29. Bölüm

⚓29. Bölüm⚓

Büş Bckr
busbckr

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

29. BÖLÜM

Aşk üzerine kaç hikâye yazılmış kaç hikâye yaşanmıştır? Kimler aşkla göklere uçup kimler aşkla yere çakılmıştır? Acaba yeryüzünde hayatı boyunca sevmeyi, sevilmeyi tatmamış kaç insan vardır?

Bundan iki ay öncesi olsa son soruya vereceğim cevap 'Onlardan biri benim.' olurdu. Çünkü ne sevileceğime inanıyordum ne de birini sevebileceğime...

Bugün hâlâ sevildim diyemesem de artık sevdim diyebilirdim sanırım. Bu durum beni delicesine korkutuyor, elimi kolumu bağlıyordu ama inkâr edemiyordum artık. Vücudumun her bir hücresi ayrı ayrı aşktan sarsılırken inkâr etmemin bir anlamı yoktu çünkü.

Herkesin dilinde olan ve bu kadar zaman oldukça sinir olduğum ama şimdi çok benimsediğim bir söz var. Aşkta ve savaşta her şey mubahtır.

Belki vurdumduymazlık, belki bencillikti ama Derya'nın işini kolaylaştırmak, kendi sonumu hızlandırmak için girdiğim çabaya bir son verecektim. Gizemli kızı aramak bana düşmemişti. Hatta mümkünse ilk benim karşıma çıksın da geri göndereyim hanımefendiyi!

Bu kadar zamandır neredeymiş? Ben Derya ile tanışınca mı ortaya çıkacak? Sanmıyorum ama çıkarsa da onu Derya'dan uzak tutacaktım. Gizemli kıvırcık olma ihtimali olan herkesi bertaraf edecektim yani... Nasıl yapacağımı bilmiyorum ama işe hazırladığım listedeki isimlerden uzak durmakla başlayabilirdik.

Sabah kalkar kalkmaz önce odadan sonra da evden sıvışmıştım. Dün gece yaptığım şeyden sonra Kaptan'ın yüzüne bakabilecek kadar hazır değildim.

Sonra sahile gelip bir kahvaltı yaparken sosyal medya hesaplarımı kapatmıştım. Kapatmadan önce gördüğüm kadarıyla binlerce bildirim vardı ve sanırım yine gündeme girmiştik.

Hiçbirine bakmamıştım çünkü hiçbir şeyin kararımı değiştirmesini istemiyordum. Sonra Derya bana mesaj atmıştı nerede olduğumla alakalı olarak ama ona da 'İşim vardı' gibi samimiyetsiz ve uyuz bir mesajla yanıt verip internetimi kapatmıştım.

Şimdilik Derya'nın da hesapları kapalı olduğu için gizemli kız tehlikesi o kadar koyu kırmızı bir boyutta tehlike değildi. Hâlâ yeşil alandaydık neyse ki...

Dün gördüğüm rüyanın da etkisiyle Derya'yı öpmüştüm. Hayır, adeta yemiştim onu...

Ben o kadar romantik bir kız değilim. 'Bu benim ilk öpücüğümdü' triplerine girmeyecektim ama bu benim ilk gerçek öpücüğümdü. Haliyle konuyla ilgili bir tecrübem bile yokken o kadar hararetli bir harekete gerek var mıydı, emin değilim.

Derya'ya sorma demiştim de o da o anın etkisiyle kabul etmişti. Elbette soracaktı. Kim olsa sorardı! Hele beni öptüğü iki seferde de bu kadar papara yemişken kesin sorardı.

Ancak benim ona verebilecek bir cevabım yoktu ne yazık ki...

Çocuk anlaşma yaptığımız zaman bana açıkça 'Bana âşık olamazsın' dediğinde dalgaya alıp gülüp geçmiştim. Hatta 'Sen bana âşık olursan, bana ne, kendin çekersin!' demeye getirmişken nasıl gidip 'Ben sana birazcık âşık oldum da...' diyeyim? Üstelik birazcık falan değil, hayvan gibi âşık olmuştum...

"Ne demeye beni öptüysen Kaptan? Kesin o yüzden aklım çelindi benim... Bir de gittik en hassas noktamda, Galata'mda bana güzel güzel şeyler dedin aşka inandırdın beni..."

Telefonun saatine baktığımda iş saatinin geldiğini görünce hesabı istedim ve hızlıca toparlanıp kalktım.

"Senden adam olmaz Asude..." diye mırıldandım. O an iç sesimin yokluğunu hissettiğimde kaşlarım çatıldı. Neredeydi bu sabah sabah? Yediğim halttan sonra o da bana arkasını çevirmişti sanırım.

Ofisi açıp randevuları kontrol ettim. Cumartesi gününün muhasebe kayıtlarını girdim. Kasayı saydım. Bir sorun görünmüyordu. Mutfağa gidip çay koydum. Gözlerimi kapattığım ve hatta kırptığım her an dün gece zihnime düşüyordu. Ne hissettiğimi o kadar bilmiyordum ki...

Ne yapmıştım? Neden yapmıştım? Ne yapmam gerekiyordu? Ne yapacaktım?

'Ne' soru zarfıyla kurulan hiçbir sorunun cevabına sahip değildim. Ancak dün gece yaşananlar hakkında ne hissettiğimi bilmesem de ne hissetmediğimi çok iyi biliyordum. Kesinlikle pişman değildim. Sanırım karşılık bulduğum içindi bu. Eğer Derya beni itseydi utancımdan buharlaşıp havaya karışmıştım şimdiye.

Telefonum çalınca yerimden sıçradım. Neyse ki elimdeki çay bardağı düşmemişti. Telefonda Derya'nın adını görmeyi beklesem ve bundan inanılmaz korksam da Derya değildi ve bu bir tık beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Kesinlikle iyi değildim.

"Alo?"

Melike'nin nefes nefese kalmış sesi yürüdüğünü, hatta tempolu yürüdüğünü gösteriyor olmalıydı.

"Günaydın. Neredesin? Erken çıkmışsın."

Yine ve yine yalanlar...

"Günaydın. Gece sıcaktan bunaldım da sabah erkenden yürüyüşe çıkıp öyle ofise geldim. Ofisteyim şimdi, çay koyacağım kendime. Sen?"

"Hı iyi. Ben de bir müvekkilimin yanına uğrayıp öyle geleceğim. Derya'nın da haberi yoktu da senden, merak ettim bir şey mi oldu diye. İyisiniz değil mi?"

Kaşlarım havalandı. Acaba Derya ilk nasıl karşılamıştı bu kaçışımı?

"İyiyiz... Uyuyordu ben çıkarken. Söyledim ama mırıldanıp uyumaya devam etti. Söylediklerimi algılayamadıysa..."

Best lier of all times awards go to Asude...*

(Tüm zamanların en iyi yalancısı ödülü Asude'ye gidiyor)

"İyi madem. Bir de sizin aranızda sorun olmasın."

Kaşlarım çatıldı. "Bir de? Kimlerin arasında sorun var ki?"

İç çekti. "Erken gittiğin için göremedin tabi, doğru. Murat Abi ve Nilay sabah acayip gerginlerdi. Belli ki büyük kavga etmişler."

"Karı koca arasında olur..." dedim sanki çok biliyormuş gibi...

"Öyle de... Bu öyle bir şey değildi. Nilay'ı biliyorsun Murat Abi'yi aşırı şımartır. Çayını doldurmadı. Önündeki ekmeği uzatmadı adamın. Hepsini geçtim bir kez yüzünü çevirip yüzüne bakmadı. Biz evden çıkarken de uğurlamadan odasına gitti. Kesin aşırı büyük bir sorun var ve Murat Abi ya haksız ya da elinden bir şey gelmiyor."

Nedense tüylerim ürperdi ve gerildim ben de... Gerginliklerden gerçekten hoşlanmıyordum.

"Akşam konuşuruz. Çözeriz..." dedim ağzımın içinden ama bu kez ağzımdan çıkana ben de inanamadım. İçimden bir ses ama her zamanki iç sesim değil, daha yabancı bir ses bu kez büyük olaylar olacağını uğursuzca fısıldıyordu kulağıma...

"Umarım... Ancak içim çok huzursuz Asude... Evlendiklerinden beri böylesi bir mesafe görmemiştim aralarında. Zaten gece bir ara seslerini duydum. Tartışıyorlardı ama çok kısa... Birkaç kelime kadar."

"Ne diyorlardı?"

"Emin değilim. Tek seçebildiğim kelime 'Anne' oldu. Ancak Çiçek Anne ile ilgili olduğunu sanmam. Hiçbir sorun yoktu. Ne dün gece ne de sabah..."

"Çok merak ettim şimdi."

"Hah! Asude, taksi durdu da ben ofise geldiğimde konuşmaya devam edelim. Öpüyorum çok!"

Ben de öpecektim ama telefon kapandı. Gülüp cebime sıkıştırdım telefonu. Sonra söyledikleri aklıma geldi ve gülüşüm soldu.

Nilay...

Nilay'ı bu tavrı almaya itecek ne olmuş olabilirdi ki?

Çayımı alıp odaya döndüm ve Yaprak'ı aradım.

"Yengoşum?"

Yaprak'ın neşeli tavrına gülümseyip "Günaydın görümceciğim." dedim. O da kıkırdadı. "Günaydın da hayırdır? Sen beni bu saatte aramazdın?"

"Aşk olsun... Telefonlarımı mı sayıyorsun?" dedim sahte bir kınama ses tonuyla.

"Yok... Yok elbette ki öyle bir şey yapmıyorum... Daha doğrusu yapamıyorum. Çünkü hiç aramıyorsun. Sayacak arama yok..."

Kahkaha attım. "Ben aramıyorsam sen ara hayatım? Bu kutsal görev için bana mı taç töreni yapıldı yani?"

"Ay aman tamam avukatsınız. İki dakikada haksız çıkardın beni!"

Kendimce gerindim. "Ne sandın?"

Güldü. "Cidden neden aradın? Ne oldu?"

"Sabah erken çıktım ya ben... Sanırım evde garip şeyler oluyormuş. Bir bilgin var mı? Bunu sormak için aradım."

İç çekti. "Murat Abim ve yengemi diyorsun sen..." dediğinde mırıldanarak onayladım.

"Tabi ki bilmiyorum. Zaten abimle yengem genelde sorunlarını paylaşmazlar bizimle. Bunca zaman öyle çok büyük bir tartışmalarını da görmedik. Küstüklerini hiç görmedik. Yayladaki gibi olur genelde. Tartışırlar, birinden biri uzaklaşır. Akşamına hiçbir şey olmamış gibi devam ederler. Bu akşam da aynı şey olmasını umuyorum. Belki bu kez daha ciddi bir tartışma yaşamışlardır ama çözerler."

"Umarım..."

"Siz?" Yaprak'ın sorusuyla duraksadım.

"Biz? Ne olmuş bize?"

"Abimle aranızda bize yansıtmamaya çalıştığınız bir sorun vardı. Onu çözdünüz mü?"

Ne? Yaprak? İçine cin mi kaçtı? Nasıl anladın?

"Sorun mu? Yoo... Ne sorunu?"

"Yapma Asude... 24 senelik abim... Tanıyorum onu. Belli ki seni Diyar'dan kıskandı."

Ağzımı inkâr etmek için açtığımda sözlerini idrak edip duraksadım. Diyar'dan kıskandı derken?

Asu-de...

Elini ağzına dayayıp esnemesini bastırmaya çalışan iç sesimi özlemle dinledim. Nerelerdeydin sen?

Senin yüzünden tüm gece uyuyamadım. Yaptığın şeyin şokunu atlatamayınca uyku tutmadı da...

Eh sen de haklısın... Ben de uyuyamadım pek. Anlıyorum yani...

Neyse boş ver de ben uyurken neler oldu? Ne diyor bu Yaprak? Diyar falan?

Ben de anlamadım. Derya Diyar'ı kıskandı falan diyor.

Hadi canım? Sizi öyle yakın görünce bir tepki vermemişti. Ama yemekteki tavırları falan... Bilemedim şimdi. Sana dürüm hazırlarken falan gönderme yapıyor gibi bir hali vardı.

Doğru...

"Asude?"

"Ha? Şey pardon, bir mail geldi de... Ne diyordun sen?"

"Abim diyorum. Sen Diyar'la takılırken çok mutsuz duruyordu. Kıskandı herhalde... Tabi normal... Biliyorsun bizim erkeklere göre kızlar ve erkekler asla normal arkadaş olmazlar."

"Yok ya... Derya biliyor bizim Diyar'la ne kadar samimi olduğumuzu. Niye kıskansın?"

Cidden kıskanmış olabilir miydi?

Olabilir kız! Niye olmasın?

Yani... Sonuçta sürekli Diyar'ın bana karşı hisleri olduğunu söyleyip duruyordu. Kıskançlıktan mıydı ki?

"Hıı.. Öyle diyorsun? Kardeş gibisiniz yani..."

Bu ses tonu ne Asu-de?

Valla bilmiyorum iç ses... Ben de garipsedim bir. Yüksek enerjili bir sesti bu.

"Evet de... Sen de fazla ilgilisin sanki bu meseleye?"

"Yok be! Abimin neden moralsiz olduğunu çözmek için... Yoksa ben biliyorum senin abime deli gibi âşık olduğunu?"

Hı?

Asu-de...

Sus bi sen!

"Nereden biliyorsun?" diye aşırı saçma bir soru sordum. Hem iç sesime laf yetiştirip hem de olay yönetemiyordum. Sen uyumaya devam etsene? Az önce kafam ne kadar da rahattı! Nereden uyandıysan?

"Neyi?"

"Deli gibi âşık olduğumu? Çok mu çaktırıyorum acaba. Bir tarafları falan kalkmıştır eğer öyleyse."

Tamam... En garipleştirmen bu şekilde sorulabilirdi. Yine garip oldu evet ama şüphelenmedi o kadar. Attığı kahkahadan belli...

"İlahi Asude! Gitmişsin adama ilan-ı aşk etmişsin! Daha ne kadar çaktıracaksın? Yine de abim kıskandı bence. Diyar'la fısır fısır konuştuğun her seferinde size çok kötü bakışlar atıyordu ama sen de az değilsin, itiraf et!"

"Neyi?"

"Valeria'nın Eliz'in falan intikamını aldın. Diyar'ı kıskandığını fark etmemiş olamazsın çünkü!"

"Kız yok! Valla hiç fark etmedim. Hem ne diye onları kıskanacağım? Onların istediği, beni istiyor."

Ama işin aslı sen de onlardansın Asu-de... Senin istediğin de adını sanını bilmediği, birkaç saniyecik gördüğü kayıp bir kızı istiyor. Sen de Valeria ve Eliz'le birlikte avucunu yalayabilirsin.

Sen sussana bir ya! Derya Derya diye başımın etini yedin. Şimdi de yan çiziyorsun? İkizler burcu musun nesin?

"Hahahah ay Asude! Sen çok fenasın kız! Ama haklısın yani... Neyse sorun yoksa sorun yok... Zaten abim sabah baya keyifliydi de..."

Ya...

"Öyle mi?"

"Hı sabah yanağımdan makas falan aldı."

"Bilmem ki... Bir şey de olmadı."

Ufak ufak at da civcivler yesin...

"Neyse tamam." dedim kapı çalınca. "Nilay'ları sormak için aramıştım. Akşam konuşuruz."

"Tamam canım. Öpüyorum. Ben de biraz temizlik yapayım. Canım okulum. Keşke hemen yarın açılsa. Bıktım tatil görünümlü bu eziyetten!"

Yaprak'ın söylenmelerine gülerken telefon kapandı. Ben de kalkıp kapıyı açtım.

"Günaydın Asude? Bakıyorum keyfin yerinde?"

Tolga Bey ve Atilla Bey'e gülüp başımla onayladım. "Görümcemle konuşuyordum."

Tolga Bey'in kaşları havalandı. "Yaprak Hanım'la mı?"

Asu-de? N'oluyor?

"Yap-rak? Evet. Onunla da mı tanışıyorsunuz?"

Atilla Bey'in yüzündeki gülmemeye direnen ifade ve Tolga Beyin'in alık bakışları sanırım şüphelenmem için yeterli delillerdi.

"Arada geliyor da Melike'nin yanına. Oradan... Yoksa öyle özel bir ahbaplığımız yok."

Kaşlarım havalandı ve ağır ağır başımı salladım. "Anladım."

Kız Yaprak! Sen neymişsin kız? Kimle shipleyeceğimi şaşırdım seni. Görücü usulü Bey İlber vardı sahi... Ona ne oldu acaba?

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

"Niye kapattın kız hesaplarını? Bazen girip yorumları okuyordum."

Melike son müvekkilini de gönderdikten sonra gelip yanıma oturmuş, kahvesini höpürdeterek yudumlarken söyleniyordu. Ettiği siteme gülüp omuz silktim.

"İlgi ve hayranlık boyutu orada kalsa kapatmazdım. Ancak iş gerçek hayata yansıyınca gözüm korktu. Bilmiyorum... Fazla geldi bana..."

Dilini üç kez damağına vurup şaklattı. Aynı zamanda onaylamaz bir edayla başını iki yana sallıyordu.

"Buldun da bunadın! Kız insan pohpohlanmaktan korkar mı?"

Güldüm. "Ben korkarım. Övgüler üstümde inanılmaz bir yük bırakıyor. O sorumluluk, o insanları hayal kırıklığına uğratmama çabası... Sevmem pek..."

"Derya seni sevdiğini ilk söylediğinde de böyle mi düşündün?"

Duraksadım. Öyle bir şey olmamıştı tabi ki ama olsaydı mesela... Ne düşünürdüm?

Dudağım usulca kıvrılırken aslında ben hayal ediyordum ama Melike şükürler olsun ki yanlış anladı. "Ay ay ay sen şu ifadeye bak! Sizi çifte kumrular sizi!"

Güldüm ben de...

"Yok. Yani biliyorsunuz ki ilk seven bendim. Derya o zaman başkasıyla beraberdi." dedim kaşlarımı kaldırıp omuz silkerek. Bunun anlamı 'Sizin de bildiğiniz üzere' demekti.

"Yani onlar ayrılınca da ben gittim yine ona... O yüzden hiçbir zaman Derya'nın sevgisinde boğulacakmışım gibi hissetmedim. Bence ben de ona hiç öyle hissettirmedim ama."

"Peki, hissettirmek ister miydin? Yani onu boğacak kadar çok mu sence sevgin?"

Daha önce adam akıllı hiç sevmemiştim ki... Bu sorunun cevabını o yüzden bilmiyordum.

"Sence?" diye sordum en azından dışarıdan nasıl göründüğünü anlamak için. Melike bir süre sessiz kaldı. Kaşlarım havalanınca gülümsedi. "Yani şimdi ne desem bilemedim."

"Açık olabilirsin." dedim gülümseyerek. Oyunumuzun ve benim içsel çatışmalarımın dışarı nasıl yansıdığını ben de merak ediyordum.

"Beni yanlış anlama lütfen." Melike uzanıp elimi tutunca gülümsememi koruyarak başımı iki yana salladım. "Rahat ol Melike."

"En başta sana tavır aldık evet ama seni tanıyınca çok sevdik. Hepimiz... Senin de hak vereceğin üzere ortada başka bir isim varken bir anda ortaya sen çıkınca bir an ne oluyor ya dedik ama Derya'ya ve sana bakınca tüm şüphelerimiz silindi. Mecburiyetten alınmış bir evlilik kararı olduğunun farkındayız, siz her ne kadar aksini iddia etseniz de."

Melike'nin sözleriyle panikle gözlerim irileşirken o güldü. "Deliler gibi aşık olmadığınızın farkındaydık hepimiz."

"Hayır, gerçekten-"

Melike'ye karşı savunma yapacaktım ki sözümü kesti.

"Aranızdaki ilişki ne boyutta bilemem ama duygularınızın gerçek olduğunu görüyoruz. Sadece biraz bocalıyorsunuz gibi geliyor. Daha tam ilişkiniz başlamadan kendinizi evlenmiş buldunuz tabi. Gayet anlaşılır. Sen biraz gururlu birisin." dedikten sonra onaylamam için duraksayıp bana baktı. Neyse en azından yalanımızın temelini sağlam atmışız da planımız o kadar ifşa olmamış. Omuzlarımı düşürüp gülümsedim.

Oysa Melike bilse ki kayınbiraderi hayalet gibi bir kızı bekliyor, ben de o zamana kadar ona eşlik ediyorum, nutku tutulurdu.

Belli belirsiz Melike'yi onayladım. Eh gururlu diyerek kibar bile davranıyordu şu an. Ne kadar dik başlı olduğumu ben bile inkâr edecek konumda değildim.

"İşte bir de ilk adımı atan taraf sensin, bunu belki de içten içe kendine yediremediğinden sürekli bir ikilemdesin. Derya'dan da bekliyorsun ilgi sevgi... Gerçi hakkını yemeyeyim dışarıdan karşılıksız sevdaya düşmüş gibi perişan görünen senden çok o ama neyse..."

Gülümsedim. Böyle durmasının sebebi benim zor karakterimle baş etmeye çalışmasıydı muhtemelen. Ben burada bir nevi onun misafiri gibiydim ve daha ilk andan annesi beni rencide etmişti.

E öyle diyorsun da bu çocuk niye her dakika seni öpüyor? Asu-de bilmiyorum da bence Kaptan da sana karşı boş değil...

İç sesim beni umutlandıran cümleler kurarken ona hak vermemek elde değildi. Belki de o da benden hoşlanmaya başlamıştı. Hem Valeria'dan niye ayrıldı? Hani onunla daha rahat görüşecekti, hani gizemli kıvırcık kız kaderiydi? Bu çocuk ben dün gece öp beni dedim diye niye hemen kabul etti?

İşte durum buyken ne yapacağımı bilemiyorum. Hayır, belki de artık diğer kızlardan vazgeçmişti ve benden hoşlanmaya başlamıştı. Bunu konuşmamız lazımdı ama ben çok tedirgin oluyordum bu konudan.

"Asude?"

Melike'nin sesiyle daldığım düşüncelerden çıktım ve ona baktım.

"Ben seni üzecek bir şey söylediysem çok özür dilerim."

"Yok yok." dedim ve elini tutup tebessüm ettim.

En başında yalan ama şu an kesinlikle doğru olan bir cevap verdim ona.

"Derya ile evlendiğim için çok mutluyum. Onu da çok seviyorum ama dediğin gibi arada başka bir kadın var. O kadının ruhu sürekli evliliğimizin üstünde."

O Valeria'dan bahsediyorum sanıyordu ama benim kast ettiğim şu an gizemli kıvırcıktı.

"Dediğin gibi ilk âşık olan ve açılan benim ama o kızın yüzünden öfkeme hâkim olamayıp bunu Derya'ya da yansıtıyorum."

Melike anlayışla başını salladı.

"Sana Derya'nın o kızı tamamen unuttuğuna yemin edebilirim. Gözü olan herkes görür bunu."

Evet, zaten sorun Valeria değil ki...

"Üç gündür kudurdu çocuk. Seni Diyar'dan çok kıskandı."

Öyle mi oldu sahiden ya? Hiç anlamadım ki! Benden başka herkes anlamış gibi.

Olur mu kız? Bize et tabağı bile hazırladı. Hazırladığın dürümü önce sana yedirip ağzından yedi. Bunlar hep güç gösterisi... Biz de anladık biz de!

Öyle mi dersin? Erkekler sadece kıskanınca güç gösterisi yapmaz ki? Sonuçta Diyar'a gerçekleri söylediğimi bilmiyor. Ona rağmen yakın olmamıza ve buna ailesinin şahit olmasına da bozulmuş olabilir.

"Diyar ile aramız hiç öyle olmadı ki hep çok yakın arkadaşımdı."

Beni başıyla onayladı. "Biz anladık da insanın kocası anlamıyor."

İç çektim. Kocam...

Keşke insanlara söylediğimiz yalan gerçek olsaydı. Keşke Derya ile uzun zamandır arkadaş olsaydık ve ben tek taraflı uzunca seneler onu sevmiş ve sonunda talihin bana gülmesi yüzünden onunla evlenmiş olsaydım. Keşke aramızda biraz da olsa karşılıklı bir duygu olsaydı da böyle bir yalanın yükünü omuzlarımızda taşımasaydık.

Birine karşı bir şeyler hissetmek benim için çocukluğumdan kalma bir tadı yeniden damağımda hissetmek gibiydi. Zira en son birine karşı bir şeyler hissettiğimde 8 yaşında falandım. Tamam belki de orta sonda falan yakışıklı oğlanlar beni heyecanlandırırdı ama en çok o kadar.

Şu an hepsinden farklı ama aslında tanıdık bir his taşıyordum. Hem içim içime sığmıyor hem de endişe ve korku tarafından esir alınıyormuşum gibi.

"Belki de böylesi daha iyidir." Melike'nin sözleriyle kaşlarım çatıldı. "Nasıl?"

"Yani baktığın zaman birbirinizi tanımak için bir sürü zamanınız var. İstediğiniz kadar vakit geçirebilirsiniz. Size sınır koyan, işinize karışan yok." Duraksadı. "Tamam var ama sadece karışmaya çalışırlar. Sonuçta kapı gibi nikâh cüzdanınız var."

Onunla birlikte bu sözlerine kahkaha attık.

Hafifçe eğilince ben de eğildim. "Ve sana bir sır vereyim mi?"

Gözlerimi yumarak onayladım. "Birini en iyi yatakta tanırsın. Birinin en uç noktalarını yatakta görürsün. Her anlamda en çıplak halinizle ancak yatakta yüzleşebilirsiniz."

Sözleri yüzümü ısıtırken gözlerimi kırpıştırıp öksürmeye başladım.

"Melike!" diye uyardığımda kıkırdadı.

"Biz Duha ile aylarca gezdik, dolaştık. Hatta aramızda kalsın ama nişanlıyken gizlice beraber tatile bile çıktık. Ama valla dokundurtmadım kendime."

Kıkırdadım. Bu beni ilgilendirmezdi ki aklımdan bile geçmezdi aslında ama onun için önemli bir mevzuydu ki yemin etme gereği duymuştu.

"Yani beraber aynı odada ayrı yataklarda uyuduk... Demem o ki o zaman onu tamamen tanıdığımı düşünürdüm. Nasıl evlendik ve aynı yatağa girdik. O zaman Duha'nın hiç bilmediğim yönlerini öğrendim. Annesi bilmez, abisi, kardeşleri bilmez ama ben biliyorum. Duha da beni biliyor. Annemden babamdan çok beni tanıyor. İşte siz de direkt bu şekilde birbirinizi tanıyorsunuz. Bir şey kaybetmiş ya da bir şeye geç kalmış sayılmazsınız"

Asu-de keşke kastettiği gibi bir yatak paylaşımınız olsaydı değil mi? Nereden bilsin kardeş kardeş uyuduğunuzu?

Sus bakayım sen, yetişkin meselesi bunlar burnunu sokma. Ayıp!

Ne var ki iç sesim haklıydı.

Melike'ye tebessüm edip gözlerimi kaçırdım. "Utanma kızım. Hayatın gerçekleri bunlar."

Asu-de biz de Kaptan'ı yatağa atalım mı? Sonra şu kıvırcık gelirse salmayız çocuğu. Namusumuzu kirlettin deyip el koyarız.

Ahlaktan bir haber olan, etiği daha önce duymamış iç sesimi olay mahallinden uzaklaştırdım. Şeytanın sözcüsü gibi aklıma girmeye çalışması hiç hoş değildi.

Ne var ki iç sesim yine aklımı karıştırmıştı.

Melike'nin telefonu çalınca masanın üstünden alıp ekranı bana çevirdi.

"Erken çıkmış, bana da erken çıkıp çıkamayacağımı soracak bak." dedikten sonra telefonu kulağına götürdü.

"Aşkım?"

Gülümsedim. Melike başkasıyla konuşurken oldukça sert bir tavra sahipken Duha Abi ile konuştuğunda beş yaşındaki bir kız çocuğuna dönüşüyordu.

Tabi Duha Abi onu kızdırana kadar sürüyordu bu hali de.

Melike kaşlarıyla işaret edip gülümsedi. "Gel aşkım. Bitti bugünkü randevularım. Asude mi?"

Bana baktı. Ona sorar gibi bakınca gülümsedi. "Yani bu saatten sonra çok arayan olmaz sanıyorum ki. Atilla'lar bakar. Derya da gelebilir."

NE?

Melike, sen ne yaptın Melike! Allah'ım ben çıkışta da kaçma planları yapıyordum!

Panikle titreyen ellerimi masanın altına sakladım.

"Atilla Bey'e zahmet olmasaydı. Ben kalırdım." dedim son bir gayret ama Melike "Bakar onlar. Zaten bu saatten sonra yoğun olmaz." dedi kesin bir dille. Gülümserken sessizce yutkundum.

Telefonu kapatınca haklı çıkmanın ve aşkın kombinasyonu olan gülüşüyle bana dönüp "Gördün mü, böyle bir tanımaktan bahsediyorum. Bu, hangi yemeği sevdiğini bilmekten çok daha özel bir şey." dedi. Hak verdim. Bu ilişkinin çok daha derin bir boyutuydu. Kendi adıma böyle bir günün gelebileceğine dair beklentim sıfırdı ama isterdim, çok isterdim.

Aradan yirmi-yirmi beş dakika ancak geçmişti ki Duha Abi geldiklerini haber verince ofisten çıktık. Derya'nın beni aramıyor oluşu da ayrı şüphe uyandırıcıydı.

Aşağı indiğimizde otoparkta Duha Abi, Derya'nın arabasının önünde Derya ile sohbet ediyordu. Bizi görünce bize doğru yürüdü. O, Melike'yi öperken selamlaşıp onları geçtim. Olabilecek en küçük adımlarla Derya'nın arabasına yürürken ön camdan göz göze geldik. Gergin bir gülümseme benim dudaklarımda asılı dururken Derya oldukça mutlu görünüyordu.

