek tesellim Ferman Abi'nin benden nefret ettiğini bilmekti zira çocukluğumun en mal olduğum zamanlarında ondan hoşlanma eğilimleri gösterip baya aşağılanıp reddedilmiştim. Neyse ki büyüdükçe beynim oluşumunu tamamlamış ve akıllanmıştım. Yine de Ferman dendiği zaman tüylerimin ürpermesine engel olamıyordum çünkü çocukluğumun ileri aşamaları ve ergenliğimin bir iki senesi onun aşağılamaları ve alaylarıyla geçmişti.
Baş ağrısına dayanamayacağıma kanaat getirince odamdan çıkıp zemin kattaki mutfağa gitmeye karar verdim. Bir iki lokma bir şey yiyecektim çünkü ilaç atmak zorundaydım. Gözlerim yerinden fırlayacak gibiydi.
Mutfağa indiğimde kahvaltı hazırlanmaya başlamıştı ama ben onlarla oturmayacaktım elbette. O yüzden bir dilim ekmek alıp üstüne krem peynir sürdüm ve bir dilim de salam koyup onu yemeye başladım.
"Çoh yeme gavaltıda saa güzel bi omlet yapiyim" diyen Gülbeyaz ablanın yanağını öptüm. Yanağı peynir olunca söylenip sildi. "Ben kahvaltı yapmayacağım. İlaç alacağım diye bir iki lokma yiyorum. Bana yeterli bu." diye açıkladım. Kaşlarını çattı. "guş kadar kalmışsın. Ben bilmiyim onu bunu senle gonuşmam görürsün."
Güldüm. "Vallahi başım çatlıyor, ilaç alıp yatacağım Güllüşüm. Uyanınca yerim."
El mecbur der gibi omuz silkip kabul etti. Ekmeğimi bitirince bir bardak suyla odama gelip valizimden ağrı kesicimi aldım ve bir tane içtikten sonra kendimi yeniden yatağa bıraktım. Yaklaşık yarım saat daha o acıyı çektiğimi sanıyorum ama ondan sonrası yok.
Gözlerimi açtığımda etrafa anlamsızca baktım bir süre. Nerede olduğumu algıladığımda kaşlarım çatıldı. Ancak neyse ki baş ağrım kaybolmuştu. Saatin kaç olduğunu anlayamıyordum ancak gündüzdü. Telefonuma uzanıp ekranını açtım. 14.26'yı gördükten sonra gözlerim şarja takıldı. Bitmek üzereydi. Çantamdan çıkardığım adaptörle telefonumu şarja takıp bizimkilerin olduğu gruba baktım. Beni merak ettiklerine dair mesajlar atmışlardı. Onlara kısaca iyi olduğumu. Bir takım sorunlarım olduğunu ve onları halletmeye çalıştığımı belirten ve fazlaca açık olmayan bir bilgilendirme mesajı attığımda kapım tıklatıldı. İnternetimi kapatıp kapıya baktım. Gelen babamdı.
"İyi misin? Geçti mi başın?" diye sorduğunda gözlerimi devirdim. "Benim baş ağrılarım çok büyük öyle minicik bir hapla bir kaç saat uykuyla geçmiyor baba. " dediğimde odaya girip kapıyı kapattı.
"Asude seninle baba kız olarak düzgün bir iletişim kuramıyoruz. Bana karşı çok yüksek duvarların var." derken çalışma masamın sandalyesine oturdu.
Bende ona döndüm iyice. "Senin dedemden başkasına iletişim kanalların kapalı olduğu için iletişim kuramıyoruz baba. Olay benim duvarlarım değil."
Nefesini seslice dışarı bıraktı. "Annen yüzünden bana kızgın olduğunu biliyorum." dediğinde sözünü kestim.
"Senin yüzünden sana kızgınım. Onun yüzünden ona kızgınım. Birbirinize suç atmayı bırakın. Karşınızda duygusal bir ergen yok baba. O ergen büyüyeli çok oldu. Mesela artık aranızdaki düşmanlık umurumda değil. Zira umurumdayken de ben sizin umurunuzda değildim. Geçti. Büyüdüm."
"Sanmıyorum büyüdüğünü. Hala çok asisin. Anlamıyorsun, anlamaya çalışmıyorsun bile."
Başımı geriye atıp ofladım. "Neyi anlamamı bekliyorsun baba? Zorla evlendirmeye çalışıyorsunuz beni! Ne bekliyorsun? Tamam dedirteceksiniz sonra dün gece yaptığın gibi sürükleyerek evlendirmedim ki mi diyeceksin?" başımı iki yana salladım. "Öyle olmayacak. Evliliği unutun."
