Herkese selamlar. Ben geldim hem de bomba gibi bir bölümle... çok seveceğiniz. Çok eğlenceli bir bölüm oldu. Eğer hikayenin başka bir adı olsa Asude'nin maceraları olurdu. Çok seveceğinize inandığım bu bölümle sizi baş başa bırakıyorum ve güzel yorumlarınızı heyecanla bekliyorum. O yüzden siz de beğenip yorum yaparsanız çok mutlu olurum ve bu mutlulukla daha uzun yazarım. O yüzden size iyi okumalar😍😍😍
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
3. BÖLÜM
Planımı yapmıştım. Amacım sadece kurtulmak değildi. İçimdeki kinli eğitmen ders vermek istiyordu aynı zamanda. O sapık Ferman sadece bensizlikle ıslah olmazdı. Zira benimle evlenmek istemesinin tek sebebinin de benim istememem olduğuna emindim. Aklı sıra beni kötü gösterecekti kendisi de iyilik meleği olacaktı. İstediği gibi olabilirdi.
Onu düşündüğünden daha melek gösterecektim ben. Rezil ederek...
O sabah tüm o sahte yüzlere hiçbir şey yokmuş gibi gülümsemiştim. Sonra onları uğurlarken de aynı sevimsiz sırıtkan maskemi takmıştım. Ferman'ın suratına bile bakmıyordum. Bu rol için midem baya hassastı, zira hemen ağzıma geliyordu.
Bu gece istemem olacaktı. Pazartesi de nişanım... Ancak rızamı almadan beni veren ailem, nişanı da bensiz yapmak zorunda kalacaklardı. Ve bunu da nişanda fark edeceklerdi. Tüm diğer herkesle birlikte.
Benim 'Pavyon'da çalışmamla tüm Fatsa'ya rezil olduğunu düşünen dedeme rezil olmak kelimesinin tanımını o gün yapacaktım.
Süslendim, püslendim ve aynı renk tonlarında olmasa da sahneye çıkarken yaptığım makyajla aynı ağırlıkta bir makyajla, mint yeşili dizlerimin bir karış üstünde biten, kolsuz ve hacı dedem için ekstra ahlaksızlık belirtileri taşıyan elbisemle misafirlerin karşısına çıktım. Tam o an dedem şiddetle öksürmeye başladı. Sanırsam tükürüğü boğazına kaçmıştı.
Üstümdeki şaşkın ve ayıplayan bakışlara aldırmadan yemek masasının sandalyesini çekip karşılarına oturdum ve ayak ayak üstüne attım.
Bugün Ferman'ın kuzenleri de gelmişti ve Ferman'dan beter olmasınlar hepsinin kaşı gözü ayrı oynuyordu. Ben gelince kaşlarını olmasa da gözlerini münasip bir yerimde topladılar.
Babam öksürüp gözleriyle bana düzgün oturmamı işaret edince toparlandım. Daha en başından kışkırtırsam gece çabuk biterdi ve eğlenemezdim.
"Hoş geldiniz." dedim yine masum bir tavırla. Bu defa öpmeme sebebimi açıklamadan arkama yaslandım. Sanki istenecek kız ben değildim.
"Asude kızım sen istersen mutfağa git de kahveler hazırsa onları getir." diyen babama saf saf baktım.
"Hazır olunca Gülbeyaz Abla getirir baba. Ne gerek var?" diye sordum.
Elbette onları vazgeçirmek için böyle davrandığımı biliyorlardı ve karşı taraf da bizimkiler de vazgeçmeyecekti. Ancak ben o kadar küçük oynamıyordum işte...
Babamın bakışları sertleşince gözlerimi devirip kalktım. Hem kahveleri ben getirsem daha iyi olacaktı. Gülbeyaz abla şu salağın kahvesine tuz falan atardı şimdi. Gidip el koymalıydım olaya. Fare zehiri dururken kim tuz atardı ki zaten?
Mutfağa indiğimde karşılaştığım manzara içler acısıydı. Ocakta büyük bir tencere, içinde kahve... Tezgahın bitki örtüsü fincan...
Ve elleri belinde kahveyi karıştıran Gülbeyaz Abla...
"Hah sonunda! Teşrif edebildin." dediğinde güldüm. "Güllüm be hazır sen de bekarsın sen mi evlensen bu sırıkla." diye onunla alay ettiğimde popoma şaplak attı. Elbisem kısa ve ince olduğundan sızıyı çok net hissettim. "Ay acıdı kız!" dediğimde başını salladı.
"Edepsiz! Boyum kadar oğlum vaa benim!"
"Ne olmuş? Bir tane de kocan olsun. Hem zaten bir kere evlenmişsin alışkınsın sen." diyerek üstüne gittim. "Ha sen herif pezevengi mi oldun? Müstakbel gucanı baa satiyin?"
Kahkaha attım. O da tam bir erkek BİTCH'ti ha!
Tezgahın altındaki dolapları açtım ve gözlerimle taradım. Aradığım şey sarı bir paketti.
"Ne baktın?" diye soran Gülbeyaz Ablaya gayet umursamaz bir tavırla cevap verdim. "Fare Zehiri."
"Ne? Sıçan mı gördün?" diye ciyakladığında başımla onayladım. "Nerede?"
"Salonda şu an." diye cevap verdim.
"Büyük salonda?" diye sorduğunda "He." dedim yöresel ağzımıza dönerek. İyiden iyiye komiğime gidiyordu artık durum.
"Kız bir sürü misafir var!" diye inlediğinde iyice panik olmuştu.
"Onlarla geldi ya zaten!" diye cevap verdim. Şaşkın bakışları yüzümde gezindi.
"O Sırık Sıçanı onlar getirdi ya!"
Sonunda anladığında derin bir nefes verdi. "Andır galasıca seni yüreğime indi ya. Çekil şurdan ben senden gorkiim. Sen onu da yapasun."
Gülüp mutfak masasına yaslandım. "Asude!" diyen sert sesle kapıya döndüm. Sapık Sırık beni çağırıyordu. "Ne var?" diye terslendiğimde Gülbeyaz Abla gözlerini belerterek uyardı beni. Omuz silktim. "Biraz konuşalım mı?" diye dişlerinin arasından sorduğu soruyla yerimden doğruldum. "Ne hakkında?"
Eminim önemlidir. Ama konuşalım bakalım, derdin neymiş?
Mutfaktan çıkıp bu kattaki küçük salona doğru yürüdü. Kendi evinden iyi biliyordu burayı tabi. Az kalmadı evimizde zirzop!
Bu kelimeyi bana Diyar öğretmişti. Canım arkadaşlarım nasıl özledim bir bilseniz!
"Söyle." dedim ve ağırlığımı tek ayağımın üstüne verip kollarımı göğsümde bağladım.
"Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye sordu önce düz bir tonda.
"Ne gibi?" benim sesim daha düzdü. Cetvelle çizilmiş kadar...
"Ne bu halin? Dün ben Or*spu değilim diyorsun bugün millete götünü sergiliyorsun. Hal ve hareketlerinden bahsetmiyorum bile!"
"Beğendin mi bari götümü? Zira görüp görebileceğin o kadardı iyice baksaydın. Zira kuzenlerin röntgenimi bile çektiler."
Çok ağır konuştuğumun ve çok ahlaksız durduğumun farkındaydım ancak karşımda da ahlaklı biri durmuyordu. Bu zamana kadar kaç genel ev gezmiş, kaç geceyi kaç farklı kadınla geçirmiş bilmiyordum ama emindim. Onun hakkında hep böyle şeyler konuşurlardı. Sırf bir barda -ki direkt bar da sayılmaz- şarkı söyledim diye kötü yola düşmüşüm de onunla evlenmeye mecbur kalmışım tavırları beni bıktırmıştı.
Hırsla kolumu sıkıp beni kendine çekince acıyla inledim.
Tehdidine güldüm. "Geçen günkü lafıma cevabın mıydı bu? Bence ben daha yaratıcıydım."
"Devam et. Ne yaparsan yap, bu evlilikten vazgeçmeyeceğim. Tüm bunların hesabını da nikahtan sonra sormazsam şerefsizim."
"O zamana kadar beklemeye gerek yok bu kanıya varmak için. Zira hayatım boyunca sende en ufak bir şeref kırıntısı görmedim"
Sinirle kolumu daha çok sıkınca bu defa sadece yüzümü buruşturdum. "Sahi, bana Or*spu deyip duruyorsun da ya gerçekten öyleysem. Ya buraya gelmeden önce başkasının koynuna girmişsem. Olmayan şerefin nasıl kabul edecek beni?"
Meydan okuyan bakışlarıma Karadeniz'in derinlikleri kadar kararmış mavi gözleriyle baktı.
"O zaman alırım, bir de ben koynuna girerim diğer kızlara yaptığım gibi paranı verir babanın evine geri yollarım."
Sırıttım. Sonra dudağımı ısırıp düşünüyormuş gibi yaptım. "Düşünüyorum. Senden kurtulmak için bir gecemi feda edebilir miyim diye..."
Sonra midem bulanır gibi ses çıkarıp stilettolarımın topuğunu ayağına sertçe bastırdım. İnleyerek geri çekilirken beni bıraktı.
"İnan değil bir gece bir saniyesi bile beni kusturmaya yeter. Uğrunda senden kurtulacak olsam bile tahammül edilemez."
Geriye dönüp mutfağa girdim ve onu arkamda acısıyla bıraktım. Kolum morarısa ve biri sorarsa onun yaptığını söyleyecektim. Buna rağmen vermezlerdi beni herhalde...
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Ancak Ne yazık ki olur olmadık zamanlarda moraran tenim oldukça beyazdı. Bundan sonra sebebini bilmediğim bir nedenden morarırsa gösterirdim ben ona...
Ve yine ne yazık ki fare zehirimiz yokmuş...
Pul biberli ve kimyonlu kahveyle- ah pardon- kahveli pul biber ve kimyonla idare edecekti Ferman Bey. Beğenmezse yanındaki sirkeli suyu da içebilirdi.
Fare zehiri olmasa da ben de bir şeyler için çabalamıştım anlayacağınız.
Kahveler içildikten, Ferman kusmak için koşarak salondan çıkıp 15 dakika sonra geri geldikten sonra Rıza Dede beni dedemden istedi ve aynen tahmin ettiğim gibi dedem benden tarafa bile bakmadan beni verdi.
Evet, ben bir maldım. Al gülüm ver gülüm işi ticaret sözleşmesi, tarafların irade beyanlarıyla kuruldu. Ancak haberleri yoktu ki edim temerrüde düşecekti.*
(Yani yükümlülük yerine getirilemeyecekti.)
Geceyi sorunsuz kapattıktan sonra odama geçip bizimkilerle olan grubumuza girdim. İstanbulda'yken hiç bu grubu kullanmazdık. Hep bir aradaydık çünkü ancak bir kaç gündür sürekli aktiftik. Kaçma planımdan haberleri vardı. Bir süre başka bir yerde saklanmalıydım çünkü babamın yapacağı ilk şey İstanbul'a gitmek olacaktı. Ya da yolları tuttururdu. O yüzden çok titiz ve seri bir plan yapmıştım. Hingilliklerimle baş edecek kadar büyük değilsiniz sevgili babacığım ve dedeciğim...
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Bohçamı hazırlamış kocaya kaçmaya hazır olmuştum ancak ona kaçacağım bir koca yoktu. Ondan kaçtığım bir koca vardı. Tüm planımı en ince detayına kadar yapmıştım. Hatta dün valizimi-evet bohça değil el valizi hazırladım. Sadece olayı dramatikleştiriyordum- götürüp kaçtıktan sonra alacağım yere bırakmıştım. Şimdi salak ve oldukça pahalı bir abiyeyle evden çıkıyordum.
Ferman zafer kazanmış bir edayla gerim gerim geriliyordu. Ben de sanki çok çaresiz ve mutsuzmuşum gibi surat asmıştım. Şimdi şüphelendirmeye de gerek yoktu.
Arabaya bindiğimizde abiyemi bahane edip arkaya oturdum. Kendini görümcem olacak sanan Feride de abisinin yanına ön koltuğa oturdu. Ferman dikiz aynasından bana çarpık bir gülüşle bakarken ağzının ortasına yumruk atmak istedim. Yapabilirdim. Bunu yapmayı bir şey hariç her şeyden çok istiyordum ama sırf o bir şey bunu yapmama engel oluyordu. Ondan kurtulup aynı zamanda onu rezil etmek için dayanmalıydım.
Feride "Çok güzel oldun yenge." dedi. Eşek kadar kız bana yenge diyordu... 'Sen beni çıldırtmak mı istiyorsun senin yengen yok!' demek istedim. İçimdeki Müge Anlı'yı da nihai amacım için susturdum. Şimdi olmaz Müge Abla'cığım.
"Boyun kısa duruyor uzaktan bakınca ama benden uzunmuşsun." dediğinde gülmemek için dudağımı ısırdım ve oldukça ciddi bir tavır takınarak "Gözlerinde lens mi var?" diye sordum. O da ona iltifat ediyorum sanıp "Yok doğal mavi." diye utanarak gülümsedi.
"O zaman acilen bir göz doktoruna gidip numarasına baktır. Nasıl senden kısa olduğumu sandın? Sen var yok 1.55'sindir ancak. Boyum 1.68 benim. Hayır, gizli tabanlı ayakkabıların fark edilmiyor sanıyorsan fena yanılıyorsun."
Kızın yüzü kırmızı olunca söylediklerime birazcık pişman oldum ama abi kardeş sahip olmadıkları şeylerle üstünlük sağlamaya çalışınca ben de çıldırıyordum canım!
Abisi de olmayan şerefiyle ahkam kesiyordu. Genetik bunlarda herhalde varmış gibi yapmak!
"İki boyutlu göründüğün için öyle sanması çok normal." diye araya girdi Ferman. Feride sinsisi gülünce ben de kahkaha attım.
"Kare olmak küre olmaktan iyidir bence. Silindir olmaktan da..."
Araba ani bir frenle durduğunda etrafıma baktım. Kırmızı ışıkta durmuştu ancak hayvansı hareketler sergilediği için boynum azıcık acımıştı.
Hiçbir şey demedim ve arkama gülerek yaslandım ve dikiz aynasından Sapık Ferman'la göz göze geldim.
'Değil sen ve kardeşin tüm Karadeniz toplansanız benimle baş edemezsiniz cicim' bakışımı attım. Cicim'i kesin anlamıştı. Özellikle altını çizdim bakarken o kelimenin.
O da 'Sen görürsün' bakışları attı ama görecek kadar kalmayacağımı bilmiyordu tabi...
Nişanın yapılacağı üç katlı salona geldiğimizde tüm sinsi planlarım devreye girdi. Direkt gelin odasına gittiğimizde Ferman'a döndüm ve emir verir bir tonda "Acıktım. Hamburger istiyorum." dedim
Gidecekti. Nasıl söylersem söyleyeyim bu kadar bakışın altında reddedemezdi. Bu yüzden rica etmek yerine emrediyordum. Sabır çekip odadan çıkınca kendi kuzenlerim ve Ferman'ın akrabalarından oluşan 6 7 kişiyle birlikte küçücük odada 13 kişi kalmıştık. Üç dört dakika konuştuktan sonra "Tuvalete gideceğim." diyerek ayaklandım ve odadaki tuvalete yöneldim.
"Yardım edeyim mi? Nasıl yapacaksın?" diye soran halamın kızına "Ben Şifa değilim Zeliha abla. Çişe çıkaracak halin yok. Hallederim." diyerek güldüm. Şifa, onun 2 buçuk yaşındaki tuvalet eğitimi verdiği kızıydı. Tek bildiğim beziyle mutlu olduğuydu.
Sonra tuvalete girdim ve mahsuscuktan çığlık attım. "Ayy bu ne?" diyerek tıkanmış tuvalete iğrenerek baktım.
Halbuki dün burayı bizzat ben poşet atarak tıkamış ve parklardan aldığım köpek pislikleriyle de süslemiştim. Planımın en eğlenceli kısmı olduğunu söyleyemecektim...
"Ben aşağıdakine gideyim." dedim iğrenerek ve kusuyormuş gibi yaparak. Bir kaç kişi kabarık abiyeyi tutup peşimden gelince "Ay gelmenize gerek yok. Hallederim ben!" dedim. Öyle tersleyince gelmekten çekindiler ve itiraz edemediler. Koştur koştur misafirlere görünmeden aşağı indim. Tören başlamak üzereydi. Aşağıdaki tuvalete girmeden malzeme odasına girip dün buraya sakladığım kıyafetleri aldım ve tuvalet kabinine girdim. Can çekişerek üstümü değiştirip salak kabarık abiyenin yerine beyaz bir tişört ve kot pantolon giyerek gözlük ve şapkamı da takıp kabinden çıktım ve tuvaletin küçük penceresine lavabo yardımıyla tırmanıp camını kaldırdım. Etrafa göz gezdirip temiz olduğuna karar verdikten sonra da azıcık zorlanarak, biraz ıkınarak kendimi pencereden dışarı attım.
Ya Ferman sapığı iki boyut diyerek alay ettiğin bu beden senden kaçmam için en uygun anahtarım benim. Zırtapoz seni!
Boş, engebeli arazide hızla koşup kendimi ormana atacakken "Asude Abla!" diyen bir ses duyup ona döndüm. "Musa?" diye sordum hayal kırıklığıyla...
"Lütfen Musa. Kimseye bir şey söyleme." diyerek gözlüğümü çıkardım ve yalvaran bakışlarımla ona baskı kurmayı denedim.
Musa birden yönünü çevirip yürümeye başlarken "Allah Allah yanlış gördüm herhalde. Gelinin burada ne işi var değil mi?" diyerek söylendi ve salonun girişine doğru döndü.
Musa koçum sana çok büyük borçlandım lan! Ergen dedik 32 yaşındaki adamdan delikanlı çıktı. Adam dediysem öyle lafın gelişi yani...
İşte sonunda özgürlük! Fındık bahçelerini bir kaç kez düşerek ama asla durmayarak hızlıca geçip bizim fındık tarlasına ulaştım ve normalde işçilerin yemek yediği, üstünü değiştirdiği ve bebekli olanların emzirdiği küçük kulübeye girip el valizimi aldım ve geldiğim gibi koşarak ana yola ulaştım. Buradan on beş dakikada bir minibüs yarım saatte bir otobüs geçerdi. İlk gelene binecektim. Tanıdık kimsenin olmadığını umuyordum zira tanıdık olan herkes nişandaydı şimdi. Ama aksilik çıkarsa diye kamuflajımı düzelttim ve kırmızı bir ruj sürdüm. Burada kimse beni kırmızı ruj sürerken görmemişti. Gözlüğüm ve şapkam da tamamdı. Akıl etmedim. Etsem tıbbi maske falan alırdım. Ancak o zaman da kim bu veremli diye daha dikkat çekerdim ama...
Gerçi kırmızı ruj da aynı etkiyi yaratacaktı zaten...
Otobüs görününce biraz rahatladım. Tanıdık çıkma ihtimali daha azdı otobüste. Otobüse binip Ordum kartımı okuttum ve arka taraflarda bir yer bulup oturdum. Bir göz attığımda tanıdık kimseyi görmemiştim.
Yine de başımı önüme eğdim ve elimle yüzümün bir kısmını gizledim dikkat çekmeyecek kadar.
Sahile geldiğimizde durakta indim ve hızlı adımlarla teknelere bakındım. Ancak büyük bir gemi dikkatimi çekti. Yük gemisiydi. Adı Kırlangıç'tı. Şehir Temel Şimşir Gemisi dışında gemiye binmemiştim ve şeytan dürtükledi. Kimse de görünmüyordu ortalıkta. Sahildeki simitçiyi görünce iki tane simit ve iki tane meyve suyu aldım. Biraz daha etrafa bakındıktan sonra kendimi gemiye atıverdim ve etrafa göz gezdirdim. Gemi çok büyüktü. Çok çok büyüktü...
Ne yapacağımı nereye gideceğimi bilmiyordum. Sonra gözüme bir kapı takıldı. Güvertenin arka tarafındaydım. Geminin kıç kısmı diyorlardı yanlış hatırlamıyorsam. Kapıya doğru yürüyüp kulağımı dayadım. Aşırı ses çıkıyordu. Makineler olmalıydı. Patlar matlardı Allah korusun. Uzak durdum oradan. Muhtemelen makine dairesiydi. merdivenlerin oraya yürüdüğümde etrafıma bakındım. Yakalansam ne derdim bilemiyorum. İyi düşündüm ki iyi olsun. Yukarı çıktım temkinli ve sessiz adımlarla. Şimdi aşağıdan biri beni görse vay halime. Geminin demir duvarlarına yaslana yaslana yürüdüm.
Kaçmanın altın kuralı planlı başlayıp random hareket etmekti. Mesela babam beni otobüse bindiğim yere kadar takip edebilirdi sadece. Çünkü gemiye bineceğimi ben bile bilmiyordum. Aynı geminin nereye gideceğini bilmediğim gibi.
Bir kaç adamın gülüşme ve atışma sesini duyunca panikle yürüdüğüm yönün tersine sessizce koştum. Merdivenlerin ordan dönüp diğer tarafa geçerken bir kapı gördüm ve düşünmeden açtım. Bir metre kare bir alandı. Ne olduğunu bilmiyordum ama tuvalet değildi. Yatılacak yer olmadığı için yatakhane de değildi. Burada sadece borular ve bir kaç kova vardı. Sesler yaklaşınca düşünmeyi es geçip kendimi içeri attım ve kapıyı kapattım.
"Batum'a gidince bari 3 gün kadar kalsak." dedi bir ses.
Batum'a mı gidiyordu gemi? Yok artık! Bu kadarı da yani...
Planıma bu kadar sadık kalamazdım gerçekten. Yüce Rabbim bile bana yardım ediyordu resmen.
Bugünü atlattıktan sonraki planım Batum'a annemin yanına gitmekti. Zira hemen İstanbul'a gidemezdim çünkü babam beni anında enselerdi. Ordu ve çevresi de çok riskliydi ve babam asla benim Batum'a gittiğimi düşünemezdi. Çünkü asla annemi görmek istemeyeceğimi düşünürdü...
Haksız değildi tabi... Annemi görmek istemeyeceğim de bir gerçekti ancak şimdi benim için acil bir durum vardı ve o bana yardım etmek zorundaydı... Neyse ki bu gemi beni ona götürecekti. Ve o da yarım bıraktığı annelik görevini tamamlayacaktı. Bunu yapmak zorundaydı.
Acaba ne zaman hareket edecekti? Şimdi saatler sürerdi bir de o yol. Acaba otobüsle mi gitseydim? Kesin yakalanırdım. Sabret Asu, dayan kızım!
Acıktım da gerçekten... Ferman'lı bir hamburgerdense Ferman'sız bir simit dünyaya bedeldi...
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Geminin gün içinde hareket edeceğini sanıyordum ancak saat gecenin ikisi olduğu halde olduğumuz yerde duruyorduk. İkinci simitimin yarısını da yemek zorunda kalmıştım. Kalan yarısını da uzun bir süre yiyemeyecektim. Zira bu saatte çıkabilsem bile açık bir yer bulamazdım. Zaten açık olsa da çıkamazdım...
Her üç dakikada bir kapının önünden birileri geçiyordu ve her an kapıyı açacaklar diye ödüm patlıyordu. Şarjım da bitmek üzereydi. Neyse ki yanımda 2 dolumluk Powerbank vardı. Onu da heba etmek istemediğim için telefonumu yüksek güç tasarrufu ayarına getirip karanlık ekran kullanıyordum. Aslında telefonumu kapatmam benim için daha hayırlı olabilirdi zira babamın emniyetten tanıdıkları vardı... Uçak modundaydı da bir işe yarar mıydı acaba?
Hemen telefonun konum bilgisini kapatıp ardından telefonumu da kapattım. İnşallah telefon kapalıyken takip yapılamıyordur...
Dışarıdan sesler geldi. Birileri konuşuyordu kapının önünde.
"Kaptan fazla iyi niyetli bence. Bu kadar büyük iş yapıyorsun, üstün tarafsın ama hala karşı tarafın özel meseleleri yüzünden bekliyorsun. Gençliğinden herhalde" dedi Karadeniz'e ait olmayan bir aksanla. Türkçesi çok iyi olmakla birlikte yabancı bir ülkenin aksanını taşıyordu.. Gürcü'ydü büyük ihtimalle.
"Demek haklı bir nedeni var adamın Arsani! Sen de yani! İnsanlıktan nasibini mi almadın, anlamıyorum ki!"
"Bu gemide neredeyse 50 kişi var Bahadır. 50 kişi bir kişinin özel hayatı yüzünden işini ve özel hayatını aksatıyor."
"Sanki ne yapacaktın? Olabilir böyle şeyler. Belki denizin ortasında duracaktık? Bir aksaklık çıkacaktı. Takılma git yat."
"Sigaram bitsin yatacağım." dedi Arslan mıydı neydi adı!
Ne vicdansız adamdı! Belki hastalanmıştı, belki ailesinden birine bir şey olmuştu adamın. Kesin Gürcü idi bu adam. Kafkasların tuhaf bir tavrı vardı. Soğuk ülke olmalarından mı kaynaklı bilmiyorum ama soğuklardı azıcık. Yine de Gürcüleri severdim. Gereksiz samimiyet hoşlandığım bir şey değildi. Bu kadar gaddar olmadıkları sürece...
"Paket mi bitireceksin?" diye sordu Bahadır. Bahadır'ın sesinden anladığım kadarıyla sıcak biriydi. Isınmıştım adama. İnsandı en azından. Halden anlıyordu. İnşallah yakalanmazdım ama yakalanacaksam da umarım Bahadır yakalardı beni.
"Zaman bitmiyor. Paket bitsin bari." dedi ve ardından iç çekti. Kapılar o kadar ses geçirmez değildi. Çok sessiz olsam iyi ederdim...
"Batum'a gideceğiz diye çok heyecanlısın değil mi?" diye sordu muzır bir sesle. Böyle dedikodu tonu sesleri çok seviyordum. Aklıma hemen Gözde geldi. Canım arkadaşım. Ne dedikodu yapardın, ne güzel dinlerdim seni... Bir daha kızmayacaktım dedikodu yaptığın için...
"Gerginim ama bir an önce olsun bitsin istiyorum." diyen Arslan'lı kişinin sesi sıkıntılıydı.
"Kararlısın yani bitireceksin? Arsani bence iyice düşün."
Arsani... Tamam aklımda tutacağım bu kez. İsim hafızamın berbat olması bir lanetti...
"Düşünecek bir şey yok. Müslüman bir kızla Hristiyan bir erkek... Ne sizin toplumunuz ne de bizimkiler kabul etmiyor. Gözyaşlarımız henüz damla damlayken ayrılmak daha iyi. Sağanak olmadan bitirmeliyiz. O da öyle düşünüyor."
Ay garibim kıyamam. Benim dedem de öyle Arsani. Vallahi öyle bir şey başıma gelse taşlatır herhalde beni. Adam takık.
Gençliğinde her türlü haltı yemiş, yaşlanınca haca gitmiş hoop best müslüman awards go to Rıfat Boztaş...
Hani en başından böyle olsa bir nebze anlayacağım ancak adam geç öğrenmiş, öğrendiğini de yanlış öğrenmiş. Dinimizin ilk emri olan oku emrine bile karşı gelip neredeyse üniversite okutmayacaktı beni. Ne hoşgörü ne adalet!
İşiniz zor vallahi koçum. Bence de ayrılın. Saçma sapan duygular için o kadar acı çekmeye değmez!
"Ya da ikiniz de burnunuzdan kıl aldırmıyorsunuz. Eminim o da sen öyle düşündüğün için öyle düşünüyordur."
"Mutlu olma ihtimalinizi." diye cevap verdi Bahadır. Ah Baho'cum. Medeni bir ortamda büyüdüğün öyle aşikar ki eminim Arsani'nin ne dediğini bile anlamıyorsun şu an.
"Ailem evliliğimi konuşuyor. Bizim kilisenin rahibinin yeğeniyle. Aslında her şey hazır sadece günün gelmesini bekliyorlar. Söz hakkım bile yok. Ayşenur'a da sürekli talip çıkıyor. Güzel kız tabi. Hem öğretmen. Babası çok diretiyormuş. Arkadaşlarının oğluyla en azından görüşmesini istiyor. Ayşenur da beni söyleyemediği için gitmek zorunda kalacak bir yerden sonra."
Ah Arsani ben içmiyorum ama sen bir tane de benim yerime yak. Şimdi çıkıp 'kaçır kızı' demek istiyordum. Alışmış kudurmuştan beter tabi...
"Oğlum cehaletin dini dili ırkı yok resmen. Zorla evlendirmek ne? Kaçıncı yüzyıldayız?"
Bahadır seni dedeme bağlıyorum. Ona da anlat böyle şeyleri. Ben dediğimde gevur ellerde yoldan çıkmış oluyorum.
Dedemin o kadar yaşlı olduğunu da bilmiyordum. İstanbul 1453'ten beri gevur eli de değil halbuki...
"Dedeme sorsan hala 1920 yılındayız." dedi Arsani. Dedemin 75 yaşında olduğunu bilmesem dedenle akran sanırdım Arsani...
"112 yaşında ve seni beni gömer daha." dediğinde Bahadır'la birlikte ben de güldüm. Ancak sesim çıkmadı tabi ki. Bahadır kardeş benim yerime de ses çıkardı.
"Zaten her şey onun başının altından çıkıyor. Adam televizyon izlemez, annemin çamaşır, bulaşık makinesi kullanmasına söylenir. Rahatlık batıyor."
Bahadır da hala gülüyordu ve karşılık olarak "Aynı bizim komşu Rüstem Amca. O kadar yaşlı değil de aynı deden gibi. Evde televizyon açtırmaz. Ama televizyon var. Tuhaf..." dedi.
Oysa benim dedemin en sevdiği şeydir televizyon karşısına geçip ona buna laf söylemek. Adam bu dünyaya söylenmeye gelmiş...
"Hadi gidip yatalım, paket bitti." dedi Arsani. Sonra adım sesleri duydum ve etraf derin bir sessizliğe büründü. Bir süre oyalansam da bu kör karanlıkta kutu gibi yerde yapabileceğim hiçbir şey yoktu uyumaktan başka... Ben de uyudum inanılmaz rahatsız bir şekilde...
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Sabah olduğunu bulunduğum karanlık odanın gerçekleşmeyen aydınlanmasından değil de gemi çalışanlarının çıkardıkları gürültülü adımlardan anlamıştım. Saate baktığımda saat sabahın beşini gösteriyordu. Evet yalnızca iki buçuk saat kadar uyumuştum. Derin ama sessiz bir nefes verdim. Açlıktan ölüyordum. Aksiyondan ve imkansızlıktan kaynaklandığını düşünüyorum bu kadar çabuk acıkmamın sebebini. Normal değildi çünkü. Bugün yola çıkacağımızı umduğumdan taş kesilmiş simidimden bir ısırık aldım. Diğer ısırığımı iki saat sonra alacaktım. İkinci meyve suyumu da öğleden sonra açardım herhalde.
"Oğlum ben Ordu'ya bayıldım ya!" dedi bir ses. Evet, dedemin evine yolunuz düşmediği sürece güzel bir memleketti Ordu.
"Manzara desen manzara, güzel kızlar desen of! Kaynıyor. Ama en çok kahvaltısı..." diye açıklayınca güldüm.
"Adam dünden dolayı mahcup olduğundan kahvaltı göndermiş tüm çalışanlar için. Hakkını yemişsin adamın." dedi tanıdık ses. Bahadır'a aitti. Bu kez Arsani ve Bahadır tek değildi. Başkaları da vardı.
"Kahvaltıyı gördükten sonra ben de öyle düşündüm." diyen Arsani geceye göre daha neşeli bir sese sahipti.
"Bu gece geliyormuş adam, beraber yola çıkacağız." dedi başka bir ses.
"Hı bir işi varmış orada." kimse bir şey demedi ve adım sesleri uzaklaştı. Gidin tabi, karnınızı da doyurdunuz sizden mutlusu yok. Ben de bu taş kesilmiş simidi yiyeyim. İki saat bekleyemedim bir ısırık daha aldım. Sonra bir ısırık daha ve bir ısırık daha...
Zaten yarım olan simidim bitti ama karnım hala açtı.
Sonunu düşünen kahraman olamaz diyerekten meyve suyumu da afiyetle içtim ve daha iyiydim şimdi...
Allah kimseyi açlıkla sınamasın gerçekten. Dedemden daha katlanılmaz olan yegane şeylerden biri...
Bir süre telaşlı adımlar devam etti. Sonra kısa bir an daha da telaşlandı ortalık ve aniden bir sessizlik oldu. Bu durum beni meraklandırırken biri kapıma öyle sert bir şekilde vurdu ki yerimde sıçradım ve ağzımdan kaçan çığlığı elimle engellemeye çalıştım. Neyse ki kapıya vuran kişinin gür sesi beni bastırdı.
"Çıldırtma beni Derya!" diye bağırdı adam. Gemide kız mı vardı? Çok ilginç hiç sesini ya da adını duymamıştım. Tabi daha bir kaç saatimi geçirdiğim yerdeki tüm isimlere vakıf olmamam ilginçti...
Ne saçmalıyorsun Asude ya?! Dinle dışarıyı ve kes sesini...
"Adamlara söz verdik! Kız seni bekliyor!" dedi adam. Sesinden anladığım kadarıyla genç değildi. Yaşını tahmin etmesi güçtü. Hem ne kızı?
"Baba ben vermedim o sözü! Kim vermişse o tutsun." diyen adamla jeton düştü. Derya erkekti.
"Nişan yaptık oğlum!" diyen adam adeta kükrüyordu.
"Benim zaten halihazırda bir kız arkadaşım var!"
"Evet biliyoruz! Kız arkadaşmış!"
Tüm zorla evlendirilenler olarak bu gemide toplanmıştık anlaşılan. İyi bari kader ortaklığından falan yırtabilirdim yakalanırsam.
Yakalanmak yok! İyi düşün Asude! İyi düşün ki iyi olsun! Bela mıknatıslığını bırak!
"O kızla olmaz! Bir kez daha konusu açılmayacak."
"İyi açmam konusunu. Siz de açmayacaksınız ama!"
Tekrar kapıma vurulduğunda irkildim yine ama bu kez çığlık atma refleksinde bulunmadım.
Dedem ve türevleri her yerdeydiler...
"Bana ne ulan? Git anan uğraşsın seninle! Ancak o senin hakkından gelir. Bir bakarsın kızı buraya yollar. Ah ne güzel olur!"
Derya denen çocuk sinirle ahlayıp gitti sanırım.
"Koca kaptan geleceğini bilmiyorduk. Bilsek bir şeyler hazırlardık." dedi bir ses.
"O zibidiye güvenemedim. Sağı solu belli olmuyor." diyen adamın sesi dertliydi. Sizin sağınız solunuz belli maşallah koca kaptan bey. Çocuk mu pırtlattık hemen eşini de seçelim diyorsunuz. Bir dirhem anlayış desen yok! Batum'da inerken Arsani ile Derya'ya da teklif edeyim kaçmayı bence. Şunlara bak be!
"Yok be Reis baya iyi. Hakkını yemeyeyim şimdi. Maşallah on parmağında on marifet."
"Öyle. Dili de marifetli papuç kadar."
Sessizce kıkırdadım. "Anası evde kafamı didikliyor. Arayı bulayım diye buna geliyorum ama yok! Anası kılıklı!"
"Sizinki de olacak iş değil. Çocuğun haberi yok söz kesmişsiniz." diyen koca yürekli adam Koca Kaptan'ın hakkından gelmişti.
"Valla benum de haberum yokti. Anamla anası bir olmuş cidip işi bitirmişler. Herçes de havaya cirmiş. Ne edeyum?"
Her şey bir yana da şurada dura dura gemi sakinlerinin tüm ailevi meselelerini öğrenmiştim. Neyse ki kendi halinde bir gemiye binmiştim. Şimdi silah ya da uyuşturucu ticareti yapan bir gemi de olabilirdi. Ancak sıradan Doğu Karadenizli bir iş adamının gemisindeydim şükür ki...
"Ha siz cidun yemekleri hazur edun akşam içun."
Adam bir anda salmıştı yöresel ağzını. Oğluyla konuşurken neden İstanbul Türkçesi ile konuştuğunu da anlamadım. Ya da şimdi neden bozmuştu? Babam gibi sinirlenince mi değişiyordu acaba.
"Reis az evvel şive mive yohti" dedi adam da yine yöresel ağızla.
"Ha cemiye binunce öle olayi. Eski günlere döneyrum." dediğinde gülümsedim. İş adamı olduğu için İstanbul Türkçe'siyle konuşuyordu yani. Gemiye girince havaya girmişti.
Başka konuşma sesi gelmeyince dağıldıklarını anladım. Bir süre sırf adım sesleri geldi. Saat epey ilerlemişti. Ve muhtemelen hava kararmıştı. Ve ben saatlerdir açtım. Açlıktan ve susuzluktan ölüyordum.
Tamam bilimsel olarak üç gün idare edebilirdim ama psikolojik olarak üç saat daha dayanamayabilirdim. Düşünmemeye çalıştım. Saat akşam 8'e geldiğinde geminin motorunun sesini duydum ve hareket etmeye başladık.
Çok şükür! Bir ara ikametgahlarını buraya aldırdılar sanmıştım...
"Büyük bir iş galiba." diye bir ses duydum. "Çekilen ziyafete bakılırsa öyle." diye cevap verdi başka bir ses ve uzaklaştılar.
Çok güzel, bunu beynimin duymaması gerekiyordu. Karnımın gurultusundan yakalanabilirdim...
Saat 23.00'ü gösterdiğinde ağlayacak duruma gelmiştim. Normal bir zaman olsa umursamazdım ama şu durumdayken yemek istiyordum. Yemek..
Erken kalkıyorlardı. Uyumuş olmalılardı.
Sen de bir sus lütfen... Normalde aklına gelmez yemek şimdi ne bu aç gözlülük?
Şu son 5 gündür vücudum beni hayal kırıklıklarından hayal kırıklıklarına sürüklüyordu. Biri sıkar morarmaz ama durduk yere morarır. Normalde aklına yemek gelmez şu müşkül durumumda fenalıklar geçirir. Nankör!
Ayaklanıp sessiz olmaya ekstra özen göstererek bir ses duymaya çalıştım. Ne kadar sessiz olursam olayım geminin motorunun ve dalgaların sesi duyuşumu engelliyordu.
Karın gurultumun sesini mehtaran takımı bile engelleyemezdi ama.
Vira Bismillah! diyerekten kapının kolunu çevirdim. Neyse ki içeride kilitli kalmamıştım. Filmlerde öyle olurdu. İçeriden kapı açılmazdı falan ama bu gemi öyle değildi. Neyse ki...
Kapıyı aralayıp etrafa bakındım. Şimdi ben ziyafet- ay mutfağı nasıl bulacaktım? Kokuyu takip edeyim diyeceğim de buram buram Karadeniz kokuyordu sadece. Minik adımlarla sağa sola bakındım. Köşeye geldiğimde aşağı bakındım ve güvertede kurulu büyük masayı ve üstündeki ziyafeti gördüm. Evet, yiyilmiş ve kalkılmış haliyle bile hala ziyafetti.
Etrafta gerçekten kimse görünmüyordu. Hızlıca hareket edebilirsem bir kaç dilim ekmek ve bir parça tavuk alabilirdim. Bir tane de elma beni bir gün daha idare ederdi.
Tekrar etrafa bakındım. Bir ses vardı ancak derinlerden geliyordu. Yakınlarda bir hareket bir insan belirtisi yoktu. Ancak ben durmaya devam edersem bu geceyi de aç geçirecektim.
Hızla öne atıldım ekmek sepetinden dört dilim ekmek aldım ve hemen yanındaki meyve tabağından bir elma ve bir kaç erik aldım. Elimde fazla yer kalmamıştı. Balık mı tavuk mu?
Elimi tavuğa daldırıp budunu koparmaya çalıştım. Azıcık dağıttım ortalığı ama fark edilmezdi bence. 10 kişi yemişti. Dağılmış olması normaldi sonuçta. Sonunda tavuğumu da almıştım ki gözüm patlıcan söğütlemeye takıldı. Çok fazla tabak vardı. Fark edilmezdi aldığım bir tabakçık. Çok da severdim...
Madem bir işe girdim... Battı tavuk yan gider diyerekten elimdeki tavuğu söğütleme tabağına bırakıp tabağı elime aldım. Çantamda ıslak mendil vardı. Elimdeki yağı önemseyemezdim. Hadi artık Asude dön geri!
Bir kapı sesi duyduğum an yerimde dondum. Sonra kendime hayali bir tokat atıp geri geri kaçmaya başladım. Karanlıktı. Ben onu göremiyordum ama o da beni göremiyordu.
"Hey dur orda!" dedi arkamdan gelen ses. Durmadım tabi.
"Sana diyorum!" diye bağırdığında bir an duraksasam da koşmaya devam ettim. Şimdi odama gidemezdim. Aslında kaçacağım bir yer yoktu ama gemi büyüktü. İnene kadar bir yere sığınabilirdim. Kimsenin aklına gelmeyecek bir yer bulabilirdim. Etrafıma bakındım. Biraz daha koştum. Aynı zamanda etrafı gözümle tarıyordum. Gözüm büyük varillerin olduğu yere takıldı. Tahta kutular ve variller yığılmıştı. Üstlerine de mavi bir branda serilmişti. Yer yer yere kadar uzanıyordu. Oraya koştum ve varillerle kutuların arasına sıkışıp brandayı üstüme çektim. Sonra olduğum yerde bir boşluk bulup bir varilin daha ardına saklanıp daha da içe girdim.
Zaten bir kaç dakika içinde adım sesleri doluştu kulaklarıma ve her saniye arttılar.
Beni arıyorlardı... bir kaç saat daha dayanabilirsem Batum'a vardığımızda sıvışabilirdim. Umudumu kaybetmemeliydim. Yapabilirdim. Ben Asude Boztaş'tım. Senelerce babamla dedemi ayakta uyuttum. Bir gemi dolusu adam ne ki?
Kalbim ağzımda atıyordu. Ellerim doluydu. Elbette kaçarken yemeğimi falan bırakmış değildim. Ekmeğimden bir ısırık aldım. Açtım aç!
Titanik batarken keman çalan adam gibi saçma durduğumu biliyorum ama bu derin bir metafordur. Herkes anlamaz. Olacak olan olur biz keyfimize bakalım.
Hem ben tam keyfime bakıyor sayılmam. Yemek bir ihtiyaç ve aç ayı oynamaz. Karnım doyunca kafam çalışır falan filan...
İkna olmuşsunuzdur umuyorum ve sorunuza cevabım evet az biraz deliyim. Herkes kadar...
Ekmeğimi patlıcan söğütlememe bandırdım ve ağzıma attım.
Çok güzelmiş... Dünya varmış gerçekten...
Dur bir ısırık da tavuk alayım. Zaten ellerim yeterince yağlandı. Yakalandığımda beni suya atarlarsa temizlenir zaten.
Gerçekten tam olarak Titanik batarken keman çalan adam olmuştum. Bir saattir önümden telaşlı adımlar geçiyordu ancak kimse beni bulamıyordu. Ben de keyifle yemeğimi bitirdim ve kimse yokken boş tabağımı denize attım. Arkamda iz bırakmamalıydım belki dönüşte yine bu gemiye binerdim ve yine buraya saklanmak zorunda kalabilirdim. İhtimal dahilindeydi sonuçta. Hem gemi de zorla evlendirilmeye çalışılanlarla doluydu. Mıknatıs gibi düşerdim yine. Ben eşeğimi sağlam kazığa bağlayayım da.
Eşyalarımı nasıl alacaktım hiçbir fikrim yoktu. Ve şu an kıs kıs gülsem de bu büyük bir sorundu. Az bir şey para, telefon kıyafetlerim... Kısacası her şeyim...
Bir anda üstümdeki branda havalanınca göğsüm gümbürdemeye başladı.
"Bakın burada ne buldum. Minik bir fare." dedi biri. Arsani veya Bahadır değildi. Sesi tanıdıktı ama kim olduğunu bilmiyordum.
Normal çünkü bin kişi kapının önünden konuşarak geçti! İç sesim çoğu zamanda olduğu gibi yine haklıydı.
Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Karanlıkta pek ayırt edemiyordum ama gençti. Birileri var sandım ama ikimizdik sadece ve aslında kendi kendine ya da benimle konuşuyormuş.
"Bakın açıklayabilirim." dedim gülümseyerek. Şirin olmaya çalışıyordum. Diyar, güldüğümde elmacık kemiklerimdeki gamzenin şirin olduğunu söylerdi. Bu beyefendinin de öyle düşünmesini umuyordum.
Ayaklandığımda yüzünü daha yakından gördüm. Tabi tehlikeyle parlayan bakışlarını da..
"Açıklayacaksın zaten." dediğinde bir an afalladım.
"Ben şey-" dedim ve duraksadım. Nereden başlamalıydım?
"Öyle geçerken gördüm." dedim ve sustum. Geçerken gördüğüm ve bir anda gelmeye karar verdiğim doğruydu ama lafa buradan girilmezdi ki canım!
"Öyle geçerken uğradın yani!" dedi karşımdaki beyefendi. Sesindeki alayı görmezden geldim.
"Öyle değil de şimdi nasıl anlatsam bilemedim." dediğimde elimi kasalara sürdüm. Sabahtan beri umursamadığım yağ beni rahatsız etmişti.
"Yani kötü bir niyetim yoktu. Beni Batum'a kadar bıraksanız olmaz mı?"
Şimdi hikayemi buna anlatacaktım da ne olacaktı? Niye her önüme gelene hikayemi anlatayım canım? İnsanlık öldü mü? Zaten gidiyorlar. Beni de bıraksınlar! Kuş kadar canım var şurda!
"Yok ya? Oradan bakınca amme hizmeti veriyor gibi mi görünüyoruz?"
"Amme miyim ben? Bir kişiyim. Neyse parası veririz!" dedim kaşlarımı çatarak.
Bileğimi yakalayıp sıktı. "Sen hele bir gel önce hesap ver de parasını sonra düşünürüz."
İşte şimdi tutuşmuştum. Çirkeflik her zaman en iyi yol olmasa da şu an en uygun yoldu.
"Elimi bırak yoksa çığlık atarım! Hayatın biter oğlum inatlaşma benimle!" dedim kaşlarımı çatarken. Yağmurdan kaçarken tsunamiye tutulmuştum tabiri caizse. Ben de diyordum ki bu gemideki insanlar mağdur ve çok iyiler!
Keşke empatisiz Arsani yakalasaydı beni.
"Hele bi dene yeminim olsun atarım seni suya!" diyen adam anladığım kadarıyla benden de deliydi. Doğru gemide önemli insanlar vardı.
"Ne işin var bizim gemide?" diye sordu bu defa açıkça.
Bu soruyu sormasını geciktirebildiğim kadar geciktirmiştim ancak ona laf yetiştireceğim diye ne yalan uyduracağımı düşünmeyi unutmuştum. O yüzdendi bu kadar saçmalamam. Yoksa aslında profesyonelleşmiştim yalan konusunda. Halledebilirdim. Dur bir deneyeyim.
"Asıl senin ne işin var nişanlımın gemisinde? Bu gemi benim nişanlımın!"
Bilinçaltı işte böyle bir şeydi. Sabah duyduğum konuşmalar böyle bir yalan söyletmişti bana. Hiç düşünmemiştim bile.
Elimi bıraktı. Şaşkın gözlerindeki puslu kararsızlık doğru yerden girdiğimi gösteriyordu yalana. En berbat yalanım bile artık gün kurtarıyordu. Batum'a vardığımızda inip gözden kayboldum mu bitmişti işte, kurtulmuş olacaktım. Kaptan şimdi kim bilir nelerle uğraşıyordu.
Muhtemelen babasıyla... Malum zorla evlendirilmek gibi sorunları vardı. Benim de olduğu gibi..
"Ne dedin?" diye sordu aradan geçen saniyelerin ardından. Anlaşılan oldukça korkunç biriydi bu geminin sahibi. Gözlerindeki korkuya bakacak olursak! Gerçi babası da korkunçtu.
"Duydun işte! Nişanlım eğer bana böyle davranıldığını öğrenirse asıl sen kendini hırçın Karadeniz sularında bulursun.!" Bulmuştum bir delik giriyordum oraya bilmiyordum bile sonunda aydınlık var mı yok mu? Düşünmüyordum.
"Tanıştığıma memnun oldum çok sevgili nişanlım. Ben Derya! Kaptan-ı Derya!"
Keşke düşünseydim. Keşke kafamın içindeki yarım kiloluk et, dilimden başka şeye de çalışsaydı! Niye bu ihtimali hiç düşünmedim?
Hayretle baktım yüzüne ama o önce dibime kadar geldi ardından duymayı asla beklemediğim sözleri sarf etti.
"Demek o sensin ve ben tüm çabalarıma rağmen sana yakalandım, Öyle mi?"
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Nasıl gidiyor hikaye? Başrolümüz de geldi işte. Bundan sonra asıl hikaye başlıyor.
Asude'yi çok seveceğinize eminim. Hikayemizden sosyal hesaplarınızda #kaptanıderya tagiyle bahsebilir ya da beni twitterda busrastypwriter, instagramda busras.typwriter, tiktokta busras.typwriter şeklinde etiketleyebilirsiniz.
Ayrıca Böğürtlen Mucizesi'ni henüz okumaduysanız ve konusunu merak ediyorsanız profilimde ön okumasını bulabilirsiniz.
İNSTGRAM: Busbckr/ Busras.typwriter
Telegram: Cherrange sohbet grubu
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.11k Okunma |
1.07k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |