4. Bölüm

⚓4. Bölüm⚓

Büş Bckr
busbckr

Herkese selamlar...

Bölümler gelmeye devam ediyor ve ben sizden yorumlarınızı esirgememenizi diliyorum. Bir yıldıza basıp ufak da olsa bir şeyler söylemek zor olmasa gerek.

#kaptanıderya etiketiyle bizden bahsedebilir veya sosyal medya hesaplarımı etiketleyebilirsiniz. paylaşımlarınızı görmek isterim.

@cherrange buradan da beni takip edebilirsiniz. Lafı fazla uzatmadan sizi bölümle başbaşa bırakayım. İyi okumalar...

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

4.BÖLÜM

Bir mum yakmıştım bir gün, yalan söyleyerek. O mum çok uzun süre yanmış ve yandıkça küçülmemiş büyümüştü. Bir gün yatsı vaktinin geleceğini ve o mumun söneceğini biliyordum ancak ne o vakit geliyordu ne de mumum ışığından güç kaybediyordu. Bu da beni cesaretlendiriyordu. Daha büyük yalanlar söyledim. Mum gittikçe büyüdü ve bir meşale oldu. Sonra, yıllar yıllar sonra gerçekten yatsı vakti geldi sandım. Mumum, hayır, meşalem sönecek sandım ancak öyle olmadı. Meşalem devrildi. Sonra bir perdeyi tutuşturdu ve şimdi içinde benim de olduğum ev yanıyordu.

Yalanlarım benim sonumu getiriyordu. Ben kimim, neredeyim, ne yapıyorum bilmiyordum. Sadece yalanlarımdan alevler sarmıştı her yanımı...

Bir yalan söyleyince bunun arkası kesilmiyor, yalan yalana gebe kalıyordu. Ve bugün beni yine yalanlarım yakıyordu.

Sözde nişanlım Kaptan tam karşımdaydı...

"Ne?" diye sordum afallamış bir şekilde. "Asıl sana 'ne?'" dedi sesini yükselterek. "Sen beni bile tanımadan arkama mı düşüyorsun? Ne saçma sapan bir iş bu!" diye tısladı.

Kesinlikle öyleydi. Çok saçma sapandı bu iş. Gözlerimi yumdum. Taktik değiştirmem gerekiyordu. "Tamam, yalan söyledim. Özür dilerim... Ben nişanlımı falan görmeye gelmedim. Nişanımdan kaçtım." dedim hızlıca.

Evet, artık doğruları söyleyecektim. Yalanlarım beni buraya kadar getirmişti ve anlaşılan daha ileri götüremeyecekti.

Bir şey söylemek yerine bir uzaylıya bakıyormuş gibi baktı bana.

"Bak, sabah babanla olan konuşmalarını duyduğum için öyle dedim. Ama senin o kişi olabileceğini düşünemedim. Af edersin..."

Elimi bıraktı. Akıllı biriydi olayı hemen kavradı. "Ne için affedeyim? Yalan söylediğin için mi yoksa yanlış kişiye yalan söylediğin için mi?"

"Hangisi için etmek istiyorsan!" diyerek omuz silktiğimde bakışlarının sertleştiğini görüp geri adım attım. Kuyruğu dik tutmanın sırası değildi. Hapse bile düşebilirdim. Özel mülke izinsiz girmekten...

"Yani ikisi için de kusura bakma tabi. Bak gerçekten zor durumdaydım." diye açıklarken bir şey oldu. Kulağımda bir şey yankılandı. Tüylerimi ürperten bir yankı..

"Asude!"

Bu ses!

Babam! Hatta eyvah babam!

Umutsuz bakışlarımı soluma çevirdim. "Baba..." diye fısıldadığımı o değilse de yanımdaki duydu. Kaptan Derya Bey de benimle birlikte o yöne döndü. Aramızda yaklaşık 10 metre mesafe vardı. Nereden tanıdı bu karanlıkta?

"Şimdi beni denize atmak istersen güçlük çıkarmayacağıma söz veririm." dediğimde elini sırtıma koyup beni de beraberinde babamlara doğru yürüttü.

"Yoo daha eğlenceli bir ceza verebilme şansım var." diyerek alayla güldüğünde gözümdeki tüm saygın kaptan kişiliğini yitirdi. Artık içimden ona 'Bey' demeyecektim...

Babamla aramızda 4 metreye yakın bir mesafe kala durdum. Ben durunca Derya da durdu. Evet Derya! Samimiyetten değil gözümde alçaldığından...

"Ne işin var senin burada?" diye sordu babam gözlerinden ateş çıkararak.

"Ben de tam sana bunu soracaktım. Senin burada ne işin var?"

Arsızlığı ele aldığımın farkındayım ancak şu durumda yapacak daha iyi bir şeyim yoktu. Koyun gibi boyun eğip o nişanı takamazdım.

"Seni arıyordum!" diye sertçe ama kısık bir şekilde açıkladığında. Ben de "Ben de sizden kaçıyordum." diye açıkladım.

"Bu yük gemisiyle mi? Ne alaka-" dedi ve durdu. Yanında duran kendi yaşlarındaki adama şaşkınlıkla baktı. Bir aydınlanma yaşıyor gibi bir hali vardı. "Oğlum doktor demiştin değil mi? Yanlış hatırlamıyorum." dediğinde yanımdaki Derya'ya baktım. Doktorsun demek. Kaşları çatılmış babamları izliyordu.

"Evet, 2 yıldır bir özel hastanede doktorluk yapıyor." diye cevap verdi adam. Sabah oğluna bağırırken daha korkunç bir imaj çizmişti gözüme. Koca Kaptan Reis ha?

Babam başını aşağı yukarı sallayıp bize döndü. Önce bana baktı sonra bakışları Derya'yı baştan sona taradı. Olayı anlamıştım. Yalan söyleçlerim kaşınıyordu.

Hayır! Yapamazdım.

"Bu o mu?" diye sordu babam.

Dürüst ol Asude. Yapma bunu.

"O!" diye inatla tısladığımda gözlerimi yumdum. Yalan yuva yapmıştı resmen. Ama sen bunu hak ettin Derya Kaptan. Ben sana efendi efendi rica etmiştim beni denize at diye...

Ve hayır, vicdan azabı çektiğim için kaptan dememiştim. Öylesine...

"Ne ben?" diye sordu sessizce Derya. Cevap vermedim.

"Doğru düzgün karşımıza çıkmak yerine kızımı mı kaçırıyorsun delikanlı?" diye yüksek tondan konuştu babam. Koca Reis Kaptan Bey Amca ve Derya şaşkınlıkla birbirine bakarken Derya'nın gözleri bana döndü. İnsanlıktan anlamadığını fark eden çirkef yanım sözü aldı ve ağzımın içinden şu, sessiz cümleler döküldü.

"Şimdi inkâr edersen tek başıma yanmam. Beni kullanıp attığını söylerim. Sana her şeyi açıklayana kadar beni idare et."

Babama "Ben ne diyeceğimi bilemiyorum." dedi çocukcağız bunun üstüne. Akıllı çocuk beni de çabuk çözmüştü ve bu belaya karşı gelmemenin en mantıklısı olduğunun o da farkındaydı sanırım.

"Fırsat mı verdin baba! Tutturdunuz Ferman'la evleneceksin diye! Dinlesen anlatırdım!" dedim. Sonra biri geldi ve "Bir sorun mu var?" diye sordu. Spor giyimli olsa da iş için burada olduğu belliydi. Zira babamların da üstü spordu.

Koca Reis Kaptan Bey Amca babama "Sinan Bey, biz şimdi içeri geçelim, herkesi uğurladıktan sonra bu meseleyi oturup konuşuruz." Dedi.

Babam bize kararsız bir bakış atıp adamı onayladı. "Bir sorun mu var Dursun Bey?" diyen adama "Yok Tacettin Bey bir sorun. Bizim çocuklar işte." diyerek bir soru daha sormasına izin vermeden yanımızdan uzaklaştırdı. Kaptan Koca Reis Bey amca aslında Dursun Bey Amcaydı yani.

"İşte şimdi seni denize atabilirim." diyerek bana dönen Derya'ya kararlı bir şekilde baktım. Aynı durumdaydık ve o benimle empati kuramayacak kadar odun biriydi. O yüzden onunla kibar kibar konuşmayacaktım.

Parmağımı ona doğrultup salladım. "Sana dediğimde atsaydın arkandan küfür bile etmezdim. Ancak o suya şimdi yalnız girmem. Bakma ufak tefek olduğuma. Deli kuvveti vardır bende." Dediğimde gözleri şaşkınca aralandı.

"Belli deli olduğun!" dedi şokla.

"İyi! Anladıysan ona göre hareketlerine dikkat et." diyerek yürümeye başladım. "Konuşabileceğimiz uygun bir yer var mı?" diye sorduğumda sabır çektiğini duydum. Sonra bir şeyler mırıldandı. Bence küfür etti ama duymazdan geldim. Anlamadığım laf sahibinindir!

"Yürü baş belası yürü!" diyerek omzuma çarparak önüme geçti. Odun!

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Bizi üçüncü kattaki, geminin idare ve yönlendirilmesinin yapıldığı yani kısaca geminin sürüldüğü odaya getirmişti. Köprüüstü diyorlarmış. Niye bu bilgiyi verdi onu da anlamadım. Mesleki hastalık mıdır nedir?

"Anlat, dinliyorum." diyerek odada bulunan tek sandalyeye oturdu. Öküz! İnsan bir teklif eder. Kadın olduğumdan da demiyorum. Misafirim sonuçta...

Beni öyle görmemesi onun ayıbı tabi...

Ağzımı açtığım an "Yalansız!" diye uyardı. Kısacık bir sürede beni bu kadar iyi tanımış olması... Alkışlıyorum. Cidden zekiydi... Tıp tabi boru değil, zekâ ister...

"Şöyle ki bir takım gençlik hataları yaptım. Ufak, minicik şeyler." derken işaret ve başparmaklarımın arasında azıcık bir boşluk bırakarak ona da gösterdim ufaklığını.

"Eminim öyledir." diye dalga geçti. "İnanmıyorsan anlatmayayım!" diye çıkıştım. İnsan ciddiye alır biraz ya.

"Bana uyar. Hiç merak etmiyorum zaten. İlla anlatacağım diyen sensin. Şimdi git babana her şeyi anlat, beni bulaştırma!"

Evet, kuyrukçum azıcık aşağı iniyorsun...

"Öyle mi dedim ben! Yalan söylemiyorum sana!" dedim ve devam ettim. Söylediklerini duymamış gibi davranıyordum...

Niye yüzsüzlük olsun? Zor durumdayız şurada!

"İşte bu hatalarımı bahane eden babam ve yılanın asıl başı dedem beni zorla akrabalarımızdan birinin oğluyla nişanladırmaya çalıştılar. Hem evlenmek istemiyorum hem de çocuğu bir görsen bir şerefsiz, bir sapık! "

Senden kötü olmasın! Şu alaycı bakışlara, şu tipe bak!

"Berbat biri ama inandıramam kimseyi!" dedim omuz silkerek.

Dudağının kenarı yukarı kıvrıldı ve hiç de pozitif olmayan bir ifadeyle "Allah Allah niye acaba? Çok da dürüst bir kızsın!" diye yeniden alay etti. Burnumdan derin bir nefes bıraktım.

"Öyleyim." dedim bastırarak. "Sadece çok gerektiğinde beyaz yalanlar söylüyorum."

"Gördüm az önce. İlk kez gördüğün birini babana sevgilim diye tanıttın."

Öyle olmuştu.

"Gerekiyordu çünkü! Allah Allah! Ne yapayım sen de benim yalanlarımın paralel evrendeki gerçeği olmasaydın!" diye çıkıştım.

"O ne demek!"

"Sen benim yalanımın WooDoo bebeğisin resmen. Yalanıma bu kadar uyman benim suçum değil! Kusura bakma bir kere o yalanı söyledim!" dedim ve dudak büküp omuz silktim.

"Ne dediğini zerre anlamıyorum!" dediğinde yine nefesimi seslice verdim.

"Şöyle ki babama evlenmemek için sevgilim var dedim. O da nedir necidir diye sordu. Doktor dedim. E sen de doktormuşsun. Ne yapayım ben? Başka doktor nereden bulacağım? Hem seni de zorla evlendirmeye çalışıyorlar ve ben de senin için bir kurtarıcı olabilirim. Kız arkadaşın varken seni de zorlamazlar."

"Benim zaten bir kız arkadaşım var!" dediğinde omuzlarım düştü.

"İzimi kaybettirene kadar o benmişim gibi davranman için ne yapabilirim peki? Ne istersin? Ama param yok henüz. Zengin olursam verebilirim ancak. Başka ne istersen yaparım."

Düşündü.

Düşündü.

Düşüncelere daldı...

Daldığı yerde boğuldu galiba...

Tam uyaracaktım ki "Tamam," dedi bir anda avuçlarını dizlerine vurarak.

Sevinçle ellerimi çırptım.

"Ne istiyorsun?" diye sordum kuşlar gibi özgür olduğumu hissederken.

"Benimle evlenmeni!" dedi birden normal bir şeymiş gibi sakince.

Ne?

Bir dakika! Filmi başa sar! Kulağıma deniz suyu falan kaçtı sanırım. Anlamadım tam.

"Anlamadım?" diye sordum duyduklarımın şokuyla. "Benimle evlenmeni istiyorum." diye tekrarladığında gözlerimi kırpıştırdım istemsizce.

Yuh! O ne?

"Ne? Ne alaka? Yani niye böyle bir şey isteyesin? Hem sevgilim var dedin ya az önce!" diye sıraladığımda olanları çözmeye çalışıyordum ve fazla heyecanlanmıştım. İyi anlamda bir heyecan değildi tabi bu.

"Evet, dedim. Var çünkü." dedi.

Karşımda sakin sakin konuşup beni çıldırtmaya çalışıyorsa başardığını söyleyebilirim.

"Ee!" diye devam etmesini istedim sabırsızlıkla. "Yani evlilikten kaçan birine evlenme teklif etmenin sebebi ne?"

"Bana ilham verdin." dedi yine alakasız bir şekilde. "Daha açık olur musun?" diye direttim son kez. Anlaşılan kurtuluş murtuluş yoktu ufukta. Ya babama dönüp Ferman'la evlenecektim ya da kendimi serin Karadeniz sularında boğacaktım.

"Bak, sen evlenmek istemiyorsun. Ben de ailemin beni birileriyle evlendirmeye çalışmasından sıkıldım. İkimizin de bu durumdan sonsuza kadar kurtulmasının iki yolu var. Ya Evlenmek ya da ölmek ki henüz çok genciz. Ölüm falan hoş değil."

Anlamıyordum. Gerçekten aptal olmuştum.

"Sevgilin yok mu? Onunla evlensene!" dedim sinirle. Salak mıydı bu çocuk? Bunu da ben mi söyleyeyim? Sabahtandır zeki diyorum bir de! Ben daha akıllıyım bundan!

"Çok akıllısın. Ben düşünememiştim" dedi beni tasdikleyerek. Sesindeki alay gereksizdi. Görmezden geldim o yüzden.

"Bunu düşünmek için aklın çoğuna gerek yok aslında kuş da olsa düşünür!" dediğimde dümene yaslandım.

"Kabul etmiyorlar onu." diye açıkladı sabır dilenir olduğuna emin olduğum bir ifadeyle.

"Neyi?" dedim. Mal sanıyordu beni şu an ama ben de aynı şeyleri onun hakkında düşünüyordum.

"Kız arkadaşımı." Diye açıkladığında kaşlarım havalandı.

"Neden?" diye sordum ben de bıkkınlığın verdiği isyanla.

"Yabancı çünkü!"

"Anlamadım. Akraba mı istiyorlar yoksa..." dediğimde "Yok, yoksadan sonraki kısma giriyor. Irkı yabancı. Dili ve dini yabancı."

"Bu bir çeşit bölgesel moda falan mı?" diye sorduğumda kaşlarını çattı. "Ne?"

Allah'ım çıldırmak üzereydim. Karadeniz erkeklerinin hepsi mi yabancılara düşkün oluyor? Allah'ım sorumu değiştirmek istiyorum. Neden Ferman dangolozu da bir gevura kapılıp gitmedi? Buna cevap alırsam daha mutlu olacağım.

Başımı iki yana salladım. Az derdimiz var gibi bir de bunu konuşmamız lazım değildi.

"Boş ver. Yani sen diyorsun ki evlenelim susturalım herkesi. Peki sonra?"

"Sonrasını sonra düşünürüz." dedi omuz silkerek.

Yok... Kafayı yemiş. Nereden baksam normal değil. Yabancı sevgilisi var diye mi bu kadar rahat? Hem evlensek ne olacağını düşünüyor ki?

"Peki sayın zeka küpü bana şunu açıklar mısın? Evlenince ne olacak? Evlenmek istemediğimi açıkça dile getirdim sanıyorum ki... Hani anladığım kadarıyla sevgilinden ayrılmak gibi de bir niyetin yok. Hani kabul ettiğimden değil de böyle saçma bir duruma kendimi neden düşürmek isteyeyim? Aldatılan saf kadın falan..."

"Normal bir zekâya sahip olan biri olayı çoktan anlamıştı ama senin için en ince ayrıntısına kadar açıklayayım madem." dediğinde gözlerimi kıstım ve ona doğru eğildim.

"Şöyle bir laf var; Anladıkların karşındakine anlatabildiğin kadardır. Yani burada problem sende. Çok görmüyorum tıp falan okudun sözel bilginin süper olmasını da beklemiyorum ama bana soktuğun lafların karesini alıp çarpanlarına ayırır her çarpanı başında paralarım. O yüzden adam gibi konuşuyorsak laflarımıza dikkat edelim ha? Sabahtandır içimden sana ne hakaretler ediyorum. Bu işin raconu bu çünkü. Benim hakkımdaki düşüncelerini süzgeçten geçirip öyle aktar ki boğazında kalmayayım. Ayrıca sen söylediklerinin 'NORMAL' olduğunu mu sanıyorsun?"

Elimle gösterecek olursam burnumun altına kadar gelmişti. Ki orası tam olarak 'Burama kadar' oluyordu. Gözlerindeki korkuyu gördüğüme emin olunca geri çekilip gözlerimi normal şekilde araladım.

"Evet, şimdi en ince ayrıntısına kadar anlat bakalım aklındakileri." diyerek elimi salladım hadi der gibi.

Öksürdü.

Bir kaç kez daha öksürdü.

"Yani şey. Şöyle ki." tekrar öksürdü. Zira sanırım çoktan boğazında kalmıştım. Bu da ona ders olmuştur umarım.

"Düşününce sana da mantıklı gelecek, senin planının bir kaç model üstü bu. Yalandan sevgililik değil de yalandan evlilik. Düşün bir, biz evlenirsek sizinkiler amacına ulaşamayacak ve muhtemelen zaten nişandan kaçtığın için ve üstüne de evlenirsen boşansan bile seni gelin olarak karşı taraf da artık istemez. Bizimkilerin derdi Valeria'yla evlenmemem ve Türk ve Müslüman bir kızla dünya evine girmem."

Ne güzeldi kızın adı. Valeria... İsminden bile güzel olduğunu anlayabiliyordum. Derdin buydu Asude. Aferin. İsim analizi de yapalım mı hayatım?

"Nereli?" diye sordum sözünü keserek. Derdimiz diyorum bu değil, kes artık sesini!

Sorumu garipsemeden cevapladı. "Babası Rus ama annesi Gürcü. Annesi ve babası boşanınca annesiyle Gürcistan'a yerleşmişler."

Başımla onayladım. Bu kadar detay bilmesem de olurdu...

"İşte ben de onların istediğini onlara veremesem de istemedikleri şeyi de yapmamış olacağım. Zaten Valeria evlenmek istemiyor. Biz böyle mutluyuz."

Kaşlarım çatıldı. "Evlenmek istemiyorsa da sevgilisinin başka biriyle evlenmesini sorun etmeyecek kadar rahat olduğunu sanmıyorum. Sen kabul edeceği kanısına nasıl vardın acaba?" dediğimde başını iki yana salladı. "Aramızdaki sahte evliliği ve yapılış niyetini bilen tek kişi olacak. Hem böylece daha rahat görüşeceğimiz için razı gelecektir. Buluşmak bizim için büyük sorun oluyor hep."

Boş bakışlarımdan bir karşılık bekledi ama gelmeyeceğini anlayınca devam etti. Tüm sorularımı sona saklıyordum. Hala ikna olamayacağım kadar saçma bir plandı.

"Biz evlendiğimizde sen de istediğin hayatı rahatça yaşayabileceksin. Kimseye hesap vermeden..."

Devam etmeyeceğini anladığımda gülümsedim. "Benim istediğim hayat burada değil." dediğimde "Batum'da mı?" diye sordu heyecanla. Hayallerini bölüyorum canım ama...

"Hayır tabi ki. Ben İstanbul'da yaşamak istiyorum. Tüm düzenimi orada kurdum ama babam ve dedem beni apar topar getirip evlendirmeye kalktı. Yani senin sevgiline koştuğun bu sahte evlilik hayatında benim kafama göre İstanbul'a gitmemi kimse normal karşılamayacaktır. Sen sevgilinle rahatça buluşurken ben özgürce İstanbul'a gidemeyeceğim yani."

Biraz düşündü ve başını iki yana salladı. "Üç ay. Üç ay Rize'de dayanabilirsen bir fırsat var elimde. Orada özel bir hastanede işe başlayabilirim. Reddedecektim ama kabul ederim artık. Hem Valeria da arada sırada İstanbul'a gidiyor zaten. Güzel olur."

Bak şimdi mantıklı gelmeye başladı biraz. Ama hala çok az ve yeterli miktarda değil.

"Peki ailen? Biliyorlar Valeria'yı. Birden bire nereden çıktı bu kız demezler mi?" diye sordum bu kez. Sanki birazdan biraz fazla aklına yattı plan Asude, bir de ilgilenmiyormuş gibi havalardasın...

İç sesin bir off tuşu var mı acaba ya?

"Bir yıl kadar önce büyük bir olay oldu. Ve o zamandan beri Valeria hakkında tek kelime konuşmadık. Aramızda gerilim hattı var gibi. Ailesel durumlarımız da biraz karışıktı. Çok ilgilenemediler benimle. O yüzden inandırabilirim. Bahsi geçmiyor çok uzun zamandır."

"Ama sabah babana sevgilim var dedin!" dediğimde omuz silkti ve kaşlarıyla beni işaret etti.

"Var işte."

Doğru... Yani benim sevgilisi olmam değil, iması mantıklı. Doğru olan o.

"Bilmiyorum çok riskli. Sonuçta Avrupa ya da Amerika'da yaşıyor değiliz. Bizim burada evliliklere daha fazla anlam yükleniyor ve ben o yükü kaldırmaya hazır değilim."

"Kimse senden mükemmel bir gelin olmanı beklemiyor." duraksadı. "Aslında kimse denemez ama ben beklemiyorum hatta ne kadar cazgır olursan o kadar iyi değil mi? Belki senden illallah edip Valeria'ya vize verirler."

Bir de kadınlara şeytan derler! Şeytan şu an utancından kapının arkasına geçip yüzünü kapatmış ve bükemediği bileği nasıl öpeceğini düşünüyordur! Kınayan bakışlarımla ezdim onu ama umursadığı söylenemezdi tabi

"Yani evliliği, kendini kısıtlıyor gibi düşünme. Hatta burunlarından getir. İllallah ettir. Belki yengelerimi baş tacı falan yaparlar bundan sonra." dediğinde güldüm.

"Eltim de olacak yani?" diye sorduğumda o da güldü. "İki tane. Bir de görümcen var. Senden iyi olmasın az cadaloz değildir." dedi. Kaşınıyordu.

"Benim kaynım ya da baldızım ya da bacanağım falan olacak mı?" diye sordu. İç çektim. Bu konuyu konuşmak istemiyordum...

"Yok sayabilirsin. Tek çocuğum gibi düşün." dedim ve başka bir konu açtım bu konuyu irdelemesin diye.

"4 kardeş misiniz yoksa bekâr erkek kardeşin var mı?"

"En küçük ve tek bekâr erkek benim . Abilerim Murat ve Duha var. Yaprak da kız kardeşim. Biraz kalabalık bir aileyiz ama sen baş edersin diye düşünüyorum. Malum dilinin maşallahı var."

"İki oldu. Kaşınma, dilimden henüz nasibini bile almadın. Söylediklerim iğne ucu kadar dahi değildi." dediğimde ellerini kaldırdı teslim olurmuşçasına.

"Af edersin. Söylemedim bir şey!" dedi. Sonra ayağı kalktı. "Gel sen otur." dediğinde gözlerimi devirdim. "Şükür!" diyerek oturdum kalktığı koltuğa. Öküzdü ama bir anda güncelleme gelmiş de sıpa olmuş gibiydi.

"Ee ne diyorsun?" dediğinde başımı iki yana salladım.

"Planın iyi hoş da evlilik biraz abartı değil mi? Nişanlansak?"

"Sen babanın evinde kalmaya devam edersin ben de annemin istediği kızlarla görüşmem konusundaki ısrarlarına katlanmak zorunda kalırım. Evlenene kadar nişan atılabilir çünkü. Nişan evlilik kadar kutsal değil." dedi ve baba evine dönmek diyerek beni can evimden vurdu.

"Nasıl kabul ettireceğim ki seninle evlenmeyi bizimkilere?"

"Dilin pabuç kadar çok zorlanmazsın bence... Hem bana kaçmış gibi oldun. Muhtemelen sen istemesen de onlar teklif eder."

"Üç etti. Uyuz kapmış olabilirsin yoksa bu kadar kaşınman normal değil." dedim dişlerimi sıkarak. Çok uysaldım ve ona rağmen laf ediyordu. Yarın öbür gün evlendiğimizde nasıl katlanacaktı bu bana?

"Sen bilirsin ben teklifimi yaptım. İşine geliyorsa..." dediğinde başımı aşağı yukarı salladım. Haklıydı. Zor durumda olan bendim. Ve şimdi dönsem hiç kaçtı maçtı demezler direkt nikâh dairesine götürürlerdi. Ferman da beni mahvederdi. Neden Anadolu topraklarına düşmüştüm ya da Anadolu topraklarına düştüm madem neden bu kadar asiydim?

"Tamam ama şartları konuşalım. İstanbul kırmızıçizgim. Acilen gitmem gerekiyor. Bazı işlerimi halletmeliyim sonra dönüp üç ay beklerim. Üç ay sonra bunlar palavra çıkarsa seni de kendimi de yakar her şeyi açıklar ve boşanırım."

Dudağını büktü ve omuz silkti. "Kabul. Başka?"

"Evlilik yüzde yüz sahte olacak. Kesinlikle bir beklentin olmasın." dediğimde kahkaha attı.

"Yeğenimle yaşıt gibisin. Hiç öyle bir beklentiye girmem merak etme." dediğinde alay ettiği için işkillendim.

"Yeğenin kaç yaşında?"

"6" dediği an bacağına tekme attım. Ancak bir yorumda bulunmadım. Ne diyecektim? Benim de cazibem var falan mı? Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmenin âlemi yoktu.

"Aklıma şimdilik bu kadar geldi. Senin varsa?" dedim.

Düşündü bir süre. Sonra saçma sapan sırıttı.

"Filmlerde ve kitaplarda hep derler ben de demek istiyorum. Bana âşık olmayacaksın..."

Öyle bir kahkaha attım ki muhtemelen tüm gemi sakinleri duydu sesimi. Ve bir süre devam etti kahkahalarım.

Gülmekten yaşaran gözlerimi silerken Derya'ya baktım.

"Anlaştık." dedim sadece. Kaşlarını havaya kaldırdı. "Bu kadar mı?" diye sorduğunda anlamsızca ona baktım ama hala gülüyordum.

"Yani laf sokmayacak mısın? O kadar güldün malum." derken o da gülüyordu.

Eğildim. Ona iyice yaklaşıp başımı yüzüne kaldırdım.

"Allah'ın varlığına inanıyorum, yalan söylersem çarpılırım. Yakışıklı çocuksun. Allah sahibine bağışlasın ancak hayatımda gördüğüm tek yakışıklı sen değilsin. Ve zaten bu benim için bir kriter bile değil. Çünkü ben aşka inanmam. İnananlara saygım sonsuz tabi yanlış anlama. Bana göre değil sadece. İnanmadığım şeyi de olmam"

Omuz silkti. "Ama ben inanıyorum. Sen böyle bir şart sunmayacak mısın?" diye sordu. Kaşlarımı çattım. "Nasıl?"

"Bana âşık olma falan filan... Benim gibi işte."

Kaşlarım hala çatıkken başımı iki yana salladım. "Hayır. Niye yapayım ki? Zaten bir sevgilin var."

"Olsun dünya hali?" dediğinde yine kahkaha attım.

"Sen bana bu şartı sunarken de dünya hali diye bir şey var? Söz versek ne olacak? Neyse ne. Benim böyle bir şartım yok. Oluyorsan ol ayrıca, bana ne? Sen çekersin çilesini bana bulaştırma da."

Bozuldu gibi...

Yoo gibisi fazla baya bildiğin bozuldu işte. Ne sanıyordu ki? Türk dizisi çektiğimizi falan mı?

Yine öksürdü. "Tamam o zaman. Son olarak, ben başka biriyle evlenmek istersem boşanacağız. Aynı şey senin için de geçerli. İnanmasan da bir gün birine âşık olursan ya da âşık olmasan da başkasıyla evlenmek istersen bana söyle. O zaman boşanırız."

Başka birinden kastı Valeria'ydı diye algıladım ama her neyse başkası da olsa bana ne?

Başımı aşağı yukarı salladım. "Anlaştık. Aileni kendimden öyle bezdireceğim ki sen 'Va-' dediğin an getir elimizi öpsün diyecekler." diyerek anlaşmak için elimi uzattım. O da gülerek elimi tutunca tokalaştık.

"O zaman, baştan başlıyoruz ben Asude Boztaş." dediğimde güldü.

"Biliyorum, babanı tanıyorum. Ben de Derya Balamir. Ama bana genelde Kaptan derler."

Güldüm. "Biliyorum söylemiştin. Kaptan-ı Derya." Başıyla onaylarken o da gülüyordu.

Şimdi sadece detaylar kalmıştı ve babamlar gelmeden bizim onları konuşmamız gerekiyordu. Öyle saçma bir işe girişiyorduk ki sanırım hâlâ oyun gibi geliyordu.

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Babamlar gelmeden önce bir kaç küçük ama önemli detay hakkında bilgi alışverişinde bulunduk. Telefon numaralarımızı aldık ve tüm sohbet geçmişimizi temizledik. Malum, mesajlaşma geçmişimizi görmek isteyebilirdiler ve bizim öyle bir geçmişimiz yoktu. Bu dikkat çekerdi. Biz de tüm mesajları sildik o yüzden...

Tamam, istemezlerdi ama en uç noktayı düşünüp önlem aldık. Aile bireylerimiz hakkında bilgi alışverişinde bulunmak benim için işin en zor kısmıydı zira hakkımdaki gerçekleri ona söylerken birazdan biraz fazla üzülmüştüm. Her bahsi açıldığında üzülürdüm.

Annemin ve babamın ben 16 yaşındayken dedem yüzünden boşandıklarını ve benim annemle Batum'a gittiğimi ama annemin beni bir kaç ay sonra babama verdiğini ve bir yıl sonra da başkasıyla evlenerek bir de çocuk yaptığını ona söylemek benim için gerçekten çok ama çok zordu. Bu gerçeği kabul etmek zaten beni tüketmişti. Anlatınca o günlere geri döndüm.

Babamla Batum'dan Ordu'ya döndükten sonra da içime kapanmış ve iyi olan tüm her şeye inancımı kaybetmiştim. Kaptan'a direkt söylemesem de aşka olan inancımı bu noktada kaybettiğimi anlamıştı. O yüzden derslerime sıkıca asılıp İstanbul'u kazanmış ve oraya kaçmıştım. Kabuğumu orada kıramasam da çatlatıp huzuru orada bulmuştum. Barda çalışıp kavgaya karıştığım meseleyi hiç açmamıştım babamın da öncelikli olarak açacağını sanmıyordum. Açılırsa da ona söylemediğimi söylerdim.

Onun hakkında öğrendiklerim de anne babasının adı, kardeşlerinin adını tekrarlamıştı ve iki yeğeni olduğunu söylemişti. Büyük Abisi Murat ve Yengesi Nilay'ın çocuklarıymış ama onların meselesi biraz karışıkmış. Benimle yaşıt(6) olarak gördüğünü söylediği yeğeni Mina başka bir kadındanmış. Ve onların hikâyesi kalp kırıklığı ve acı doluymuş daha sonra detaylı olarak anlatacağını söylese de aşırı meraklıydım umarım sonradan kastı uzun bir süre sonra değildi.

Eğer olur da denemek için sorarlarsa diye biraz bahsetmişti. Ben de ona bunun üzerine anne baba durumumu anlatmıştım zaten yoksa hiç öyle anlatmak gibi bir niyetim yoktu. Kaldı ki en yakın arkadaşlarım dâhi bilmezdi bu meseleyi. Ancak bir yerde haklıydı test edilebilirdik. Zira aşk meşk insanı olmadığımı babam çok iyi bilirdi.

Babamlar yanımıza gelmekle uğraşmayıp Derya Kaptan'ı aradılar ve biz tıpış tıpış onların olduğu yere yani yeni boşaldığı belli olan bir toplantı odasına gelmiştik. Büyük bir yer değildi de iş merkezli kullanıldığı belli olan bir odaydı. Bir sürü sandalye ve yuvarlak, büyük sayılacak bir masa vardı. Masayı işaret ettiklerinde Derya ile yan yana oturduk. Babamla Dursun Bey de tam karşımıza yan yana oturdu.

Bir süre gergince bakıştık. Sonra Dursun Bey "Anlatmayacak mısınız?" diye sordu. Soru çoğul şahıs eki olsa da muhatap Derya'ydı bence.

"Soru cevap şeklinde gitsek?" diye bir öneride bulundu Derya. Zehir gibiydi maşallah... Ancak cidden her anlamda zehir gibiydi.

"Ne zamandan tanıştınız? Ne zamandan beri böyle bir muhabbetiniz var?" diye sordu Dursun Bey. Bunun cevabını kararlaştırmıştık tabi ki. Şansımız yaver gitmişti ve Derya da İstanbul'da okumuştu Üniversiteyi.

"İstanbul'da okurken tanıştık. Tanışıklığımız beş yıl oluyor ama ilişkimiz çok yeni. İki ay oldu." dedi ve bu cevabın en doğal cevap olduğuna karar verdik.

"Nasıl başladı?" diye sordu babam. Detaylarda boğulmaya bayılırdı.

"Ben âşıktım Derya'ya ama onun o zaman hayatında başka biri vardı. Kendi aşkımı kendi içimde yaşadım. Arada ona yazardım ve durumu yoklardım. Bir gün araları kötüyken açıldım. Sonra ayrıldılar ben Derya'yı teselli ettim derken bir baktık böyle bir yola girmişiz."

Keşke cevap verirken babamı kışkırtma huyumdan kurtulabilsem. Ne diye ortalığı karıştırıyorsam? Güzelce utana sıkıla mahsusçuktan ıkına ıkına itiraf et işte. O ne öyle nispet yapar gibi?

Babam uyarırcasına öksürdü. Bakışlarımı kaçırdım. Dursun Amca ne rezil kız diye düşünüyordur kesin! Babam zaten çoktan bu kanıya varmıştı...

Dursun Bey Derya'ya başını salladı 'Sen var ya sen' der gibi.

Bulabildiğimiz en doğal ve kimseyi kuşkulandırmayacak cevap buydu. Biz de bunu seçtik. İlişkide adım atan taraf olmak beni rahatsız etmemişti çünkü ben dominant bir kişiliktim. Yarın bir gün kayın ailemin burnundan dökerken de dönek olmayacaktım. Minnoş gözüküp katil olmaktansa Chucky olmak daha harbi işti.

"Seviyor musun kızımı yoksa yara bandı olarak mı kullandın?" diye soran babama Derya'dan önce Dursun Bey "Yok efendim benim oğlum öyle şey yapmaz." diye cevap verse de babam illa ki cevabı Derya'dan alacaktı. Bu soruyu tahmin edemediğimizden doğaçlama cevaplıyordu Derya.

"Estağfurullah. Asude hayatıma direkt bugünkü sıfatıyla girmemişse de hep değer verdiğim biriydi. Zaten hep ona karşı dürüst oldum ve her duygumu her hissimi, düşüncemi paylaştım." dediğinde başımla onayladım. Ne güzel yalan söylüyordu...

"İki aydır beraber olduğun adama mı kaçtın?" diye sordu babam bana sertçe. Bu soru bizimle değil benimle ilgiliydi. Haliyle dürüst olabilirdim.

"Ben kocaya değil, kocadan kaçtım baba. Sana evlenmek istemediğimi söyledim. Siz zorladınız. İlla biriyle evleneceksem de bu en azından sevdiğim biri olur."

"Aşka ve sevgiye inancını yitirdiğini sanıyordum."

"Öyleydi. Sayenizde... Ama artık öyle değil. Sahte ile gerçeğin farkını görebiliyorum artık. Birileri inancımı yitirmeme sebep oldu, o ise beni yeniden inandırdı."

Of ne yalan, ne yalan! Şimdiye dek söylediğim en büyük yalan olabilirdi.

"Arkanda bir kıyamet bıraktın ve seni bulduğum yere bak! Annene gidiyorsun demek, bunu gerçekten beklemiyordum." dedi babam.

"Beni aradığını söylemiştin?" diye sordum. Bence de beni aradığını söylerken yalan söylüyordu zaten.

"Evet dünden beri sen arıyorum zaten. Burada iş için bulunuyorum. İndiğimizde anneni arayacaktım ama umudum yoktu. Beklemiyordum."

"Size karşı duyduğum her his eşit. En azından arkamda durmak zorunda olmalı birinizden biriniz" Nefret ve mecburi sevgi...

"Her neyse yeri burası değil. Dönelim evimize bu meseleyi de orada konuşuruz."

Güldüm. "Dedemden bağımsız düşüncen bile yok değil mi? Benim babam sensin oysa!"

Uyarı dolu gözlerle bakınca başka bir şey demedim. Haklı olduğu bir konu vardı ki yeri burası değildi. Bu bizim aile meselemizdi. Yabancı insanlara kadar rezil olmasak da olurdu.

"Bizim orada da durum kıyametten farklı olmayacak Derya. Verdiğimiz bir söz var!" dedi Dursun Bey ciddiyetle. Ancak sabahki gibi bağırmıyor sakince konuşuyordu.

Derya geriye yaslandı. "Ben kimseye söz vermedim. Bu yüzden vermediğim sözü tutmak zorunda değilim. Bu sizin sorununuz." diyerek gözlerin babasının üstüne inatla dikti.

Konuş müstakbel sahte kocacığım konuş. Ağzın bal yesin!

Vermediğimiz sözleri tutmuyoruz biz!

Babam "Evleneceğiz diyorsunuz da uygun musunuz birbirinize? İki ayda bunu nasıl anladınız?" diye sordu sinirle. Aniden sinirlenip aniden duruluyordu. Karadeniz gibiydi dalgaları...

"O herifle evlenmeye uygun muyduk ki!" dedikten sonra babamın kızaran yüzüyle birlikte gözlerimi yumup sakinleştim ve daha makul bir şekilde devam ettim. "Evlenmeye niyetimiz yoktu ki henüz. İzin verecek misiniz birbirimizi tanımaya? Flört etmek istiyoruz tabi ki!" dedim. Konuşsana dili kopası Derya! Senin yüzünden müstakbel sahte kayınbabam beni yanlış tanıyacak! Hanımefendi çizgimden çıkıp cazgır bir imaj çiziyorum şurada!

Dirsek attım.

"Evet." dedi Derya acıyla inlemesini saklamaya çalışarak. "Biz aslında bu günlerimizin tadını çıkartmak isteriz. Ordu ve Rize çok uzak değiller. En azından hafta sonları buluşup vakit-"

Ve babamdan beklenen atak geldi. "Öyle bir şey yok unutun onu. Benim kızım öyle onunla bununla gezemez."

"Ha dogri söyleyisın Sinan Bey. Bizde de eyle bişey yoğtur!"

Ha şoyla Dursun emica. Gelin hamsi çimi oltaya.

Masanın altından Derya elimi dürttü ve avucunu açtı. Ben de gizlice çak yaptım. İşte tohumu dikmiştik. Suyunu vermiştik. Sırada fidan olup büyümesini izlemek vardı.

Para için sahte evlilik yapan vardı. Çocuk için yapan vardı. Acaba kaç çift evlenmemek için evleniyordu. Bu da bizim farkımız olsundu!

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Batum'a vardığımızda saat gecenin bir körüydü hala. Dursun Bey sabah kahvaltı yapıp öyle ayrılmamız için çok fazla ısrar etmişti. Aslında babam da diğer iş adamları gibi zaten kalacaktı. Bu yüzden bu ısrarın muhatabı aslında bendim.

Sabaha kadar bekledik bu yüzden. Ben gidip o küçük odadan eşyalarımı aldım. Derya bana öyle bir baş salladı ki çok büyük ayıp etmişim gibi hissetmiştim. Oysa barınmıştım sadece. Sanki cebinden çıkıyor! Allah Allah...

"Neyse ki bindiğinden beri doğru dürüst ilk kahvaltını yapacaksın da gemi hayatı hakkında kötü bir izlenim bırakmayacağız sende. Çünkü normalde biz gemide yemek araklamıyoruz."

Laf söyledi balkabağı! "Ben de genelde gemiye binmiyorum. Ve bilgin olsun diye söylüyorum yemek falan da araklamadım bunca zaman boyunca. Alt tarafı artıklarınızdan iki lokma bir şey aldık. Götüreyim seni yemeğe de ağzını açma bir daha!" dedim gözlerimi devirdikten hemen sonra.

İma yüklü sesle "Yemeğe çıkmayı mı teklif ediyorsun?" diye sordu. Minicik aklıyla benimle dalga geçiyordu bir de. Zekâsını bir övüp bir yermem de dengesiz ruh halimi yüzüme vuruyordu... Aslında yüzüme vuran iç sesimdi ama neyse...

Gözlerimi devirirken alayla gülümsedim. "Hıhı. Evlenme teklifine böyle karşılık vereyim dedim. Bizde tabak boş gönderilmez malum..."

Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. "O öyle normal bir evlenme teklifi değildi, biliyorsun!" deyince de omuz silktim.

"O ne kadar evlenme teklifiyse bu da o kadar bir yemek teklifiydi."

"Seninle baş edilmez!" dedi iki elini de pes der gibi kaldırarak.

"Çabalaman hata zaten!" dedim ve ellerimi iki yana açıp kaşlarımı havalandırdım.

Çocukluğumdan beri bir dil var bende maşallah! Büyüdüm bir de okulunu okudum. Tam başedilmez durumdayım. Beni en iyi benim gibiler anlar. Bu dilim de olmasa nasıl dedemle baş edecektim? Allah dağına göre kar veriyor işte!

Kapı tıklatılınca sustuk ikimiz de. Kahvaltımızı köprüüstünde yapmak istemişti beyefendi. Güverte olmazmış, benimle ulu orta herkese görünmek istemiyormuş. En azından sevgilisine açıklama yaptıktan sonra görüşecekmiş bla bla bla!

Her şey senin için Galata'm. Tüm bu zirzopluklara senin için katlanıyorum. Galata demişken... Burnumda tütüyordu...

"Böyle mi bırakayım kaptan?" diye soran sesi tanımıştım. "Arsani!" dediğim an şaşkın bakışlar beni buldu. Sesinden tanımıştım.

Arsani kaşları çatık bir şekilde beni incelerken "Tanışıyor muyuz?" diye sordu.

"Ben de bunu soracaktım? Tanışıyor musunuz?"

Ensem kaşındı birden yoksa ensemi kaşıyor olmamın gaf yapmamla bir alakası yoktu.

"Şey, pek sayılmaz. Ben öyle mecburi olarak tanımış bulundum da."

"Anlamadım?" diyen adama gülümsedim. Suçluydum ama çaktırmayın.

"Yani ben babamdan saklanırken senin ve Bahadır'ın konuşmalarınıza kulak misafirliği etmiş olabilirim." dediğimde şaşkınlıkla gözleri büyüdü.

"Tamam Arsani sen çıkabilirsin." dedi Derya sesindeki sıkıntıyı sabit tutmaya çalışsa da hissedilir düzeydeydi. Arsani kafası karışmış bir şekilde son kez bakıp çıktı ve kapıyı ardından kapattı.

"Burnunu sokmadığın yer kalmamış." diye beni tersleyince kaşlarımı çattım. "Ben öyle demezdim. Burnumu soktuğum yerde her olayın olası tutmuş. Sonuçta kapı kapı gezmedim. Bir yerde durdum tüm gün. Gelen geçen sır tepsilerini orada devirdiyse ben ne yapabilirim?"

Altıma edecekken bile çıkmamıştım ve gerçekten neredeyse iyi ki yakalanmışım dediğim yerdeydim. Az daha kaçırıyorduk vallahi!

"Aman aferin sana." dediğinde omuz silktim. Ve kahvaltıma doğru yürüdüm.

"Şey bu arada benim bir şartım daha varmış. Yeni hatırladım."

"Allah Allah neymiş?" dedi gülerek kahvaltı tepsisine yani bana doğru gelirken.

"Evimiz Galata Kulesini görmek zorunda."

Elindeki salam ağzına giderken duraksadı. "O niye?" diye sordu. Kaşları çatılmıştı. Çünkü ölüm kalım meselesiymiş gibi söylemiştim.

"Öyle."

"Öyle saçma şart mı olur?" dediğinde elimdeki çatalı bıraktım.

"Böyle saçma evlilik oluyorsa öyle saçma şart da olur. İstemiyorsan anlaşmayı bozarız. Zor değil yine kaçarım."

"Oradaki kiralardan haberin var mı?" diye sorduğunda tekrar çatalı elime almış ağzıma mıhlamamdan koyuyordum. Ağzım dolu olduğundan başımla onayladım. Ağzımdakini bitirip "Yaklaşık 4 buçuk yıl kira ödedim. Çok iyi biliyorum." dedim.

"Sen?" diye sorunca yine başımla onayladım. Ardından "Ama babam bilmiyor. Beni yurtta kaldım sanıyor."

Ağzı aralandı. "Tam şeytansın!" dediği an çatalın ucunu koluna batırdım hırsla. "Bana diyene bak! Gevur sevgilisiyle rahatça oynaşmak için benim gibi masum ve minnoş bir kızı evlilikle kandırıyor."

"Birincisi Valeria'ya gavur deme. İkincisi senin neren masum ve minnoş? Üçüncüsü karşılıklı tüm şartları konuştuk neresi kandırma bunun?"

"Sana ne demeli? Yıllarca beni mi bekledin bu plan için? Madem akıl edebiliyordun bana kadar ne yaptın bunca zaman?"

"İlham verdin dedim ya!" diye terslendiğinde dil çıkardım.

"Ay bir de bebeksin!" dedi beni iyice sinir ederken. "Ay senin gibi ihtiyar değilim en azından!" dedim ben de onu taklit ederek.

Bir süre sessizce kahvaltımızı yaptık. İkimiz de normal değildik. Bu evlilik de normal olmayacaktı. Ben biraz korkuyordum açıkçası.

Çaylarımızı karşılıklı yudumlarken "Ben Valeria ile önden konuşurum. Muhtemelen seninle tanışmak isteyecektir." Diye yeni bir konu açtı.

"İngilizcem öyle harikulade değil. Derdimi anlatacak kadar da bilmiyorum çünkü benden dert pek eksik olmaz." Dedim. Gerilmiştim birden.

"Sorun değil Valeria az çok Türkçe biliyor." dediğinde utandım. El âlemin kızı benim dilimi biliyor ben daha ortak dünya dilini bile bilmiyordum.

Eh tabi kim gidip çalsın söylesin, kavgalar etsin sosyal medyalara düşsün?

"İyi. İzin vermezse hiç arama bile. Mesaj atarsın ve numaramı silersin. Ben öyle şeyleri sorun eden bir tip değilimdir pek."

Bana boş boş baktı. Sonra ne dese boşa gidecekmiş gibi düşünüp -ki haklı bir düşünceydi- bir şey demeden başıyla onayladı.

Çay içerek sessizce geçirdiğimiz bir sürenin ardından "Anlamıyorum." dedi... Çayımdan başımı kaldırıp yüzüne baktığımda göz göze geldik. O ana kadar direkt göz göze gelmemiş miydik, bilmiyorum ama o an çok garip hissettim. Tanıdık bir his tüylerimi ürpertti. Tanıdık gelen sadece his değildi. Bu bakışlar da...

Deja vu gibi bir his miydi bu?

"Neyi?" diye sordum tüm bu düşünceleri boş verip. İki gündür görüyordum. Tanıdık olsa tanırdım şimdiye kadar değil mi?

"Gerçekten sergilediğin kadar umursamaz mısın yoksa rol mü yapıyorsun? Çünkü garip bir his var senden geçen..." dedi bir elinin parmaklarını bir şeyi ufalıyormuş gibi birbirine sürerken.

"Nasıl bir gariplik?" diye sordum bu defa kaşlarımı çatarak.

"Evhamlı bir anne? Endişeli bir âşık? Öyle bir his. Sanki her an eve geç kalan çocuğunu dövüp sonra da sarılacakmışsın gibi duruyorsun. Önemsiyorsun" dedi.

Dudağım büküldü ve gözlerim biraz aralandı. "Pardon ama? Bir yerin açıkta mı kaldı uyurken? Nerden vardın bu saçma kanılara? Henüz 24 saat bile olmadı tanışalı! Ne annesi? Ne aşığı? Aşk maşk yok."

Yine omuz silkti. "His sadece." Gözlerimi devirdim.

"Sen de doktor gibi durmuyorsun pek. Hem doktorsan denizde ne işin var? Hastanede olman gerekmiyor mu?" diye sordum, aşırı mantıklı bir soruydu bu.

"İzindeyim. Bakma sana oyun bu olanlar ama burada büyük bir iş anlaşması yapıldı. Uluslararası bir antlaşma. Bu yüzden yıllık iznimin bir haftasını kullanıyordum."

Başımla onayladım. "Karada doktor, denizde kaptan... İyiymiş..."

Ben havada da karada da denizde de işe yaramazdım. Benim tek işim Galata'yı seyretmek ve ona bel bağlayıp iyi olduğuma kendimi ikna etmek. Boş zamanlarda da sahne almak...

"Evinin direği de olacağım yakında." dedi yine alayla. Bu kez ben de güldüm. "Hazır gemideyiz. Gemimin küreği de olmak ister misin? Az kaldı çünkü suyla buluşacaksın..."

Kahkaha atıp çayından son yudumunu aldı.

"Vallahi senle baş edilmiyor! Tam bir Dilbazsın!"

Ben de tebessüm ettim ancak hüzün değdi tebessümüme. Çünkü bana annem de böyle derdi. Benden vazgeçmeden önce...

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Yıllar sonra yeniden ayak bastığım topraklarda sanki ilk kez geliyormuşçasına ürkektim. Zihnim ürkerken bedenim unutmamıştı buraları ve gideceği yolu biliyordu. Ancak adımlarımı durdurdum. Ne yapıyordum ben şimdi? Niye gidiyordum o kadına?

Gerek bile kalmamıştı. Ancak babam sanki bu ikilemimi anlamış gibi özellikle tembih etmişti anneme gitmemi.

Annem...

Artık sadece benim annem değildi... Bir başka çocuğun da annesiydi.

Bir telefon kulübesine gidip büfeden aldığım kartı taktım ve annemin numarasını tuşladım. İnşallah numarasını değiştirmiştir. Ve inşallah oturdukları yerden de taşınmıştır!

Telefon iki kez çaldıktan sonra ahizeden annemin ince sesini duydum "Alo? Gamarjoba*"

(Merhaba)

"Alo." dedim sadece. Karşı taraftan ses gelmedi bir süre. Boğazımı temizledim. "Benim Asude." dediğimde annem samimiyetsiz bir heyecanla "Asu!" diye karşılık verdi. Samimiyse bile bir anlamı yoktu...

"Asu değil, Asude. Babam ismimin Asu olmasını isteseydi Asu koyardı. Ben Asude." dediğimde annem iç çekti.

İsmimle ilgili hiçbir derdim olmadığını söylemiştim. Ancak annemle ilgili dertlerim vardı ve bunu şimdi söylüyorum. Gözünün üstündeki kaşı bile eleştiririm...

"Af edersin kızım. Heyecandan-" dediğinde sözünü kestim. "Konuşmamız gerekiyor. Yani aslında gerekmiyor ama gelenek görenek işte."

"Tamam, tabi. Eve gel-" dediğinde yine sözünü kestim. "Yok, prensip olarak kovulduğum yere tekrar dönmem. Ayrıca öyle her yabancının da evine girmiyorum. Biz Cafe Privet iz Batuma'da buluşalım."

Söylediğim kafe evine oldukça uzaktı. Kasten söylemiştim. Oh!

"Tamam kızım. Yarım saate orada olurum." dediğinde ben bir şey demedim ve telefonu kapattım. Gürcüce ile ilgili bildiklerim bir kaç kelimeyle sınırlıydı ama bu bilgi beni kafeye götürürdü.

Yoldan bir taksi çevirdim ve "k'ape p'rivet' iz batuma gtkhovt.*" dedim.

(Cafe Privet iz Batuma'ya lütfen)

Buranın yerlisiymiş gibi bir tavır takınmam lazımdı yoksa kesin dolandırılırdım.

Taksici bir kaç soru sordu. Yakaladığım kelimeler itibariyle. 'Yol' diyordu ki trafikten bahsettiğini umarak 'araa p'roblema*" dedim ve sanırım doğru yerde doğru şeyi söyledim.

(Sorun değil)

Taksici bir kaç kez daha denedi ama sadece gülümsedim ve kulaklıklarımı taktım. Yoksa konuşur da konuşurdu.

20 dakika sonra kafeye geldik makul bir miktar istediğinde dolandırılmadığımı varsaydım. Yani inşallah...

Gemiden iner inmez bir dövizcide çevirmiştim paramın bir kısmını. Çıkarıp 25 Lari verdim.

25 lira vermişim gibi düşünmeye çalıştım. Türk parası olarak düşününce tansiyonum fırlayabilirdi.

Kafeye girdikten sonra bir limonata söyleyip annemi beklemeye başladım. Tabi garsondan Wİ-Fİ'nin şifresini istemeyi de unutmadım. Şimdi canım operatörüme kazıklamak için gün doğmuş, cebimizi de yakmayalım.

İnşallah Kaptan beyimiz de akıl edip whatsapptan arardı.

Annem yaklaşık kırk beş dakika sonra geldiğinde ayağa kalkmadan alayla gülümsedim. "Yine her zamanki gibi sözünün erisin. Tam yarım saatte(!) geldin"

"Af edersin kızım. Trafik vardı." dediğinde arkasından çıkan küçük çocuğa bakışlarım takıldı. Onu da getirmişti.

Bir şey dememek için gözlerimi yumup sakinleşmeye çalıştım. O sırada karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu ve oğlunu da yanına oturttu.

"Beni aramana öyle mut-"

"Evleniyorum." dedim palavralarını dinlemek istemediğimden direkt konuya girerek.

Dondu kaldı. "Ne?"

"Evleniyorum." dediğimde kaşları çatıldı. "Deden mi?" diye sordu malını biliyormuşçasına bir tavırla. Malını biliyordu da içlerine yolladı beni.

Dudağımın kenarı kıvrıldı. "Evet, dedem beni zorla evlendirmeye çalışıyor."

"Asla izin vermem!" diyerek bağırdığında kafedeki tüm bakışlar bize döndü. Bakışlarım insanları taradıktan sonra küçük çocuğun üstünde durdu. Ben ona bakınca geldiğinden beri üzerimde olan şaşkın bakışları korkuyla başka yöne çevrildi.

Bakışlarımı çocuğun üstünden beni de doğuran kadına çevirdim. "Hangi hakla? Kim seni dinler?"

"Sen benim kızımsın Asude!"

"Aa doğru öyle bir bağ vardı değil mi aramızda? Unutmuşum..."

"Böyle yapma kızım."

"Bana ikide bir kızım deyip durma." diyerek iç çektim ve iyice arkama yaslandım.

"Zaten senin yanına bir şey yap diye de gelmedim. Dedem beni zorla evlendirmeye çalıştığı için nişandan kaçtım."

Annem bir iki saniye duraksayıp küçük bir kahkaha attı. "Tam babasının kızı." dedikten sonra duraksadı. Boş bulunduğu için kurduğu bu cümle ikimizin de kalbini kırdı.

"Benimle kal. Dönmene gerek yok. Ben korurum seni."

Bu kez ben kahkaha attım. Onunkinden daha büyük bir kahkahaydı bu. Yine bakışların odağı olmamıza neden olan bir kahkaha...

"Senden, senin kocandan kim korusun beni?" gözlerini kırpıştırdı.

"Kocan bana bir şey yapar diye göndermedin mi beni? Öyle demiştin? Genç kızsın korkuyorum laf söz olur diye." Aslında kocası açıkça beni istemediğini söylemişti ve ben bunu duymuştum. Annem de duyduğumun farkındaydı ama hâlâ o adamı koruyordu.

"Asude bak-"

"Asıl sen bak Ceren Hanım. Ben evleniyorum ama dedemin istediği kişiyle değil. Sevdiğim kişiyle. Buraya korunma talep etmeye gelmedim."

Doğrusu böyleydi. Korunma istemiyordum. Buraya para istemeye geliyordum ancak şimdi ona da gerek kalmamıştı.

"Düğününe mi çağırıyorsun beni?" diye sorduğunda gözleri dolmuştu.

"Daha bir düğün tarihi yok. Düğün olursa ve gelmek istersen gelebilirsin. Ancak bu çocuğu ve kocanı istemiyorum." dediğimde çocuk annesine daha da yanaştı.

"Asude! O senin kardeşin-" derken ses tonunda azarlama gibi bir şey vardı. Ne var ki buna hakkı yoktu. Başımı sakince iki yana salladım.

"Değil. O benim kardeşim değil. Onun babası nasıl beni kabul etmediyse ben de onu kabul etmiyorum. Dediğim gibi gel demiyorum. Gelmek istiyorsan şartım bu!"

"Ben seni çok nazik bir çocuk olarak yetiştirmeye çalışmıştım." dedi hayal kırıklığıyla ancak bu hayal bozumu bana değil kendineydi.

"İnsanoğlu kendi eliyle yaptığını kendi eliyle mahvediyor. Ben sadece nezaketimi ve merhametimi değil. Birçok şeyi kaybettim sizin yüzünüzden."

Gözyaşlarını silip yutkundu. "Evleneceğin adam nasıl biri?" diye sordu tarazlı bir sesle.

"Oldukça zeki biri, doktor zaten. Aynı zamanda kaptan. Aradığım her şeye sahip. Tüm eksiklerimi tamamlayacak biri." dedim dürüstçe. İnsanların sözlerimden ne anladığı önemli değildi. Ben şu an doğru söylüyordum sonuçta. Özgürlüğüm eksikti ve tek istediğim buydu. Derya da bunu sağlayacaktı.

Annem gülümsedi. "Sevindim. Sana anne ve baba da olacak demek."

Başımı iki yana salladım. "Ben öyle dramatik biri değilim. Benim bir annem ve babam var zaten. Kötü ve bencil de olsalar varlar. O benim eşim. Hayat yoldaşım. Bana öğretecekleri tuvalet eğitiminden, terbiye eğitiminden farklı şeyler. Bir hayat nasıl paylaşılır, bir insan boğulmadan nasıl yaşar... Böyle şeyler." dediğimde anlayışla başını sallayıp bana doğru eğildi

"Sen sevgi de öğrenemedin güzel kızım. Asıl önemli olan sana sevilmeyi öğretecek mi?"

Bu kez yalan söyleyecektim. "Bana sevmeyi ve sevilmeyi çoktan öğretti."

O sırada annemin gözlerine bakmama engel olan bir ses geldi. Whatsapptan bir arama bildirimi... 'Kaptan-ı Derya'

Kulaklığımı kulağıma taktım ve annemin gözlerinin içine bakarken telefonu cevaplandırdım.

"Alo?" dedim.

"Konum atıyorum. Gelip Valeria ile tanışabilir misin?" diye sordu Derya.

Annem gözlerimin içine dikkatle bakıyordu. Gülümsedim. "Tabi canım. İşim bitti zaten. Konum at sen ben geliyorum." dediğimde yüreğimde çok ince bir sızı hissettim. Bir bıçağın keskin temasından ziyade bir kâğıdın nahif sıyırışı gibi bir acıydı.

Ben hiç sevmeyi ve sevilmeyi öğrenemeyecektim. Gülen gözlerimin aksine içimde birçok hücrem ağlıyordu sanki. Aşka inanmamayı ben seçmiştim. İnandıracak argümanları kaybettiğim için... Bir gün evleneceğimi düşündüğüm dönemler vardı ama o hayallerimi de inancımla birlikte çıkarmıştım içimden. Şimdi evleniyordum. Ne geçmişinde ne şu anında ne de geleceğinde sevgi olmayacak bir evlilikti bu ve bunu sadece üç kişi bilecekti. Özgürlüğümü ancak bir imzayla satın alabildiğim içindi, herkesin yuva diyeceği kafese girme hevesim, bu mutlu hallerim...

Ve ben herkese nispet yaparcasına gülerek kendi ötenazimi gerçekleştirecektim.

Ben güle oynaya öldürecektim tüm ihtimallerimi. Sonra o olasılık cesetlerini gömüp belki dua bile etmeden yaşamaya devam edecektim. Bu süreçte tek bir şeye ihtiyacım olacaktı. Umuda...

O umudun adıydı Galata. O yüzden elimden her şey gidecek olsa bile ona ulaşmak için her şeyi yapacaktım. Ben Galata'nın yamacına konan bir kuş olacaktım yeniden.

O yüzden gülümsememi koruyup omuzlarımı dikleştirdim ve küçük çocuğa gözlerimi bir an değdirip anneme çevirdim bakışlarımı. "Nişanlım beni bekliyor. Taksiciyle yerime konuşur musun?"

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Nasıldı bölüm? Siz planı nasıl buldunuz?

Derya ve Asude bu oyunun altından kalkabilirler mi yoksa altında mı kalırlar?

Karakterler instagram hesabımda mevcut🙏🏻

İnstagram: busras.typwriter/busbckr
Twitter: busrastypwriter

Tiktok:busras.typwriter

 

Bölüm : 28.08.2024 20:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...