"Başkasını seviyorum dedin. Kim bu, kimlerden?" diye sorunca paçalarım tutuştu.
"Söylesem sanki tanıyacak mısın?"
"Necidir?" diye sordu inatla.
"Doktor!" dedim inatla. Zira şu an Ferman'ın karşısında ondan madden olmasa da ilmen üstün gömlekli birini koymalıydım.
"Unutursun kızım. Ferman iyi çocuk. Hem küçükken severdin sen onu." dediğinde anladım. Dedem, onu beni ikna etsin diye göndermişti.
"5 yaşındayken?" dedim ve pes edip ayağa kalktım. Güzelce laf anlatılmıyordu.
"Dedem seni zorla evlendirmek istediğinde sen kaçmadın mı baba? Niye aynısını bana yapıyorsun? İnsan evladının mutluluğunu ister, niye bana bunu yapıyorsun?" diye serzeniş ettiğimde babam da ayağa kalktı ve öfkeyle bağırdı.
"Yaptım, kaçtım ama bak şimdi mutlu muyum kızım? Elimde asi bir kız çocuğuyla bir başıma kaldım! İyi bir halt etmemişim. Şimdi sen de benim halime düşmek istemiyorsan büyük sözü dinle. Dedenin sözünü dinleyip evlenen herkesin yuvası çok mutlu. Ama ben değilim!"
"Ben de değilim baba! Sen babanın sözünü dinlediğin için ben hiç mutlu değilim!"
"Senin mutluluk anlayışın başka çünkü kızım! Sen sarhoş gönlü eğlerken mutlusun!" diye bağırıp odadan çıktığında gözyaşlarım sinirden boşalıyordu. Babam da dedem de sırf üstümdeki baskıyı sürdürmek için pavyon, şarkı, sarhoş, içki deyip duruyorlardı çünkü aslında ne yaptığımın, kötü bir şey yapmadığımın bal gibi farkındaydılar.
Babam kapıyı açıp başını uzattı. "Akşam yemeğine Rıza Dedenler gelecek saçma sapan bir şey yapma ve doğru dürüst giyin. Yoksa bundan sonra muhatabın sadece deden olur araya girmem." diyerek kapıyı çarpınca bağırdım.
"Girmezsen girme. Ben de lafımı esirgemem ona da söylerim. Anlasın o da her şeyi yönetemeyeceğini!"
Bu işi hala güzelce halledebilme şansım vardı. Akşam Ferman Abi ile konuşup halledecektim. Onun da benimle evlenmek istemeyeceğine yüzde yüz emindim. Koskoca iki metrelik, yakışıklı ve patron adamdı. Benim gibi 1.68'lik sıska ve yeni mezun işsiz biriyle işi olmazdı. Hiçbir zaman da olmamıştı zaten. Peşimde binlerce Adriana Lima varken ben olsam beni ne yapardım?
Dedemin amacı hangi bağ bahçeyse üstüne bir bardak buzlu su içebilirdi yani...
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Akşama kadar odamdan çıkmadım. Ancak tavrımı yemeğe karşı sürdüremeyecek kadar aç olduğum için Gülbeyaz Abla'nın benim için hazırladığı brunch tabağını geri gönderemedim ki kadına söz vermiştim uyandıktan sonra yiyeceğim diye.
Kapının sesini duyduğumda rimelimin kapağını kapatıp aynanın önünden kalktım. Ferman Abi ile evlenmeyecektiysem bile yıkık biri olarak görünmek istemedim. Malum kuyruk acım vardı. Ben böyle şeyleri pek sorun etmiyordum. Kuyruk acım varsa bunu kendime itiraf ederdim yeter ki başkası çakmasındı.
Dudağıma şeftali tonlarında bir ruj sürüp kıvırcık saçlarımı havalandırdım. Uyuyup uyandığım için biraz sönmüştü ancak tekrar şahlanması için bir kaç dokunuş yeterliydi.
"Hadi bakalım Rıfat Boztaş, sen mi yaman ben mi?" diye mırıldanıp telefonumu şarjdan çıkarıp odamdan dışarı çıktım. Ferman Abi'nin de bu evliliğe sıcak bakmadığına emindim ama yine de işimi garantiye almak için onu daha da gıcık edecektim. Benim çok konuştuğumdan ve çok bilmiş olduğumdan dem vururdu eskiden. Daha beterdim şimdi. Eskiden bana 'Sen şunun veya bunun avukatı mısın?' tarzı cümleler kurardı. Artık o soruya da cevabım evetti...
İyiden iyiye gıcık olacağı biri olmuştum. Zaten ben de ona gıcık oluyordum. Rıza Dede de dedem kadar gaddar ve zorba değildi. Olsa olsa dedemin yarısı kadardı.
Merdivenleri inip büyük salona girdiğimde karşımda bulmayı beklediğim yüzler Rıza dede ve Ferman Abi idi. Belki babası Muhittin Amca da gelir diyordum ancak şu an karşımda tüm sülale duruyordu.
Ah dede sen de az çakal değilsin ha! Ben seni hafife almışım.
Neyse çok zorda kalırsam hamileyim derim zaten. Sonra da dedemle babamı yan yana Asri mezarlıktaki aile parselimize gömerdik. Babaannemin yanına. Tövbe tövbe!
"Hış gıldınız." dedim içime kaçan sesimle. Yüzüm sırıtsa da eminim gözlerim alev alevdi...
"Hoş bulduk." dediler hep bir ağızdan. Şimdi fark ediyorum da neden herkes iki dirhem bir çekirdekti?
Bakışlarımı babama çevirdim. Bakışlarımda binbir soru işareti vardı ancak babam bakışlarına üç nokta yerleştirip başka yöne çevirdi bakışlarını. Soru işaretlerimle dedeme döndüğümde gördüğüm tek işaret ünlemdi. Başımı aşağı yukarı salladım. 'Sen görürsün' der gibi tehdit ediyordum ancak bu hareketim sadece ünlemleri çoğalttı.
Yer olmadığı için yemek masasından bir sandalye çekip oraya oturdum. Kimseyi gidip öpmemiştim. O kadar çoklardı ki böyle bir şeye kalkışsam vakit gece yarısına gelirdi. Ve bir başka sebep olarak ben bu insanların çoğunun adını bile bilmiyordum.
"Kusura bakmayın biraz rahatsızım da size de bulaştırmayayım. Büyüklerimin ellerinden küçüklerimin yanaklarından öpüyorum." diyerek yapmacık gülümseme ile herkesin üstünde göz gezdirdim. Acaba bu açıklamayı yapmasa mıydım? Ne edepsiz kız deyip gidebilirlerdi. Şu an evet desem isteme gerçekleşecekmiş gibi bir atmosfer mevcuttu.
Temkinli olmalıydım. Bunlar kesin beni manipüle etmeye kalkışırdı.
Gözlerim kalabalık içinde bir anda Ferman Abi'ye takılınca hatırladım, bu konunun bir diğer objesi oydu. Niye böyle yakışıklı olmuş acaba o? O zayıf çelimsiz çocuk gitmiş yerine kaslı, kirli sakallı, kumral bir çocuk gelmişti. Sarışınken yeterince yakışıklıydı zaten böyle renk değiştirmeye ne gerek vardı? Hele mavi gözleri...
Asu, çek kızım bakışlarını üstünden şimdi 'Kalk nikâh kıyıyoruz!' falan diyeceksin. Kendine gel az! Ne gevşek biri oldun sen!
Ferman Abi bana alayla gülümseyince kaşlarımı çatıp burun kıvırdım ve bakışlarımı Nida Teyze'ye çevirdim. Benimle konuşuyordu sanırım.
"Maşallah kuzum ne güzel büyümüşsün." dediğinde kibarca tebessüm ettim. "Teşekkür ederim Nida Teyzeciğim. Zaman işte hepimizi büyütüyor."
Laf sokmuş olduğumu anlamadı kadıncağız ancak Ferman Abi gayet anladı. Alaylı ifadesinin yerini kısık bakışlar almıştı. Alayla gülme sırası bendeydi.
"Okulun ne oldu kızım?" diye soran Nida Teyze'ye baktım tekrar. Oğlunu olmasa da onu severdim. Güzel anılarımız vardı onunla.
"Bitirdim diye umuyorum. Son sınavımdan çıktığım gibi geldim. Nasip artık bakalım."
İnşallah kalmışımdır...
Ancak kalmadığıma emindim maalesef... Bilsem böyle olacağını kesin bilerek kalırdım!
Şerefsiz Görkem ve Orçun, Zilli Daniela sağ olsun hayatımı karartmışlardı. Ancak ben de Asude isem bu onların yanına kalmayacaktı. Bana yaptıkları her şeye sırf Ordu'ya dönmeyeyim, başıma iş açılmasın, babamın kulağına gitmesin diye susup katlanmıştım. Bu saatten sonra Allah elime düşürmesin diyorum sadece...
"Aman hayırlısı olsun kızım. Zaten bu zamanda kadınların çalışması hiç iyi değil. Ne insanlar var? Evlerinde rahat rahat otursunlar kocalarına çocuklarına vakit ayırsınlar daha iyi." diyen yanındaki adını hatırlamadığım ama sima olarak tanıdığım kadına çevirdim şaşkın bakışlarımı.
Ne dedin ablası? Ha ne dedin? Cidden öyle şeyler dedin mi?
Bu devirde? Kadınlar çalışmamalı? Dedin yani?
"Hiç katılmıyorum. Asıl ben bu devirde kadınların akılsızlık edip evlenmelerine-Özellikle görücü usulü- şiddetle karşıyım. Bu devirde aklı başında erkek var mı emin değilim. Kadın dediğin çalışacak parasını kazanıp yiyecek."
Sırf babamla dedemi ve onların nezdinde odadaki herkesi kışkırtmak için kurduğum cümleler yüzde yüz yalan değildi şimdi. İnkâr edemeyecektim. Ancak azıcık abartmıştım bilerek.
"Aa olur mu hiç öyle kızım? O zaman insanlığın sonu gelir! Nasıl devam edecek insanların soyu."
Soyunuz kurusun diyememek öyle zordu ki...
"Her şeyin çaresi var artık teyzecim." diyerek gülümsedim. "Artık sipariş üzerine çocuk yapılıyor bu devirde. Hatta geçen bir haber gördüm çocuk için artık erkeğe de gerek yokmuş. Düşünmeyin siz bunları."
Gözlerindeki 'Gevur gidi seni' bakışlarına gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu arada cidden öyle bir haber görmüştüm.
"Hep o andır galasıca mekteplerde öğretiyler bunları!" dedi dedem sinirle.
Dedeme çevirdim bakışlarımı alaylı ifademi saklamaya çalışarak.
"Yok dede. Bize daha çok nasıl dolandırıcılık yapılacağını öğretiyorlar. Ben de zaten evlensem evlensem kocamın parasını hortumlamak için evlenirim. Hahahaha." diyerek kurduğum cümlenin sonunda kahkahayı bastım. Ne kadar iğrenç bir gelin olunabilirse o olmuştum.
Herkes buz kesmişti. Babam ortamı toplamak için "Kızım her şaka her yerde yapılmaz. Bakmayın siz ona, çok komik bir kızım var benim. Neyse hadi yemeğe geçelim."
Adamı böyle kilitlerim işte bubacuğum. Buzdağının görünen yüzü bu. Bir o kadar da aşağıda var hani...
Zorlukla misafirleri büyük masaya sığdırdıklarında iki kişi ayakta kalmıştı. Ben ve elbette Ferman...
Gülbeyaz abla'nın rolü girdi araya. "Hay Allah çocuklar size ben mutfakta hazırlayayım bir şeyler. Sığmadınız madem."
Sen de mi Gülrütüs?
Başımla onayladım. Ne filmciymişsiniz be!
Gülbeyaz ablanın ardından mutfağa inerken ardımda Ferman Abi'nin adımlarını duyuyordum. Normal şartlarda bu kadar abi kafasına girmezdim ama bir kere evlilik lafı geçti ya dünya ahiret abim oldu kendisi. İçimden bile sadece adını söyleyemem. Bizde de racon böyle işte...
Mutfağa geldiğimizde mutfaktaki masa mucizevi bir şekilde bir saniyede hazırlanmıştı. Tabi yersek...
Gülbeyaz Abla'ya hayal kırıklıklarımın izlerini taşıyan bakışlarımla teessüf edercesine bakıp masaya oturdum. Ferman Abi, -evet kesinlikle abi- tam karşıma oturdu ve oturur oturmaz arkasına yaslandı. Gevşek gülüşü yakışıklı yüzüne yakışsa da aşırı uyuz olmuştum.
"Çok mu eğleniyorsun?" diye sormadan duramadım.
"Tahmin bile edemezsin."
"Ne mutlu sana! Ama ne zaman gideceksiniz? Tamam, misafire böyle şeyler sorulmaz da ben de yorgunum malum. Sınavlar-"
"Barlar, kavgalar... Haklısın Asude'ciğim. Yorgunsundur."
Haberleri var demek. İyi iyi ne kadar uzak durulması gereken bir gelin imajı çizsem o kadar iyiydi.
"Aynen. Merdiven altı başka şeylerim de vardı da neyse konu bu değil."
Güldü. "Ancak sen de takdir edersin ki taa Samsun'dan kalkıp geldik. Kalırız bu gece."
Ne harika bir haber bu!
Yemeğimizi sessizce bir süre yedikten sonra bakışlarım ona takıldı. Beni izliyordu. Kaş göz yaparak 'Ne var?' diye sordum. Omuz silkti.
Arkama yaslandım. Anlaşılan konuyu benim açmamı bekliyordu. Açardım.
"Sizinkiler ne diyor?" diye sordum.
"Neye ne diyorlar?" diye soruyla karşılık verdi.
Hasbinallah venimel vekil! Şimdi şu Bezelye kayganasını suratına fırlatacaktım ha!
"Evlenmek istememene!" diye dişlerimin arasından cevap verdim. Gözlerim yemeğe takılınca mesajımı aldı diye umuyorum.
"Evlenmek istemediğimi sana düşündüren ne?"
"Mantık sınırları içinde çalışan beynim?"
Dirseklerini masaya yaslayıp öne eğildi. "Evlenmek mantıksız olsaydı bunu elli bin yıl içinde fark ederlerdi diye düşünüyorum."
İnsanoğlu elli bin senedir mi vardı? Allah Allah! Yeni bir şey öğrendik bugün de.
"Düşünmen gereken elli bin yıl boyunca kimlerin evlendiği değil. Bizim evlenmemizin imkânsız olduğu!"
"Sen kızsın, ben erkeğim. Evliliğe mani bir akrabalığımız yok. Mevcut medeni halimiz bekâr... İmkânsız olan ne?"
Zehir gibi çocuk! Hukuk bilgisi de ateş ediyor. Ancak hukuk okuyan benim tatlı sırık seni!
"İradelerimiz uyuşmuyor. Yoklukla hükümsüz yani"
Yani sen ne kadar evet de desen ben hayır diyeceğim Ferman ABİ'cim.
"Nikâh memurunun karşısına çıkana kadar uyuşuruz eminim."
Ay çıldıracağım. Beni sinir etmek için yapıyordu da yeter yani!
"Senin derdin ne Ferman Abi? Niye benimle uğraşıyorsun?"
Kahkaha attı. "Oradaki 'abi' bir sınır çizgisi miydi?"
Gözlerimi devirdim ve ben de dirseklerimi masaya yasladım. "Sınırlarımı imalarla çizmem ben. Açıkça evlenmeyeceğimizi sana söylüyorum. Senin de istemediğinin farkındayım. Sadece bana yardımcı ol ve dedemi ikna edelim diyorum. Güzelce, kırgınlık olmadan kapansın bu mesele."
"Canım sen olayı çok yanlış anlamışsın. Ya da anlatmamışlar sana. Bizim evliliğimiz yeni ortaya çıkan bir konu değil ki? Geçen yıldan beri bu konuyu konuşuyoruz ve ben seninle evlenmek istiyorum. Yanlış farkına varmışsın yani. Asıl sen daha fazla kırılmadan kabul etsen iyi olur. Hem deneyimin de var. Hayatının bir dönemi bana âşık olarak geçti."
Sinirden kızardım. Gerçekten şu an karşımda kırmızı kumaş sallayan matadora bakan bir boğa gibiydim. Boynuzlarımla böğründe delikler açtığımı hayal ettim.
"5 yaşındaydım Ferman Abi! Ve 10 yaşından beri senden hiç haz etmiyorum. Sen de benden öyle. Unutmuş olabilirsin ama ben benimle geçtiğin dalgaları unutmadım. Nasıl bir egoysa 5 yaşındaki kızın sana olan salak duygularını 20 senedir dilinden düşürmüyorsun."
Yüzü gerildi ama gülüşünü korudu. "Ne güzel işte çocuklarımıza anlatacak harika bir hikâyemiz var."
Hala çocuk diyor çıldıracağım.
"Evlilik olmayacak. Boşuna hayallere kapılma. Şimdiden uyarayım da boşluğa düşme. Hiçbir Allah'ın kulu bana evet dedirtemez."
"Hukuk okudun ya en çok sen biliyorsun değil mi? Sen merak etme biz dedenle anlaştık."
Gülerek arkama yaslandım. "Dedem sana evet desin öyleyse. Mutluluklar dilerim o zaman."
Gülüşü yüzünden silindi. "Asude, senin bu kural tanımaz, asi tavırların hoşuma gidiyor. Aşırı seksi oluyorsun ama dozunu kaçırma. Ortalığın tozunu dumana katarsan o dumanda boğulursun."
Ayağı kalkıp yüzüne doğru eğildim. "Sen karşında kim var sanıyorsun? Ben senin tehdit edebileceğin bir insan değilim. Haddini bil!"
O da ayaklandı ve eli bir anda kolumu kavradı. "Ben de senin had bildireceğin biri değilim. Beni barlarda kucağında gezdiğin adamlarla karıştırma."
Serbest olan kolumu yüzüne geçirdim ve çıkan ses benim bile irkilmeme sebep oldu. Bozuntuya vermedim.
"Asıl sen beni gece koynuna aldığın sabah adını hatırlamadığın or*spularınla karıştırma. Şimdi efendi efendi aileni topla ve naş... Git kendine bulabilirsen dişini geçirebileceğin tehdidine boyun eğecek bir kız bak. Çünkü ben senin hazmedemeyeceğin kadar sert bir lokmayım." Kolumu elinden çekip mutfağın çıkışına yöneldiğimde ardımdan seslendi. "Asude!" dönüp ona bakma gafletinde bulundum.
"İlk gecemizde siyah ve dantelli giy. Bayılırım."
Puşt!
"O gece olursa öncesinden seninkiyle vedalaş. Gerçekten bayıltırım." derken gözlerimle alt tarafını gösterdim ve ayağımla yerde bir şey eziyormuş gibi yaptım.
Ben ailesinden terbiye öğrenmemiş bir kızdım. Ne söylenir ne söylenmez kendime göre, gözlemlerime göre o an karar verirdim ama biri bana belden aşağı vurursa, ben onun belden aşağısını felç ederdim. O utanmıyorsa benim ar damarım çatlardı ona karşı. Ferman Puştunda olduğu gibi...
Şaşkınlıktan ağzı açılırken mutfaktan çıktım. Ve büyük salona geçtim. Beni görmemişlerdi ve sohbet ediyorlardı.
"Ben diyim fazla beklemeyek haftaya nişanı edek" diyen Rıza Dedeyi bir kaç ses onayladı.
"Hee. Ne kadar gısa sürse o gadar iyi." diyen dedemin ardından babam "Baba daha Asude kabul etmedi" diye uyardı. "Önce onunla konuşalım." dediğinde dedem homurdandı.
"Onun rızasını alacak değilik. kendi başıa neler ettiğini de gördük. Daha fazla başıboş galmasın!" dedi dedem öfkeyle. Buradaki herkes aslında rızam olmadığını biliyordu ve zorluyorlardı öyle mi? Öyle olsun.
"Abi senin dorun başımıza bela açmaya? Valla rezül oluruk" dedi Rıza dede. Aşk olsun Rıza Dede yani, seni dedemden iyi bilirdim ben.
Yazık vallahi!
"Yoh benim arada torun hingillikler düşüniy de evlenince aklı başua gelir." dedi dedem. Daha çok malını pazarlamaya çalışan pazarlamacı gibiydi. Bana kefil değildi de -miş gibi yapıyordu.
"Perşembe gelip isteyin Pazartesü nişanı ederik." dediğinde gözlerim fal taşı gibi açıldı.
Omzumda hissettiğim dokunuşla sıçradım. Ferman kolunu omzuma atmıştı. Kulağıma fısıldadı. "Benimkinin tadına bakacağın gece için sayılı günümüz var Feşel cücük* Bir laf vardır altta kalan ezilir. Cüsselere bakılırsa altta kalan benimki olmaz."
(Feşel Cücük*: Yaramaz civciv)
İğrenç pislik! Kolunu ittim. E ben de Asude'ysem sizi elinizdeki düğünle patlatmaz mıydım?
Kimseye bir şey demeden odama gittim ve kapımı kilitledim. Bu sapıktan her şeyi beklerdim. Onu yakışıklı bulduğum için kendime de teessüflerimi iletip yatağıma uzandım ve bir kurtuluş planı yaptım.
İnanılmaz marjinal ve görülmemiş bir plandı. Herkes şok olacaktı ve bu kız bunu nasıl düşündü diyeceklerdi.
Ne miydi plan?
Tabi ki evden kaçacaktım!
⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Diğer bölüm görüşmek üzere kendinize iyi bakın❤
Etkileşim ne kadar yüksek olursa bölümler o kadar hızlı gelecek. 😊
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.8k Okunma |
1.18k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |