26. Bölüm

⚓26. Bölüm⚓

Büş Bckr
busbckr

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

 

 

26. Bölüm

 

 

Bölüm Şarkıları:
Maran Marangöz- Aşık Oldum Ben Sana
Cem Özkan- Olmayacak Bir Hayal

Çok eski günlerden bir gün kalbimin çok hızlı attığını ve bunun sebebinin daha bir buçuk ay önce şerefsiz bir sapık olduğuna karar verdiğim için nişanından kaçtığım Ferman olduğunu hatırlıyorum.

Küçükken, beş yaşlarındayken hatta ona âşık olduğumu düşünürdüm. Çok yakışıklı, çok havalı, şimdikinden bir tık daha az uyuz ve oldukça ulaşılmazdı. Bir de benimle sık sık uğraştığından onun da bana hisleri olabileceğini düşünürdüm. Çünkü halamın kızı Zeliha Abla bir keresinde büyük aşklar nefretle başlar diye bir cümle kurmuştu diğer kuzenlerimle konuşurken. Ben de Ferman ile birbirimizle anlaşamadığımızı birbirimize âşık olmamıza yormuştum sanırım. Neyse ki bu süreç çok uzamamıştı ama sonunda ondan nefret ettiğime karar verene kadar onun yanında kalbimin dörtnala koştuğunu da inkâr edemezdim.

Sanırım o sondu. Ondan sonra da kimseye karşı hiçbir duygu besleyememiştim. Oyunlar benim daha çok ilgimi çekmişti. Erkeklerle dolu bir mahallede büyümüş, kızlardan çok onlarla oynamıştım. Tek ben değil, diğer kızlar da onlara katılırdı. Misket oynardık, yüksek ebe, dondum, simit, eş kaçırmaca, saklambaç, yedi kule, köşe kapmaca, elim sende ve daha bir sürü cinsiyetsiz oyun oynarken aşk pek de ilgimi cezbetmemişti açıkçası. Ergenliğimin başlarında evdeki huzursuzluk, sürekli kavgalar, dedemin, akrabalarımın sürekli laf sokması, eziyeti derken de sanırım diğerleri gibi âşık olmak aklıma gelmemişti. Birkaç yıl sonra annemle gittiğimde derdim annemi kollamaktı. Annem beni gönderip yerime kendini kollayacak başka birini bulunca da aşka olan inancımı yitirdim. Şimdi içine düştüğüm ateşe aşk dememem lazım ama buna başka ne diyebilirim bilmiyorum.

En nesnel tanımı yapacak olursam artık yumuşak karnım Derya'ydı. En büyük zaafım, zekâmın en işlevsiz kaldığı konu, kalbimi en dik açıyla alan ekvatorum...1

Bu günden sonra en sevdiğim şarkıların sahibi, Galata'mın metresi...

Yani mahvoldum derken mübalağa yapmıyordum. Gerçekten mahvolmuştum.

Kendimi geri çektikten sonra kimsenin yüzüne bakamayacağımı bildiğimden başımı yere eğdim. Derya, ağzıma gidip gitmeme konusunda tereddüt eden elimi kavradığında bakışlarımı aniden ona çevirdim.

"Siz de bir hata gördüğünüz zaman, hata yapılana değil de hatayı yapana yüklenmeyi önce bir öğrenin. Sonra görüyorum sosyal medyada kadın hakları, fırsat eşitliği, feminizm cart curt paylaşıyorsunuz. Kadın, kadına düşmanlık yapıyor sonra destanlar düzüyor. Komik oluyorsunuz."

Asu-de neden bu kadar kibarsın sen? Mahvolmak ne? Biz boku yedik kızım!

Kalabalıktan bir kadın sesi duyulunca bakışlarımı Derya'nın parıldayan yüzünden sesin geldiği yere çevirdim. Konuşan kişi Eliz'di. Henüz dersini almamış, son kurşununa kadar savaşmaya devam etmek istiyordu.

"Senin karının yaptığı da buydu? Bir kadını geçmişinden, diğerini kocasının hatası yüzünden vurmaya çalışmadı mı?"

Derya konuşacakken sözünü kestim. Kimsenin beni savunmasına ihtiyacım yoktu. Bunun avukat olmamla da bir ilgisi yoktu.

"Hayır! Buradan Türkçe öğretmenine de selamlarımı yolluyorum ayrıca. Siz direkt benim kocamın bile yanlış yapmadığı, mağdur olduğu bir konuda beni vurdunuz. Bu konu benim kocamın geçmişiydi ayrıca. Ben direkt sizin hatalarınızı yüzünüze vurdum. İsim vermemiştim ama madem açık ettin devam edeyim. Derya için intihar eden sendin ve bugün benim yanımda kocamın ağzının içine düşen de sendin mesela. Bu olayda ben başka kimi suçlayacaktım?" Bakışlarımı sinirden morarmış Enes'in karısına çevirdim. Adını hâlâ bilmiyordum.

"Kimseyi de kocası üzerinden vurmadım. Yine kendi yaptığı hataları dile getirdim. Kocası hakkındaki düşüncelerim zaten oldukça açık bence."

"Kimden bahsediyorsunuz?" diye sordu bir adam. Etrafında bir şeyler dönüyor ancak anlamıyor gibiydi.

Nilay "Fevzi Bey Amca boş verin. Her zamanki şeyler dönüyor. Kazığın ucu size batınca da bir zahmet üç maymunu oynamaya devam edin. Bizden beklediğiniz buydu ya!" diyerek konuştuğunda tüm aile bireylerimizin şaşkın gözleri hızla ona döndü. Öyle sesli ve öfkeli çıkmıştı ki sesi hiçbirimiz beklemiyorduk bunu. Ve sanırım, anladığım kadarıyla bu Fevzi Bey Amca Enes'in ya babası ya da kayınbabasıydı.

Dursun Amca herkesi yemek masalarına yönlendirdiğinde masada dedikodu devam etmiş olsa da kimse bizimle ilgili ağzını açmaya bir daha cesaret edememişti. Ta ki Sabiha mıydı neydi o kadın tekrar konuşana kadar.

"Çiçek senin kayınvaliden hâlâ sizde değil mi? Hâlâ eziyet ediyor mu sana?" Yaprak derin bir nefes alınca yeni bir sıkıntı doğacağını anladım. Dursun Amca da dönüp Çiçek Hanım'a bakmıştı. Bu durum Çiçek Hanım'ı zor durumda bıraktı çünkü muhtemelen yine ağzını tutamamış, olur olmaz kişilere gereksiz şeyler anlatmıştı.

"Eziyet?"

Dursun Amca Çiçek Hanım'ı çok seviyordu. Bunu hastanede de gördüm bizzat ama konu annesiydi. Ve Çiçek Hanım bizim tarafımızı tuttuğu için şu an bu kazığı yemişti arkadaş sandığı biri tarafından.

"Yok canım. Ne eziyeti?" dedi Çiçek Hanım ağzının içinden. "Gayet iyi anlaşıyoruz biz."

"Aa öyle mi? Demek o yüzden gelinler sizi bırakıp yaylaya gittiler. Gelin kaynana baş başa kaldınız. Yoksa gelinlerle mi atıştınız?"

Demek ellerinde bol silah vardı ve gerçekten şakaya alınmayacak kadar tehlikeliydiler. Eminim Başak'tan da haberleri vardı ve yeni hedefleri benim tarafımda görünüp bizi birbirimize kırdırmaktı.

Siz giderken, o yoldan benim halalarım ve yengelerim dönüyordu hanımlar. Ben sizin üst modellerinizle çok daha küçük yaşta mücadele etmiştim. Ayrıca biz kırılacağımız kadar kırıldık bence. Geç kaldınız yani...

Masadaki vişne suyu dolu bardağı kaynanamı izlerken başıma diktim. Kati suretle Derya'ya bakmıyor, o yokmuş gibi davranıyordum. Şu an olağanüstü hâl ilan etmiştim içimde ve bir çözüm arıyordum.

Kayınvalidem sessiz kalınca Yaprak "Öküz altında buzağı ararsanız böyle bir sonuca varırsınız Sabiha Teyzeciğim." diye cevap verdi.

Sabiha Hanım doğru noktaya parmak bastığından öyle emindi ki gururla gerindi. "Gelinler sabahtan beri bülbül gibiydi şimdi sanki biraz dut yemiş bülbül gibiler."

Elimdeki bardağı masaya oldukça sesli bir şekilde bıraktım. "Asil bülbüller olarak kargalarla muhatap olmama kararı aldık teyzeciğim. Şimdi bizim de belli bir seviyemiz var. Korumak istiyoruz siz de hak verirsiniz ki!"

Ses tonum, tavrım ve bakışlarım öylesine kayıtsızdı ki ne bir laf sokma ne de bir tartışma ortamı var gibiydi. Bıkmıştım. Böyle şeylerin abartılı Hint dizilerinde ya da çok çok bizim pembe dizilerde olduğunu düşünürdüm. Çünkü kimsenin hayatı kimseyi ilgilendirmezdi bana göre.

Tamam, amcamlar, halamlar ve onların aileleri de oldukça kötüydü ama en azından aile içindeydi ve neyi neden yaptıklarını bir nebze, bir dirhem, iğne ucu kadar da olsa anlıyordum ama tüm bu insanlar?

Sabiha denen kadının surat ifadesi dondu kaldı. Diğerleri de ondan çok farklı değildi.

Yerimde doğruldum ve devam ettim. "Neyi merak ediyorsunuz? Size tam olarak ne kadar detay vermeliyiz? Söyleyin ona göre bir rapor hazırlayıp elinize verelim."

Dursun Amca "Asude kızım!" diye uyardı ama uyarısı sırf gösteriş için yapılmış gibiydi. Bana hak verdiğini buradaki herkes anlamıştır eminim.

"Bir şey demiyorum ki baba." dedim bir de 'kayınbabasına amca diyor' demesinler diye. Dursun Amca ona baba dememe şaşırdı çünkü bir daha asla demeyeceğimi düşünüyordu. Ben de öyle düşünüyordum aslında...

"Dedikodudan çok hoşlanmam ve zaten başkaları benim hiçbir zaman umurumda olmamıştır ama ben bile dedikodunun orada olmayan birinin arkasından yapıldığını, bu işin raconunun bu olduğunu biliyorum. Tekrar söylüyorum, desteklediğimden değil ama öyledir. Ancak geldiğimizden beri yüzümüze yüzümüze dedikodu yapıyorlar. Kendi kafalarında bir kurgu yaratmışlar ve bizi dinlediklerini bile düşünmüyorum."

"Lütfen bu konuşmayı keselim. Gelin kızımız haklı." dedi yaşça herkesten biraz daha yaşlı duran tesettürlü kadın. Karadeniz ağzı yoktu. Buralı olmayabilirdi yani.

"Kendisi iftira atmayı biliyor. Sırf avukat olduğundan ağzı iyi laf yapıyor."

Bunu söyleyen hiç kimse değil, beni dehşete düşüren biriydi. ENES!

İşaret ve başparmağım iki kaşımın arasını burnumun ince kavisini buldu. Ben konuşmadan, sanırım karşımdaki erkek olduğu için Derya müdahale etti.

"Sus diyoruz Enes, tam olarak neyi kaşıyorsun sen?"

Tavrı çok agresifti ve bunun benim ona koyduğum tavırla alakalı olduğunu düşünüyordum.

"Karına sus de kardeşim."

Derya ayaklanacak gibi olunca refleksle kolunu yakaladım. Bu kez Murat Abi "Enes senin dilin bir uzamış. Niye acaba? Yalan söyleye söyleye mi dersin?"

Enes ve Yaprak hakkında bir şey bilmiyorlardı ve sırf bana güvendikleri için, yalan yanlış bir şeyi ortaya sürmeyeceğimi bildikleri için arkamda duruyorlardı ama benim yüzümden Yaprak zor durumda kalacaktı ve ben buna asla izin vermezdim. Sanırım Enes de buna güvenerek üstüme geliyordu.

"Bizim ailede avukat yok Murat Abi. Bilirsin ki Avukatlar yalanın erbabıdır. Sırf iki dedikodu yüzünden iftira attılar, belki yuvamı yıkacaklar. Asıl yalancı sizin yanınızda"

Sıfır niyet, sıfır ima! Hiçbir amacım da yoktu. Güldüm. Kahkahalarla güldüm. Sinirlerim bozulmuştu sanırım. Yüzsüzlüğüne katıla katıla güldüm. Gülerken gözlerimden taşan yaşları serçe parmaklarımla silerken Enes'in şaşkın yüzüne baktım.

Derya'nın elini kolumda hissedince gülmekten yaşarmış gözlerim ona döndü. "Bayılırım böyle tiplere." dedim Derya'ya bakarak. "Her türlü pisliğe bulaşıp kanalizasyonun yanından geçerken 'üf kötü koktu' diyerek burnunu tutarlar."

Bakışlarım Enes'e döndüğünde yüzümdeki ifade keskin bir hiçliğe döndü. Onun da kaşları bir an havalanıp çatıldı. Ürkmüştü. Ürkütücü görünüyor olmalıydım.

"Oysa kanalizasyon kokması gerektiği gibi kokuyordur."

Yaprak yanımda, büyükler gördüğünde 'Edepsizlik yapma' diyebilecekleri bir hareket yaptı. "Of kapak oldu." diyerek de hareketini açıkladı.

"Yani avukatlar yapması gerekeni yapıyor. Sen yalan söylüyorlar deyip geç, zaten anlamazsın bu konuları ama sen yapmaman gereken şeyler yapıp bunları gizlemek için hedef şaşırtamazsın. Ben buna izin vermem."

Birkaç saniyelik bir afallamanın ardından öne doğru eğilip parmaklarını birbirine geçirdi ve dirseklerini masaya yasladı.

"Öyle mi? Ne yaparsın mesela?"

Kışkırtıyordu çünkü Yaprak'ı ortaya atmayacağımı biliyordu. Arkama yaslayıp gülümsedim ve eşine çevirdim bakışlarımı. Sanki biraz önceye kadar birbirimizi yemiyormuşuz gibi gülümsedim.

"Pek çok şey. Mesela... Adın neydi tatlım?" Kız gözlerini kırpıştırdı. Tereddütle "Aysun..." dedi.

Başımı anladığımı belirtircesine salladım ve "Aysun'cum henüz avukatlık ruhsatım yok ama bu bir engel de değil. Eğer aklın başına gelirse diye söylüyorum. İstersen yüklü bir miktar tazminat artı nafaka ile şimdikinden yüz kat daha iyi bir hayat yaşamanı sağlayabiliriz. Eltimin avukatlık ruhsatı var ve benden çok daha iyi 'yalan' söyleyebilir. Ve eminim sana kanıt sunmamıza da gerek duymuyorsundur. Pişkin adamı tek bakışta anlarım. Yaptığıyla gurur bile duyuyor olabilir yanındaki." dedim. Pişkin adamı tek bakışta tanımamın sebebi pişkinliğin kitabını yazmış olmam olabilir. Kabul!

Önündeki şeker tabağından paketli küp şekerleri avucuyla alıp yüzüme fırlatırken en son "Karı koca pavyonda çalışıyor gelmiş burada bize ahkâm kesiyor." dediğini duydum. Sonrası tam bir felaketti. Tüm masa ama tüm masa birbirine girmeden hemen önce Derya'nın çayını bardağıyla birlikte Enes'in yüzüne fırlattığını ve isabet ettiğini gördüm. İşin garibi bu kavga sadece Derya ile Enes arasında değildi. Masadaki çoğu erkek Derya'ya saldırınca Murat Abi ve Duha abi de girdi. Yeterli gelmediklerini gördüğümüzde Nilay, Melike, Yaprak ve ben de girdik. Biz girince Eliz ve Aysun da kavgaya girdi ve maalesef üzülerek ve utanarak söylüyorum ki polis geldi ve bizi karakola götürmek istedi.1

Neyse ki büyüklerin araya girmesi ve bizim de şikâyetçi olmamamızdan dolayı evlerimize dağıldık.

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Kaşının üstüne bastırdığım pamuk yüzünden yüzü buruşan Derya benim de yüzümün buruşmasına sebep oldu. Belki de çenemi kapatmalıydım ve işler bu noktaya gelmemeliydi. Şu an en ihtiyacım olan şey Derya'dan uzak durmaktı çünkü sanırım başım büyük beladaydı ama benim yüzümden kaşı açılmışken ve dudağı patlamışken bırakıp gidemiyordum. Hem vicdanen hem de toplumsal baskı yüzünden. Çünkü o benim kocamdı.

Asu-de valla bence çok iyi yaptın. Pişkin pişkin bizi suçluyordu bir de!

Orası öyleydi ama böyle de çok iyi olmamıştı.

"Af edersin." dedim ve daha dikkatli olmaya çalıştım. "Yapabileceğin bir şey yok. Bildiğin gibi devam et." diyerek elime uzandı ve pamuğu yarasına bastırdı. Yüzü buruşsa da bastırmaya devam etti.

"Aferin kızım. Çok gerekliydi bu yaptığın!"

Dursun Amca'ya mahcup bir şekilde baktım. İşi benim kendini tutamayan dilim yüzünden mahvolmuş olabilirdi.

Derya bir anda elimi bırakıp "Çok gerekliydi baba!" diyerek babasına karşı çıktı. "Oturduğumuz andan beri durmadan saldırdılar."

"Her zaman yaptıkları şeydi. Alttan alsaydınız ne olurdu? Böyle daha mı iyi oldu?"

"Dursun Amca ben öz-"

"Özür falan dileyemezsin Asude! Niye her zaman alttan alan biz oluyoruz acaba? Bizim de kulağımıza onlar hakkında neler neler geliyordu biz onlara ağzımızı açıyor muyduk? Kasti olarak yaramızı kaşımaya çalışıyorlardı."

"Oğlum onlar konuşunca ne olacak sanki?"

Duha Abi "Konuşmasalar ne olacak baba?" diye sordu. Melike o sırada onun gözüne buz tutuyordu. Murat Abi neyse ki sağlamdı.

Dursun Amca sabır çekince Derya iyice babasına doğru dönüp "Ayrıca karımı yani gelinini susturmaya çalışıncaya kadar orada o had bilmezleri susturmaya çalışsaydın bu duruma gelmezdik. Benim karım senin ortaklarının kendini bilmez düşük sınıf eşlerinin ve kızlarının laflarını çekmek zorunda değil." dediğinde ben de en az diğerleri kadar şok oldum ama Dursun Amca'ya kal gelmişti.

"Ne?"

Derya elimi tutup beni önüne çekince ne olduğunu anlamadım ama elimi tutup tekrar yarasının üstüne getirdiğinde yarayı temizlemeye devam etmemi istediğini algıladım. Öyle de yaptım.

"Dudağın neyse de kaşın fena olmuş." diye fısıldadım.

Gözlerime öyle bir baktı ki küfrettiğimden şüphe ettim. Ne demiştim şimdi ben? Bir şey demek yerine Dursun Amca'ya verdim dikkatimi.

"Oğlum siz iş dünyasını şaka mı sanıyorsunuz?"

Derya başını hareket ettirmeden gözlerini babasına çevirdi. "Hıh işte doğru soru buydu baba ama yer, zaman ve muhataplar yanlış. Bu soru o gemideki insanlara sorulacaktı. Onlara ne bizim evin sorunlarından."

Asu-de aferin Derya'ya değil mi? Ne güzel savunuyor seni.

Hıı aynen bir sana aferin bir de ona! Sen sus ayrıca ne geldiyse başıma senin yüzünden geldi. İlla konuşacaksan da bana bu durumdan nasıl kurtulacağımızı anlat.

"Oğlum adamın suratına içi dolu çay bardağı fırlattın."

Derya birden ayağı kalkınca bana çarptı ve ben geriye doğru devrilirken elini bel boşluğuma koyup düşmemi engelledi. Ancak bu kez de çok yakın olmuştuk. Yutkundum ama Derya'nın ilgisi tamamen babasında olduğundan neyse ki halimi görmüyordu.

"Karıma bir avuç şeker fırlattığı için olabilir mi baba? Onu gemiden atmadığıma dua etsin o!"

Dursun Baba cevap vermedi. Muhtemelen buna verilecek bir cevabı yoktu. Bunun yerine ayaklanıp "Aferin oğlum aferin. En azından karı koca olmakta üstünüze yok. Sözde doktor olan karısının avukatı olmuş, sözde avukat olan da kocasını tedavi ediyor." diyerek odayı terk etti. Derya ile göz göze geldik. Gözlerimi hemen kaçırdım.

Bu kesinlikle ben değildim. Ben gözlerimi falan kaçırmazdım ki!

Melike ile göz göze gelince o birden kahkaha atmaya başlayınca ben de güldüm. Çünkü Dursun Amca haklıydı.

"Hakikaten ha! Siz iyice rolleri değiştirmişsiniz."

Murat Abi Dursun Amca gittikten sonra daha rahat bir oturma pozisyonuna geçmiş bize alayla bakıyordu.

Derya'nın bana baktığını hissetsem de ben ona bakamadım bunun yerine ilkyardım malzemelerini toparlarken "Mehpare Babaanneyi göreyim bir sonra çıkalım." dedim.

Gemiden sonra buradaki eve gelmiştik çünkü oldukça hararetliydik ve zayiatımız vardı; Derya ve Duha Abi gibi...

Biz geldiğimizde Mehpare babaanne namaz kılıyordu. Sonra bir ara uğradı ve bizi görünce odasına gitti. Sanırım bunun anlamı bize küsmüş olmasıydı. Gidip gönlünü almalıydım. Mehpare babaanneyi seviyordum ve hayırsızlık yaptığım doğruydu ancak ben cümlemi kurduktan sonra garip bir atmosfer oluştu. Sanırım herkes bu gece burada kalmaya niyetliydi, benim dışımda.

"Çocuklar uyumuşlar, sabah dönelim demiştik biz ama..." Nilay'ın çekinerek kurduğu cümleyi Melike devam ettirdi. "Zaten saat oldukça geç oldu, sabah çıksak daha iyi olur."

Başımı salladım. "Sorun değil, ben bir otele geçerim sabah haberleşiriz."

Benim tarafımda hiçbir şey hallolmamıştı ve ben böyle bir konuyu unutup sineye çekemezdim. Bu yüzden "Ben Mehpare Babaanneden bir helallik isteyeyim." diyerek merdivenlere yöneldim. Kimse ağzını açmadı çünkü ikna edileceğim bir konu değildi. Ben de ikna edilebilecek biri değildim.

Salonun çıkışına yöneldiğimde Çiçek Hanım " Ha pu kece purda kalun. Sen de kal kizim." diye seslendi arkamdan. Adımlarım dururken arkama dönmekte tereddüt ettim. 'KIZIM mı?'

"Bu saatte gidersenuz laf soz olur."

Ahh! Elbette... Laf söz!

"Laf söz olacak daha kötü şeyler de yaşadık. Sorun değil, olsun." diyerek Çiçek Hanım'a döndüğümde önce şaşırdı ama sonra bakışlarını kaçırdı. İşte bunu anlamıyordum. Yatak odamı gidip rahatlıkla el âlemle konuşabiliyordu ama evde kalmadığımda laf söz olmasından korkuyordu.

Bir şey demeyeceğine emin olunca merdivenleri tırmandım ve Yaprak'ın odasında olduğunu bildiğim Mehpare Babaannenin yanına geldim. Kapıyı açtığımda beni görünce başını çevirdi.

Küsmüştü evet!

"Babaanne." dediğimde ağzının içinde homurdandı.

"Tanimiyrum sizu kimsunuz acaba?" dediğinde ise gülmemek için kendimi çok zor tuttum. "Babaanne yapma lütfen. Özür dilerim seni ihmal ettiğim için ama işe başladım. O yüzden."

Tamamen bahaneydi ve ben bu konuda hatalıydım. İnkar falan etmeyecektim.

"Ha peş takikan bilem yoh miydu?" diye sordu bana bakmamaya devam ederek.

"Niye gelmediğimi biliyorsun." dedim yanına oturup. Mehpare babaanne olanları biliyordu. Alzheimer hastası olmadığını biliyordum o yüzden unutmuş olamazdı.

"Bilmeyrum kizum. Ha sen evde bir gittun daha yuzuni göran cennetlik. Bu ev onun babasinun evu deel. Benum evumdur. Ben olene kadar da benum evum kalacak. Rahmetli herufum biraktu baha."

Güldüm. "Öyle değil Mehpare babaanne. Bu evin sadece dörtte biri senin, dörtte üçü de çocuklarının. Çiçek Hanım da çocuklarından birinin karısı olduğuna göre bu ev onun da sayılıyor."

Ben bir hukukçuydum. Her ne kadar bu işi başka bir niyetle yapmaya başlamış olsam da sonuç buydu. Mehpare Babaanne de gerçekleri bilmeliydi.

Mehpare babaannenin kızacağını sanıyordum ama o göbeğini hoplatarak gülmeye başladı. "Bizum rahmetlu olmedan evvel tapuyu benum ustuma yapti. Ya nassu?"

O zaman bir şey diyemeyecektim. "Ha ben de bu evu eğer hık deyup getmez isem en hayırli olan gelunun üstüne yapacağum. Hepisi bileyi bunu. Sen de bil!"

Ha yok. Sağ ol babaanneciğim ama ben pek o statüde değilim maalesef. Bir halt ettik numaradan evlendik, işler boka sardı ama düzelecek inşallah. Ben aklıselim biriyimdir. Düzeldikten sonra da ben sağ siz selamet. Ben aday değilim yani. Derya meselesini bir halledeyim gideceğim.

Sen? Asu-de hiç havada değilim, güldürme beni!

"Tamam babaanne. Ben o kadarını bilemem ama sonuçta gelemezdim buraya. Ev senin olsa da tek başına değilsin."

Aklıma gelen fikirle sesim heyecanla yükseldi. "E sen bizimle gel yaylaya. Ben de seni özledim ve sen gelebilirsin oraya."

Küçük çocuk gibi omuz silkti. "Benum dizlerum ağıriy da orada. Orasunun havasu çok sert eseyi."

Evet, akşamları özellikle esmekten ziyade donduruyor hava gerçekten. "Battaniye örtersun da bişey olmaz!" dediğimde yaptığım ağza gülmüştü. Ancak hemen kendini toparlayıp ciddi ifadesini geri kazandı.

"Ben senu dobrasun, vicdanlusun diye sevdum kizum. Evine gelduğumuzda baa yatağuni verdun. Yaprah ile koyun koyuna yattun. Şimdi kendunu uzak edersen olmaz. Kaynanan hata ettu. Bişey demiyrum hakkundur. Ancah sen de uzatma da fazla. Evuna dön, gene konişma. Kocani gözüne soka soka sev. Giyun suslen, kocani koluna tak mahallede havani at. Ha bu herufu ben kaptum de. Boyle yaparak kimu cezalandiraysun? Kaynananı mi yohsam kocani mi? Yohsam da kendunu mi? Yaylada kalmak kolay deyil çok eyi bileyrum ben, omrum orada keçtu da."

Güzeldi orada olmak ama gerçekten kolay değildi. Yol çok sıkıntılıydı, çocuklar sıkılmıştı ama Nilay biz dönmüyoruz diye dönmüyordu çünkü aslında o küçük anneydi. Ve benim tarafımın nabzını tuttuğunu biliyordum. Yine de bu gece kesinlikle dönecektim. Tükürdüğümü yalamak istemiyordum. Bu meseleyi birkaç gün düşünmek istiyordum. Aslında kocamı koluma takıp gezmek fena fikir değildi ama Derya artık sadece kocam değildi. Bana asla tanıdık olmayan bir duygu olan aşkı kendine sıfat eki olarak takmış olan kocamdı. Benim Derya'dan birkaç gün uzak durmam gerekiyordu ama yayla evinde gidecek bir yerim olmadığından daima burun burunaydık. Neredeyse hep baş başaydık. Eğer dönersek hem ev daha kalabalık olacaktı hem de ben bir yerlere kaçabilecektim. Çiçek Hanım ile olan durumumuz ise çok belirsizdi. Onunla mesafemi korurdum ama aynı evin içinde bu ne kadar mümkün olur, orasını bilemiyordum.

"Birkaç gün daha düşüneceğim bunu." dediğimde omzunu güçlükle omzuma dokundurdu. "Gelun kaynana toprağundan derler. Hakkatten oyle. Ha Çiçek benden sen ondan inatçisun. Bilduğunu yap kizum!"

Gülümsedim ve yanağını öptüm. "Hakkını helal et hadi. Kocam aşağıda bekliyor. Geç oldu gidelim." diyerek ona yapıştığımda omzunu kaldırıp beni püskürtmeye çalıştı. Gülüyordu ama gülüşünü saklamaya çalışıyordu.

"Geri donunce bakaruz hele bir don de!"

Babaanne de az çakal değil Asu-de? Çetin ceviz çıktı.

Gelinin kaynana toprağından olduğunu boşuna söylemiyorlar işte. Gerek inatçılık gerek çakallık. Genetikten daha kuvvetli bir bağdı bu.

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Sonunda Mehpare babaannenin gönlünü alabildiğimde Derya ile yola çıkmıştık. Çocuklar uyuduğu için Nilay ve Murat Abi yarın geleceklerdi. Bu yüzden Melike ve Yaprak'a da ben kalmalarını söyledim. Zaten yorgunluktan öldükleri için buna itiraz etmediler. Melike göz kırpıp "Koca ev seninle kocana kaldı. Kıymetini bil, iyi değerlendir." diyerek beni utandırmamış olsaydı evden sorunsuz çıktık diyebilirdim hatta. Neyse ki tek sorun bu olmuştu.

Hayır, sorun bunu değerlendiremeyecek olmam değildi iç ses, utanmamdı. Ağzını kapalı tut bu yüzden.

Hayır, ben baştan uyarayım da! Malımı biliyorum çünkü.

Beni bu kadar tanıman gözlerimi yaşarttı Asu-de! Ağzımı açmadan nasıl bildin ne diyeceğimi? Neyse ben de normal olarak yoruldum, müsaaden olursa uyuyacağım.

Günün stresi ve hareketliliği hepimizi yormuştu tabi. Derya da yorulmuş olmalıydı. Bir de bunun üstüne kavga etmişti ve yaraları muhtemelen baya acıyordu.

"Ben kullanabilirim." dedim. Sesim hiç bana uymayacak kadar çekingendi. Derya bana göz ucuyla bakıp tekrar yola döndü. "Sen uyu biraz istersen. Daha var yolumuz."

Koltuğumu çoktan hafifçe geriye yatırsam da sataşmadan duramamıştım. "Sen geçip uyusan daha iyi olur gibi?"

Gülümsedi ama gergin gülümseyişi hiç samimi gelmedi. "Asude evde belli ki kavga edeceğiz zaten en azından yolda başlamayalım. Allah korusun, sağ salim varalım da evde rahatça ederiz kavgamızı."

Gözlerimi yumdum. "Farkında olman ne hoş." dedim. O andan sonra arabada sessizlik hüküm sürdü. Öyle doluydum ki öyle endişeli ve öyle çaresizdim ki elbette birine çatacaktım. En yakınımdaki kişi neyse ki öfkemin kaynağı olan kişiydi.

Yapma demiştim ona. Bir daha olmasın demiştim ama olmuştu. Şu an daha iyi anlıyordum. Son zamanlardaki direnişimi, çabamı, görmezden gelişlerimi ama Derya hepsini yerle bir etmişti. Önce beni aşkın var olduğuna Galata Kulesi'nde, benim en özel, en hassas noktamda inandırmış sonra da ona âşık olmam için elinden geleni ardına koymamıştı. Herkes gibi beni de manipüle etmişti. Ancak günün sonunda sevdiği ve beklediği başka biri vardı. Ve beni 'Bana âşık olma' diye açıkça uyarmıştı. O zaman ciddiye almamamın sebebi aşka taviz vermeyeceğime emin olmamdı ama Derya benim tüm tavizlerimi çalmıştı.

Şimdi anlıyorum ki ta düğünde beni öptüğünden beri benim buzlarım çözülmeye başlamıştı. Ben koca bir buzul dağıysam bu gece kalbim benden kopan kocaman bir parça buz kütlesiydi ve ona doğru yüzüyordu. Küresel ısınma benim iklimimde böyle tecelli ediyordu.

O yüzden kızmakta haklıydım. Hayatına değen her kadından Derya'yı sorumlu tutmamın sebebi de buydu. O bir oyuncuydu. O bir playboydu. Ve ben de ona kapılan saf ve hayalperest ergenlerden biriydim. Bir an önce kendime gelmem lazımdı, bunun için beni eriten, kalbimin benden ayrılmasını sağlayan güneşten, yani Derya'dan uzak durmam lazımdı.

Onu elde etmeye çalışmak ne yazık ki benim için bir seçenek değildi. Bir kere buna karakterim izin vermezdi. Kalbim sızlansa ve dövünse de bu kez istediğimiz şekeri alamayacaktık. Bu süreçte mümkünse içimdeki sesin de uyumaya devam etmesini diliyordum.

Arabanın motoru durunca gözlerimi araladım. Çok şükür sağ salim gelmiştik ama umarım geceyi de sağ salim atlatabilirdik.

Kemerimi ağır ağır çözerken Derya bana yandan imalı bir bakış attı. Neyi ima ettiğini tam olarak anlayabildiğimi söyleyemezdim ama bir şeye alınmış gibi bir hali vardı.

Pardon ama burada alınmaya, gücenmeye hakkı olan kişi ben değil miydim?

Neye tam olarak Asu-de'ciğim? İnanılmaz hoşuna giden ve hâlihazırda sevdiğini kabul ettiğin bir adam tarafından sana bahşedilen öpücük için mi? Elbette gücenmeye hakkı olan yegâne kişi sensin. O burnunu Kaf dağından indir bir, yukarılar soğuk, buz tuttu!

Hoşuma gittiğini nereden çıkarıyorsun? Vücudumun hormonâl tepkisini bana mâl edemezsin iç ses! Senin hoşuna gittiyse de bilemeyeceğim! Ayrıca hani uyuyordun sen?

"İnmeyecek misin?"

Kendimle dalaşırken dalıp gitmiştim ki Derya'nın sesiyle kendime geldim. "İneceğim." diye mırıldandım ve kapıyı açtım.

Adımımı dışarı attığım an konuşmayı erteleyecek herhangi bir bahanemizin kalmadığını fark ettiğimden olsa gerek bir miktar, fazlaca bir miktar gerildim. Şimdi, ona olan ve ne zaman başladığını bilmediğim ama bu gece fark ettiğim hislerimi çaktırmadan ona nasıl hesap sorabilirdim?

Ya da bir şey demeyip gidip uyursun Asu-de? Ne gerek var şimdi bu şova?

Seni öpmedi tabi, böyle rahat konuşursun oradan!

Acaba yeryüzünde kaç kişinin içinde kendisine ana muhalefet olan bir iç ses vardır? Yani eğer bu nadir bir olaysa şansıma tüküreceğim çünkü.

Ben sana bayılıyordum çünkü? Korkak anarşist seni! Daha normal birinin iç sesi yap beni Allah'ım!

Normal birinin iç sesle ne işi olacaksa artık? Âmin Allah'ım âmin! Al benden başkasına ver!

Derya'ya çok fazla bakmamaya çalışarak kapıya doğru yürüdüysem de bir anahtarım olmadığı için kapının önüne kadar kaçabildim. Önce nefesini ensemde hissettim ardından önüme geçti ve inadıma gözlerimin içine baktı. Kapı kilidine nasıl denk getirdiğini anlamasam da anahtarı kilide sokarken bile gözlerini gözlerimden ayırmadı.

Hayır, o ayırmadı tamam da bana ne oluyor? Ben niye onunla inatlaşıyorum?

Al işte!

Kapıyı açıp çenesiyle içeri geçmemi işaret etti. "Sağ ayağınla, bismillah diyerek." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Hatasının farkında desem neden bu kadar dik başlı? Değil desem bu laflar ne? Kafa bırakmadın bende Kaptan!

Ayakkabımın bandını açıp sağ ayakla içeri girerken "Bismillah" dedim. Ancak Allah korurdu zaten bizi bu saatten sonra.

Ardımdan girip kapıyı kapattığı an ona döndüm.

"Tam olarak nereden başlayacağız? Ben biraz yorgunum da önemsiz detayları yarına erteleyebilirsek güzel olur."

Ağzım açık bir şekilde konuşmasını bitirmesini bekledim. Cümlesinin ardından koyduğu nokta bende kafa karışıklığı falan bırakmadı. Bu nasıl bir pişkinlikti yahu? Soru cümlesinin sonuna üç tane ünlem koyacak kadar ben öfkeliydim asıl!

"Önemsiz detay mı?" diye sordum kaşlarımı çatarak. "Konu başlıklarını sen vermek ister misin? Konulara ayırmışsın olayları ve bu yetmemiş önem derecesine göre de sıralamışsın anladığım kadarıyla. Sen söyle senin için önemli ve önemsiz olarak ayrılan konu başlıkları neler?"

Derin bir nefes verdi. "Asude yapma. Gerçekten yorgunum. Senin asıl derdini biliyorum ve açıkça söyleyebilecek birisin sen söyle gitsin. Seni öpmemden rahatsız oldun ve kızgınsın. Öyle değil mi?"

Öyle değil mi? Öyle miydi? Rahatsız olduğum şey beni öpmesi miydi yoksa öpmesinin aklımı karıştırması mı? Öpmesinin anlamının bendeki kadar güçlü olmaması mı?

"Öyle! Senin için de önem derecesi olarak üst sıralarda olmasına sevindim. Öyle olmasa ilk bunu söylemezdin sanırım."

Bir cevap vermedi sadece bakışlarını öfkeyle devirdi ve başını kaldırıp nefesini sesli bir şekilde dışarı verdi.

"Derya bu bir hata değildi. Biz bunu bir kez yaşadık ve ikincisinin olmaması konusunda anlaştık."

Derya gözlerini yumdu ve sessizliğini korudu. Bunu güçlükle yaptığı her halinden belli olsa da!

"Bu bir oyun. En başından beri öyleydi. Bunu kabul ettik ama seni özellikle uyardım beni aldatılan eş konumuna düşürürsen boşanırım diye. Yine özellikle uyardım, ten teması kesinlikle yasaktı. Zorunlu olduğumuz durumlarda yine göz yumabilirim ama sen çok alakasız zamanlarda gereksiz temaslarda bulunuyorsun. Valeria ile yüz göz olmak zorunda değilim ben mesela! Ancak evlendiğimizden beri kurtulamadım ondan."

Asu-de? Neden olmadık şeylerin hırsını ondan çıkarıyorsun? Konu bu mu ayrıca?

İç sesimin şaşkınlığını ben de paylaşıyordum. Söylemek istediklerim kesinlikle bunlar değildi. Sadece öfkeliydim ve öfkemi ondan çıkarıyordum.

"Yüzgöz olma zaten Asude!" diye bağırdı Derya. "Benim de sana söylediğim buydu. Ben seni tek bir kez onunla görüştürdüm ve o son olmalıydı. Rusya'ya gittiğimde beni ısrarla arayan sendin. O kadar ısrar etmesen görmeyecektin bile onu! O sana mesaj attığında cevap vermeyecek ve bana söyleyecektin ya da! Yine kafana göre gittin onunla görüştün, hem de benden gizli! Sen böyle yaparken ben ne yapabilirdim?"

Cevap ver Asu-de! Haklı çocuk!

"En başından başkasına âşık olduğunu ve onu beklediğini söyleyebilirdin mesela! Hayatında o kadar çok kız var ki! Ben onlarla baş etmeye çalışmaktan yoruldum."

Ağlamak üzereydim, bu yüzden hemen bir bahane bulup buradan kaçmam gerekiyordu.

Cevap vermedi, öylece yüzümü inceledi. Yüzümü incelememeliydi. Bu yüzden panikledim ve bu panik kendini öfke olarak açığa çıkardı. "Bunlardan da ziyade beni en çok zorlayan sensin Kaptan! Aşka inanmıyorum ve biraz pervasızım diye beni hissiz sanıyor olabilirsin ama beni başkasını düşünerek öptüğünde benim bile duygularım inciniyor. Yarın bir gün o kız geldiğinde ve düşündüğün gibi beraber olduğunuzda eğer duyarsa yaptığın bu şey onun da hoşuna gitmeyecek ve duygularını incitecek. Bunun dersini ben vermeyeyim artık sana."

Cevap vermek bir yana afallamıştı. Şaşkın bakışları ne içindi ki? Benim duygularımın incinmesi bu kadar mı olağanüstü bir olaydı? Nasıl ki biri kansızlık sorunu yaşarken tamamen kanı yok anlamına gelmiyorsa duygusuz görünen insanlar da tamamen duygularından arınmış olmuyorlar sonuçta.

"Haklısın." Dedim pes ederek. Biraz daha kalsam hem kalbini hem kalbimi kıracak şeyler söyleyecektim. Üstüne bir güzel ağlayıp her şeyi bok edecektim. Bu yüzden pes ettim. "Yorgunuz. Konuşacak bir şey de yok aslında ne konuşsak boş. Dünya üzerinde bir ikimiz yokuz. Birileri illaki bizi rahatsız edecek."

Bu kez cevabını beklemeyip arkasını dönen bendim. Kalbim kırıktı. Âşık olduğu adamla tutkulu bir şekilde öpüşen başka insanlar rahatça heyecanlanıp mutlu olabiliyorlardı ama ben olamıyordum. Çünkü aslında beni öpmediğini biliyordum. Bu bir sınavsa biz kaydırmayı daha ilk sorudan yaptık, ilk soruyu boş bırakarak...

Yaprak'ın odasına gireceğim sırada Derya'nın sesi adımlarımı olduğum yere zamkladı.

"Seni öptüm."

Yavaşça ona döndüm. Kaşlarım hafif çatılı, merakla harmanlanmış bir şaşkınlık yüzümde kendine yer bulmuştu.

"Seni öpmek istediğim için seni öptüm bu kez." diye açıkladı ciddi bir tavırla. Bir süre aynı ifadeyle yüzünü inceledim ama o olduğu gibi kalmaya devam edince kaşlarım bu kez havalandı. Beni mi öpmek istemişti?

"Neden?" diye sordum şiddetli bir merakla. "Artık gizemli kızdan ümidini mi kestin?" bir cevap beklemedim. "Artık bana mı âşıksın?" Olmadığını biliyordum. Bu yüzden asla öyle aptalca şeyler ümit etmeyecektim. Derya bir çapkındı. Beklediği biri varken bile başkasıyla birlikte olabiliyor, birlikte olduğu bir kız varken başkasına evlenme teklifi edebiliyordu. "Ah pardon! Orada muhtemelen yalanımızı cilalayıp insanların kırılan inançlarını onarıyordun. Tebrikler ama işe yaradı."

Derya kendini o kadar haklı görüyordu ki ona itimat etmemem, belki de ona aferin dememiş olmam onu hayal kırıklığına uğratmıştı. Dili olmasa da gözlerindeki bakış bana bunu söylüyordu.

"Kafanın içindeki dünyadan kopamıyorsun Asude. Bu yüzden sana orada mutluluklar dilemekten başka bir şey gelmiyor elimden."

"O ne demek?"

Benden mi bahsediyor acaba Asu-de?

"Neye inanıyorsan ona inanmaya devam et demek. Çünkü ne dersem diyeyim boşa konuşmuş olacağım."

Ha yok bana demiyormuş. Sen ve bana inanmak? Asdfghj af edersin komiğime geldi.

Bir cevap beklemeden evden çıkıp gitti. Ben de arkasından öylece bakakaldım. İnanmam gereken bir şey yoktu ki? Ayrıca dediklerine inandım ama inandığım şeyler beni rahatlatan şeyler değildi.

Allah aşkına tüm kaderini birine bağlamış ve onun bir gün geleceğine inanmış bir adama nasıl âşık olurdum ben? Ne yapacaktım? Ne bok yiyecektim?

Dudaklarımı birbirine bastırdığımda araya sıkışan damla sanırım gözyaşımdı. Elimi yanaklarıma sürdüğümde çoktan ıslandıklarını gördüm.

Çok güzel! 'Aptal' olarak tanımladığım insanlardan biriydim artık. Nasıl kurtulacaktım ki bundan? İsteyerek hissetmediğim bu duyguları nasıl atacaktım içimden? İçime bir virüs girmiş de tüm sistemimi hacklemiş gibiydim. Tüm verilerim siliniyordu.

O gece Yaprak'ın odasında kaldım. Sabahın ilk saatlerine kadar uyanıktım ve Derya gelmemişti eve. Gelse kapının sesini duyardım. Ancak bir yerde ağlamaktan sızmıştım ve o ara eve gelip gelmediği hakkında bir fikrim yoktu.

Yastığın altına bıraktığım telefonumu alıp saate baktım. Öğle çoktan geçmişti de ikindiye varmak üzereydi. Üstümde hâlâ elbisem vardı ve yastığın üstündeki ize bakarak bile yüzümün berbat göründüğünü söyleyebilirdim. Yaprak'ın odasından çıktığımda ortam sessiz görünüyordu. Bizim odaya girdim. Derya yatağın örtüsünü açmadan öylece ceketi hariç takımıyla uzanıyordu. Sessizce odaya girip dolabın kapağını açtım ve iç çamaşırları ile elime rastgele geçirdiğim kıyafetlerimi aldım. Hızlıca banyoya geçip önce yüzümdeki karanlık ebru sanatına dönüşmüş desenlerden kurtuldum. Bunun zorlu bir mücadele olduğunu söyleyebilirim... Ardından üstümdekileri çıkarıp kirli sepetine attım ve ılık bir duşa girdim. Aslında soğuk bir duşa ihtiyacım vardı ama yayla serindi zaten bu yüzden açıkçası soğuğa dayanamamıştım. Duştan çıktığımda iç çamaşırlarımı giyindim. Cuma günü aldıklarımı hemen yıkamıştım. O yüzden siyah dantelli takımımı rahatça giyinebilirdim. Altıma kot şortumu geçirdim. Bu şortum biraz kısaydı. Bunu almak istememiştim aslında o yüzden içeri girdiğimde başka bir şortumu alıp değiştirecektim. Üstüme de- Ne! Üstüme hiçbir şey almamış mıydım? Allah kahretsin ki bu penye şortumdu. Genelde kısa eteklerimin altına giyiyordum bunu! Bunu atletlerimden biri sanıp almıştım! Şimdi gerçekten yanmıştım. Derya uyuyordu ama uyanması an meselesi olabilirdi, hatta çoktan uyanmış bile olabilirdi.

Bunu kapıyı açmadan bilemeyeceğime göre kapıyı araladım ve başımı çıkarıp odayı kontrol ettim. Derya görünürde odada değildi. Demek uyanmış ve çıkmıştı. Banyodan çıktım ve etrafa bakındım. Oysa odada olmadığına emindim. Telefon zil sesini duyduğumda yerimden sıçradım. Gözlerimle bir süre etrafı taradığımda yatağın ortasında ekranı aydınlanan telefonunu gördüm. Yatağa doğru yanaşıp telefonu elime aldım. Ekranda 'Babam' yazıyordu. Cevaplayıp cevaplamamayı düşündüğüm o saniyelerde kapı birden açıldı ve Kaptan ile önce göz göze geldik. Ardından bakışları hafifçe aşağı kaydı ve gözleri irice açıldı. Tam o an ne halde olduğumu idrak ettim ve elimdeki kısa penye taytı üstüme siper ettim.

"Be- be" derken elini gözüne kapattı ve arkasını döndü. Ben adeta donmuştum ve hiçbir yaşam belirtisi göstermiyordum. Kapı kolunu tuttuğu an dış kapının sesini duyduk. Çıkamadı.

"Sen üstüne bir şeyler giyin, ben bakmıyorum."

Derya'nın sesi beni kendime getirirken hızla dolaba yöneldim. Bu kez işimi garantiye alıp ne olduğu açıkça belli olan tişörtlerimden birini aldım ve üstüme geçirdim. Üstelik bu tişörtüm neyse ki baya uzundu da şortumu değiştirmeme de gerek kalmamıştı.

Tabi bu Derya'nın vücudumun yüzde 92'sini gördüğü gerçeğini değiştirmiyordu.

"Tamamım." Dedim ama sesimi duyduğundan emin değildim. Bana döndüğünde duymuş olduğunu anladım tabi. Önce vücudumu baştan sona bir süzdü ardından "Geldiler." dedi benim duyup duymadığımdan emin olmadığı için. Başımla onayladım. Dün gece büyük bir kavga etsek de bugün oyun devam ediyordu. Derya kapıyı açtı ve omuzlarını dikleştirip odadan çıktı. Ben de ardından çıktığımda Nilay, Melike ve çocukları gördüm.

"Hoş geldiniz." Diyerek gülümsediğimde onlar da genişçe gülümseyip "Hoş bulduk." diye karşılık verdiler.

"Yaprak?"

"Gelmedi o. Diğer evde de işler birikmiş. Onları yapacak."

Derin bir nefes verdim. Şimdi söyleyeceğim şeyden kesinlikle ama kesinlikle pişman olacağımı biliyordum ama bu karar mecburiyetten alınan bir karardı. En azından kalp ve akıl sağlığım için.

"İyi. Biz de döneriz bir iki gün sonra."

Onların şaşkın ifadelerini anlıyordum. Kararı alan, neden böyle bir karar aldığını bilen ben bile kendime şaşırıyordum çünkü.

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Ve işte günler sonra arkama bakmadan çıkıp gittiğim yerdeyim. Her gün Çiçek Hanım'ın yüzünü göreceğim, muhtemelen çok kez Başak ile yüz göz olacağım evdeyim tekrar.

Bu kararı vermemin etkenlerinden biri de Mehpare babaanneydi ama birincil sebebim Derya'yla daha az yüz göz olmaktı. Bir de işe gidiyordum. Gün boyu ondan kaçabilirdim. O da haftada en az bir kez nöbetçi oluyordu. Eve gelmeden çarşıda biraz takılsam ve bunu Çiçek Hanım yüzünden yapıyormuşum gibi göstersem geriye sadece geceleri kalıyordu ki onda da erkenden uyudum mu tamamdır. Derya'yı görmeye görmeye unutacaktım işte böyle.

Ayaklarım olsa kalkıp ayakta alkışlardım seni akıllı bıdık! Allah'ım ben nelerle uğraşıyorum ya? Milletin iç sesi geçmiş rezilliklerini düşünür, güler geçer ya da utanır falan. Ben gündemi takip etmeye çalışmaktan dünün verilerine göz atamıyorum resmen!

Yok gerçekten benim bir psikoloğa görünmem lazım. Bu kadar düşük çeneli bir iç ses minnacık olan psikolojik sağlığımı da tüketecekti bu gidişle!

"Merak etme her şey daha iyi olacak."

Melike'nin kulağıma fısıldadıkları aslında içimi rahatlatmadı çünkü sandığından daha fazla konuda endişem vardı.

"Umarım."

Dün akşam iş çıkışı tüm eşyalarımızı toplamıştık ve sabah Murat Abi, Nilay ve çocuklar o eşyaları da alıp eve gelmişlerdi. Duha Abi, ben ve Melike de iş çıkışımızda gelecektik. Neyse ki bu gece Derya nöbetçiydi. Yani bu evdeki ilk günüm için uzak kalma planlarım tıkır tıkır işliyordu.

Melike kapıyı çalınca gerginliğim bir anda ikiye katlandı. Ve kapı açıldı, gerginliğimin en büyük sebebi, Çiçek Hanım tarafından.

"Hoş celdunuz."

Heyecanlı ama tereddütlü ifadesine gülümsedim. Bu gülümsemenin ne kadar samimi olduğunu ben bile bilmiyordum.

"Hoş bulduk." dedim ve ardından içime doğru mırıldandım. "İnşallah"

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Unutmayın ki dokunacağınız bir kalp ve bırakacağınız bir yorum sizi diğer bölüme daha çabuk ulaştırır🥰😍

İnstagram: Busras.typwriter
Kişisel İnstagram: busbckr

Bölüm : 27.11.2024 19:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...