Arabaya bindiğimde "Selam." dedim yine gergin bir tonda ama o uzanıp yanağımı öptü. Belki yerimde taş kesilmem hoş değildi ama elimde olmadığını belirtmek isterim.

Melike ve Duha Abi bize yeniden el sallayınca Derya da elini kaldırdı. Ardından ben de...

Onlar kendi arabalarına geçerken ben kemerime uzandım. Allah'ım ne olur şu an kalp krizi geçirmeyeyim lütfen! Olur da ölmez kurtulursam sebebini açıklayamam.

Ben başımı eğmiş kemerin tokasını takarken Derya "Benden daha fazla kaçma Asude. Sormayacağım, merak etme. Lütfen artık normale dönelim." dedi.

Yutkundum ve boğazımdan yükselen o sesi Derya da duydu.

"Ben..." dedim ne diyeceğimi pek de kestiremeyerek ama Derya devam etmeme fırsat vermeden "Hâlâ sebepsiz yere beni öpmek için bir hakkın var. Durumu eşitlemek istersen diye söylüyorum." diyerek beni adeta şoka soktu. Bu, onu öpmemi istiyor anlamına mı geliyordu yoksa her dakika öpmeyeyim diye önümü kesmek mi oluyordu?

Keşke Diyar'a değil de Gözde'ye anlatsaydım gerçekleri. Arar akıl alırdım ondan. Diyar anlamazdı böyle şeylerden. Çok düz biri olduğu için direkt duygularını itiraf et derdi.

Cevap vermedim. Zaten o da "Yemeği dışarıda yiyelim. Hâlâ anneme tavırlı olduğun için onun yaptığı yemekleri yemediğinin farkındayım. Nilay bugün evde değilmiş, o yüzden yemekleri annem yaptı. Yemeğimizi yedikten sonra geçeriz eve." diyerek cevap beklemediğini belli etmişti. Bunu fark ettiğini bilmiyordum açıkçası.

Sadece arkadaşlarım buradayken birkaç lokma da olsa Çiçek Hanım'ın yemeklerinden yemiştim. Yoksa genelde Nilay'ın yaptığını bildiğim yemekleri yiyordum. Özellikle benim sevdiğim yemekleri yapmasına rağmen tavrımı böyle sürdürüyordum kendimce.

Bir şey demek yerine kafa sallayarak onayladım. Bu kadar düşünceli olması ona âşık olmakta ne kadar haklı olduğumu resmen bana kanıtlıyordu. Yani bu durumda ne yapabilirdim ki? En nihayetinde ben de aciz bir kuldum.

Derya oldukça şık bir restoranın önünde durduğunda gergince "Neden buraya geldik ki? Daha normal bir yere gitseydik." diye sordum.

Kılık kıyafetimiz burası için hiç uygun değildi. En azından benim...

"Burası da gayet normal bir yer Asude, in hadi." dedi gülümseyerek. İndim, ne yapayım?

Dün geceden sonra onunla yüz yüze bakmak çok garipti. Dudaklarına kaçan bakışlarım yüzünden hepten ona bakmamayı tercih ediyordum.

Restoranın kapısına yanaştığımızda Derya elimi tutunca bu kez kaçınmadan yüzüne baktım.

"İş ortaklarımızdan birinin mekânı burası. Rolümüze devam etsek daha iyi olur. Gemideki faciadan sonra hele!"

Sesindeki hınzır tınılar buraya bir amaç uğruna geldiğimizi düşündürdü bana. Sanki gövde gösterisi yapmaya gelmişiz gibi. Neden buraya geldiğimizi sorgulardım sorgulamasına ama rol yapacak olmak benim de işime gelmişti.

İçeri girdiğimiz gibi kapıdaki görevli "Derya Bey hoş geldiniz. Siz de hoş geldiniz hanım efendi." diyerek geldiğimiz mekânın ne kadar üst düzey bir yer olduğunu bir kez daha bana hatırlattı.

Mimiklerimizle karşılık verdikten sonra görevli bizi restoranın sonundaki bir masaya doğru yönlendirdi. Tek katlı ama oldukça büyük bir mekândı. Tüm çevresi camlarla kaplı, mekânın ortasında bir piyano vardı. İlkokulumdaki teneffüs müziğimizi çalıyordu. Bu müziğin Beethoven'in Für Elise eseri olduğunu biliyordum ama benim için anlamı maalesef bir sanat eserinden ziyade ilkokulumda duymayı en sevdiğim sesti.

Hakkını helal et Beethoven ama çocukları sevindirdiğin için sevap kazanmışsındır bence. Ona say.

"Kendimi önemli biri gibi hissettim." dedim kız yanımızdan ayrılınca. Derya güldü. "Önemli birisin zaten."

Etrafıma bakınıp yine Derya'ya odaklandım. "Derya Balamir'in karısı olarak mı?" Şakacı ses tonuma rağmen Derya beni ciddiye aldı.

"Asude olarak. Ne Boztaş ne de Balamir soyadları yüzünden değil, benim karım olduğun için değil. Sen kendin olduğun için Asude. Sen çok önemli ve değerlisin."

Tebessüm ettim. Balık çoktan batmış, yan yan yüzüyordu. Her saniye daha çok kapılıyordum ben ona. Oysa o daha ilk anda beni uyarmıştı. 'Bana âşık olma!' diyerek.

Asu-de söylemeyiz biz de boş ver. Sal gitsin, zaten engel olamıyoruz.

Aynen, kesinlikle katılıyorum sana. Söylemeyiz. İçimizde yaşadığımıza da karışacak değil ya!

Az önce yanımızdan ayrılan görevli ya da garson artık her ne ise elinde iki tane menüyle yeniden masaya geldi ve menüleri bırakıp başımızdan ayrıldı.

Menüyü hiç açmadım.

"Derya ben çok açım ya. Keşke normal bir yere gitseydik. Buranın porsiyonları hem küçük hem de pahalıdır şimdi."

Derya güldü.

"Ne yemek istiyorsun Asude? Canın ne istiyor?"

Yutkundum.

"Makarna." dedim sırıtarak. Gülümsedi. Kesinlikle dışarıda makarna yenmez diye düşünenlerden değildim. Dışarıda makarna yediğimde çok mutlu oluyordum.

Eliyle garsona işaret verdi.

"Bir tane Fettucine Alfredo istiyoruz ama Murat Abimin porsiyonu olsun. Bir tane de yarısı dört peynirli yarısı Napoliten pizza."

Şaşkınlıkla Derya'ya bakarken gözlerimi kırpıştırdım.

"Böyle bir restorana geldik ve fast food mu sipariş ettik sadece?"

Göz kırptı, beni on beş yerimden vurdu.

"Ayıp olsa menüye koymazlar herhalde. Hem burası diğer yerlerle bir değil. Lezzet farkını göreceksin."

Omuz silktim. Sonra takıldığım bir başka konuya değindim. "Murat Abinin porsiyonu ne demek?"

Kahkaha atıp "Murat Abim de senin gibi düşünüyor. O yüzden buraya geldiğimizde hep kendi porsiyon miktarını sipariş ediyor."

"Porsiyon miktarı ne kadar ki?"

"Gelince görürsün." dedi sadece. O sırada masamız aperatif ve mezelerle donatılırken Derya sipariş etmeyi unuttuğumuz içeceklerimizi yani kolalarımızı da sipariş etti.

Masadaki patates kızartmasını, çiğ köfteyi, haydariyi, yaprak sarmasını-adını bilmediğim pek çok farklı meze daha vardı ama sevmemiştim- yerken zaten doymak üzereydim ki siparişlerimiz geldi.

Makarna tabağım önüme bırakılırken gözlerim irice açıldı.

"Bu ne?"

Garson da bu tepkime gülümsedi. "Murat Bey'in porsiyonu." dedi kibarca.

Önümde neredeyse bir tencere makarna vardı.

"Derya ben bunu nasıl bitireyim?" diye sordum şaşkınca.

"Bitirme, doy yeter. Korkma israf olmaz, kalanını ben yerim. Zaten dört peynirli pizzayı da senin için söyledim. Seviyorsun diye."

Gözlerimi kırpıştırdım. Yüreğim yine kuş olmuş ağzıma çıkmıştı. Her sevdiğimi bana böyle vereceksen kendinden başla Kaptan!

Tüm düşüncelerime tezat bir şekilde sustum ve gülümsedim. Tabağımı ona doğru iterken ölmek üzere olduğumu çaktırmamaya gayret göstererek "Beraber yiyelim öyleyse." dedim.

Yemek boyunca sürekli güldük. Bana hastanede olan olayları anlattı. Bir teyze ona bekâr olup olmadığını, bir torunu olduğunu söyleyince benden bahsedip fotoğrafımı göstermiş. Teyze bozulmuş ve bir başka doktora gidip aynı şeyleri söylemiş.

El âlem ne kadar da fenaydı. Kızlarına böyle böyle doktor kocalar arayıp kadın günlerinde de 'Bizim kızı ne doktorlar ne mühendisler istedi de' cümleleri kuruyorlardı demek.

"Yüzüğünü takmıyor musun ki hastanede?"

Aslında takıp takmaması o ana kadar çok umurumda değildi sanırım çünkü aklıma dahi gelmemişti ama o an nedense çok güçlü bir merak duygusu sardı içimi.

Derya yüzüklü elini kaldırdı ve "Genelde acilde olduğumdan takmıyorum. Kan bulaşsın istemiyorum." dedi. "Biliyorsun kan izi ne yaparsan yap silinmez."

Bilmiyordum ama bu önemsiz bir detaydı. Anladığımı belirtircesine başımla onayladım.

"Ama istersen, yani rahatsız olduysan takarım."

Ah Kaptan ah ne yapıyorsun? Niye bu kadar tatlısın? Sonra da âşık olma diyorsun! İnsanım ben insan!

Asu-de yemeğine dön bari. Ona baktıkça aşkını içeride tutması daha da zorlaşıyor.

"Yok, neden rahatsız olayım. Ben de bazen takmıyorum. Zaten oyun oynuyoruz."

Son söylediğimi içim kanayarak söyledim ama neden söyledim bilmiyorum. Ona mı yoksa kendime mi hatırlatıyordum bu durumu, bilmiyorum işte!

Bakışlarım onun şaşkın yüzünden önümdeki makarna tabağına döndü. Ne olurdu söylediğimiz yalan gerçek olsaydı? Biz taa İstanbul'da tanışmış ve arkadaş olmuş olsaydık?

Gizemli kız diye biri hiç olmasaydı... Çok acınası bir durum ama Valeria'ya bile razıydım ben...

Oysa Valeria sorudaki şaşırtıcı şıkmış... Oysaki sorunun çözümü o değilmiş.

Hiç öpüşme konusunu açmadı, ben de itinayla uzak durdum zaten bu konudan. Onun dışında birçok konu hakkında konuştuk. Derya'nın en sevdiği tarzın Rock olduğunu ama müzikte sınırların olmadığına inandığını ve bu yüzden ezgisi olan her tınıyı sevdiğini öğrendim.

Ona ilk kez annemin oğlundan bahsettim. Kaptan ondan kardeşin diye bahsetse de ben hiç o şekilde adlandırmadım. Değildi. Onur Can benim yerimi alan bir çocuktu sadece. Derya onun nasıl göründüğünü merak ettiğini söyledi, resmi olup olmadığını sordu ama elbette yoktu. Annem birkaç kez yollamıştı daha o bebekken. Başlarda ses etmeyip direkt siliyordum ama o durmayınca onu çok kötü sözlerle uyarmıştım. O zamandan beri bana resim atmıyordu.

Kendi profil resmine de koymuyordu ki bu beni şaşırtıyordu açıkçası. Biricik çocuğuydu sonuçta.

"Neden onu kıskandığını anlıyorum ama-"

Derya'nın sözünü kestim.

"Onu kıskanmıyorum Kaptan! Onu sevmiyorum sadece. Bir suçu olmadığını biliyorum ama hayat böyledir. Ailelerin günahlarının cezasını çocuklar çeker. Ben bu cezayı doğduğumdan beri çekiyorum. Onun tek cezası benim onu sevmemem olsun. Çok da umurundaydı sanki! Bana ihtiyacı mı var?"

Bu konudaki keskin tavrımdan çekinmiş olacak ki başıyla onaylayıp başka bir şey dememişti.

Sonra hesabı isteyip kalktık. Eve gitmek istemiyordum ama yorgunduk. Onun da üstündeki yorgunluğu görebiliyordum.

"Benim kullanmamı ister misin?" diye sorduğumda gülümsedi. "İyiyim ben. Gitmek istediğin bir yer var mı? Tatlı yemedik, tatlı yemeye gidebiliriz."

Sanırım eve gitmek istemediğimi sandığımdan daha fazla çaktırıyordum. Gülümsedim. "Eve gidelim. Murat Abi'nin porsiyon beni mahvetti. Üç gün beni idare eder yediğim."

Elbette bitirememiştim ama ciddi anlamda zorlamıştım. Açgözlülüğümden bir dilim de pizza yemiştim üstüne.

Ohh maşallah Asu-de! Ben sana açgözlü desem yemediğim hakaret kalmazdı ama bak nasıl da geldin sözüme?

Ay bu iç ses bir ara ne güzel gitmişti. Yine kaybolsa ya birkaç gün!

Yoo, hiç gitmedim, hep buralardaydım. Azıcık uyuyakalmışım sadece!

Emekliye ayrılmaya ne dersin?

Daha primim dolmadı. Yoksa ben de sana meraklı değilim.

EYT vurmuyor mu sana?

Yok, maalesef...

"Ne oldu? Niye kaşlarını çattın?"

Derya'nın sorusuyla iç sesimle olan münakaşamı kesip ilgimi Derya'ya verdim. Arabaya binmek için beni bekliyordu. Kapımı açıp "Hiç." Dedim. "Öyle dalmışım."

O da takılmadı fazla ve yola çıktık. Sonra kendisi de bir tıpçı olduğundan bu konuyu ona açmaya karar verdim. Normal miydi bu yaşadığım?

"Kaptan?"

"Hım?" gülümseyerek bana dönünce bir an ne diyeceğimi unuttum."

"Şey-"

Kekelememem gerekiyordu, Allah kahretmesin!

"Bir şey soracağım ama tuhaf bir şey. Dalga geçme benimle."

Gülümsemesi genişlerken "Sor." dedi ama dalga geçmeyeceğine dair bir garanti vermemesi dikkatimden kaçmadı. Neyse...

"Bazen... Yani arada hani..."

"Hııı" dedi dinlediğini belirtircesine.

"Böyle kafanda seninle konuşan, bazen sana destek olup bazen, daha doğrusu çoğunlukla muhalefet olan bir ses duyuyor musun hiç?"

Derya'nın kaşları çatıldı. "İçinden konuşmak gibi mi?"

Başımla onayladım.

"Tabi. Yani her insanda vardır."

"Ama böyle seninle kavga ediyor mu iç sesin? Seninle dalga geçip başkalarının tarafını tutuyor mu?"

Gülümsedi. "Yani..." dedi çok emin çıkmayan bir sesle.

"Açıkçası iç sesimle genelde aynı tarafta oluruz biz."

Umutsuzca "Biz tamamen düşmanız galiba." dediğimde kahkahası arabayı doldurdu.

"İç sesin de senin bir parçan olduğunu ve aslında onu da senin yönettiğini biliyorsun değil mi?"

Başımı iki yana salladım. "Kesinlikle ben onu yönetmiyorum. Tamamen benden bağımsız ve bana düşman. Hep beni aşağılıyor."

Sözlerimin üzerine yine büyük bir kahkaha bekledim ama kaşları çatıldı.

"Asude... Bunu yapan da aslında sensin. Neden seni aşağılasın ki iç sesin?"

Dudak büktüm. "Ben niye kendimi aşağılayayım ki? O yüzden diyorum ya ben yönetmiyorum diye... Ay tövbe bismillah üç harfliler olmasın?"

Korkuyla dikeldiğimde gülümsedi. "Hayır ya! Bunu bir uzmanla konuşman daha sağlıklı olacaktır ama ben senin 'iç ses' dediğin şeyle kendini cezalandırmaya çalıştığını düşünüyorum."

Benim de kaşlarım çatıldı. "Saçmalama! Kendimi eleştiriyorum ben zaten."

Omuz silkti. "Dediğim gibi uzmanlık alanım değil. Bunun için bir uzmanla görüşmelisin. Konuşayım mı arkadaşımla?"

"Arkadaşın?"

"Miray. Alanında başarılı bir psikologdur."

Alanındaki başarısı o an o kadar umurumda değildi ki bu bile ona ne kadar ihtiyacım olduğunu gösteriyordu sanırım. Normal insanlar bu cümleyi duyunca 'Acaba güzel mi? Derya'ya ilgisi var mı?' diye düşünmezlerdi ama ben düşünüyordum.

Görünen üzere kendimi eleştirmeyi de biliyorum. Bunun için saçma sapan iç seslere ihtiyacım yok.

Kalp kırmadan da bunu ifade edebilirdin. Ne saçmalığımı gördün acaba? Hep seni doğru yola sevk etmeye çalıştım. Tüm emeklerime yazıklar olsun. Nankör ve kırıcısın!

Yok... Şu an acil durumdayım ben sanki.

"Bir konuşsak iyi olur Miray Hanım'la sanırım."

Hem güzel olup olmadığını Derya'ya soramayacağıma göre kendim görüp karar versem daha iyi olur.

Sormaktan çekindiğin için mi soramazsın yoksa güzel derse kıskançlıktan çatlayacağın için mi? Bak işte seni gerçeklerle yüzleştiriyorum ama sen hâlâ benden kurtulmaya çalış!

"En kısa zamanda." diye ekledim kafamdaki sesi umursamamaya çalışarak. Deliriyordum galiba.

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Bölümü nasıl buldunuz?

Asude kaçmakla teslim olmak arasındaki o çizgide debeleniyor. Sizce ne yapacak/Ne yapmalı?1

 

 

Bölüm : 04.12.2024 19:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...