⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
25. Bölüm
Bölüm Şarkıları:
Emre Fel- Sen Aslı'dan da Güzelsin
Mavi Gri- Dünya'nın En Güzel Kızı
Karanlıkta bile görebildiğim, karanlıktan daha kara olan ama aynı zamanda parlayan gözlerine bakıyordum. Öylece, basit bir şeymiş gibi söylediği sözler beni bile sarsmıştı ama oldukça hissiz görünüyordu. Acaba karanlık mı engelliyordu hissettiklerini görmemi?
"Nasıl?" Bilmiyorum. Belki de bana neydi ama en başında anlatmaya gönüllü taraf o olmuştu sonuçta. Ben de merak etmiştim ama anlatmaya devam etmezse şu an kırılmazdım.
"Zaten dediğin gibi saçma bir ilişkiydi. Ne o ne de ben evliliği düşünmüyorduk. Gerçi Valeria son zamanlarda evlenmek konusunda çok ısrarcıydı. Ben evliyken böyle yapması çok da sağlıklı gelmiyordu bana."
Bak bak! Neler duyuyorum. Ben resmen Valeria'nın duygularını harekete geçirmişim desenize!
"Buluştuk diye mi ayrıldın?" diye sordum. Sanırım Valeria yine en büyük kötülüğü kendine yapmıştı.
"Aslında değil. Yani sadece beni adım atmam için tetikledi diyelim."
"Kıza daha çok buluşacağınız için evlendiğimizi söyledik ama sen ayrıldın. Nasıl hissettiğini tahmin edebiliyorum."
Asu-de sen ve senin sonsuz empatin beni içeride bitirdi! Anlatabiliyor muyum?
"Asude!" diye sessizce isyan eden Derya'ya sessizliğimle cevap verdim. Düşünmeden edemiyordum bunu. Onun açısından baktığımızda kandırılmış hissediyor olması olağandı ve... Yani ne bileyim? Üzülüyordum.
"Ben ona ilk günden, bitecek bir ilişki olduğunu söylemiştim. Seninle evlenmemin sebebi Başak'la evlenmemekti öncelikle. Sonra onunla buluşurken de bana rahatlık sağlayacaktı, doğru. Ama o değişti. Beni sıkboğaz etmeye başladı. Aramızdaki sorun senmişsin gibi lanse etti ve beni bununla vurup manipüle etmeye kalktı. O yüzden aslında bu ayrılığın tam zamanıydı."
Sanırım onu da anlıyordum. Valeria ile sevgili olmasının sebebi ona acımasıydı ve zor günlerinde çok büyük desteği olduğunu ve ona iyi geldiğini söylemişti. Eğer artık kötü geliyorsa bitmeliydi tabi. Nasıl bir ilişki olursa olsun, bir insana mutsuzluk vermeye başlamışsa bitmeliydi.
"Anlıyorum. Yani ne bileyim... Hakkınızda hayırlısı olsun ama Valeria bana çaresiz görünmüştü ve sanırım elindekiler için çırpınıyordu sadece."
"Biz de çaresizdik Asude. Bizde çırpındık. O çok farklı bir kültürde büyüdüğü için içinde bulunduğumuz durumu anlayamadı bir türlü. Onu zorla evlendirmeye çalışan bir anne baba figürü onun için masalda bile olamayacak kadar saçma."
"Öyle deme." Dedim aklıma gemide duyduklarım gelince. "Sizin gemide gizlendiğim zaman duydum. Gürcü bir çalışanı da Türk sevgilisinden ayırıp bir papazın kızıyla evlendirmeye zorluyorlardı"
İsmi şu an aklımda değildi de dilimin ucundaydı sanki...
"Arsani'yi mi diyorsun?" diye sordu gülerek. Ah evet kesinlikle onu diyordum!
Omuz silkti. "Arsani'nin dedesi zamanında Osmanlı'da yaşamış. Dedesinin babası tüccarmış burada. Sonra bu Ermeni meseleleri olunca tabi onlar da Ermenilerle birlikte zorunlu göç yapmak zorunda kalmışlar. Aslında oradan bir kini var adamın. Normalde karışmaz evleneceği kişiye ama bir Türk sevdiği için inadından yapıyor. Çocuklarını da bu kinle büyütmüşler. O yüzden onların da işi zor."
Çok yazık. Gerçekten fillerin savaşında olan her zaman yerdeki karıncalara oluyordu. Bu kin ve nefret niyeydi? O dönemin şartları öyle gerektirmiş olabilirdi ama bu zamandaki çocukların suçu neydi? Ben bir insanın inancına, kiminle evleneceğine, hangi mesleği yapacağına ailelerin bu kadar müdahil olmalarını anlayamıyordum. Ailelerin görevi çocuklarına 'Evrensel' doğru ve yanlışları öğretmek ve geri kalanında onların verdikleri kararları desteklemek olmalıydı. Herkes kendi kaderine kendi karar vermeliydi. Günahı ve sevabı kişinin kendisine ait olmalıydı yani. Bu şekilde olunca ailenin sevabını veya günahını sürdürmekten ibaret bir hayat yaşamış oluyorduk.
"Allah her şeyden önce insana akıl vermiş. İrade vermiş" dedim başımı sallayarak. "Kullanmamızı emretmiş... Ancak öyle bir düzen kurulmuş ki aklımızı kullanma fırsatımız olmuyor. Yalan söylemek tüm inançlara göre günah ama yalan söylüyoruz değil mi? Niye peki? Çünkü doğrularımızı kabul etmiyorlar."
"Haklısın ancak bir yandan anlayabiliyorum da." dedi beni şaşırtarak. "Neyi?" diye sordum. Anlayabildiği şey yüzünden mi ailesine karşı durmuş ve benimle bir yalanı yaşamıştı.
"Din ve ırk konusu her din ve millet için hassas bir konu olmuştur hep. İnanç bilgiden güçlü bir kavram. Çünkü bilginin dayanakları vardır. Dayanaklar yıkıldığında bilgi de yerle bir olur ama inanç öyle değil. Hiçbir dayanağı olmadan öylece havada durur. Çektiğin yere gider, gitti yere çekilirsin. Kutsaldır inanç. Bunu din bazında söylemiyorum sadece genel olarak. İnanç ancak başka bir inançla yok olur. İşte kendileri için bu kadar kutsal olan bir şeyin bozulacağından korkuyorlar. Cennet cehennem mesela... Kimse en değerlisinin cehennemde yanmasını istemez. Ve elbette korumaya çalışırsın. Tabi korumaya çalışırken ne kadar zarar verdiğini görmezsin... Ben de senin gibi düşünüyorum ama onlara hak vermesem de anlıyorum. Zaten anlamasam sırf bu bağnazlıklarına inat Valeria ile evlenirdim. Ki bu çok daha büyük bir hata olmuş olurdu. Her neyse demek istediğim bu konular çok ince ve hassas konular. Net doğrular ve yanlışlar yok. İllaki birileri acı çekecek. Biz de yaşadık bunu, çok iyi biliyorum. Onlar da atlatacaktır. İyi ya da kötü... Yine de bu nadir oluyor onlar da. Herkesin dedesi Osmanlıyı görmemiş sonuçta."
Güldüm. "Benim dedem de görmemiş sözde."
"Ona bakarsan benim annem de görmemiş ama kırk tane Arsani'nin dedesini cebinden çıkarır."
"Sen ayrılmak isteyince bir şey demedi mi peki?"
Valeria'ya geri dönmüştük. Sessiz kaldı. Ben de sessiz kaldım. Bu sessizlik ne kadar sürdü bilmiyorum ama birden "Çok ağladı. Bu kadarını ben de beklemiyordum." dedi. Sesi baya mahcup ve üzgün çıkmıştı. "Valeria'yı gördün. Asla burnundan kıl aldırmaz, benimle sevgili olmak için ısrar eden o olmasına rağmen daima onu pohpohlamamı beklerdi. Bir prenses gibi muamele görmek isterdi hep. Tartışırken bile altta kalmazdı ama bu akşam herkesin içinde ayaklarıma kapandı."
Sessiz kaldım. Hayır, bu iradi bir sessizlik değildi. Resmen nutkum tutuldu.
"Deli gibi ağladı, bağırdı sonra birden masanın yanına diz çöküp ayaklarımı tuttu. Ne yapacağımı şaşırdım."
Öyle şaşkındım ki ağzımı açabilsem 'Oha' derdim ama bu şaşkınlığıma rağmen endişelendiğim bir şey vardı. "Birileri görmüşse?"
"Ben de bundan korkuyorum. Etrafta tanıdık göremedim. Kötü düşünmemeye çalışıyorum o yüzden."
Zaten en başından bu işin bir şekilde ayaklarımıza dolanacağı belliydi. Sadece matematik problemlerinin net ve kesin bir sonucu olurdu. İnsanlar değişken olduğundan problemlerinin sonuçları da değişkenlik gösteriyordu.
"Neyse iyi düşünelim yine de biz." dedim. Onun da çok fazla tedirgin olmasını istemiyordum.
"İyi geceler." Aramızdaki uzun süren sessizlik bölündü. Ben de "İyi geceler." diledikten sonra o sessizliğe tekrar dönüş yaptık. Daha uzun bir süre...
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Sabah oldukça neşeli geçen kahvaltımız aslında bizim için akşamdan önceki moral yemeğiydi. Dün bütün gün bu akşamki yemek hakkında konuşmuştuk. Duyduğum her detay beni daha çok şaşkınlığa boğmuş ve ne yalan söyleyeyim bir miktar da germişti. Evet, beni...
Çünkü anladığım kadarıyla oradaki kadınların bir duru durağı olmayacaktı. Kaynanamın yaptığı densizliği bile sollayacak durumlara düşebilirdik yani...
Açıkçası oradaki herhangi biri Derya için annesi gibi önemli olmayacağından benim de bir durum durağım olmayacaktı ama yine de sonuçta iş camiasıydı ve oradaki tüm ailelerin rızkı o ortaklığa bağlıydı.
Bir detay daha öğrenmiştim ki bu detay görümcemin ağzından kaçmış, sonra toparlamaya çalışsa da toparlayaymış ve ıkına ıkına gerçeği söylemek zorunda kalmıştı. Ortaklardan birinin kızı Derya ile aynı liseye gidiyormuş ve kız Derya için bir avuç ilaç içecek kadar saplantılıymış.
Derya ve kadınları vol bilmem kaç!
Asu-de saçmalama istersen çocuk ne yapsın? Burada Derya'nın hiç suçu yok!
Ay iç ses sen de benden bağımsızmışsın gibi davranma! O hukuk fakültesini benimle birlikte bitirdin! Kusursuz sorumluluk diye bir kavramı ömrü hayatında duymamışsın gibi davranma lütfen! Suçu olmasa da sorumlu Derya Bey! Belki kıza ümit verdi yani? Kendi dedi çapkındım diye! Totomdan uydurmuyorum ya!
O kadarını bilemem! Sen yine de çatma çocuğa!
İçimdeki iç ses değil Derya'nın ponpon kızıydı resmen!
Aşka inanmasam da... Yani artık inansam bile yine de abartı olduğunu düşünsem de dünya umurumda olmasa ve dişil özellikler pek taşımasam da en nihayetinde ben de kadın genleri taşıyordum. Ve Derya Efendinin bu kadar talep edilmesine de gıcık olmuştum. Bu yüzden akşam için ekstra özen gösteriyordum. Akşam Derya ile sadece karı-kocacılık oynamayacaktık. Birbirine deli gibi âşık, telgrafın tellerine konan çifte kumrular gibi olacaktık. Şimdilik bu planı bilen tek kişi bendim ama Derya ortamlara kolay uyum sağlayan biriydi, ayrıyeten onu bilgilendirmeme gerek yoktu bence.
Yeni gelin olduğumdan siyah giyinmeme izin vermedikleri için alsam da siyah elbise giymemiştim. Kızların zoruyla aldığım bronz, kare yaka süper mini ve dar saten bir elbise giydim. Bu elbise kayınvalidemi ve kayınpederimi kalpten götürebilirdi ama kızlar yine de bu elbise konusunda ısrar edince ben de zaten sakınca görmedim. Elbisenin kumaşı eteğimden göğsümün altına kadar buruşuktu. Çok şık ve güzeldi elbise ama Derya da henüz bu elbiseyi görmemişti. Tepkisini merak ediyordum. Abileri gibi mi davranacaktı yoksa bir önceki sevgilisi yabancı olan ve bunun kat ve kat daha cesurlarına şahit olmuş ve ses etmemiş kendisi gibi mi?
Makyajım da yine elbiseme uygun krem-kahve tonlarındaydı ve mat, sade rujumun aksine göz makyajım ön plandaydı. Açıkçası pek Asude gibi değildim. Benim günlük halim çok sade, sahne makyajım ise çok daha siyahtı. Bu Asude biraz sexy bir Asude'ydi. Hiçbir zaman olmadığım bir Asude...
Tarzıma uyum sağlaması için bu kez çiçekli parfümümün yerine baharatlı ama hafif bir kokusu olan parfümümü sıktım. Bu parfüm bana Melike'den hediyeydi. Düğünden önce vermişti. Kullanmak bugüne kısmetmiş.
Kapı tıklatılınca "Gel" diye seslendim. Derya başını uzatıp "Hazır-" dediği gibi donup kaldı. Gözleri irice açılmış ve beni baştan ayağı süzmüştü. Gözlerimiz buluştuğunda içeri girip kapıyı ardından kapattı. "Asude?" dedi şaşkınlıkla. Ona dönüp gözlerimi kısarak "Efendim?" diye sordum. Yanıma geldi. Önce gerdanıma ardından bacaklarıma baktı ve "Çok güzel olmuşsun." dedi. İşte bu beni baya şaşırttı çünkü tam olarak sorun çıkaracakmış gibi bir hali vardı.
"Te-Teşekkürler?" dedim kaşlarımı çatıp gülümseyerek. "Teşekkür etme." dedi gergince. "Çok güzel olmuşsun yani olması gerekenden fazla. Bu olmaz!"
Asu-de anlamadım ben bir şey sen daha yakınsın. Bir tercüme ediver!
Vallahi ben de duruma pek vakıf olamadım iç ses.
"Olmayan ne?" diye sordum gülerek ama dışım gülse de içimdeki karmaşayı bir Allah bir de iç ses bilirdi.
"Suç." dedi. Kendinden emin bir tonlamayla. "Bu kadar güzel olman kamunun sağlığını tehdit eder ayrıca seni açık hedef haline getirir ve oradaki tüm kadınlar nazar eder seni. Üstünü değiştir bence."
Hayatımda bundan daha mantıklı bir açıklama duymamış olabilirim. Aşırı ikna oldum şu an.
"Sorun değil." dedim gülerek. Ona onunkini yerle bir edecek bir argümanla gidiyordum. "Dilimi ısırır totomu kaşırım."
Ay Asu-de Allah iyiliğini versin, gülerken karaciğerine doğru devrildim kız!
Kaptan gözlerini kırpıştırırken "Akşam da orada olacağız üşürsün." dedi. "Polar vardır herhalde." diye karşıladım bu pasını.
"Yanımdan ayrılma bari." dediğinde omuzları düştü. "Bacak boyunun bu kadar uzun olduğunu hiç belli etmiyorsun gerçekten."
"İlk kez mini elbiseyle görmedin beni." dedim gözlerimi devirerek.
"Hiçbiri bu kadar amacına hizmet etmiyordu." diye homurdandı. "Amacı ne ki?" diye sordum ortaya tuzak bir soru atarak. Gözlerini devirdi. "Tam olarak bu. Şu anki halin."
"Gayet güzel oldum bir kere! Tamamen kıskanıyorsun." dediğimde gülüyordum ama "Evet." dedi. "Maalesef çok doğru."
"Tam olarak neden kıskandığını sorabilir miyim peki?" diye sordum. İç çekti. "Karımsın sen Asude." dedi olağan bir şekilde. Bir görüşü değil de olguyu açıklıyordu sanki. Nesnel bir gerçeklik, objektiflik halini...
"Kimsenin karıma aç gözlerle bakmasını istemem."
Ağzımı açacağım anda ne söyleyeceğimi anlamış gibi "Sahte de olsa!" diye beni peşinen çürüttü. Pekâlâ, bu açıklaması anlaşılabilirdi çünkü ben de kocama kimsenin aç gözlerle bakmasına müsaade etmeyecektim zaten. Elbisemden birkaç ton açık olan topuklularımın üzerinde sahte kocama yaklaştım. Topuklu ayakkabılar sayesinde boylarımız birbirine daha yakındı. Tam önünde durup dudaklarımı kulaklarına yanaştırdım ve "O zaman baktırma." diye fısıldadım. Hayatımda olmadığım kadar dişiydim şu an ve bu içten içe beni de şok ediyordu.
"Herkese sadece sana ait olduğumu göster."
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Acaba çok hızlı mı gaza gelmiştim? Hayır, ait olmak ne? Biri bana sen birine aitsin dese hukukmuş, kuralmış unutur ağzının ortasına çakardım ama kendi ağzıma çakamıyordum. Bir de kimseye değil de yalancıktan kocam olan Kaptan'a aittim! Hah!
Onun da benden aşağı kalır yanı yoktu ki role daha evden çıkmadan girmişti. Davete herkes kendi ailesiyle gittiği için yayla evinden üç araba çıkmıştık. Murat Abi ve Nilay çocukları Mehpare Babaannenin yanına bırakmak için yolda bizden ayrılmışlardı. Çiçek Hanım'la Dursun Amca'yı da onlar alacaklardı.
Çiçek Hanım'la günler sonra ilk kez yan yana geleceğimiz için bir tık gergindim. Bunu elbette yansıtmıyor ve ölümüne reddediyordum ama işin aslı öyle değildi. Çiçek Hanım dedemin dişi versiyonuydu ve aklında ne varsa ağzında bir tipti. Öyle tipleri esasen severdim ama aklındakilerin bana dokunmadığı durumlarda. Eğer o yeniden bana dolaylı ya da direkt olarak sataşırsa ben karşılık vermeden duramazdım ve bu durum da Derya'yı zor durumda bırakırdı. Annesi hastaydı. Ancak o yine de beni savunacaktı. Onu da böyle bir durumda bırakmak istemiyordum.
Bir aydan biraz fazla zaman sonra yeniden Kırlangıç'ın önündeydim. Devasa yük gemisinde bu kez kaçak değil davetliydim. Yemek çalmak zorunda da değildim çünkü bizzat yemek yemek için gelmiştim.
Derya'nın kulağıma fısıldadığı cümle beni daldığım düşüncelerden gerçekliğe çıkardı. "Başladığımız yer..." diyerek onu tekrar ettim.
"Bu kez buraya bir kaçak olarak değil, davetli olarak giriyorum." dedim düşüncelerimi ona aktarmak için. Gülümseyip başıyla onayladı. "Düğünümüzden sonra yapılan ilk etkinlik olduğu için aslında onur konuğu da sayılabilirsin." dedi. Gülümsemem genişlerken "Bu aslında pek de iyi bir şey değilmiş. Anladığım kadarıyla." Çok kısa ama sesli bir kahkaha attı. "İçeridekiler için mi? Evet."
"Hadi! Burada durup neye bakıyorsunuz?"
Yaprak önümden hızla geçerken Melike duraksayıp "Gerildin mi?" diye sordu ciddi bir ifadeyle. Güldüm. "Sen varsın. Niye gerileyim?" diye böbürlendiğimde Melike elini omzuma koyup "Ha şunu bileydin." dedi.
"Geçin hadi. Biz de geliyoruz."
Derya'nın sözlerinin üzerine Duha Abi de bana göz kırptı ve Yaprak'ın ardından gemiye çıktılar. "Yanımdan çok ayrılma."
Melike ve Duha abinin ardından bakarken Derya'nın sözleriyle bakışlarım ona döndü. "Bazen ortaklar yeğenlerini, kuzenlerini bilmem nelerini getiriyorlar. Bekâr erkekler olabilir ve sen hm... nasıl desem bekar duruyorsun."
Sözlerini iltifat olarak algılayıp güldüm. Yoksa topuklarım sivriydi, canı yanabilirdi. "Teşekkür ederim. Demek ki tüm gün peşimde dolanacaksın. Yani beni yalnız bırakmaması gereken sensin Kaptan. Bende az biraz hiperaktiflik var, fark etmişsindir. Öylece duramıyorum."
Dudağını büküp başını salladı. "Öyle olsun."
İnce kız sesi... Aslan kükremesinden sonraki en tehlikeli ses...
Derya ile birlikte ben de kafamı çevirip 'Zengin Sarısı' dedikleri saçlara sahip olan sarışın kıza baktım. Yanında annesi ve babası olduğunu tahmin ettiğim orta yaşlarının sonundaki kadın ve erkekle birlikte bize, daha doğrusu gemiye doğru geliyorlardı.
Derya'nın isteksiz selamlaması karşı tarafça coşkuyla karşılandı. "Selam! Uzun zaman olmuştu."
Kızın bakışlarının bakış olmadığını düşündüğüm saniyelerde kız Derya'nın üstüne atlayıp yanaklarını öpünce gözlerimi belerttim. Burada ayıp olan bence benim gözlerimi belertmemden ziyade karısının yanında bir adamın yanaklarına yapışmaktı. En azından 24 senelik hayatımda kültürümüzü bu şekilde öğrenmiştim ben.
Derya da benim kadar şaşkındı. Derya zorla kızdan ayrıldığında kızın gözleri nihayet bana değdi. Bakışlarımda ne olduğunu en iyi o bilirdi çünkü doğrudan gören oydu. Mesela ben onun bakışlarındaki haset ve memnuniyetsizliği doğrudan görüyordum.
Kaptan "Eliz?" dedi tedirgin bir sesle. İsme bak, dizilerdeki başrolü çalmaya geldim diye bağıran kızların ismine benziyordu.
"Şaşırdın değil mi? Çok değişmişim. 22 kilo verdim. Bir zahmet değişeyim."
Ne? 22 kilo mu? İçindeki çocuğun işine mi son verdin ne yaptın?
Hiç beklemediğim bir karşılık geldi Derya'dan. "Yok ondan değil. Son gördüğüme göre gözlerin daha çekik, burnun daha küçük."
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Derya'nın istediği zaman nasıl çirkefleşeceğini biliyordum tabi ki ama ilk kez bu kadar kibar bir kabaydı. Derya ile tartıştığım zaman onu gerçekten hafife almamalıydım. Kızın yüzündeki ifade şaşkınlıkla dehşet arasındaki bir yerde kaldığında ortamı yumuşatmak için araya girdim.
"Aşkım bizi tanıştırmayacak mısın?"
Asu-de yumuşatma saikiyle hareket ettiğine emin misin? Bana ortalığı daha çok karıştırmaya çalışıyormuşsun gibi geldi de?
Derya imayla bana dönüp gülümsedi. Ona 'Aşkım' dememe şaşırmıştı ama ben ona evde sinyalleri vermiştim. Bu gece herkese haddini bildirecektim. Özellikle Eliz olduğunu düşündüğüm lise arkadaşına!
"Tanıştırayım aşkım." Dedi vurgu yaparak.
"Serkan Amca ve Helin Teyze aile dostumuz ve iş ortaklarımız olur kendileri. Eliz de onların kızı." dediğinde gülümseyip "Merhabalar." dedim. Serkan Bey "Merhabalar çocuklar. Düğüne gelemedik ama tebrikler. Allah bir yastıkta kocatsın." dediğinde Helin Hanım da "Tebrikler." diyerek devam etti. Eliz'e baktığımda gözlerini devirirken yakaladım onu.
"Teşekkürler." dedik Derya ile aynı anda.
"Aynı zamanda biz Derya ile lisede sınıf arkadaşıydık." dediğinde bunu bana 'Senden önce ben vardım' imasıyla söylediğini apaçık anlamıştım. Büyük bir farkındalık yaşıyormuşum gibi abartılı bir ifadeyle bir şeyi hatırlamış gibi yaptım. "Anladım." dedim sonra ona acıyarak bakarak.
O neyi kastettiğimi anlasa da kocam anlamadı çünkü bildiğimi bilmiyordu. Görümcemle geçmişin dedikodularını yaptığımızdan haberi yoktu. Eliz utanç ve öfkeyle yanımızdan bir hışım geçip giderken annesi de bana kötü bakışlar atmıştı. Serkan Bey de sanırım olanlardan haberdardı bu yüzden mahcup bir tebessümle o da eşini ve kızını takip etti.
"Az önce ne oldu?" diye sordu Derya şaşkınlıkla bana dönerken.
"Senin bana ait olduğunu gösterdim. Ablana bak da feyz al!" diye böbürlendiğimde sesli bir şekilde gülüp elime uzandı. "Sen şimdi abini izle, sen bile bana ait olduğuna inanacaksın." dediğinde ters bir bakış attım.
"Topuklarım aşırı sivri. Seninle boşanma davamızdan önce başka davamız olsun istemiyorum." dedim gözlerimi kısarak. Ağzına fermuar çekiyormuş gibi yapıp gemiye yürümeye başladı. Ben de pıtı pıtı ona yetişmeye çalıştım. Topuklu ayakkabılara aslında alışıktım ama yine de rahat değildim içlerinde. Ekstra uzun ve sivri olanlar ise asla alışılamaz olanlardı. Tam da ayağımdakiler gibi...
Derya gemiye adım attığımızda "Espri anlayışın çok kıt." diye homurdandı. Güldüm. "Haber sayfalarında son şakasını yaptı diye anılmak istemiyorsan ağzını sadece gülümsemek için aç ve gözlerin etrafta oynaşmasın." diye takılmaya devam ettim. Bozulmasını beklesem de gerçekten güldü.
Gemiye girip burun tarafına doğru yürümeye başladık. Sesler gelmeye başlamıştı. Birçok kişi gelmişti anlaşılan. Biraz daha yürüdükten sonra burun kısmına ulaştık ve yaklaşık 15- 20 kişi civarındaki insan sayısı tahminimi doğruladı. Melike elini sallayıp adımızı seslendiğinde onların yanına doğru yürümeye başladık. Gemiye ilk girdiğimde ve yemek çaldığımdaki büyük yuvarlak masa kurulmuştu. Masanın ortası kısa kısa çiçekler ve kısa mumlarla donatılmış çevresine de yemekler dizilmişti. Sadece birkaç kişi oturmuştu masaya. Biz de masayı es geçip korkulukların yanında duran Melike, Duha Abi ve Yaprak'ın yanına yürüdük.
Bakışların çoğu, hatta sanırım hepsi bizim üstümüzdeydi. Derya gibi ben de sadece gülümseyip baş selamı veriyordum. Sanırım Dursun Amca ve Çiçek Hanım gelmeden hiç kimseyle tanışmama gerek yoktu. O beni toptan herkese takdim edecekti.
Yaprak kulağıma eğildi ve "Elizle karşılaştınız değil mi? İçeri geldiğinde bakışlarından duman çıkıyordu." diye fısıldadı. Onu gözlerimi yumarak onayladım. "Bir şey soracağım." dedim o an aklıma ani gelen düşünceyle. Sesim Yaprak gibi fısıldama modundaydı. Yaprak hafifçe başını sallayınca "Dışarından nasıl biri gibi duruyorum?" diye sordum. Çünkü Derya'ya göre sanırım cici bir kızdım.
"Yani aslında o kadar sıcak biri değilim. Tersim de pistir." Beni onayladı. "İlk izlenimim de öyle mi?"
Güldü. Kaşlarımı çatıp "Beni ilk gördüğünüzde ne düşündünüz mesela?" diye açtım sorumu.
Ne diyeceğini bilmiyor, söyleyeceklerini kafasında topluyor gibi bir tavırla "Yani..." dedi. "Aslında ilk gördüğümde senin pick me bir çıtır olduğunu düşünmüştüm." Dedi.
Her şeyi bekliyordum ama bunu... Asla... İç sesimi bilemiyordum ama ben asla dikkat çekmeye çalışan, sürekli ilgi odağı olmaya çalışan, adı Pelin Su sanılabilecek bir kız değildim. Dışarıdan görünüş olarak bile!
"Saçmalama!" dediğimde güldü. "Ciddiyim. Dışarıdan aşırı naif, çıtkırıldım, her an ağlayabilecek ve iyi görünmek için herkese iyilik yapabilecek bir kız gibi görünüyorsun."
Dumura uğramıştım resmen. Ben? Bence ben dışarından da çok soğuk görünüyordum. Bir kere kimse benimle arkadaş olmak için ilk adımı atmaya cesaret edemezdi. İstanbul'a gittiğim ilk gün Diyar ile çarpışmıştık ve bir şekilde o bana yardımcı olunca arkadaş olmuştuk. Nazif'le de sıra arkadaşıydık ve üç dört gün yan yana oturduktan sonra müzik muhabbeti açılınca yakınlaştık. Gözde ile beni de Nazif tanıştırdı. Ben de onları Diyar ile tanıştırdım ve bu süreç haftalar sürdü. Sonra da başka kimse benimle arkadaş olmak için çabalamadı bile. İsteseler olur muydum bilmiyorum ama denemediler bile sonuçta.
"Ben çok yabani görünüyorum. İnsanlar benimle konuşmaya bile çekinirler." diye itiraz ettiğimde yine bana yaklaştı ve kulağıma doğru gülerek "Ondan değil. Prenses görünümünden dolayıdır. Evet çekiniyorlardır ama senin ürkek görünmen yüzünden."
Gözlerimi 'Yok daha neler' manasında belerttim.
Derya "Ne konuşuyorsunuz siz?" diye araya girince omuz silkip "hiç" dedim. O, Duha Abi ile konuşmaya dönünce de yine Yaprak'a yaklaşıp "O yüzden mi bana bu kadar kolay sataşıyor insanlar?" diye sordum. Omuz silkip "Muhtemelen?" dedi.
Koyu renk makyaj yapmalıydım. Bir de piercing! Kaşıma piercing taktırsam iyi olurdu.
İnsan kendini bile yanlış anlıyormuş bazen demek ki... Ben aynaya baktığımda bile bakışları soğuk, kibirli ve ürkütücü bir kız görüyordum. Neden başkası bana bakınca 'Cici' bir kız görüyordu ki?
Duha Abi "Hah annemler de geldi." dediğinde sırtımdaki tüylerin dikeldiğini hissettim. Arkamı döndüğümde geminin daha da kalabalık olduğunu gördüm. Uzun yıllardır süren bu ortaklık elbette işin içine gelin, damat, torun torba da katmıştı. Dursun Amca işaret verdiğinde hepimiz masaya doğru yürümeye başladık. Derya önce benim sonra da Yaprak'ın sandalyelerini centilmen bir erkek gibi çekmişti. Duha Abi de Melike'ye aynısını yapınca etrafıma bakındım. Sanırım burada herkes olduğundan daha iyi görünme çabasındaydı. Çünkü Dursun Amca bile Çiçek Hanım'ın sandalyesini çekmişti. Herkes oturduğunda Dursun Amca hâlâ ayaktaydı. "Hepiniz hoş geldiniz." dediğinde herkes bir ağızdan konuşmaya başlayıp cevap verdiler. "Bildiğiniz üzere yakın zamanda ailemize yeni biri katıldı. Küçük oğlumu da sonunda dünya evine soktuk. Biliyorsunuz ki hanımlarımızın bizim dünyamız olduğunu savunurum daima. Oğlum da dünyasına asıl şimdi kavuştu. Oğlumun dünyası, yeni kızım Asude'yi sizlerle tanıştırayım." diyerek birden bana dönünce afalladım. Derya beni dürtünce kendime gelip ayaklandım ve yüzüme bir gülümseme kondurup "Merhabalar." dedim şöyle bir masada gözlerimi gezdirip ama aslında hiç kimseyi görmeyerek.
"Düğünde gördüğümde de çok beğenmiştim ama maşallahı var gelin kızımızın." dedi yaşlıca bir kadın. Yani emin değilim... Yaşlı olmaya da bilirdi. Ama en az bir 60 var gibiydi.
"Teşekkürler." diyerek daha çok gülümsedim. Şu an çok utanıyordum.
"En son düğünde görmedik ki?" dedi Eliz'in annesi Helin Hanım. "Ayol yakın zamanda videoları her yerde dolanıyordu ya!"
Bunu gülerek, şaka yapıyormuş ve iyi niyetliymiş gibi söylese de masadaki herkes ne niyetle söylediğinin farkındaydı. Derya elimi tuttu ve "Değil mi Helin Teyze? Makyajsız hali daha güzel karımın. Ona bu kadar hazırlanmana gerek yok, zaten gözlerini senden alamayacaklar dedim ama eşim çok kibar biri... Güzelce hazırlanmazsa size saygısızlık olacağını düşündü." diyerek pasif agresif bir tavır takındı. Çünkü ben gayet aktif agresif olabilecek biriydim.
Yerime oturduğumda bacağımın titrediğini fark edip ayak ayaküstüne attım. Yaprak kulağıma eğilip "Sakin ol. Sert başladılar ama daha çok erken..." dedi.
"Gayet sakinim." dedim. "Sorun yok."
Dursun Amca "Bu yemeği de kızımın şerefine düzenledim. Yoksa biliyorsunuz son yemeğimizin üstünden üç ay bile geçmedi." dedi. Şaşkınlıkla önce ona sonra da Derya'ya baktım. "Gerçekten mi?" Verdiği tek cevap omuz silkmek oldu. "Biliyordun yani?"
"Bilmiyordum ama belli bir şeydi."
Bana belli değildi. Ben ne bileyim? "Keşke bana da söyleseydin." diye homurdandım.
"Afiyet olsun." diyen kayınpederimle kaşığımı elime alıp mercimek çorbasından bir kaşık aldım.
"Söylesem ne değişecekti ki? Gerilecektin sadece. Kim umursar ki boş ver. Bir takım boy gösteriş şekli bu."
Kendimi çorba ile doyurmak istemediğim için üçüncü kaşıktan sonrasını almadım. Derya birini çağırdı. Sanırım bugün için bir organizasyonla anlaşmışlardı. Bir garson gelip önümdeki çorbayı aldı ve birkaç dakika sonra pilav, pirzola ve soslardan oluşan bir tabak bırakıldı önüme.
Derya tam da 'Bu kız benim. Ona çok aşığım.' kocası rolünü oynayarak etimi lokmalara bölmeme yardım etti. Dışarıdan hakikaten 'pick me girl' gibi görünüyor olmalıydım. Gülümseyip "Sorun değildi. Teşekkürler." dedim. Göz kırpıp "Afiyet olsun." dediğinde tabağımdakileri yemeye başladım.
Ben tam olarak 'Meze ve aperatif' insanı olduğum için tabağımdaki pirzoladan ziyade masadaki salata, meze ve diğer aperatiflerden yiyordum. Her uzandığım tabağı Derya önüme çekince ona gizlice ters bir bakış attım. "Abartmıyor musun biraz?" Eğilip "Sana sırılsıklam âşık olduğuma inandırıyorum herkesi. Yoksa neden alelacele evlendiğimizle ilgili can sıkıcı sorular sorarlar." diye açıkladı. Aydınlandığımı ağzımı açıp başımı sallayarak belli ettikten sonra "Lütfen sorsunlar." diye meydan okudum. "Can nasıl sıkılıyormuş göstereyim onlara."
"Yalnız dedikodular doğru galiba." dedi biri. Kimin konuştuğuna bakmak için gözlerimi masadakilerin arasında gezdirdim. "Gelininle hakikaten aranız bozuk gibi Çiçek'çiğim." Konuşan sağ çaprazımızda oturan başörtülü bir kadındı. Çiçek Hanım'la yaşıt gibiydi.
"Ne munesebet Billur'cuğim gelunimi çok seveyrum. Benum derdum ecnebi olanlaydı. Yoksa Asude kizumdur benum."1
Aa Asu-de neler duyuyor kulaklarım? Cidden Çiçek Hanımcığım mı söyledi bunları?
Öncelikle senin kulakların yok. Duyan benim kulaklarım. Ve ben de şoklardayım valla. Çok anlamadım.
Çiçek Hanım'ın sözlerinin üzerine tüm bakışların üzerime döndüğünü fark ettiğimde bile alık ifademden kurtulamadım. Yaprak ve Derya aynı anda beni dürtünce kendime gelip gülümsedim. "Ne? Ne alaka? Dedikodu hattınızda yollar bozuk herhalde, bir baktırın." dedim şakacı ama laf sokan bir tavırla. "Anya'ya diye çıktığınız yol sizi Konya'ya götürmüş sanki."
Tavrımın bu kadar amacını belli etmesinin sebebi Melike taktiği uygulamamdı. Yoksa bunlar açıkça saldıracaklardı. Çirkefleşmeden yollarını kapatmak istiyordum.
Kadın bozularak eşarbını düzeltmeye başladı. "Bilemiyorum. Geldiğinizden beri birbirinize bile bakmadınız da?" diyerek saldırmaya devam edince arkama yaslanıp "Maşallah siz de demek ki geldiğimizden beri bizden başkasına bakmamışsınız." diyerek gülmeye devam ettim. Onlara onlar gibi karşılık veriyordum. "Yoksa geldiğimizden beri birbirimize bakıp bakmadığımızı nasıl bileceksiniz. Hangisi daha tuhaf bilemedim."
Bir iki adam göbeklerini hoplatarak gülmeye başladı. "Maşallah ortanca gelinin kopyası." dedi bir amca. Dursun Amca da güldü. "Benim oğlanları aşağısı kurtarmazdı ortak. Maşallah bizim oğlanları yola getirdiler gelinler."
Duha Abi ve Derya aynı anda "Aşk olsun baba!" diye başlayarak itiraz edince masada gülüşmeler arttı. Melike'ye döndüğümde göz göze geldik. Umutsuzca başını iki yana salladı. Bu akşam büyük taarruz vardı... Özellikle bizim aileye karşı...
Yemekler yendikten sonra erkekler içeri, büyük salona iş konuşmaya gidince kadınlar sofrada kaldık. Çay-kahve servisi başlamıştı.
"Nilay'cığım seni zayıflamış gördüm. Düğünde daha iyi gibiydin. Yeni elti stresi mi yoksa?"
Otuzlarının belki ortaları belki de sonlarında olan kızıl kadın bana göz ucuyla şöyle bir bakıp sahte bir samimiyetle Nilay'a dönüp sordu bu soruyu. Nilay bana bakıp gülümsedi. "Asude geldiğinden beri aslında evdeki çoğu stres azaldı. Aslında zayıflamadım da ama... Bilemedim."
Yaprak'a eğilip "Çok boş değil mi? Yani kimse kalkıp siz burada ne yapıyorsunuz, işiniz gücünüz mü yok ya da en basitinden size ne diye sormuyor mu?" diye sorduğumda güldü ve başını iki yana salladı. "Ben bir deneyecek gibi oldum ama ortalık fena karıştı. Ortaklığa zeval gelmesin diye üç ayda bir üç saat çekiyoruz."
Ofladım. Şuradaki sahte statümle ben de ortaklığa zeval vermesem iyi olurdu. Ama içimde de kalmasın şimdi.
Kalmasın Asu-de yerim daralıyor yoksa.
"Size elti gelmiş olsaydım siz fazlalık 30 kilonuzu atabilirdiniz. Tüh, yazık oldu." dediğimde Yaprak başını eğip elinin tersini ağzına kapattı ve gülüşünü saklamaya çalıştı.
Kadın dumura uğrayarak "Anlamadım?" diye sordu sert bir tonlamayla. "Diyorum ki..." diyerek cümlemi tekrarladım. Ve ardından ekledim daha açık olması için. "Stres yaratan bir tip olabiliyorum insanına göre. Sizin için de stres olabilirdim gibi bir enerji aldım sizden. Dile getirmek istedim."
Sonuçta burada herkesin aklındaki ağzındaydı.
Asu-de buradan çıkana dek seninle ateşkes yapıyorum. Tam gaz devam!
Kadın öfkeyle tıslamak suretiyle güldü. "Canım eltim olsaydın stres olan kişi sen olurdun. Ben öyle kolay kolay sindirilecek biri değilim."
Gözlerim alayla vücudunda dolaştı. "Ona ne şüphe." Dedim gülüşümü zor tutuyormuş gibi... Allah aşkına! Biz de aşağılama nedir nasıl yapılır biliyorduk. Yapmıyoruz diye karşıdakine fırsat veriyoruz anlamına gelmesin yani! Hiç hoşlandığım şeyler değil ama mecbur hissediyorum kendimi.
Kadının öfkeden gözü dönse de ileri gidemeyeceğinin farkındaydım. Buradaki herkesin ortak tek gayesi ortaklığa zarar vermemekti.
Eliz "Nida Abla onun seviyesine inme boş ver! Zaman ilerledikçe gelen nesilde saygı kalmıyor ki" dedi. Yaprak ile göz göze geldik. Yapmayacaktım. Sakin ol Asude.
Kurban olayım Asu-de yap şunu!
E peki madem. "Nilay!" diye seslendim eğilerek Nilay'a bakarken. Nilay bana merakla bakarken "Gürültüden başım ağrıdı da ilaç verebilir misin?" diye sordum. Nilay kaşlarını çattı çünkü bir şeyler döndüğünün farkındaydı. Devam ettim. "Bir tane yeter. Beş on tane vermene gerek yok. Dikkat çekmeye de..."
Yaprak sessizce 'ooo'larken Melike kısa bir an gülüşünü durduramadı ve sesli bir kahkaha attıktan sonra engel olabildi. Dönüp Eliz'e baktığımda öfkeden yüzünün kızardığını ve hatta şiştiğini gördüm. Bu olayı kim biliyordu emin olmamakla beraber Eliz'in kesinlikle bildiğine emindim. Çünkü olayın başrolü kendisiydi. Mesajım da onaydı zaten. Elleri titreyerek çay bardağını kavrayıp zorla dudaklarına götürdü ve küçük bir yudum aldı. Bana taş atana gül uzatan bir kişiliğim hiçbir zaman olmamıştı ama bana taş atana bir kamyon moloz boşaltan kişiliğim de aslında çok yeniydi. Bir ortam yoktu maalesef.
İnsanların yumuşak karnını istemeden de olsa gözlerdim. Asla durduk yere saldırmaz, saldırmam gerekince de hamlemi esirgemezdim. Asla melek olduğumu da iddia etmemiştim zaten.
Bir süre sessizlik olduğunda aklıma Enes geldi. Yaprak'ın eski şerefsiz sevgilisi. Tamamen aklımdan çıkmıştı. "Enes burada mıydı?" diye fısıldadım kulağına. Gözlerini yumarak onayladı.
"Karısı şu yeşil-mavi elbiseli kumral olan kadın. Enes de yanında oturuyordu. Şerefsiz! Karısının elini tutarken göz hapsine aldı yine beni."
Asla dikkat etmemiştim. Tüh! Neyse birazdan gelirlerdi geri.
Karısına baktığımda göz göze geldik. Yaşça küçük duruyordu ama sanırım yeni doğum yaptığından kiloluydu. Ama çirkin bir kız değildi. Gözleri sanırım yeşildi ve teni hafif kavruktu. Saçları yıpranmış, uçlarıyla dipleri arasında boyadan kaynaklı renk farklılıkları oluşmuştu.
"Melike'ciğim senden de uzun zamandır çocuk haberi bekliyoruz. Yeterince çıkardın bence evliliğin tadını. Beş yıl az değil yani!" diye sordu başka bir kadın.
"Sürtük!" Yaprak'ın sessiz küfrünü sadece ben ve belki Melike duymuştuk. Melike'ye baktığımda sinirden kasıldığını gördüm. Hoş ben bile dış kapının mandalı olarak aşırı öfkelenmiştim ama Melike beni şaşırtarak hiçbir şey söylemedi. "Düşünmüyoruz." demekten başka. Yüksek bir ihtimalle çocuğunun olmadığını biliyordu soran densiz kadın ama aldığı cevaptan tatmin olmayıp üstüne gitmeye devam etti.
"Ama bak geciktirdikçe zorlaşır doğum. Hem erken yaşta anne olmak lazım. Sonra yaşlandıktan sonra çocuğa bakamazsın."
"Nerede yazıyor?" diye sordum birden bire. Kadın bana döndü. "Ne nerede yazıyor?" dediğinde sesi sertleşmişti. "Erken yaşta anne olmak lazım dediniz ya teyzecim. Nerede yazıyor? El âlem 50 yaşında doğuruyor." dedim. Ağzının içinden mırıldansa da 'Terbiyesiz' dediğini anlamıştım.
"Çok af edersin teyzecim. Terbiyesizlik yaptım ama kendimi geliştireceğim. İşe de milletin yatak odasına burnumu sokmakla başlarım." diyerek çayımdan büyük bir yudum aldım. Artık ılımıştı zaten. Kadın şok oldu. "Yatak odasına karışmadım, bir büyüğü olarak akıl verdim." dedi. Üstten bir bakışla. Ben cevap verecekken Nilay "Melike'nin bir dünya aklı var Sabiha Teyze. Ondan akıl almak isteyen zaten bir dünya para ödüyor." diyerek konuşmaya dâhil oldu. Oh! Ben bu kadar güzel bir cevap veremezdim vallahi! İçim rahatladı.
"Seni çok agresif gördüm yeni gelin. Niye gerginsin bu kadar?" dedi biri. Az önce Enes şerefsizinin karısı olduğunu öğrendiğim biri...
Sesinde açıkça bir meydan okuma, birazdan öyle bir laf sokacağım ki aklın şaşacak iması vardı. Kaşlarımı kaldırdım. "Lastiği çekersen gerilir." dedim gülümseyerek. "Elinden kaçırırsan da canını yakar." Anlasa aslında bu ona uyarıydı. Anlamamıştı.
"Hayır... Ben seni daha ılıman ve cana yakın sanmıştım." dedi. Bunu öylesine değil altı dolu bir imayla söylemişti. Büyük bir şey geliyordu, yüzünden anlayabiliyordum. Eliz'in yanında oturuyor olması onların yakın olduğu izlenimini de verdiği için bu düşüncem daha da güçleniyordu. Sessiz kalıp gelecek atağı bekledim.
"Bir de Derya'nın Rus sevgilisiyle karşılıklı oturup sohbet ettiğini görünce yadırgamıştım bile ama şu anki tavrınla hiç bağdaştıramadım yaptığın şeyi."
Yaprak, Melike ve Nilay da bana şokla bakarken Çiçek Hanım'a baktım. O da oldukça şaşkın olmasına rağmen göstermemeye çalışıyordu bu şaşkınlığını.
Toparlamam ve mantıklı bir açıklama yapmam lazımdı. Gülümsedim. "Valeria benim hayatım hakkında kafasına göre varsayımlarda bulunmuyor ya da hayatıma müdahale etmiyor. Ve zaten sizin için Derya'nın eski sevgilisi olabilir ama biz onunla daha önceden de tanışıyorduk. O yüzden bir şey konuşulacaksa oturup konuşabiliyoruz."
Şu an Valeria beni dinlese arkadaşım olmak isterdi kesin. Bu nasıl bir savunmadır! Kızlara daha gerçekçi bir yalan ve açıklama yapmam gerekiyordu. Çünkü buna onlar kesinlikle inanmamış ve durumu kurtarmak için yalan söylediğimi anlamışlardı.
"Ayrıca" dedim ve devam ettim. "Valeria ile konuştuğumu gördüysen Derya gelince el ele yanından ayrıldığımızı da görmüşsündür. Eksik doğru yalandır aklında bulunsun."
Bu bilgiyi bizimkiler içini ferah tutsun diye vermiştim aslında. Yoksa şerefsiz Enes'in karısı-adını hâlâ bilmiyordum. Öğrenmeye de gerek duymuyordum- ne düşünüyor, ne söylüyor umurumda değildi.
Büyük salona açılan kapı aralandığında erkekler birer birer içeri gelmeye başladı. O an Eliz yüksek sesle "Bilmiyorum." dedi. Derya yanıma oturacakken bakışları bir an ona döndü ama sonra sandalyesini çekip yanıma oturdu. Eliz devam etti. "Biz o kadar medeni değiliz. Kocamın önünde diz çöküp yalvaran biri kardeşim olsa onunla aynı masaya oturmazdım."
İşte korktuğumuz başımıza gelmişti. Önceki gece Derya ve Valeria tanıdık birilerine yakalanmıştı. Derya şaşkınlıkla bana baktığında bile yüz ifadelerimi kontrol etmeye çalışıyordum. Çiçek Hanım "O ne demek?" diye sordu. Enes'in karısı "Cuma akşamı sahilde Enes'le dondurma yerken gördük valla Çiçek Teyze. O gavur kız Derya Abinin önüne diz çökmüş ağlıyordu. Yeni evli bir de hiç yakıştıramadık." dedi. Dursun Baba'nın sert bakışları Derya'ya döndüğünde masanın üstünden elini tuttum çünkü Derya da çok öfkeli görünüyordu. Az önce o beni frenlemişti sıra bendeydi.
"Aşk insana kötü şeyler yaptırır." dedim güçlü bir sesle. Çok kısa bir zaman önce aşka inanmayan, hatta hâlâ bile ne düşündüğümü bilmeyen ben kurdum bu cümleyi. "Aşk insana güzel şeyler de yaptırır. Utanılacak şeyler de yaptırır, gurur duyulacak şeyler de. Valeria'nın ne yaptığı benim umurumda değil. Eve döner dönmez bunu bana anlatan kocam benim umurumda." Önce Eliz'e döndüm. "Ben yarın da Valeria ile aynı masada oturabilirim. Hayat oturtabiliyor çünkü. Mesela kocam için intihar etmeye kalkışmış biriyle de oturuyorum."
Bir savaş başlatıyorsanız hesapladığınız tek şey kendi cephaneniz olmamalı. Düşmanın cephanesi de savaşın kaderini belirler...
"Ve..." dedikten sonra Enes'in karısına döndüm. Yanında oturan Enes olmalıydı. Derya gibiydi. Onun yaşlarında ama Kaptan'ımın yarısı kadar yakışıklı değildi. Sarışın, mavi gözlü olması bile hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Çenesi geride, burnu kemerli kaşları da düşüktü. Üstelik saçları yanlardan açılmaya başlamıştı.
"Aşık bir insanın yapacağı en kötü, en utanç verici ve en aşağılayıcı şey onu sevmeyen biriyle sırf kendisi aşık olduğu için evlenmeyi kabul etmektir. Daha kötüsü de var. Yanında olup gözünü başkasından alamayan o adamın yanında oturmaya devam etmek mesela."
Yaprak yanımda gerilince sustum. Herkes gerilmişti. Ama ben demiştim. Susmam diye... "Konuşmamı iki atasözüyle bitireceğim. Bir; beterin beteri var. İki; önce iğneyi kendine batır, sonra çuvaldızı ele. Atasözlerini severim. Tanıştığımıza memnun oldum."
Uzun süren sessizliğin ardından Eliz'in annesi Helin Hanım "Hmmm" diye homurdandı ve "Çiçek Hanım maşallah gelinlerin de hepsinin dili pabuç Allah kolaylık versin sana!" dedi. Yaprak kıkırdarken bakışlarımı Çiçek Hanım'a çevirdim. Göz göze geldiğimizde belli belirsiz tebessüm etti ve omuzlarını kaldırdı. "Maşallah kizlaruma. Elti, görümce. gelun deel dort baci oldiler. Ha herkes donsin kendi kizina gelununa baksin. Hankisinin dili bir numara kuçük?"
Gülümsedim. Çiçek Hanım gerçekten mi böyle düşünüyordu yoksa onlara laf vermek mi istemiyordu bilmiyorum ama sözleri beni mutlu etmişti.
İlerleyen saatlerde müzik açıldı. Biraz oynadılar, horon tepildi. Ben öğrenmeye çalışsam da asla öğrenemiyordum horonu o yüzden tüm ısrarlara rağmen uzak kaldım. Bunun yerine Derya'yı video kaydına alıp İnstagram hikâyemde paylaştım. DM kutumu açtığım için mesaj isteklerim yeniden patladı. Hikâyemi beğenenler arasında adımıza açılmış iki fan sayfası bile gördüm ama o hengâmede kaybettim. Sonunda bir dans müziği çıkınca özellikle gençler ama yaşlıların bazıları da dansa kalktı. Derya beni dansa kaldırınca bu kez itiraz etmedim. Trip attığımı düşünebilirlerdi. Onları sevindirecek herhangi bir hareket sergilemeyecektim. Abartıyorlar sanmıştım ama az bile söylemiş kızlar. Burası resmen birinci dünya savaşındaki Çanakkale cephesiymiş! Densiz insan gördüm ama bu kadar densizi bir arada görmedim. Sanırım burada densiz yozlaşması yaşanmıştı seneler içinde!
Derya'nın elini belimde hissettim. Sonra beni kendine iyice çekti. Sorun şu ki zaten yapışıktık birbirimize. "Çok etkilendim." diye fısıldadı kulağıma. "Ateş ettin resmen."
"Şüphen vardı sanırım?" diye sorduğumda gözleri kısılarak gülümsedi. "Asla! Ama yine de her seferinde şaşırmaktan alamıyorum kendimi."
"Eh haklısın... Az önce ben de şaşırdım biraz kendime."
Ben kendimle bile kavga ediyordum bazen...
Çoğu zaman... O yüzden ne kadar bulaşıcı ve çirkef olabileceğimi aslında biliyorum ama az önceki performansım beni bile şaşırtmıştı işte...
"Eliz'i sana Yaprak mı söyledi?" diye sorunca "Hıhı." diye onayladım. Onaylamazca başını iki yana sallayıp güldü. "Kadınların dedikodu mekanizması beni şoka sokuyor."
"Ağzından kaçırdı ya! Hem kötü mü oldu, ortalığı darmadağın ettim. Yoksa toz duman altında bir tek biz kalacaktık. Hem sen de çok sert davrandın kıza? Estetik iması falan? Az değilsin sen de!"
Güldü. "Mecburdum. Fenalaştığı bir gün yüzüne su serptim diye ona umut verdiğimi ima etmişti kız. O zamandan beri kasti olarak kırıcı oluyorum."
"Senin için 22 kilo vermiş! Ayıp ama!" diye alay etmeye devam ettiğimde gözlerini devirdi ama hâlâ gülüyordu. "Neyse bir faydam dokunmuş. En azından daha sağlıklı."
"Rize'de adım attığım yerlerde senin ve peşindeki kızların bir hikâyesi mutlaka oluyor." dedim Nedendir bilmem başım dolanmıştı alnımı omzuna yasladım. Belimdeki eli beni daha iyi kavradı. Diğer elim de avucunun içindeydi onu da aramıza soktu.
"İstanbul'da ben de kendimi bir anda senin için kavga ettiklerini iddia eden erkeklerin arasında bulunca böyle düşünmüştüm." dedi. Orçun ve Görkem'den bahsediyordu. "Onlar benim için kavga etmediler. Çok saçma" dedim. İnanmıyordum bile.
"Birinin seni seviyor olması ve bu uğurda çabalaması, gerekmişse kavga etmesi neden saçma geliyor sana..."
Ne biçim soruydu bu? "Ne alaka şimdi?"
"Soruyorum. Çünkü biri seni asla sevemezmiş gibi davranıyorsun. Aşka inanmayan sensin. Bu senin duygularını bağlar sadece. Başkasının sana olan duygularını engellemez."
Niye böyle şeyler söylüyordu ki bana şimdi?
"Yani tabi ki öyle ama başkasının duygularını umursamak zorunda mıyım? Biri beni seviyorsa kendi bileceği iş. Ama sevmez bence. Niye sevsin?"
Bilmiyorum... Gerçekten çok saçmaydı. Biri beni neden sevsin ki? Kendim bile eğlenceli biri olmadığımı kabul ediyordum. Muhabbetim akıcı değildi. 'Galata ha Galata' demekten başka bir şey bilmiyordum ki insanlar bunu anlamıyordu bile. Ahım şahım güzel de değildim. Benden çok vardı tip olarak. Ben olsam beni tercih etmezdim.
Derya soruma gözlerini devirdi. "Bir yanın yırtıcı bir panter. Diğer yanın yavru kedi. Ancak sen kendini bir panda sanıyorsun. Dünya umurunda değil. Neslin tükenmiş gibi kendini de tüketiyorsun." dedi Omuz silktim.
"Bilmiyorum. Siz bence bu aşk meşk olaylarını biraz abartıyorsunuz. En fazla ne olacak ki? Herkes gelip geçici..." dedim. "Birinin beni sevmemesi beni yavru kedi yapmaz ayrıca. Kimsenin beni sevmesine muhtaç değilim." diye homurdandım. Sevmiyorlarsa sevmesinler Allah Allah!
Müzik biterken yavaşça ayrıldık birbirimizden ama o sırada yeni bir dans müziği çalınca Derya beni kendine çekti. "Bir dans daha." dedi dudaklarıma doğru konuşarak.
Kaşlarımı çatmamak için direnerek gözlerimle sordum 'Ne yapıyorsun?'
Göz kırptı. Ve birden biri yanımızda belirdi. Ben ne olduğunu anlayana dek bir mikrofonu Derya'ya uzattı ve hızla yanımızdan ayrıldı. Ve dans müziği başladı.
Ne? Şarkıyı Derya mı söyleyecekti ama neden? Ayrıca bu şarkı? Daha önce duymuş muydum ki? Tanıdık... Bir o kadar da yabancı.
Kesinlikle ilk kez duyduğum bir şarkıydı. Umarım yine birileri bizi kayda alıyordur çünkü sanırım bu şarkının başka versiyonunu dinleyemeyecektim. İkinci kez aynı sözleri tekrarladığında bu kez sözlerin ne dediğini anlayabildim.
Beklerim yar gelmez niçin... Bu şarkıyı kime söylüyorsun sen Kaptan? Benim gözlerime bakarak kimi düşünüyorsun yine?
Güzel şarkıymış ama sanırım bu hissin sebebi başkaydı ve hoşuma gitmeyen bir şeyler oluyordu. Ne olduğunu bilmiyorum.
Bilmiyorum. Hem senin sesin neden bu kadar üzgün iç ses? Somut bir volümün bile yokken üstelik.
Gözlerimi çekmek istiyorum ama bunu yapamıyorum. Çok garip, sadece başka bir yere bakmam gerekiyor. Ve burnum... Deniz havası mı çarptı? Üşütmüş olmalıyım. Burnum sızlıyor.
Şarkıyı bitirdiğinde kaşları çatılır gibi oldu ama sonra birden önümde diz çöktü. Elim refleksle eline giderken onu kaldırmaya çalıştım. Fısıldayarak "Ne yapıyorsun?" diye sordum aynı zamanda.
"Dünya ayaklarımın altına serilse bile önünde diz çökeceğim tek kadın, güzel karım..."
Elini tutan elim gevşedi ama ben bırakamadan o bu kez sıkıca tuttu elimi. "Geçmişim yüzünden çok fazla şeyle uğraşmak zorunda kalıyorsun." dediğinde yeniden "Derya..." diye uyardım ağzımın içinden ama umursamadı. Yaprak ve iki elitimin heyecanla fısıldaştıklarını gördüm. Yüksek liglerde oynuyorduk ve bu iyi değildi. Bu kadar yalana gerek yoktu ki... Hem... Hem sanki ben de inanacaktım. Neden yapıyordu bu çocuk bunu?
Tamam bu densiz kadınlar azıcık kafa bulandırdılar da bu kadarına gerek var mıydı? Bence sadece anlatarak da düzeltebilirdik durumu.
Kaptan'a kaş göz yapmaya devam ettim. "Yok canım." diye mırıldandım. "Olur öyle şeyler." Kaş göz yapıyorsam da anlamıyordu ya da anlamazdan geliyordu.
"Bizim hikâyemiz öyle ani virajlara sahipti ki dönerken manzaranın tadını çıkaramayacak kadar telaşlıydık. Bu yüzden sanırım sana hak ettiğin evlenme teklifini yapamadım. Biraz geç oldu tabi ama..."
Normal bir ilişkim olsa da evlilik teklifi gibi kapitalist detaylar istemezdim zaten ama evlendikten sonra yapılanı biraz hoşuma gitmişti. Kendime de yalan söylemeyecektim.
Yok canım söyle, yapmadığın şey değil, ben alıştım zaten.
"Bu yüzden bunu bir evlenme teklifi olarak değil de teşekkür olarak gör. Benimle evlendiğin için teşekkür ederim dünyanın en güzel kızı..."
Ayağı kalktığında ne yapacağımı bilemediğim bir miktar elim kolum birbirine karıştı hissinden sonra sarılmak istedim ama asla ama asla beklemediğim bir başka şey oldu.
Derya elini bel boşluğuma atıp kavradıktan sonra diğer elini de boynuma attı ve çok hızlı hipersonik bir hızla dudaklarımızı birleştirdi.
Yine, aynı düğünümüzdeki gibi anne ve babası da dâhil tüm bu kalabalığın ortasında...
Uzunca bir süre, ben dudaklarımı nefes almak için aralayana kadar öylece durdu ama sonra da çekilmedi. Ve ben mecburen ona karşılık verdim...
Herkes karşılık verirdi o an... Ve bu tek taraflı öpücük hiç de masum olmayan ateşli bir öpüşmeye dönüştü. Kalbimi yerinden söktü. Tam o an anladım. Çok kötü, hayır felaket bir şey oldu.
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Ben yazmamışım daha önce okumamışım gibi düzenlerken yine kalbimde çarpıntı oluştu. En minnoş görünüp en ateşli olan çift olmaya adaylar değil mi?
Yorumlarınızı bekliyorum aşklarım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.14k Okunma |
1.1k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |