⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
5. BÖLÜM
Taksiciye parasını verip indim. Sahil kenarındaki kafelerden biriydi gönderilen konum. Miracle Park'ın önüne geldiğimde Derya ve Sarışın bir kızı en köşedeki masalardan birinde görünce yanlarına doğru ilerledim. Gerilmek benim karakterimdeki biri için tuhaf bir durumdu ancak içine düştüğüm durum da çok normal olmadığından gerilmem gayet olağandı. Müstakbel kocamın sevgilisiyle tanışacaktım.
Valeria, adı gibi kendi de güzeldi. Şimdi maşallah diyeceğim de çok bir anlamı olmayacak gibi. O yüzden bana maşallah ona da Tanrı onu kutsasın falan. Böyle bir cehalet görmediğinizin farkındayım ama ne bileyim bunlar böyle durumlarda ne derler?
"Selam." dediğimde sonunda Derya beni fark etmişti. Bu çocuk böylesine gözünü kızdan alamıyorken benimle neden evlenmek istiyordu ki? Tut elinden kızın, ailene resti çek. Seviyorum ulen evleneceğim de bas nikâhı! Ah ama doğru herkesin ailesi kötü değildi benimkiler gibi. Vicdani yükü ağır basıyordur çocuğun. Ya da cesareti olmayan bir eziktir...
Hemen gömme çocuğu Asu, yapma bunu!
"Ah! Asude, hoş geldin." diyerek ayaklanan Derya'nın yüzünde tedirginlik gördüm. Gülümseyip kıza döndüm.
"Hi." diyerek kıza gülümsediğimde kızın yüzünün en Türkçe deyimle sirke sattığını fark ettim. Hi'ıma bir hi vermeyip Derya'ya "Never ever!" dedi. Ve bunu ses tonunu bastırarak dudaklarını her harfte gererek söylemişti. İngilizcem rezalet olsa da 'asla ve kat'a' dediğini anlamıştım. Ne diyebilirim ki? Çok haklıydı.
Derya "Otursana Asude." dediğinde oturdum. Ve Derya İngilizce konuşmaya başladı. Hiç yoktan iyi kötü bildiğim kelimeler vardı ve şöyle bir anlam kurmuştum söylediklerinden. 'Basit bir evlilik. Önemsiz - ki bu no matter'lı cümlenin öznesi she idi yani o ben oluyordum- Ve tam zaman çekimlemesi yapamasam da benimle evlendiğinde rahatça 'Date'leşeceklermiş.'
Tabi sevgili Kaptan'ımız destan yazmıştı benimkileri toplasan bir cümle de değildi ama ana fikir benim zararsız bir gariban olduğum yönündeydi işte Biz evlendikten sonra daha rahat buluşacaklardı. Sonra Derya sustu, kız bana baktı. Göz göze bir kaç saniye durduk ve tam olarak şu cümleyi kurdu. "But, you like girls with curly hair!*"
(Ama sen kıvırcık saçlı kızlardan hoşlanırsın!"
Yüzde yüz anlamıştım. Derya'ya baktım. Gözlerini kırpıştırdı. Bana kaçamak bir bakış atıp tam olarak şöyle dedi. "no honey you're exaggerating"
Kendini daha çetrefilli yollardan da anlatabilirdi ama sanki ben anlayayım diye özellikle kurulmuş basit bir cümle olduğunu hissettim.
Asla altta kalamazdım. "Valeria, I understand you. But I don't believe love. Even if I do, I would never fall in love with him. You may be relaxed. I can see that the love for you in his eyes"
On beş dakika sonra cümlem bitince derince nefes verdim. Arada telefonumdaki sözlükten de yararlandığımı itiraf etmeliyim sanırım. Valeria'nın muhteşem(!) İngilizcemden sonra kaşları havalandı. Derya da onun kadar şaşkındı ancak şaşkınlıkları elbette İngilizce konuşmama değildi. Konuşmanın içeriğineydi çünkü tam olarak şöyle demiştim. "Valeria, seni anlıyorum. Ama aşka inanmıyorum. İnansam bile asla ona âşık olmazdım. Rahat olabilirsin. Onun gözlerinde sana olan aşkı görebiliyorum." Son cümlem külliyen yalan sayılmazdı ama doğru da değildi. Aşka inanmayan biri onu göremez de değil mi? Ancak Valeria'ya değer verdiği belliydi çocuğun.
"Why?" diye sordu ancak neyi soruyordu anlamadım. Hangisine neden?
Al başına belayı işte! Altta kalmayacağım diye ortaya atıldın al cevap ver goruk seni!
"What why?" diye sordum Türkçe mantığıyla giderek. Eğer azıcık param artsaydı ben de İngilizce kursuna gidebilirdim ancak bazı zamanlar aç uyuyordum be! Kaldı ki İngilizce!
"Why you never love Derya?" Ben daha çetrefilli cümle kurmuştum bir kere. 'Fall in love' falan!
Omuz silktim. "He might be like girls with curly hair but I don't like macho."
Konuşana kadar üç yıl geçmişti ama ne yapayım? Aklımda kelimenin karşılığını bulup doğru sıraya yerleştirmek o kadar sürüyordu! Alt tarafı 'O kıvırcık saçlı kızlardan hoşlanıyor olabilir ama ben maçolardan hoşlanmıyorum' demiştim.
Kahkaha attı Valeria. Artık daha rahat olduğu barizdi. "Who is macho? Derya?" başımla onayladım. Evet, Derya maçoydu. Beni nasıl itip kaktığını nasıl unuturdum. Dün gibiydi. Aaa dur bir dakika! Zaten dündü değil mi?
Valeria "Yep, maybe a little bit?*" diye gülerek onayladı.
"Saçmalamasanız mı artık? Nerem maço benim?" dedi Derya şaşkın bir öfkeyle. Dudağımın kenarı kıvrıldı. "Nasıl soru bu? Kaşın, gözün, kolun, bacağın diye mi cevap verelim. Maçosun işte!"
Üstelik öküzdü. Ben kızın yanında rezil olmasın diye sadece maço demiştim.
"Good. So, What Do you want? What are you getting married for?"
(*İyi, Öyleyse ne istiyorsunuz? Ne için evleniyorsunuz?)
Aval aval baktım. Soruyu anlamadım değil, anladım ama nasıl cevap vereceğim?
Çilem bitmiyordu. Hani bu kız az çok Türkçe biliyordu? Az derken 'merhaba'dan ibaretti sanırım Türkçesi.
"Actually I don't want to get married." böyle olmayacaktı. Kuracağım cümleler zihnimde horon tepiyordu. Anlasındı artık o da canım! "I want to go to İstanbul. I want to be free. I want to go from here." Ortaokul İngilizce'mle yetinsin o da canım!
Derya'ya eğildim. "Hani bunun az çok Türkçe'si? Fıtık oldum burada!" diye fısıldadım. Güldü halime.
"Sevgilim, Asude çok iyi İngilizce bilmiyor. Türkçe devam etsek?" diye sordu. Vallahi öküz! Billahi Öküz! Öyle mi denir? Maçoymuş! Maçolar bunun yanında salon beyefendisi be!
"Ah tabi." diyerek gülümsedi. Derya'ya döndüm. "Ben sana, ikna edemezsen beni arama dememiş miydim? Niye aradın beni?"
Alayla omuz silkip "Fena mı oldu benim yerime sen ikna ettin. Hem o seninle tanışmak istedi." dedi.
Valeria "Ben istedi. Ben ilk duydu şok oldu. Benim aşk bana diyor başka kızla ben evlenecek. Ben deli oldu." dediğinde gülümsemeden edemedim. Cidden az çok biliyormuş. Şeker şey.
"Seni ilk gördü ben. Dedim asla evlenmeyecek. Kız çok güzel! Hemde curly?" diyerek Derya'ya baktı. Onun yerine ben açıkladım. "Kıvırcık."
"Yep kıcırk saç." kıcırk? Hahahaha yiyeceğim seni!
Derya "Canım, rahatlattı." Diyerek düzeltince utanarak bana baktı. Gözleriyle özür dilerken elimi salladım, önemli değil dercesine. Çok tatlı bir kızdı ve Derya'ya fazlaydı. Tip olarak değil ama katlanılabilirlik olarak.
"Siz nasıl yapacak peki? Derya'nın baba ile anne çocuk istiyorsa ne yapacak?"
Şu elin yabancısı şunu düşünüp biz düşünemiyorsak...
Derya'ya baktım. Açıkla dercesine. "Asude bedenim bozulur, istemiyorum diye kapris yapar." Dedi. Gözlerim ardına kadar açıldı. "Acaba sen babanın en akıllı çocuğu musun? Niye tüm pis işleri ben yapıyorum? Senin çocuğun olmuyormuş olsun. Kısırmışsın." Diye karşı çıktım. Tüm erkekler böyleydi herhalde. Her türlü pisliği kadınlar temizlesin istiyorlardı.
Kaşları sinirle çatıldı. Sinirli haliyle tanısam da onu bence bu öfke yüzünde eğreti duruyordu. Yakışıyordu ama başka biriymiş gibiydi. Sanki bu öfkeli hali Kaptan, kendi hali Derya'ydı.
"Sakın esprisini dahi yapayım deme?"
"Nedenmiş? Benim üzerimden kapris esprisi yapılıyor!" Gözlerini devirdi öfkeyle başka bir şey demedi.
"Şşşt sakin. Daha çok var ona. Siz bir yalan bulacak sonunda. Hem belki sizin oyun o zaman gerek olmaz." diye araya girip bizi sakinleştiren kıza şaşkınca baktım. Kız sen ne ara kabullendin de plan yapıyorsun?
Derya parlayan heyecanlı gözlerle Valeria'ya bakınca ben neden ona baktım bilmiyorum. Belki de umutlu ve aşk dolu bakışların nasıl olduğunu merak ettim. Çünkü Valeria'nın evlenmek istemediğini söylemişti ve şimdi sevgilisi bir kapı aralıyordu ona.
"Doğru diyorsun. Belki sandığımızdan da kısa sürer." dedim ve arkama yaslandım.
"Ben seni sevdi Asude. Sevgilim sana emanet." diyerek genişçe gülümsediğinde ben de gülümsedim. Şimdiye kadar tüm cümleleri yanlış kurup en Türkçe cümle olsan son cümlesini dosdoğru kurması şaşırtıcı değildi belki de. Belki de Derya ona çok sık kuruyordu bu cümleleri ama yine de şaşırdım. Hem düzgün cümle kurmasına hem de sevgilisini bana emanet etmesine... Hakikaten insanlar garipti!
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Tüm işlerim bitince ne yapacağımı bilememiş ve gemiye geri dönmüştüm. Açıkçası geminin ne zaman geri gideceğini dahi bilmiyordum ama babama haber vermeden dönersem de bu kez o kadar da medeniyet göstermezdi bana. Ve sessizliğinin ve kabullenir görüntüsünün asıl sebebinin iş yaptığı insanlar-ki bunlardan biri müstakbel fake kayınbabamdı- olduğunun farkındaydım.
Tam tahmin ettiğim gibi babam da beni geminin önünde bekliyordu. Yanına doğru yürürken adımlarım çekimserdi. Açıkçası babamla baş başa kalmak istemiyordum. Hem annemin yanından gelmiştim ve babamın daha da sinirlenmiş olduğunu bilmemin kesinlikle ermişlikle bir ilgisi yoktu. Çünkü annemin evliliğinden sonra adı geçse adam suyun kaynama derecesi kadar kızarıp burnundan buhar çıkartıyordu. Ocaktaki çaydanlık gibi...
Yanlarına gittiğimde babamın burnundan çıkan buharı hava sıcak olduğu için görmüyordum ama bu orada buhar olmadığı anlamına gelmiyordu elbette.
"Asude de geldiğine göre biz artık dönelim. Tüm bu karmaşa için tekrar çok özür dilerim." diyen babam ters bir bakış attı bana. Ben de Dursun Bey'e başımla selam verdim. Bana gülümseyip "Olur mu Sinan Bey? Asıl siz kusura bakmayın. Normalde aklı başında bir çocuktur Derya. Aşk demek ki insana yapmayacağı şeyler yaptırıyor." diyerek babama döndü.
Kusura bakma Dursun Amcacığım ama aşka saygı duyuyormuşsun gibi yapma bari. Koskoca adamsın azıcık sözünün altını doldur. Ya da altını dolduramayacağın şeyler söyleme. Senin böyle bir çocuk değildir dediğin oğlun aşkına kavuşmak için nasıl bir çocuk oldu hiç haberin yok tabi!
"Yok Dursun Beycim. Senin oğlun bir şey yapmamıştır. Benimki onu yoldan çıkarmıştır." diyen babama hayretle baktım. Vay be ben ne kötü, ne ahlaksız ne pislik biriymişim? Demek öyle baba!
"Gittiğimiz yol, yol değildi baba. O yüzden çıktım o yoldan." diyerek gözlerimi gözlerine diktim. Allah aşkına normal mi sanıyordu? Zorla birini evlendirmek normal miydi?
Adam öldürmenin cezası bile 30 seneydi. Ne suç işlemiştim de hayatımın tamamını ceza çekerek geçirecektim?
Dursun Bey babacığım elini omzuma koyup güldü ama bunu daha çok ortamı sakinleştirmek için yapmıştı.
"Dönmeyin şimdi. Akşam bir yemek yiyelim. Öyle döneriz. Rize'ye kadar beraber gideriz. Ben orada sizi misafir ederim. Sonra da bizim çocuklardan biri sizi bırakır." diye teklifte bulunduğunda babam bana asla göstermediği bir kibarlıkla reddetti. E tabi evde görülecek bir hesabımız vardı. Babamla değil, dedemle... Çabucak gitmeliydik!
Otobüse binene kadar ikimizden de çıt çıkmadı. Bu sessizlik benim gerginliğimi arttırınca kulaklıklarımı çıkardım.
"Kaç tabi. Tak kulaklıklarını. Arkanda ne bırakmışsın, insanlar ne duruma düşmüş, umurunda bile değil, değil mi?" diyen babamla elimdeki kulaklığı çantama geri koydum.
"Umurumda. Elbette ki umurumda! Kaçtığım andan beri dua ediyorum. İnşallah planladığımdan daha beter bir duruma düşmüşlerdir diye."
"Deden haklı, annen sana terbiye verecek kadar nitelikli değildi." diyen babamın sesi sakin ve kısıktı ama benim öyle olmadı. Annemden nefret ediyordum. Ancak kimse benim anneme hakaret edemezdi. Babam ve dedem bile...
"Dedem sana ne vermiş baba? Zira ağız verememiş senin kendi sözlerin yok, irade verememiş senin kendi kararların yok, terbiye ve saygıyı da bana vermeye çalışan sen ve annem değildiniz oydu."
"Asude!" diye bağırdığında tüm otobüs bize döndü. Sesini kıstı. "Eve kadar sabret!" diye fısıldadığında güler gibi bir ses çıkardım.
"Niye? Bu sefer kiminle evlendirmeye çalışacaksınız? Ah yok Ortaçağ kurallarınız var değil mi? Öldürecek misiniz bu defa?"
Sabır çekti. Cevap vermedi. Ancak benim söyleyeceklerim bitmemişti. "Bir çocuğa terbiye ve saygı kavramlarını sadece anne öğretmez. Anne ve baba beraber öğretir. Öğretmek de yetmez örnek olur. O olmadı. Sen de olmadın. Dedem annemin bana yedirdiği yemeğe bile karışırken elbette öğretemezdi. Dedem ne annem olmasına izin verdi ne de babam. Boşanmanızın suçlusu annem değil, dedem ve hatta sensin."
İşte şimdi benim de söyleyeceklerim bitmişti. Eve kadar sabredebilirdim artık. Kulaklıklarımı tekrar çıkarıp telefonuma taktım. Şarjım bitmek üzereyken powerbank imdadıma yetiştiği için ve artık eve döndüğüm için yol boyu müzik dinlememde herhangi bir sakınca yoktu.
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Ordu yine her zamanki gibiydi. Güzel ve kasvetli...
Bizim ev de her zamanki gibiydi. Zindan ve cehennem... Zebanisi de içinde tırpanıyla beni bekliyordu. Tırpandan kastım bir bastondu ve bir tırpan kadar işlevseldi...
Aslında mantıklı olan davranış direkt olarak odama çıkıp dedemi görmezden gelmek olacaktı. Böylece ilk sinirini kendi içinde yaşayıp beni daha az zorlayacaktı ancak ben de öylesine doluydum ki bu ilk sinir harbini içimde yaşamak istemiyordum.
Annem ve babama yaptığını bana da yapmasına sessiz kalmayacağımı anlamasını istiyorum. Ve bunu ben sözcüklere dökmeden anlamasını da...
Salona hızlı adımlarla yürüdüm, babam beni takip etti. "Sözlerine dikkat et dedene karşı." diye uyardığında duymazdan geldim. O dikkat etmezse ne kadar söz verirsem vereyim ben de zıvanadan çıkacaktım çünkü.
Salona girdiğimde dedem bastonunu-tırpanını- yere vurarak önüne aldı.
"Ee torunum gene kürkçü dükkânına döndün he mi?"
Bir şey demek yerine öylece dedeme baktım. Az sonra duyacaklarının kalbine inme ihtimali şu an aklıma geliyordu. Zira 'Kötüye bir şey olmaz' metaforuyla büyümüş biriydim.
Babam "Baba konuşmamız lazım." diyerek beni geçip dedemin karşısına ikili koltuğa oturdu. Ben de onun yanına giderken dedem "Gonuşah tabi. Elbet gonuşacuh oğlum. Goca sülale birbirie girdi." diye söylendi. Ben de babamın yanına geçip oturdum o sırada. Şu anlık herhangi bir yorum yapmıyordum.
"Rıza Amcam nasıl? Ne diyor?" diye sordu babam. Dedemin kardeşiyle de arasını bozmuş olabilirdim ancak nedense hiç sanmıyordum. Zira dedem de onlarla birlikte bana sayıp dökmüştür.
"Ha benü engelledü. Bilmim oğlum. Gardaşımdır canımın yarısıdır ama gimse benüm dorunuma şırfıntı diyemez!"
Aaaa bak çok şaşırdım buna! Şu işe bak sen!
"Al bu telefonu sen de aonu engelle!" diyerek babama telefonunu uzattığında gülmemek için kendimi zor tuttum. Ferman'ın anlayacağını bilsem ben de onu engellerdim ve kurtulurdum ondan ama engellemeden önce itibarını ayaklar altına almıştım. Ama ne itibar!
"Baba ne gerek var. Hem adam kendince haklı!" diyen babama öyle büyük bir şokla döndüm ki babam hemen kendini düzeltti. "Söylediklerinde değil tabi ki kızmakta!"
Ayağa kalktım. "Hiç de haklı değil. Baba farkında mısın 21. yüzyıldayız! Asıl ben kaçmakta haklıyım çünkü siz ortaçağda kalmışsınız. Beni zorla evlendiriyorsunuz ve herkes bunun farkında olmasına rağmen her şey güllük gülistanlık gibi oynamalı nişan yapıyorsunuz. Allah aşkına yeter!"
"Bağırma tepemde geç otur aurda! Seni ayağımın altına alurum." diye bağıran dedemle elbette yerime oturmak yerine karşısına dikildim.
"Alamazsın dede. Bana elini sürersen polisi ararım. 70 yaşından sonra hapse de düşersin. Bu babam için de geçerli. Terbiyesiz ve saygısız diyordunuz değil mi benim için? Bakın bakalım bundan sonra terbiyesiz ve saygısız nasıl olunuyor. Ben ne anneme benziyorum ne de babama. Çok acı ama sana benziyorum dede. Annem gibi delirmeyeceğim. Babam gibi sinmeyeceğim karşında. Evlenmemi istiyorsun değil mi? Evleneceğim tamam. Ama o şerefsiz yeğeninle değil. Kendi istediğim kişiyle evleneceğim. Sen namusumun tek sorumlusunun kendim olduğunu anlayamadın ama en azından sen kendini sorumlu kabul etme diye evinden, evlenerek çıkacağım. Bu evden çıktığım gün seninle tüm ahlaki ilişkimin bittiği gün olacak. Olurda bir gün dul kalırsam bile ben bu eve dönmeyeceğim."
Dedemin sinirden kıpkırmızı kestiğini fark ettiğimde sustum. Yoksa söyleyeceklerim bitmiş değildi.
"Ha dönmiisin bir daha he? Ben doğru anliim?"
Başımla onayladım. "Aynen öyle."
"Saa zırnık goklatmam!" diye tehdit etti. Yarım ağız güldüm. Parasına çok muhtaçtım çünkü!
"Bir guruş vermeyecağum saa." diye diretti. "Senin evindeki havayı bile istemiyorum zaten dede." Diye cevap verdim. "Kaldı ki paranın peşinde dolanacağım! Götür paranı mutsuzluktan geberip sesini dahi çıkaramayan diğer torunlarına ver!"
"Asude!" diyen babama bakmadan arkamı dönüp salonun çıkışına yöneldim. Salondan henüz çıkmıştım ki babamın sesi kulaklarıma değdi. "Her şeyi onun gözünün önünde yaptın baba. Bu nefret sebepsiz değil. Biliyorsun değil mi?"
Muhtemelen dedem arkamdan sessizce 'Terbiyesiz, edepsiz, saygısız' gibi bir şey mırıldanmıştı ve babam da kırk yılın başı beni savunuyordu.
Onların konuşmalarını dinlemek niyetinde değildim. Açıkçası buna artık yüreğim de yoktu. Benim hakkımda konuşulmasından ve bu konuşmaların genelde hayatıma hükümler giydirmesinden bıkmıştım. Odama çıkıp kıyafetlerimi hazırladım ve kendimi uzun bir duş almak için banyoya attım.
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Olacaklar oluyordu, bir gemideydik ancak bu gemi Kırlangıç değil de farazi bir gemiydi. Dalgalar yükseliyordu ve dalgalara karşı gemiyi sürmek bizi yoruyordu. Bu yüzden dalgalar dinene kadar onların götürdüğü yöne rotamızı çevirmek gücümüzü tüketmezdi en azından ve belki de asıl varmak istediğimiz noktaya dalgalar sayesinde ulaşacaktık. Bu yolculukta bir takım riskler vardı ama bu riskler içindeki en önemlisi Derya'ydı. O bir kaptan mıydı yoksa kaptanı oynayan bir korsan mı?
Bunu da bana ancak zaman gösterecekti. Yaptığımız mantıklı değildi ancak hayatımız da mantıklı değildi. Bir şekilde kaderlerimiz benziyordu ama ikimizin de hayata bakışı farklıydı.
Valeria... Tipik bir Rus kızıydı. Güzel... Sarı saçlar, mavi gözler ve uzun ve ince bir beden...
Düşündüm. Ben yabancı bir adamı sevsem ve aynı sorunları yaşasak... O bir gün gelip bana kendi memleketinden biriyle evlenmek istediğini ama bu evliliğin sahte olduğunu söylese kabul eder miydim?
Sanırım o kızla tanışmak dahi istemezdim. Birini sevmeyi bilmediğim doğru, uzun zamandır bu tarz duyguları hissetmemiş olduğumu da inkâr edemem ama yine de nasıl kabul edilirdi ki bu?
Tamam, ben kendimden eminim, bu evlilik kesinlikle formalite olacak ve Derya'yı sadece özgürlüğüme açılan bir kapı ya da özgürlük ülkemin vizesi olarak görüyorum. Derya için benim farklı olmadığıma da eminim ve kaldı ki çok güzel bir kızdı Valeria ve ben onun yanında cidden çocuk gibiydim.-Ki Kaptan Beyimiz de bana öyle demişti zaten- O yüzden risk taşımadığımı da kabul ediyorum ama yine de! Benim için savaşmak yerine beni saklaması ona karşı tüm sevgi ve saygımı yitirmeme sebep olurdu.
Gerçekten kültür çok farklı bir şeydi. Basit bir örnek verecek olursak beni dedemin kardeşinin gözünde Şırfıntı yapan şey onlar için gün içinde bir bardak su içmekle aynı konuşulma değerine sahipti. Hatta benim cezalandırılma sebebim olan şeyi yapmak için genelde reşit olmalarına bile gerek yoktu. Alt tarafı alkollü bir yerde şarkı söylemiştim...
Telefonum çalınca gözlerimi açtım. Yorgun ve uykusuz olmama karşın düşünmekten uyuyamıyordum.
Kim olduğuna bakmadan açıp yastıkla kulağımın arasında sıkıştırdım. Daha betimsel bir ifadeyle telefonun üstüne kafamı koyup uyumaya çalışmaya devam ettim.
"Asu?" dedi Diyar endişeli bir sesle. Gülümsedim. "İyi misin? Neredesin şu an?"
En son gemide yakalandığımı yazıp öylece bırakmıştım. Açıklayabileceğim bir durumda değildim çünkü babamlara açıklama yapıyorduk o sırada.
"Evdeyim. İyiyim ve uyumaya çalışıyorum."
"Nasıl buldu baban seni?" diye sordu. Bir gözümü yeniden aralayıp başımı kaldırdım ve telefonu elime alıp diğer tarafıma döndüm. Bu kez telefonu elimle tutmayı tercih etmiştim.
Ne demeliydim şimdi? Kimseye söylemeyeceğiz demiştik...
Çok kısa süre düşündüm ve tecrübeli dilim elini böğrüne koyup o iş bende dercesine bayrağı göğüsledi. "Şans diye bir şey var Diyar'cım. Ben bugüne kadar hep kötü yüzünü gördüm ama rivayetlere göre iyi bir yüzü olduğunu da biliyordum. İşte dün o yüzüyle tanıştım."
"Ne diyorsun Asu? Hiçbir şey anlamıyorum."
"Uzun mesele aslında ama kısaca şöyle diyebilirim. Evleniyorum."
Telefondan ses gelmedi bir süre. Yanağım değdi de kapandı sandığım için kulağımdan çekip ekrana baktım ama açıktı. "Diyar?" dediğimde öksürdü. "Anlamadım? Sen evlenmemek için kaçmıyor muydun en son?" diye sordu.
Çok doğru söylüyordu. Benden iş kadını falan olmazmış gerçekten bir de pazarlamacı olmak isterdim küçükken... Olaya bodoslama atlanır mı? En baştan anlat işte şunu Asu...
"Evet, öyle yapmıştım. Zaten onunla evlenmiyorum." Tutarlı bir yalan bul hemen Asu. Babanla olurda bir yerde denk gelirlerse patlama...
"İstanbul'dayken tanıdığım biri vardı. Ondan hoşlanıyordum."
"Ne? Aşka inanmadığını sanıyordum!" dedi birden sert bir şekilde. Ne? Niye bağırdı şimdi bu bana? Anlatıyoruz işte!
"Aşka inanmıyorum evet. Hoşlandım dedim zaten. İşte o zaman uzun süreli ilişkisi vardı onun. Neyse işte o da benden çok hoşlandığı için kızdan ayrılmış. Ve bana yazmayı düşünüyormuş"
Allah'ım ne saçmalıyorum? Niye yalan söyleyemiyorum doğru dürüst? Pilim mi bitti?
"Asu ne saçmalıyorsun?" diye sordu pes etmişçesine. Ben de bilmiyorum Diyar...
"Anlatıyorum işte dinle. Beni o yakaladı gemide. Babasının gemisiymiş. Konuştuk anlattım başıma gelenleri ve o da bana evlenme teklifi etti. Ve benim ona âşık olmamı bekleyeceğini söyledi falan sonra babam bizi bastı. Ben de kabul etmiş bulundum."
Dünyanın en saçma hikâyesi olduğunun farkındaydım. Zira Diyar da yalan söylediğimi anlamış olmalıydı.
"Numaradan evleneceksin değil mi?" diye sordu zeki arkadaşım. Sonuna kadar inkâr...
"Tabi ki hayır Diyar! Film mi çekiyoruz? Derya gerçekten çok hoş biri ve aşırı iyi biri. Yani açıkçası sevgilisi olduğu için kendimi geri çekmiştim ve kimseye de ona baktığım gibi bakam-"
"Asu senin İstanbul'a geldiğinde ilk tanıştığın kişi benim. İstanbul'a ayak bastığın ilk gün çarpışmıştık ya hani? Ben niye bilmiyorum bu Derya'yı?" Hem zeki hem hiper hafıza... Nasıl bir dakika içinde bağlantıyı kurdun ya?
"Diyar sana her şeyimi anlatmıyorum. Gözde ve Nazif'e de. Benim hakkımda her şeyi bildiğinizi mi sanıyorsun?"
Özür dilerim... Kalbini kırdığımı biliyorum ama bu kez doğruyu söylüyordum. Her şeyimi anlatmamıştım. Genelde Gözde ve Nazif hakkında konuşurduk zaten.
"Peki Asu. Davetiyeni atarsın. Mutluluklar ve iyi akşamlar..." dedikten sonra telefonu yüzüme kapattı. Telefonumu yastığımın altına koyup ağzımı yastığa bastırıp çığlıkla karışık ofladım.
İşin en düşünmediğim kısmıydı arkadaşlarım. Bir şeylerin yanlış olduğunun farkındaydı Diyar sadece doğruyu söylememekte ısrar ettiğim içindi bu tavrı ve haklıydı...
Başım çatlıyordu, stresten karnım ağrıyordu ve sinirliydim. İğrenç bir gündü bugün...
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Eve dönüşümün üstünden çoktan iki gün geçmişti ve biz o günden beri Derya ile bir kez olsun iletişime geçmemiştik. Geçmek zorundaydık çünkü bizimkiler bir şeyler sorup duruyorlardı. Ve evet, dedem seve seve kabul etmişti çünkü Derya'nın babası zengin bir işadamı olsa gerekti... Gemisi falan var sonuçta...
Onun aramaya niyetinin olmadığını anladığımdan ben aramaya karar verdim. Sanki meraklıymışım gibi...
Neyse bunları keseme atıyorum ne de olsa. İleride onun da burnundan getirirdim. Bu kapasitemi asla atıl bırakmam... Bol bol bu huyumdan faydalandıracağımdan emin olabilirdi.
Telefon kapanmak üzereyken yanıtlandı ve pek kıymetli Kaptan Beyimiz "Alo?" dedi.
"Asude ben." dediğimde sessizlik oldu. Numaramı mı silmişti yoksa benden kurtulmaya falan mı çalışıyordu? Neydi bu gergin hava?
"Şey..." dediğinde pişman olduğunu düşündüm. Sonunda mantıklı düşünmeye başlamıştı anlaşılan ama geç değil miydi?
"Af edersin Asude. Telefonumla ilgili bir sorun çıktı da ben de sana ulaşmanın yolunu arıyordum." Nefesimi dışarı sertçe verecekken son anda engel oldum ve yanaklarımı şişirmek pahasına çıkacak sesi engelledim. Teklif eden oydu ve beni ilgilendiren bir şey yoktu nihayetinde. Zaten çok saçma bir oyundu. Yine de "Sosyal medya hesaplarımdan bakabilirdin." demeden edemedim. Dilimi törpülemem gerekiyordu. Dil törpüsü icat edilmiş midir acaba? Bu sadece benim sorunum değildi yani...
"Haklısın. Ancak ben bir süredir kullanmadığım için unutmuşum. İyi ki aradın."
"Vazgeçtin değil mi? Sonunda düşününce planın saçma olduğunu fark ettin." dediğimde yine bir süre ses gelmedi. "Alo?" dediğimde "Aslında vazgeçmedim ama sen mi vazgeçtin? Sonuçta işin halloldu!" diye imayla konuşunca kaşlarımı çattım. "Şu an kaçtığım evdeyim. Nasıl işim hallolmuş olabilir? Sen aramayınca vazgeçtiğini düşündüm sadece." derken sesimin sert çıkmasına engel olmaya dahi çalışmadım.
"Benim hatam af edersin. Burada işler biraz karıştı ama hallediyorum. Henüz kesin bir şey yok ama hafta başında istemeye gelebiliriz." dediği an bu kez benden ses çıkmadı.
Bugün perşembeydi... Uzatmalı olarak 5 sene okuduğum okuldan öğrendiğim kadarıyla hafta başından kasıt hukuken pazartesiydi. Ve şunun şurasında 4 günden az süre kalmıştı...
"Pazartesi mi?" diye sordum her ihtimale karşı. Sonuçta karşımdaki hukuk okumuş değildi ve bunu kastetmiyor olabilirdi. Salı ve Çarşamba da olabilirdi. İki gün ne fark edecekse? Sen de yani Asu!
"Çok erken değil mi?" diye sorduğumda "Yani... Zaten gerçek değil. Bizim için ne kadar erken o kadar iyi diye düşündüm."
Doğru diyorsun da yabancı bir şehirde yabancılarla 3 ay yaşayacak olan bendim sonuçta...
"Peki. Kesinleşince haber verirsin ben de bizimkilere söylerim." dedim. Ne diyeceğim başka? Haklıydı. Bu bir kurtuluş yoluysa insan hemen kurtulmak isterdi tabi...
İçimdeki negatifliği üstümden atmalıyım. Saçma desem de aslında dâhiyane bir plandı. Hem kimseyle aramızı açmamıza gerek yoktu-en azından kendi ailelerimizle- hem de bir şekilde istediğimiz hayatı yaşayabilecektik. Hem ben öyle gelenekçi bir karakter de değildim. Evliliği kutsal gördüğüm falan da yoktu! Sonuçta evlenenler de ayrılıyordu... Olmadı biz de ayrılırdık işte.
"Tamam öyleyse. Aklında bir şüphe varsa, içine sinmeyen şeyler olursa söyle lütfen." dedi gayet centilmen bir şekilde. Sesi karakteristik olmasa başkasıyla konuşuyorum sanırdım... İki günde muasır medeniyetler seviyesine atlamıştı...
"Peki. Sen de öyle..." dediğimde ikimiz de bir süre ne diyeceğimizi bilemedik ve yine aynı anda "O zaman görüşürüz." dedik. Gülümsedim ve neden bilmiyorum onun da gülümsediğini hissettim.
"İyi akşamlar " dedim ancak emin değildim. Henüz akşam olmamıştı ama olmak üzere gibiydi de... Hep bu vakitlerde ne denir konusunda muallakta kalıyordum...
"Sana da." dedi kafamın içindeki saçma münakaşadan habersizce. Telefonu kapatıp üstümü değiştirmek için dolabın kapağını açtım. Üstümde kirden ve terden vücudumun şeklinde kalıp almış pijamaları çıkardım ve son anda duşa girmeye karar verdim... Bir insanın dedesinin zengin olmasının en güzel yanı odasında var olan duştu sanırım...
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Akşam yemekleri iki gündür sessiz geçiyordu. Dedem benimle konuşmuyor gibi bir tavır takınıyor olsa da masadaki herkes aslında küs olanın ben olduğumun farkındaydı. Fasulye kavurmasından bir kaşık tabağıma aldım. Babam ve dedem beni izliyorlarken ne kadar rahat olabilirsem o kadar rahat davranıyordum.
"Muhittin aradı bugün." dedi babam dedeme ama ben masadayken bu konunun açılmasının elbette bir amacı vardı. Zira Muhittin Amca benim ex kayınbabam oluyordu.
"Samsun'daki bahçelerdeki ortaklığı bitirmek istiyor. Ya siz benim 40 dönümümü alın ya da ben sizinkini dedi."
Dudağımın bir kenarı kıvrıldı istemsizce. Bu da 40 yaş üstü trip oluyordu. Belki ileride ben de böyle şeyler yapacaktım ama şu andaki yaşım için oldukça komikti.
"Çok mu komik Asude?" diye soran babamı başımı aşağı yukarı sallayarak onayladım. "Senin yüzünden bu haldeyiz!" dediğinde gözlerimi belerttim. "Baba bıktım aynı şeyleri söylemekten. Lütfen! Açım. Zehir etme bana yemeği."
"Sen adamlara hayatı zehür edtün zaten." diye mırıldandı dedem. Çatalımı tabağıma fırlattım.
"Tamam dede, bugün de zıkkımın pekini yiyeyim. Size afiyet olsun." masadan kalktım ve iki adım atıp durdum. "Ha bu arada, oh etmişim iyi etmişim. Ben olmadım ama oğluna başka bir pavyondan kız getirebilir Muhittin Amca. Muhtemelen oğluna yabancı biri olmaz!"
Dedem arkamdan kükrerken ben salondan çıkıp mutfağa indim. Ya benim ölümüm dedemden olacaktı ya da dedemin ölümü benim dilimden olacaktı. Söylediklerimden pişman oluyordum ama her seferinde öyle bir inatla geliyorlardı ki üstüme, dilime hâkim olamıyordum. Zorla evlenmedim diye suçluluk psikolojisine asla girmeyecektim!
O şeref fukarası Ferman'ın da gerçek yüzünü gördüğüm için kurban kessem hakkım vardı!
Gülbeyaz Ablalar yemeklerini yerken yanlarına oturdum. "Ben de sizinle yiyebilir miyim?" diye sorduğumda Musa kalkıp önüme tabak koydu. "Sormana gerek var mı?" deyip göz kırparak oturduğunda ensesini kaşıyordu. Ona doğru eğilip "Yaptığın iyiliği asla unutmayacağım." diye fısıldadım.
Omuz silkip gülümsedi. "Ne gaynatiisiz arauzda?"
Gülbeyaz Ablanın sorusuna aynı anda "Hiiiç" dediğimizde başını gülerek iki yana sallayıp tabağıma yemek koydu. "Ye guzum ye can buğazdan gelii"
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Telefonuma gelen mesaj bildirim sesiyle boş boş tavanı izleme meşguliyetime ara verdim ve telefonu elime aldım. Mesaj whatsapptandı. Mesajın whatsapptan olması şaşırtıcı değil de mesajı atan kişi şaşırtıcıydı. Kaptan-ı Derya...
Attığı mesaj bir fotoğraftı. Bana atılan fotoğrafları direkt olarak gömüyordum. Önce indirmem gerekiyordu. İndirdim...
Yerimden fırladım. Gören gözlerim yeşilçamda olduğu gibi aniden kör olsaydı da görmeseydim dediğim anlardan birindeydim. Çünkü gönderdiği resim 2016'da attığım bir Twit'in ekran görüntüsüydü...
Ve dolaylı olarak da olsa onunla ilgiliydi...
Ulan gelecekteki kocam eğer dedem gibiysen sakın gelme!
Kaptan-ı Derya:
"Şimdi dedeni tanımadığım için karar veremedim. Mesela nasılsam gelmeyeyim?"
Ardından Çin'in nüfusu kadar gözlerinden yaş gelerek gülen emoji de atmıştı.
Allah'ım! 20 yaşında ne kadar da malmışım. Ben bu twiti neden atmıştım ki ya? Kesin dedem beni zıvanadan çıkaracak bir şey yapmıştı da...
Görüldü de yaptık şimdi bir şey de yazmalı...
Ben:
"Gerçek olmadığın için ne olursan ol gel. Yeter ki anlaşmaya sadık kal!"
Ve arkasından sadece bir tane göz deviren emoji atmıştım. Ne bu laubalilik canım? Ciddi bir şey yapacağız!
Kaptan-ı Derya:
"Bir de şuna çok güldüm asdfghjk"
Yazdıktan sonra yeni bir twitimi attı. Yine 2016 ve yine mal bir ben...
"Az önce ağaçtan düştüm ama saklanmak amacıyla çıktığım için sesimi çıkaramadım. Ah dede ah ne var yani tesbihin taşlarını bileklik yapmışsam zengin adamsın yenisini alırsın. Torunun beğenmiş yani..."
Allah kahretmesin seni Asude! Niye o twitler duruyor hala? Çanağını kırdığı günü de cümle âleme duyurmaz bir insan ya!
Kaptan-ı Derya
"Dedenle aranızdaki ilişki parmak ısırtacak cinsten. Kıskandım."
Ben:
"Dedemle tanışınca geçer o. Ve kısa bir bilgi damatlara bayılır. Günde otuz kez muhatap olunca kıskanma sırası bana gelecek"
"😈"
"Pardon yanlış oldu"
"😇"
Benimle uğraşmaması gerekirdi...
Kaptan-ı Derya:
"Oy kıyamam kıskanma... Annemin dedeni aratacağına yemin edebilirim ama ispatlayamam asdfg"
Annesi sorun olacaktı demek... Bu çakal inşallah beni annesine yem edip gününü gün etme peşinde değildir. Öyleyse o günleri ona zindan edeceğimden yana hiç şüphem yok...
Ben:
"Gelin kaynana toprağından demişler. Bir de boynuz kulağı geçer demişler. Sayısalcısın sen şu iki cümleyi içler dışlar çarpımı yaparsın artık."
Alkış gif'i gönderince gülüp konuşma ekranını kapattım. O kadar git, evlenmeyi düşünmüyorum, aşka inanmıyorum naraları at, koca arıyormuş gibi attığın twiti silme! Katıksız malım...
Dur şu twitleri bir de ben kontrol edeyim? Ne zaman açtım ben twitter'ı 2014? Yoksa 2015 mi?
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Günler her zamankinin aksine su gibi akmıyordu. Yani illa su üzerinden benzetme yapacak olursam önceden bir şelale gibiyken şimdi tuz gölü gibi durağandı...
Haftanın her gününü eşit severdim açıkçası ama çocukluktan kalma bir cumartesi sempatim de yok değildi. İsmi bile insana pozitif bir enerji veriyordu. Ancak bu cumartesinin hiç de öyle bir etkisi yoktu. Sıkıntıdan patlamak üzereydim. Diyar benimle konuşmuyordu. Nazif ve Gözde'de de bir mesafe hissediyordum. Açıkçası söylediklerime inanmış değillerdi ve göz göre göre yalan söylediğim için bana bozuk atıyorlardı. Bu hayatta nefret ettiğim çok şey vardı ama gerçekten tik halini almış bir nefretim vardı ki bunu yapıyorlardı. Trip atıyorlardı. Benimle kavga edebilirler, hakaret ve hatta küfür bile edebilirler ama bana trip attıkları zaman onlara doğru bir adım atmak şöyle dursun arkama bakmadan kaçasım geliyordu. O yüzden ben de onları görmezden geliyordum. Evet, yalan söylüyordum ve evet onlar bunun farkındaydı ama ben hiçbir zaman onların hayatlarına müdahale etmemiştim. Nazif ve Gözde'nin birbirinden hoşlandığının farkındaydım ancak ne onlar bunu bana söylüyordu ne de ben onların yüzüne vuruyordum. Aynı şekilde Diyar'ın oldukça gizemli bir hayatı vardı ve 5 senelik arkadaşlığımızda bir kez olsun onu zorlamamıştım. Sadece yapabileceğim bir şey varsa her zaman yanında olduğumu söylemiştim. Söylemek istemiyorsa saygı duymuştum. Şimdi aynı şeyi beklemem hata mıydı? Ve ben bunu onlara söylemiştim. Galata'ya olan ilgimi sordukları zaman 'Söylemek istemediğim şeyleri söyletmek için zorlamalarından nefret ederim' demiştim...
İçime kapanık bir insan değildim genelde. Ancak bazı konular benim hassas noktamdı. Ne anlatmak istiyordum ne anlaşılacağıma inanıyordum. Aile meselelerim ve Galata Kulesi bunlardan bazılarıydı... Derya'ya anlattığım kadarı bile beni rahatsız etmeye yetiyordu. Derya demişken dün akşam beni aramış ve Pazartesi kesin geleceklerini söylemişti. Ben de bunu babama söylemiştim ve şu an ne yapıp ne ettiklerini bilmiyordum. Çünkü her konuşmamız kavga ile sonuçlanıyordu. İşte bu yüzden bu evden nefret ediyordum. İstanbul'a gitme çabam tamamen bu yüzdendi. Bu öfke beni de rahatsız ediyordu. Çünkü ben başkalarıylayken bu kadar öfkeli değilim. Ben aldatıldığımda bile tek kelime etmemiş bir insanım. Hatta ben suratıma bira atılınca bile bir şey yap-
Kızın çenesine tekme atmıştım değil mi? Ama o sayılmaz onu kasten yapmadım. Tamamen refleksti... Onun dışında şikâyetçi bile olmadım. Neden? Sırf biriyle kavga edersem olay büyür ve babamın, dedemin kulağına gider diye. Gelin görün ki sonuç tam da bu oldu ve ben artık onlara da öfkeliydim. Gerçekten ama gerçekten biriken tüm hırsımı alacaktım. Zamanını bekliyordum...
Telefonum çalınca sandalyeden kalkıp yatağıma geçtim ve komodinin üstündeki telefonumu aldım. Çok saygıdeğer müstakbel sahte kocam arıyordu. "Efendim." dediğimde sesim bıkkın çıkmıştı. Öksürerek sesimi düzelttim.
"Bazen insana kendini sapık gibi hissettiriyorsun." diye bir cümle geldi karşıdan ve bu cümle kaşlarımı birbirine yakınlaştırdı. "Ne?" diye bir soru döküldü dudaklarımın arasından.
"Dün de bıkkın bir sesle açtın telefonu. Bugün de... Keyfimden aramıyorum ya!" diyen Derya'ya gözlerimi devirdim.
"Erkeklerin de böyle alıngan dönemleri oluyor mu ya? Ne bu alınganlık? Niye her şeyi üstüne alınıyorsun ki? Gelip bizim evde üç gün yaşa, dördüncü gün bileklerini kesersin!" dediğimde güler gibi bir ses çıkardı. "Tamam, anladım ben. Pardon." dediğinde "Neden aradın peki keyfini bozup?" diye sordum.
Aa aşk olsun, bir yerden güzel bir pas geldi mi gole çevirmeden duramam!
"Sizde kız isteme adetleri nasıl olur? Annem sorduruyor da." dediğinde gözlerimi kırpıştırdım. Bilmem ki... Bir kez istenmiştim ama onda da katakulliye getirilmiştim. Bir şey anladığım yoktu. Damatla küfürlü bir kavga ettiğimi hatırlıyorum sadece...
"Bilmiyorum, internetten baksana. Ne anlarım ben kız isteme falan?" dediğimde "Sen zaten bir kere istenmedin mi? İstenmeden mi nişan yaptınız?" diye beni tersledi.
"Senin nişanın nasıl olduysa benimki de öyle oldu! İki üç şehir var aramızda ne kadar farklı olabilir ki! Çiçek çikolata alıp gelin işte! Cimrilik yapma! Ben çikolata konusunda çok seçisiyimdir." dediğimde sırf sinirlendirmek için söylüyordum ve amacıma ulaşmıştım. "Yok ya! Senin gondol fiyatlarından haberin var mı? Bim'e gider bakarım bir şey!" diye terslediğinde gülmemek için dudaklarımı ısırdım.
"Sen bilirsin ben çok açık sözlü biriyimdir ki zaten anlamışsındır. Herkesin içinde yerim ve fikrimi söylerim."
"Bilmez miyim? İyi, peki. Uzun yoldan geliyoruz, yemek de hazırlayın bize. Özellikle sen yemek yapmalısın, bizde adettir!"
"İyi yaparız. Misafiri aç bırakacak değiliz. Ama ne seversin?" diye sorduğumda yem atmıştım. Kaptan Beyciğim yemi yutmuştu.
"Ah sevdiğim yemeği yapacaksın demek... Ne romantik..."
Gözlerimi devirip sessizce güldüm. "Hayır, özellikle onu yapmayalım diye sordum..."
"Ha ha ha çok komik!" Bence komikti.
"Neyse... Pazartesi akşam saat yedi gibi orada oluruz muhtemelen." dediğinde "Tamam." dedim. Ne diyeceğimi bilemedim. "Bekliyoruz." diye ekledim ardından. Heyecanlanmam saçma mıydı?
"Güzel ol. Senin yüzünden güzel bir gelini elinden kaçırdı annem. Biraz sinirli..." derken alay ediyordu. "Bilmukabele... Dedem de yağız bir delikanlıyı kaybetti. İşin zor." Ancak karakter olarak Derya'nın Ferman'dan daha yağız bir delikanlı olduğunu söyleyebilirdim. Sanırım? Söylerdim ya her türlü!
"İyi günler." derken gülse de sesinden gerildiğini anlayabiliyordum. Oyun oynar gibi rahat konuşsak da bu işin şakası yoktu. Evleniyorduk...
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Selamlar canlarım. Bölümü nasıl buldunuz? Bölüm hakkında görüşlerinizi hem yorum olarak hem de sosyal medyada #kaptanıderya tagiyle paylaşırsanız çok mutlu olurum. Aşağıda belirttiğim hesaplardan beni etiketleyebilirsiniz de.
Eğer Ç.T sınırı dolarsa bu hafta içinde onunla berabar 6. Bölümü atabilirim, yoksa haftaya görüşürüz. Çıkmadan uğrunuzu yıldıza basarak bırakmayı unutmayın. Sizi seviyorum görüşmek üzere.
İnstagram: Busbckr/Busras.typwriter
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.11k Okunma |
1.07k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |