⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
23. Bölüm
Bölüm şarkıları: Özgün- Sadece Arkadaşız
Hayatım boyunca bir şeyleri yapmadan önce o şeyler hakkında çok fazla düşünmem gerekmemişti sanırım. İstemiştim ve yapmıştım. Çoğu zaman diyetini ziyadesiyle ödemiştim ama yapmıştım. Bu şeylerden biri de tanımadığım biriyle evlenmeye karar vermek olmuştu. Hayatım boyunca verdiğim en zor karar ve en zor yalan olacağını düşünmüştüm ama bu evlilik sadece daha büyük yalanlara kapılarımızı açacakmış, bunu anladım.
Derya'nın bana iki tane yalan söylediğini itiraf etmesi üzerine çok bozulmuştum ve onu çok kınamıştım ama şimdi de benim ona yalan söylemem gerekiyordu.
Tamam... Ben de ona iki tane yalan söyleme hakkına sahiptim ve birini çoktan söylemiştim. 'Temasın beni rahatsız ediyor' derken kendimi bile şok edecek bir yalan söylemiştim ve şimdi yaptığımız anlaşmaya göre artık sadece bir yalan söyleme hakkına sahiptim.
O bana nasıl bir yalan söylediğini söylemediği için ben de ona ne yalan söylediğimi söylemek zorunda değildim. Yine de kalan hakkımı Valeria için kullanmak istemiyordum ama söyleyeceği şeyi merak da ediyordum. O yüzden gerekirse yalanlarımdan birini Derya'ya itiraf eder, yeni bir yalan söyleme hakkı isteyebilirdim. Ya da o da yalanlarından birini itiraf ederdi ve yalan söyleme kotamızı bire düşürürdük. Bilemiyorum. Ama ondan az yalan söyleyerek-bu sanki bir yarışmış gibi- altta kalmak istemiyordum. Tamam kabul ediyorum, normal bir takıntı değildi bu. Biraz tuhaftım.
Geldiği zaman hepsi üst üste geliyordu. Telefonum çaldı ve şu an en son görmek istediğim isim ekranda belirdi.
"Kaptan?" diyerek açtım telefonu direkt.
Valla arkandan bir takım hingillikler çeviriyorum ama neyse...
"Çalışıyorum..." dedim. Sonuçta şu an boş otursam da işteydim ve mesaim işliyordu.
"Babamla konuştuk biraz önce." dedi. Ben de biraz önce babasıyla konuşmuştum ama bu bilgiyi vermeden önce lafını tamamlamasını bekledim.
"Seni de arayacağını söyledi. Aradı mı?"
Çakalsın Derya! Kendisi arayıp söyleyememiş de babasına söyletmiş demek ki! Arkandan iş çevrilmesini hak ediyorsun kesinlikle!
Asu-de... Vicdanını rahatlatma çabanı anlıyorum ve buna alışık olmadığını da biliyorum ama biraz daha makul mü olsan? Ne yaptı da hak etti çocuk şimdi?
Zaten bana hak versen şaşardım. Artık hocaya gideceğim! Çıkarsınlar bu iblisi içimden! Tıpta da bunun çözümü yok bence!
"Aradı." dedim. Sessizlik oldu. Sormadan patır patır anlatmamı bekliyordu. Çok beklerdi.
"Peki, sen ne dedin? Ben seni zorlamamasını ve gitmek istememekte haklı olduğunu söyledim ama babam sana ne dedi bilmiyorum."
Ya... Demek sen beni savundun ve babanı uyardın, öyle mi? Ne kadar masum... Hiç de hak etmiyor yalanı...
Hah! Bak işte! Hocalar asıl seni benden alsınlar! Yok mu daha aklı başında bir kafa? Gidip onun iç sesi olayım!
"Gideceğimizi söyledim." dediğimde cevap vermedi. "Ancak annen sessiz kaldığı sürece sessiz kalacağımı ve hiçbir şekilde alttan almayacağımı da söyledim."
Annesiydi en nihayetinde. Ben böyle konuşunca üzülüyor olmalıydı. Normal şartlarda bu benim zerre kadar umurumda değildi ama konu Derya iken garip bir şekilde bunları düşünüyordum. Daha önce hiç kimseyle bu kadar iç içe yaşamamıştım. Aynı çatı altında kalmak beraber yaşamak değildi. Ordu'da odamda yalnız yaşıyordum, İstanbul'da tek yaşıyordum. Kimseyle onunla olduğum kadar haşır neşir olmamıştım. Gece aynı yatağa giriyorduk, daha ne kadar yakın olunabilir zaten?
Normalde burada sana cevap vermem gerekiyor ama bildiğin soruları sorarak aklımla dalga geçtiğin için ve bana iblis dediğin için seninle muhatap olmuyorum Asu-de. Yoksa daha ne kadar yakın olunabileceğini söylerdim.
İç sesimin benim bir parçam olduğuna inanmak güç.
"İ-iyi yapmışsın. Ben de sessiz kalmam zaten bir şey yaparsa."
"O senin annen Derya. Annen söz konusuyken benim yanımda olmak zorunda değilsin. Daha doğrusu annene benimle beraber cephe almak zorunda değilsin. Hem zaten biz en başta konuştuk bunu. Annenin beni sevmemesi işimize gelir çünkü Valeria'yı daha kolay kabul eder."
Asu-de burayı duman bastı. Ne oluyor? Benden kurtulmak için yangın mı başlattın içeride? Öhö öhö!
Kasten yaptığım bir şey yoktu ama içimde bir sıcaklık olmuştu. Bir hararet ben de hissediyordum.
Derya çok uzun bir süre cevap vermedi ama sonunda boğazını temizleyip "İş çıkışında arkadaşlarımla buluşacağız." dedi.
"Hmm" diye bir ses çıkartmamın sebebi ne diyeceğimi bilememekti. Neden bu bilgiyi bana vermişti anlamamıştım. İzin alıyor olamazdı, değil mi?
"Seninle tanışmak istiyorlar. Çok ısrar ettiler ama sana sormadan bir şey demek istemedim." dediğinde bu bilgi bir anlam kazandı. Aslında oynadığımız oyunun arkadaş çevresiyle bir ilgisi yoktu ama ben de yayla dışında bir yer görmüş olurdum. Göz açardım biraz. Hem ne olacaktı sanki?
"Olur. Benim için de bir değişiklik olur." Dedim.
Son söylediğim şeye neden cevap vermemişti acaba? Başta planımız bu değil miydi? Kendisi bana şirret ol dememiş miydi? Tamam direkt şirret kelimesini kullanmamıştı ama onu kast etmişti. Valeria'yı kabul ederler falan da demişti. Ne güzel işte ekmeğine bal sürüyordum.
"Tamam, ben seni iş çıkışı alırım. Olur mu?"
Tam cevap verecekken araya girdi. "Yanlış anlama, gelip kendimi göstermek gibi bir amacım yok. İstersen başka bir yerden de alırım seni."
Gülümseyişim yüzümdeki tüm mimiklerimi oynatacak kadar büyüdü. "Gelince çaldır, aşağı ineyim Kaptan." dedim bıkkın bir tonlamayla. Babasına sigara içerken yakalanmış da bir sonraki sefer elinde çakmak gördüğünde yanlış anlamasın diye açıklama yapmaya çalışan bir ergen gibiydi.
Derya "Olur. Çaldırırım." dedi nefesini vererek.
Bir şey demeyince "Görüşürüz o zaman?" dedim. O da "Görüşürüz Asude." dedi imalı bir şekilde ama neye ima yaptığını anlamadım. Bu kez iç sesim de anlamamış olacak ki sesi çıkmıyordu.
Telefonu kapattığımda içime bir sıkıntı çöreklendi. Derya'dan sır saklamak istemiyordum. O, hiç icap etmemesine rağmen bana birini beklediğini, asıl aşkının o olduğunu bile söylemişti. Ben ise onun sevgilisiyle onun arkasından iş çeviriyordum. Yalan söylemek hiç bu kadar zor olmamıştı. Bu yalanı söylemek bir yalanı yaşamaktan daha zordu benim için.
Ben, ilkeleri olan, örnek bir insan olmadım hiçbir zaman. Arkamdan ya da yüzüme karşı söylenen şeyler daima 'Bencil, kurnaz, şımarık, hadsiz, terbiyesiz' kelimeleri ve bunların türevleri olmuştur hatta ama ilk kez bencillik yaparken içim hiç rahat değildi.
Benden destek beklediğinin farkındayım ama senin işlerine karışmıyorum artık Asu-de. Zaten sallamıyorsun hiç beni.
Tamamen yalnızdım. Eğer aramızdakileri bir kişi bile bilse gidip ona sorardım ne yapmam gerektiğini ama kimse bilmiyordu. Bilen tek kişi Valeria'ydı ve Derya'nın arkasından iş çevireceğim kişi de oydu.
Hemen kötü düşünmemek lazım. Belki de iyi bir niyeti vardı... Kaptan'a sürpriz yapmak istiyordu.
Ne için olduğunu bilemem ama sevgililerin birbirine sürpriz yapmak için nedene ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. İçinden gelmiştir, özlemiştir, aralarında sorun vardır onu halletmek istemiştir. Normal yani...
Aşk profesörü gibi davranmam komikti ama başka bir şey bulamıyordum. Bu kız neden benimle konuşsun ki?
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Apartmandan çıkarken nasıl davranmam gerektiğini düşünüyordum. Normalde yalan söylerken yakalanma şüphesi yaşamadığım için rahat olurdum ama bu kez hem vicdan azabı çekiyor hem de iş birliği yapacağım kişi onun sevgilisi olduğu için nedense kendimi bir tuzağa gidiyormuş gibi hissediyordum.
Apartmanın önüne çıktıktan bir dakika kadar sonra Derya ve Duha Abi geldiler. Duha Abi arabadan inerken "Nasılsın Asude?" diye sordu neşeyle.
Samimi bir şekilde gülümseyip "İyiyim Duha Abi. Sen nasılsın?" diye karşılık verdim.
"İyiyim ben de. Karım çıkmıyor mu?"
Bakışlarımı binaya çevirdim. "Bir dosyayı inceliyordu. Yarım saate çıkar."
Başıyla onayladı ve eğilip Derya'ya elini salladıktan sonra benim de omuzlarıma dokundu. "Size iyi eğlenceler o halde. Ben yukarı çıkıp ortamı bir koklayayım. Uzun zamandır görünmüyordum."
Gülüp başımı iki yana sallarken arabaya bindim. Duha Abi zili çalıp beklerken ben kemerimi takıyordum.
"Naber Kaptan?" diye sordum doğal olmaya çalışarak. Acaba halini hatırını sorarken yüzüne baksam daha mı doğal olurdu?
"Bir haber yok. Avukat olan sensin haberler sendedir." dedi. Keyifli çıkarmaya çalıştığı sesinin bunu yaparken zorlandığı ve keyfinin aslında kaçık olduğu anlaşılıyordu.
"Bir şey mi oldu?" diye sordum.
Karışmayayım, karışmayayım diyorum ama sen de yalan söylememek için fırsat arıyorsun. Ne oldu? Acıdın mı şimdi de? Üzgün diye arkasından iş mi çevirmeyeceksin Asu-de?
"Bir şey olmadı. Yoğun bir gündü ve yoruldum biraz." dedi. Doktor olduğu için bu makul bir sebepti. Gerçi ne iş yapıyor olursa olsun bu makul bir sebepti. Ancak içimden bir ses yorgunluktan ziyade keyfi yok diyordu.
Ben değilim o ses Asu-de! Beni karıştırma.
"İstersen ertele. Başka zaman gideriz buluşmaya." dedim. Yem attım daha doğrusu.
"Yok, gerek yok. Hoş muhabbetler zihin dinlendiriyor."
Başımı sallarken "Peki, sen bilirsin." dedim. "Ama sanki bana biraz bozuk gibisin."
Elimde yem boldu. Atıp duruyordum işte.
Gözlerini çok kısa bir an yoldan alıp yüzüme baktı ama sonra yola çevirdi tekrar. "Neden öyle düşündün ki? Sana bozuk olacağım bir şey mi yaptın?"
Onun da bolca yemi vardı anlaşılan. Güzel yakaladı beni.
"Bilmiyorum, onu sen söyleyeceksin. Ben biraz şeyim biliyorsun..."
"Şey işte... Umursamaz, düşüncesiz, patavatsız... Ne dersen artık. Sana bir şey demişsem, yapmışsam bile fark etmemiş olabilirim. Bu yüzden bana kırılırsan ima etme, direkt sebebini söyle."
Gülümsedi. Bu daha çok ağzı kapalı bir gülüş gibi gülümsemeydi. Ağzı açık olsa kahkaha sesi çıkardı sanki.
İçli bir nefes verip "Genelde erkekler böyle olmaz mı? Kadınlar da bundan şikayetçi olur." deyince ben de güldüm. "Genelde romantik olan da kadınlar olur. Bizim evliliğimizdeki romantik sensin. Tüm odunluğuna rağmen..."
Onu övmemi görmezden gelerek tek bir kelimeye taktı ve bana hayretle bakıp "Odunluğum mu? Ne odunluğumu gördün?" diye sordu. Tam olarak nereden başlasaydım acaba?
Bu konuda kendime güvendiğimi belli eden tavrımla "Tek bir örnek vereceğim ve sen kabul edeceksin." dedim. O da kendinden emin bir şekilde başıyla onayladı. İnsanoğlu işte kendine çok güveniyordu...
"Seninle ilk tanıştığımız gün... Gemide baş başa konuşmak için Köprüüstüne gitmiştik ya." Başını salladı. "Orada tek bir oturacak yer vardı ve sadece ikimizdik. Oturacak yer dolu olduğu için ben ayakta kaldım." Yine kısa bir an yüzüme baktı. Anlamayınca devam ettim. "Hangi odun oturmuştu tahmin et?"
Yüzündeki hayrete rağmen güldü. "Hak etmişim o zaman odunluk madalyasını."
Ben de başımla onayladım onu. "Kimseye boş atmam ben." dediğimde onaylamazca başını iki yana salladı ve sırıttı.
Kötülediğimi düşünsün istemedim o an ve o yüzden "Ha tabi, bende de var biraz odunluk farkındayım. Odun olmak kötü bir şey de değil zaten." dedim.
Onu teselli etmene gerek yok. Vicdanını çok saçma bir şekilde rahatlatmaya çalışıyorsun Asu-de!
Aman senden de bir şey kaçmasın!
Bir et-balık restoranına geldiğimizde Derya içeri girerken elimi tuttu. Rol için olduğunu bildiğimden ses etmedim. Hoş ses etmem için önce rahatsız olmam gerekiyordu da hadi neyse...
Derya adımlarını iki kız, iki erkeğin bulunduğu masaya yönlendirdiğinde kimlere karşı rol yapacağımızı anladım.
"İyi akşamlar." dedik art arda masadakilere. Onlar da bize aynı şekilde "İyi akşamlar" derken ayağa kalkmışlardı. Sırayla herkes birbiriyle tokalaştı. Kızlar da birbirine sarıldı ve bu hengâme sonunda bitti ve oturduk.
"Hayatım, arkadaşlarım;" diye söze başlayan Derya önce sarışın, yeşil gözlü çocuğu gösterip "Zübeyir, mesai arkadaşım" dedi. Gülümseyip başımı bir kez aşağı doğru indirdim. "Eşi Dilhan, Dilhan da bizim hastanede hemşire." Aynı şekilde Dilhan'a da baş selamı verip gülümsedim. Dilhan, beyaz tenli, açık kahverengi gözlüydü. Yüz hatları keskin, burnu biraz kemerliydi. Oldukça güzel bir kadındı. Dişlerini mesela, çok beğenmiştim.
Derya daha sonra masanın diğer başında oturan esmer çocuğu gösterdi. "Fatih, de bizim hastanede kalp cerrahı. Aynı zamanda lise arkadaşım. Fatih'le arkadaşlığımız çok eski yani. Eşi Ceylin" Yanındaki kızıl saçlı kadın, oldukça güzel olmasının yanında çok fazla cazibeliydi. Saçları boyaydı ama çilleriyle beraber oldukça doğal durmuştu. Dilhan'a göre daha soğuk duruyordu ama ben Fatih ve Ceylin'e de aynı sevecenlikle başımı sallamıştım. Bu baş sallamanın anlamı 'tanıştığıma memnun oldum' demekti. Umarım onlar da memnun olmuşlardı.
Derya "Eşim Asude." diyerek sonunda beni de tanıştırdığında şükür ki tanışma faslımız bitti. Zübeyir "Sonunda meşhur Asude ile tanışabildiğimiz için çok mutluyuz." dedi. "Gerçi geçen hastanede şöyle bir uzaktan görmüştük ama..."
Çiçek Hanım'ın hastaneye kaldırıldığı günden bahsediyor olmalılardı.
Fatih "Evliliğiniz bizi çok şaşırttı." dedi kalın ses tonuyla "Daha önce adını bile duymamıştık."
Gülümsedim. Hepsi Valeria'yı tanıyor olmalılardı.
"İnanın bizi de çok şaşırttı." dediğimde kısa bir an duraksasalar da gülmeye başladılar.
Ceylin imayla Derya'ya bakıp "Derya çok ketum. Bize hiçbir şey anlatmadı." dedi. Derya gözlerini devirdi. İkisinin arasında negatif bir şeyler vardı.
"Aslında ben de hiç kimseye bir şey anlatmamıştım. Birbirimizin hayatında başkalarına anlatacak kadar yerimiz yoktu belki de..."
Bu açıklamam herkesi, haklı olarak şaşkına çevirmişti. Derya da bana merakla bakınca açıkladım.
"Yani olur ya hayatınızda bazı insanlar vardır ama nasıl tanımlayacağınızı bilemediğiniz için hiç ondan bahsetmezsiniz. Ortak hiçbir tanıdığınız yoktur, rastlantılar üzerine karşılaşırsınız falan... Öyleydi bizimkisi de."
Aslında kısmen doğru söylüyordum. Biz de rastlantı üzerine tanışmıştık. Ve hemen evlenmeye karar vermiştik. Bunu sadece daha uzun bir zaman almış gibi anlatıyordum.
"Evliliğimizin aceleye geldiğinin farkındayız ama kısmet, öyle gerekti işte."
"Ben anlıyorum sanırım." diyen Dilhan'a baktım. "Zübeyir'i hep okulda görürdüm. Günün birinde onunla evleneceğimi asla tahmin edemezdim."
"Siz de mi aynı lisedeydiniz?" diye sorduğumda başını iki yana salladı. "Biz ikimiz de Ankara'da okuduk. Üniversite yani... Aynı hastanede çalışmamız tamamen kader..."
"Yani okulda hiç böyle bir durum yoktu ama hastanede âşık oldunuz?" diye sorduğumda başını iki yana yatırdı. "Gibi bir şey... Aslında biz görücü usulü tanıştık." dedi birden diğer tüm detayları es geçtiği izlenimini vererek... Görücü usulü mü?
"Ne?" dediğimde güldü. Şaşırmam gayet normaldi. Oldukça haşır neşir duruyorlardı kocasıyla. Ben bile aşıklar diyebilirdim mesela. "Zübeyir'in annesi onu görmeye hastaneye gelip beni görüp beğenmiş. Sonra işte bizim kızlara sormuşlar falan. Ben kesinlikle olmaz dedim ama kızlar annemin numarasını vermişler. Öyle işte..."
Derya kolunu sandalyemin sırtına atıp "Görücü usulü dediğine bakma." dedi imayla. "Bu sadece birbirlerini fark etmelerini sağladı. Hayatımda onlar kadar birbirine âşık olan başka bir çift görmedim. Murat Abim ve Nilay hariç tabi."
Ceylin "Kocamı rahat bırakırsan başka bir çift daha görebilirsin." dediğinde negatifliğin sebebini anladım. Kızın kocasına el koyuyordu kesin benim Kaptan.
Ceylin bana bakıp "Artık evlendiğine göre kocam biraz daha bana kalabilir umarım." dedi. Güldüm. Derya da gülüp "Fatih, hayatım bu karın neler diyor böyle?" diye sordu. Tamamen Ceylin'e oynuyordu.
Fatih "Sen takılma bebeğim ona." dedi. Bebeğim derken, Ceylin'den değil, Derya'dan bahsediyordu, yanlış anlaşılma olmasın.
Ceylin çatalı kavradı. "Fatih, seç bakalım, seni mi deşeyim yoksa bebeğini mi?"
Masada kahkahalar yükselirken Fatih koskocaman cüssesine tezat bir şekilde bir bebek gibi karısına sokuldu. "Bırak o çatalı aşkım. Bizi deşmen önemli değil de sen hapishanede yapamazsın." diyerek karısının kızıl bukleleriyle oynamaya başladı.
Derya'nın arkadaşları oldukça hoş insanlardı. Derya da onların yanında normalde olduğundan daha fazla gülüyordu.
"Çıkışta sahilde otursak mı biraz?"
Dilhan'ın önerisine Ceylin "Çay da alırız." diyerek katılınca Derya bana baktı. "Olur." dedim. Aramızda gerilimin olmadığı, sahte evliliğimize odaklanmadığımız günler çok azdı. Onun karısı olarak burada olsam da arkadaş ortamındaymış gibi hissediyordum kendimi.
Yemeklerimizi yedik. O sırada genelde erkeklerin arasında futbol ağırlıklı bir sohbet döndü. Sonra hastanedeki dedikodulardan bahsettiler. Ve kalktık. Hesabı kim ödedi bilmiyorum. Toparlanıp kalkarken Derya'ya "Hesap?" diye sordum. "Bizim hastaneyle anlaşmalı burası. Hastaneye gönderiliyor hesap." deyince de başımla onayladım. Kurumsal bir hayat yaşamanın sadece kötü yanları yoktu tabi.
Bir semaver çay isteyip restorandan çıktık ve sahilde kumların üstünde oturduk. Bu dönemde İstanbul sıcaktan kavruluyor olmalıydı ama Doğu Karadeniz için bu saatler dışarıda, hele de deniz kenarındaysanız bir polara ihtiyacınız oluyordu. Bu yüzden üç tane polar istedik.
"Sen avukattın değil mi Asude?"
Dilhan'ın sorduğu soruyla gözlerimi dalgalı Karadeniz'den alıp ona çevirdim. "Tam olarak değil ama evet, hukuk mezunuyum."
"Doğru sizin de sınavlarınız oluyordu." Dedi. Hangimizin sınavları olmuyordu ki? Başımla onayladım.
"Ben de avukat olmak istemiştim." Diyen Ceylin'e çevirdim bakışlarımı. "Liseye geçince ders çalışmayı sevmediğimi fark edince hedeflerimi küçülttüm. Atanmaya çalışan bir sınıf öğretmeniyim şimdi."
Herkes gülse de ben gülememiştim. Bence çok üzücü bir durumdu ve eminim çok baskı altında hissediyordu kendini.
"Eminim atanırsın." dedim. "Çok kasmamak lazım. Bazı şeylerin bizim kararlarımız dışında olduğuna inanıyorum. En güzel zamanda en güzel kapı açılır."
Diğerleri gülmeyi kestiler. Çünkü ben bu konuyu ciddiye almıştım. Gülüp geçsem Ceylin de gülüp geçecekti ama bu konu biraz... Toplumsal bir sorundu işte...
"Sen nasıl karar verdin avukat olmaya?"
Fatih, karısının hüzünlendiğini görünce ilgiyi onun üstünden almak istedi muhtemelen. Bu sorunun cevabını kocam da yeni öğrenecekti. Daha önce üstün körü bahsetmiş olabilirdim tabi... Çok hatırlamıyorum.
"Gülmek yok ama." dedim. Böyle bir çıkış beklemedikleri için şaşırmış, daha da meraklanmışlardı.
"Şimdi benim dedem biraz despot bir adam." dedim. Derya'ya baktım. Dedemi tanıyor, onun hakkındaki düşüncelerimi biliyordu. İlk görüşte dedemi tonton sanıp bana laf soksa da sonunda o da görmüştü gerçekleri.
"Annemle babam boşanınca-" Burası sesimin tonunun düştüğü, onların da gözlerini kaçırdıkları yerdi. Fazla es vermeden devam ettim. "Dedem bana sardı. Her yaptığım ona batıyordu, her şeyime karışıyordu. İşte normalde şehir dışında üniversite okumama da karşıydı ve babam inanılmaz bağlı babasına, sözünden pek çıkmaz. Çıksa da telafi eder..."
Annemle dedeme karşı çıkarak evlenmesi ama sonunda yine de boşanması mesela...
"İşte dedim ki bir gün. Benim buradan kaçmam lazım. İstanbul'da okumak istiyordum ama şehir dışı zor, İstanbul imkânsızdı benim için. Ne yapabilirim, ne yapabilirim diye düşünerek kendimce çözüm buldum. İyi bir üniversitede iyi bir bölüm kazanırsam diretip giderim diye düşündüm ve öyle yaptım. Tabi bu benim iki seneme mâl oldu ama olsun. Sonra da okulu uzatabildiğim kadar uzattım işte dönmeyeyim diye."
Hem şaşkınlardı hem de oldukça eğleniyorlardı. Ancak ben yansıtmadığım için ve toplumsal bir yara da olmadığı için aslında ne kadar acıklı bir hikâye olduğunu bilmiyorlardı.
"Okulu uzattığına göre İstanbul'da güzel bir hayatın varmış." diye bir varsayımda bulunan Zübeyir'e, karısı benim yerime cevap verdi. "E tabi! Hem Derya da oradaymış. Niye güzel bir hayatı olmasın?"
"Ama o zamanlar Valeri-" Fatih'in sözü karısı tarafından yan tarafına yediği uyarı dirseğiyle kesildi. Lafını tamamlasa, o zamanlar Derya'nın hayatında Valeria'nın olduğunu söyleyecekti.
"Ben yoktum." dedi Derya. Başımı ona çevirdiğimde o da bana baktığı için göz göze geldik. "Ama Galata Kulesi vardı. Asude'nin bu hayattaki en büyük aşkı..."
"Galata Kulesi mi? Ne alaka?" diye sordu Ceylin. "Kız Kulesi olsa neyse de..."
Yine başlıyorduk. "Güzel şartlar altında güzel olanı herkes sever." dedim. "Herkesin sevdiği pek ilgimi çekmiyor benim. Hatta son yıllarda Galata Kulesinin bu kadar dile getirilmesinden de hoşlanmıyorum. Kıskanıyorum işin doğrusu... Bir de bazen ışık gösterileri yapıyorlar... Çıldırıyorum."
Herkes şaşkınca bakıp ağzını açamadığı için Derya "Size en büyük aşkı demiştim. Beni bu kadar sahiplenip kıskanmaz." Diyerek şaşkınlıklarını dağıttı.
Zübeyir, Dilhan'a baktı. "Kimsenin görmediğini görmek farklı bir his... Daha ait, daha bağlı hissettiriyor."
"Derya senin ilk aşkın mıydı?"
Ceylin'in bu sorusu sanki ortamı biraz gerdi. Ben şahsım adına gerildim çünkü Derya benim değil ilk, herhangi bir aşkım değildi.
"Değildi." dedim gülümseyerek. "İlk âşık olduğumda 5 yaşındaydım."
Güldüm. Ben gülünce diğerleri de güldü. "Şimdi çocuğu görsem tanımam. Adı Kemal'di ama soyadı asla aklıma gelmiyor mesela. Sanırım benden bir iki yaş büyüktü. Açıkçası pek umurunda değildim."
"Küçükken de çok güzel olduğuna eminim."
Dilhan'ın iltifatına gözlerim çizgi halinde güldüm. "Teşekkür ederim. Bence de küçükken çok güzeldim. Onun kendi zevksizliği yani... Ben bir şey kaybetmedim."
Derya'ya çevirdim bakışlarımı. "Kocam daha yakışıklı."
"Şu anki halini bilmiyordun hani? Nereden biliyorsun benim daha yakışıklı olduğumu?"
Derya'nın huysuz sorusuna kıkırdadım. Kıskanç koca rolünü çok güzel oynuyordu. Acaba gerçekten evli olsak nasıl olurdu? Olmak istediğimden değil, merak ettiğimden.
Beni neden ikna etmeye çalışıyorsun? Bu durum çok şüpheli bence Asu-de?
Ne şüphesi ya? Sen de buluttan nem kapmaya ne meraklısın!
"On kıza sorsak on ikisi senin yakışıklı olduğunu düşünür. O iki kişi de kulak misafiri olmuştur soruya... İlla övelim mi?"
Onu överken neden bu kadar atar yapmıştım bilmiyorum ama bu durum onu da diğerlerini de güldürmüştü.
Ceylan gözlü Ceylin neyi zorluyorsun hayatım?
Derya'ya incelemek suretiyle gözlerimi diktim. O da bana bakıyordu. "Yani..." dedim bir şey bulamayınca. "Bütün olarak bakınca yakışıklı, boylu poslu bir adam... Kaptan olarak karizması, Doktor olarak havası var... İyi yani."
"Şu an rutubetli evini satmaya çalışıyormuşsun gibi bir tavrın var."
Zübeyir'in benzetmesine gülüp Derya'ya baktım. Gülüyordu ama ben ona dönünce gözlerini devirdi.
"E tabi biraz rutubeti var. Yağmur altında kalmış ıslak odun gibi... Sonuçta kaç kişi düğünün ertesi günü denize açılıp işe gider? Resmi işinden bile izinliyken üstelik!"
Ceylin de Dilhan da eşlerine baktılar. "Yapmamışlardır." Dediğimde ikisi de sessiz kaldı ama yüzlerindeki ifadeye bakılırsa yapmışlardı.
"Seminer vardı." dedi Fatih. Ardından Zübeyir "Benim de... Hem o gün Profesör Dane'in son semineriydi. Adam emekliye ayrılacaktı." diye onu destekledi.
Fatih "A evet, hatırlıyorum o semineri." dedi. "Geç haberim olduğu için uçak bileti bulamamıştım."
Derya "Gördüğün gibi olabiliyor bazen." dedi. Gözlerimi baydım. "Olmazları oldurmakta kadınların üstüne yok. Biliyorsun değil mi? Kışkırtma istersen!" diye soludum. Ceylin elini çakmam için uzatınca çaktım.
Saat geç olunca 'Tanıştığımıza çok memnun olduğumuzu' ve 'Mutlaka tekrarı olması' hakkında konuşup ayrıldık. İtiraf etmem gerekir ki çok eğlenmiştim. Bu buluşma aynı zamanda aklıma kendi arkadaşlarımı ve onlarla geçirdiğim zamanları da getirmişti.
Yaylaya doğru giderken etraf gerçekten çok karanlıktı.
"Hayret! Normal kız arkadaşların da varmış. Gerçi sayılır mı bilmem... Evliler sonuçta. Eş durumdan arkadaş normal arkadaş mıdır?"
Derya alayla güldü. "Dilhan'la evli değilken de yakın arkadaştık." dedi. Omuz silktim. "Şaşırtıcı bir şey sadece... Bir şey demedim."
"Bu dememiş halin mi?" bıyık altından gülüp başımı yan cama çevirdim ama karanlıktan bir şey gördüğümü söyleyemezdim. Etraf dağ, taş ve ağaçtı. Daha doğrusu onların bile korkutucu gölgeleriydi.
Sessizlik olunca vicdanım konuşmaya başladı. Onun arkasından iş çevirmek çok zordu. Olmuyordu...
"Derya..." dedim kedi kadar uysal bir ifadeyle. O da bu tavrıma ve sesimin tınısına şaşırdı.
"Mesela..." dedim duraksayarak. "Birbirimize yalan söylemeyecektik ama sen bana 2 tane yalan söylediğin için benim de iki tane yalan söyleme hakkım olmuştu ya..."
Başını yoldan çevirmeden onaylarcasına aşağı yukarı salladı.
"Şimdi diyelim ki ben sana bir yalan söyledim ama sonra doğrusunu söyledim. O zaman yine iki tane mi hakkım oluyor?"
Güldü. "Çok çakalca bir hareket bu yalnız." dedi gülerken. Gözlerimi devirdim.
"Nesi çakalca? Ben bir hukukçuyum ve adil olmaya çalışıyorum."
"Şunu anlıyorum. Bana iki tane yalan söyledin çoktan ama bir yalan daha söylemen gerekiyor."
Gözlerim irileşti. "Hayır tabi ki! Sana iki tane yalan söylemedim. Sadece aklıma takıldı diyorum. Hâlâ yalan söyleme hakkım var sana!"
Gözlerini kıstı. "Şimdi şöyle ki hakkını kullanmışsan kullanmışsındır. Yerine yeni hak gelmez."
"Niye? Ben sana itiraf edince sen de edecek misin? Sen o iki yalanı söylemeye devam ediyor olacaksın."
"Bence adil olan eşit olması. Yani sen eğer bana 2 yalan söylüyorsan sen itiraf edene kadar benim de iki yalan hakkım olmalı. Doğrusunu söyleyince yalan olmuş olmuyor sonuçta."
"Karın ağrın ne Asude? Bir sorun var belli."
Dürüst olacaktım ama o kadar da dürüst değil.
"Şimdi ben sana yalan söylemem gerekeceğini düşünmemiştim hiç ama sen bana yalan söyleyince farkına vardım ki benim de yalan söylemem gerekebilir sana."
Neye bu kadar gülüyordu bilmiyorum. "Eee?" dedi devam etmemi istercesine ama gülüp asabımı bozuyordu.
Takılma Asu-de devam et! Ben de ne diyeceğini merak ediyorum.
"Şimdi ben sana bir tane yalan söyledim. Çok gerekli bir yalan değildi ve zaten isteyerek de söylemedim. Söyledikten sonra fark ettim hatta... Bir tane hakkım boşu boşuna gitmiş oldu. Niye öyle bir yalan söylediğimi de bilmiyorum ve zaten dediğim gibi farkında değildim yalan olduğunun, sonra fark ettim. Özetle ağzımdan kaçtı"
"Bir şey daha soracağım." dedim.
Aynen Asu-de nasıl bir soru bu Allah aşkına?
"Olmayan şeyi varmış gibi göstermek ya da tam tersi. Google'a sor, benim tanımım Google'dan farklı değil çünkü."
Tüm tanımlar bir eylem içeriyordu. Yani...
"O zaman doğru söylememek yalan söylemek demek değil." Dedim.
"Nasıl yani?" diye sordu bu kez. Beynini yakmıştım çocuğun.
"Şimdi sana yalan söylemesem ama doğruyu da söylemesem, hiçbir şey söylemesem yani... Bu yalan söylemek değil."
"Asude, geriliyorum." dedi. Yeni yeni gerilmeye başlamış olması ne hoş... Sabırlıymış.
"Şimdi dürüst olacağım ama çok fazla da dürüstlük bekleme benden. Senden gizli bir şey yapmam lazım. Haberinin olup olmamasına sonra, duruma göre karar vereceğim."
Cevap vermeyince devam ettim. "Bu da yalan hakkımdan gitmeyecek ama..."
Sinirli olduğu bariz bir gülüş doldurdu arabayı. "Pışık!" dedi bastırarak. "Bir akıllı sen misin?"
"Sana sordum, Google'a bak dedin. Baktım ve söylediklerime aykırı bir şey bulamadım. Belgelerle konuşuyorum şu an."
Kusura bakmasın şu an vicdanımı rahatlatmanın yolunu bulmuştum. Ayrıca ben bir avukattım canım! Bunu elbette kullanacaktım!
"Bak söylüyorum da sana senden gizli bir şey yapacağımı. Bunu da yapmayabilirmişim."
"Niye söylüyorsun peki? Daha da kudurtmak için mi?"
Hayır be Kaptan! Hiç de insanlıktan anlamıyorsun. Cevap vermediğim için o konuşmaya ve sorular sormaya devam etti. "Ne peki? Niye benden gizli bir şey yapman gerekiyor? Hayır, niye zorundasın! Benimle mi alakalı? Kendinle mi? Evden kaçmayacaksın yine değil mi?"
"Bir dur. Şöyle ki seninle mi alakalı benimle mi bilmiyorum. İkimizin de alakası olabilir. Belli olmaz. Açıkçası ben de sana anlatmak için can çekişiyorum ama sanırım şu an anlatmamam en sağlıklısı. Ve hayır, evden kaçmayacağım."
"Tamam o zaman ilk söylediğin yalanı söyle bunun yerine." dedi. Oooo bu da uyanıklık yapıyordu.
"İlk teklif ettiğimde kabul etseydin. Şimdi geçti. Başka bir yol buldum." dedim. Keşke konuşmaya ilk oradan girmeseydim. Bir tane yalan söylediğimi öğrenmiş oldu boşu boşuna.
"O zaman bende senden bir şey gizlerim. Söylemeyince yalan olmuyor ya!"
Bu böyle giderse işimiz yaştı.
"Bunu bir düşüneyim ben." dediğimde güldü.
"Asude seninle konuşurken bir yerden sonra kendimi ilkokul 2. Sınıf gibi hissediyorum. Ne yapıyoruz Allah aşkına ya?"
Ben de güldüm. "Eve gidince yatağı tebeşirle ayırmayı düşünmeye başlamışım ben de... Sen söyleyince fark ettim."
Başını iki yana salladı ve eve gidene kadar ikimizde ara ara halimize kâh gülüp kâh kıkırdadık.
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Melike'ye önemli bir işim olduğunu söyleyerek işten erken ayrıldığımda eminim önemli işimin ne olduğu hakkında en ufak bir fikri olsa o izni vermezdi. Çıkmadan bir saat önce Kaptan'ı yoklamak amacıyla aramıştım. O da bana birazdan ameliyata gireceğini söylemişti. Yani sanıyorum ki çok basit bir ameliyat bile hazırlığıyla şusuyla busuyla bir saatten fazla sürerdi.
Valeria'yla bir kafede buluşmak üzerine sözleştik. Rize'ye çok hâkim olmadığımdan kafenin konumuna baktığımda en az yirmi dakikalık yol göründüğü için taksi çağırıp taksiyle geçtim mekâna.
İçeri girip üst kata çıktığımda Valeria'yı kahve içerken buldum...
Karşısına geçip otururken "Merhaba" dedim Türkçe olarak. En baştan konuşacağım dili kesinleştirelim de gereksiz bir beklentiye girmesin. Benim İngilizce bilgim on üzerinden iki buçuk falan sonuçta.
"Hoj gelidın." Sanıyorum ki o konuşurken ikimiz de baya zorlanacaktık.
Garson yanımıza gelince kendime bir tane papatya çayı sipariş ettim. Büroda yeterince kahve içmiştim. Hem ihtiyacım olabilirdi.
"Valeria bak, buraya gelirken içim hiç rahat değildi. Çünkü ben Derya'dan bir şey saklamak istemiyorum. Bizim aramızdaki durumu sen biliyorsun."
Konuya direkt olarak girmemin sebebi muhabbet ortamı oluşmasını engellemekti. En başta işler ne kadar lay lay lom gelse de bizim onunla arkadaş olmamız mümkün değildi. Açıkçası hem memleketimin hem de benim kendi kültürüme tersti. Yarın bir gün biz boşandığımızda ve gizli kıvırcık kızımız gelmediğinde Valeria ile evlenirlerse-olmaz diyemiyorum. Her şey olur- ben Derya'nın hayatından tamamen çıkmış olmalıydım.
"Bilmiyorum." dedi o da kibar gülümsemesini çantasına koyarak. Şimdi daha ciddi, hatta daha agresifti.
"Siz bana söylediniz biz evleniyoruz çunku biz Derya ile görüşemiyoruz. Siz evlendiği zaman biz görüşecek ama oyle değil. Derya benim yanıma gelmiyor. Ben yanında gittim ama o senin yanına İstanbul'a gitti."
Bir süre sessiz kalıp söyleyeceklerimi aklımda belirledim. Neyi, nasıl söyleyecektim ki anlasın? Anlaması için hem kültürü farklı hem de dili...
"Bak Valeria sana şöyle söyleyeyim. Ben Derya ile seninle daha rahat görüşsün diye evlenmedim. Bu beni ilgilendirmez."
Sözümü kesince elimle onu susturdum.
"Dikkatlice dinle lütfen çünkü benim İngilizcem çok kötü. Başka türlü anlatmam imkânsız."
Başıyla onaylayınca devam ettim.
"Benim Derya ile evlenmemin sebebi istemediğim başka biriyle evlenmemekti. Ben evlenmek istemiyordum. Daha özgür ve kendi istediğim hayatı yaşamak istiyordum. Biliyorum sana anlamsız geliyor çünkü sizin kültürünüz başka. Keşke ben de bu sözlerin ne anlama geldiğini anlamasaydım ama biz mecbur kaldık. Derya da benimle aynı durumdaydı. Biliyorsun."
"Ben özgürlüğüme kavuşmak için bir bedel ödüyorum. 3 ay Rize'de yaşamam gerekiyor. Bunu ben istemedim. Benim anlaştığım şekilde İstanbul'da yaşayacaktık ama sadece üç ay katlanmak zorundayım."
Oldukça yavaş anlatıyordum ki söylediklerimi kavrasın.
"Bu üç ay boyunca ben burada onun ailesiyle yaşarken o beni bu yabancılara bırakıp senin yanına gelemez."
Yüzünde meydan okuyan bir gülümseme belirdi. "Bu beni ilgilendirmez. Sen benim sevgilimle bunun için evlendin. Konuştuk söyledin bana."
Şimdi çakacağım ağzının ortasına. Dinlesene kızım beni!
"Tekrar söylüyorum. Ben sen sevgilinle buluş diye evlenmedim. Derya benimle bunun için evlendi. Bu onun ve senin sorununuz ama ben sana diyorum ki ben onun için burada kalırken, özgürlüğüme kavuşmamışken o da rahat hareket edemez."
Şimdi suratına suratına vuracaktım 'Sen de geçicisin, Kaptan başkasını seviyor. Kime havan?' diye ama terbiyeli biriydim ben, yapmıyorum bu yüzden.
Valla ben de bilmiyorum iç ses. Şoktayım şu an.
"Evet." Dedim başımla onaylayarak. "Yok."
"Valla canım benim. O da senin sorunun."
Kız Asu-de havalı oldun ha! Valla tebrik ederim.
"Siz benimle alay yapıyorsunuz. Ben anlamıyorum sanma. Ben salak değil Asude."
"Estağfurullah" dedim ama gülmesem daha şık olabilirdim sanki.
"Sen benden ne istiyorsun Valeria? Ciddiyim, ben neden hâlâ buradayım anlamıyorum. Çünkü benim seninle bir işim yok."
"Ben de istiyorum seninle işim olma. Benim sevgilim senin yüzünden benim yanıma gelmiyor ama. Artık o kadar çok konuşmuyoruz. Beni aramıyor. Hep oyanıyor."
"Oyalıyor" diye düzelttim. Sonra açıklamaya başladım.
"Kimi arayıp aramayacağına ben karışmıyorum. Aslında nereye gideceğine de karışmıyorum. Sadece düğünümüzün ertesi günü beni ailesinin yanında bırakmasına kızdım ben. O zaman gitmeseydi ama şimdi gelseydi yanına sesim çıkmazdı bile. Yani bu benlik bir sorun değil. Kendi arayıp sormuyor seni."
Kaptan'ın aklına bu ara gizemli kıvırcık takılmıştı. Açıkçası hiç şaşırmadım Valeria'ya ilgisiz kalmasına. Zaten konuşmalarında da önemsiz olduğunu vurguluyordu.
"Arayıp sorsa iyi olur." Dedi birden anadili Türkçeymiş gibi bir tavırla. Kaşlarım havalandı. "Arayıp sormazsa?" diye sordum anadilimin Türkçe olmasının hakkını veren bir tonlamayla.
"Ben kötü olsun istemiyorum ama siz böyle yapıyorsa ben herkese gerçekleri anlatırım."
Dudağımı büküp başımı aşağı yukarı salladım. "Bana uyar ama arayalım Kaptan da gelsin buraya. El ele tutuşup gidelim her şeyi anlatalım."
Bu tepkimi beklemiyor olacak ki yüzü düştü. Panik oldu hatta. O benim panik olmamı bekliyordu oysa.
"Valeria... Nikâh kıyıldı, düğün oldu. İş işten geçti yani. Bu saatten sonra öğrenseler ne olacağını sanıyorsun?" durup cevap bekledim ama o cevap gelmedi. Devam ettim bu yüzden. "Ben sana söyleyeyim, sen de çok iyi biliyorsun ki Derya seninle ilişkisini tamamen keser. Çünkü yedek olduğunun farkındasın. Asıl kız sen de değilsin. Ailelerimiz biraz kızar, hır gür çıkarır ama yapacak bir şey yok. Bizim Türkler olarak bir huyumuz daha var ki o da başkaları ne der diye kötü yönlerimizi gizleriz. Rezil olmak istemeyiz. Başkalarının bizim hakkımızda ne konuştuğu önemli yani... Bu olayı aramızda kapatırız ve hayatımıza devam ederiz. Olan sana olur yani. Devam et. İstediğini yapabilirsin."
Valeria ona yedek dememden sonrakileri duydu mu emin değilim. Zaten ağzını açtığında da ilk bunu sordu.
"Sen biliyorsun bunu? Derya sana anlattı?"
Başımla onaylamayı tercih ettim. "Biliyorum."
"Derya o kızı buldu yoksa? O yüzden beni aramıyor?"
"Derya ona biraz fazla takık." dedim. "Bulsa bence senden kaçmaz direkt ilişkinizi bitirirdi. Benimle de evli kalmasına gerek olmazdı. Gerçi bir sene boyunca anlaşmalı olarak boşanamıyoruz ama olsun, boşanmanın bir yolunu bulurduk. Sanmıyorum bulduğunu açıkçası."
Yüzü baya düşmüştü. Dayanamadım. Belki bana neydi ama...
"Sen böyle bir şeyi nasıl kabul edersin Valeria? Ben gerçekten anlamıyorum."
"Sen de sevgilisi olan bir adamla evlendi? Beni suçlayamaz sen!"
Haklı olabilirdi ama değildi. Aynı durumda değildik onunla ve o diğerlerinin aksine bunu biliyordu.
"Ben gerçekten karısı olmayı kabul etmedim. Benim derdim kendi hayatımdı. Benim ona dair bir beklentim yok ama senin var. Sen ondan hoşlanıyorsun."
"Ben ona aşığım." dedi. Gözleri dolmuştu. Valla aşk meşki çok anlamam ama bu yabancılardaki aşk, manitacılık işlerini hiç mi hiç anlamıyordum. Madem sen ona âşıksın niye gittin başkasının koynuna girdin? Tabi böyle söylemedim. Bu olayı bildiğimi bilmiyordu.
Bunun yerine "İşte... Başkasına gidecek birine neden durak oluyorsun?" diye sordum.
Yüzüme aval aval bakınca ne demek istediğimi anlamadığını anladım. "Yani neden o kızı Derya ile bekliyorsun. O gidecek ama sen arkasında acı çekerek kalacaksın."
Valeria "O kız gelmeyecek." dedi kendinden emin bir şekilde.
"Derya da gelecek diyor." dedim.
Başını ki yana salladı. "O romantik." Derken sanki şiir okuyordu. Gözlerimi devirmemek için zor durdum. "Ama sen de biliyor, birkaç saniye görmüş kızı, bir daha görse tanımaz bile... Bir anlık his bu."
Yine dediğime geliyorduk. İnsanlar bir şekilde benim gibi düşünüyorlardı ama bunu dile dökecek kadar samimi değillerdi. Kimse kimsenin hislerini önemsemiyor, herkes kendi hislerini öne çıkarıyordu. Ne Derya Valeria'nın hislerini umursuyor, ne de Valeria Derya'nın hislerini ciddiye alıyordu. Sonra aşk yok dediğimde duygusuz odun olan ben oluyordum.
"Bu konuşmayı Derya'ya söylemem lazım." dedim.
Başını panikle iki yana salladı. "Lütfen yapma. Çok kızar bana."
Bana da kızar valla ama yapacak bir şey yok.
"Merak etme, tüm her şeyi anlatmam."
Yine başını iki yana salladı. "Valeria" dedim ismine vurgu yaparak. "Senin sevgilin ve benim ortağım. İkimiz de arkasından iş çeviremeyiz."
"En azından ortağıma güvenebilirmişim. Yarım da olsa!"
Gözlerimi yumdum. İyi yönden bakarsak Valeria'yı ikna etme derdinden kurtuldum. Kötü yönden bakarsak konuştuğumuzun ne kadarlık kısmını duyduğunu bilmiyorum ama Kaptan-ı Derya'mız buradaydı. Yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu.
"Burada ne işin var?" diye sordum masamıza oturan ve arkasından iş çevirdiğim ortağıma. Omuz silkti.
"Benden saklayacağın sırrı saklayama diye geldim. Aramıza yalanlardan sonra sırlar da girmesin diye geldim." dedi alayla.
"Yani beni takip ettin." dediğimde inkâr etmedi.
Bu kadar müşkül bir durumda olmasam bunun için kavga edebilirdim ama bence şu an konu ben değildim.
"Oldu o zaman. Biz sonra konuşuruz. Size iyi sohbetler." diyerek masadan kalkarken Derya da ayaklandı.
"Ben de kalkıyorum. Arkamdan iş çevirenler arkamda kalmaya devam edebilir. Konuşacak bir şeyim yok."
Şaşkınlıkla Derya'ya baktığımda Valeria hızla elini tuttu. "Please darling!"
Derya elini çekti. İngilizce bir şeyler söyledi. Tam olarak ne dediğini anlamasam da talk ve later kelimelerini yakalamıştım. Sonra konuşacaklarıyla alakalı bir şeyler söylüyordu.
Derya yanıma geldi ve elini belime koydu. "Gidelim bakalım 18 günlük karıcım. Pardon ortağım..." Sesi tek düze ama imalıydı. "Ne anlatacaksan anlat."
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Sosyal Medya'dan takip edip bana ulaşabilirsiniz. Mesajlarınıza elimden geldiğince çabuk dönüyorum :)
İnstagram: Busras.typwriter/busbckr
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.14k Okunma |
1.1k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |